Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

12 Eylül Dönemi Cinayetler Ve Tuhaf Yargılamalar

Diğer Yazılar

12 Eylül Dönemi, KÜLTÜRLÜ TANIK

Tetiği, İbrahim Çiftçi çekmişti; hem de altı kez.  Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz’e neden altı kurşun sıkılmıştı. Sıkılan kurşun sayısıyla bir siyasi mesaj mı verilmek istenmişti? O kadarını bilemiyorum;  ama kurşunların sayısı bana çok ilginç geldi. Silah seslerini duyan herkese balkonlara, pencerelere koşmuş, cinayeti görmüşlerdi. (Emniyet kayıtlarında cinayeti görenlerin sayısı on sekizdir.) Ama her nasılsa bir kişi dışında hiç kimse tetiği çekeni görmemişti. Emniyete yüzleşme için çağrılan iki tanıktan birisi, cinayetin işlendiği sokakta bir apartmanın kapıcısı olan Hayati Erdoğan’dır. Hayati Erdoğan, tetikçi İbrahim Çiftçi’yi teşhis etmişti. Fakat ODTÜ öğretim üyesi Doç. Dr. Ziya Aktaş sanığı teşhis edememişti.

Aradan yıllar geçiyor, köprülerin altından çok sular akıyor, siyasal koşullar Ecevit’i bir kez daha başbakan yapıyor. Ecevit’in azınlık hükümetinde(56.Hükümet) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı koltuğuna Ziya Aktaş oturuyor. Kısa süreli Ecevit Hükümetinde bakanlık yaparak, bakanların sahip olduğu özlük haklarını sonuna kadar hak ediyor.  20.dönemde elde ettiği milletvekilliğini, 21.dönemde de sürdüren Ziya Aktaş için beynimde hemen bir şimşek çakıyor, aklıma şu soru geliyor: Acaba, bu siyasi ikbal, yirmi bir yıl önceki suskunluğun bir ödülü müydü? “Kültürlü tanık” Ziya Aktaş’ın suskunluğu, yıllar sonra onu milletvekili ve bakan yaptı mı? Bunu bilmek elbette mümkün değil. Ama bir gerçek var ki, Ziya Aktaş’ın suskunluğu İbrahim Çiftçi’yi idamdan kurtarıyor. Tetikçi İbrahim çiftçi poliste ve mahkemedeki ifadelerinde savcı Doğan Öz’ü öldürdüğünü itiraf ediyor. Uzun yargılamalar boyunca, dört kez idam cezasına çarptırılan Çiftçi’nin cezası, her seferinde değişik gerekçelerle bozuluyor. Bozulma gerekçelerinin ilki, “kültürlü tanık”, “kapıcı tanık” ayrımından kaynaklanıyor. İşte size gerekçe: “Çok kültürlü bir ODTÜ öğretim üyesi sanığı teşhis edemezken bir kapıcı nasıl teşhis ediyor?” Hani anayasada herkes eşitti? Demek ki değilmiş. Kapıcının tanıklığı ayrı, öğretim üyesinin tanıklığı ayrı oluyormuş. Ziya Aktaş, susmuş muydu, susturulmuş muydu, yoksa gerçekten tetikçiyi görmemiş miydi? Bilemem. Fakat yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varsa, o da şudur: Bu memlekette üç maymunu oynamak her zaman en muteber oyun olmuştur. Görmedim, duymadım, bilmiyorum…

Savcıyı öldüren silah, bir başka cinayette (Muzaffer Üstünel cinayetinde) kullanılmış, silah ele geçiriliyor, silahı kullanan kişi belli oluyor ve ifadesinde bu cinayeti ben işledim diyor. Mahkeme kararını veriyor: İdam. Sonrasında, karar bozuluyor. Yeniden yargılama ve yeniden idam kararı. Askeri Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun verdiği beraat kararından sonra, dosya yargılamanın yapıldığı 1 nolu Askeri Mahkemeye döner ve mahkeme, tarihe geçecek bir gerekçeyle İbrahim Çiftçi’yi beraat ettirir. Karar:  “Sanık İbrahim Çiftçi’nin maktul Doğan Öz’ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüş, ancak Askeri Yargıtay daireler kurulu kararı mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan beraatine karar verilmiştir.”

Bu karar, İbrahim Çiftçi’yi bile şaşırtacak, kendisine beraat ettin, çıkıyorsun dendiğinde, “Hayır, beni öldüreceksiniz, çıkmıyorum” demiştir. Peki,  İbrahim Çiftçi’nin korktuğu başına geldi mi? Hayır, korktuğu başına gelmedi. Aksine başına devlet kuşu kondu. İLKSAN’a (İlkokul öğretmenleri yardımlaşma ve dayanışma sandığına) genel müdür oldu.

Doğan Öz’e sıkılan altı kurşun, bağımsız yargıya sıkılmıştı; bundan adım gibi eminim. Peki, hukuk kurşunlanırken, hukukçular ne yapmışlardı? Onlar, el birliğiyle hukukun kurşunlanmasını, hukuk adı altında hukuksuzluğun at koşturduğu bir düzenin yaratılması için bıkmadan, usanmadan çalışmışlardı. Bu çalışma, günümüzde de olanca hızıyla devam ediyor.

 

SÖYLE O BAŞKOMİSERE

1980 öncesi gündemi sarsan, 12 Eylül Darbesinin alt yapısını hazırlayan siyasi cinayetler, 24 Mart 1978’de Akara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz’ün öldürülmesi başlar. Bu cinayeti,  7 Nisan 1978’de Server Tanilli’nin kurşunlanması, aynı yılın içinde Doç. Dr. Bedrettin Cömert ve Ord. Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu cinayetleri takip eder ve nihayet cinayetler zinciri 1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi’ye ulaşır.

Cinayet, toplumda büyük infial uyandırmış, Katil veya katilerin yakalanmayacağına dair bir inanç oluşmuştu. Bu inancı tersine çevirmek, cinayeti aydınlatabilmek için, İpekçi’nin katili veya katillerinin yakalamasına yardımcı olacak, onları ihbar edecek kişiye basın kuruluşları altı milyon lira ödül verileceğini açıklamışlardır.  Abdi İpekçi cinayetinden beş ay sonra yakalanan Mehmet Ali Ağca, altı ay sonra o dönem Türkiye’nin en iyi korunan cezaevi olarak kabul edilen Maltepe Askeri Cezaevinden kaçıyordu. Daha doğrusu kaçırılıyordu. Polisin ek gözaltı talebinin kabul edilmemesi, Ağca’nın apar topar askeri cezaevine konması ve savcılıkta kendisinden emin olarak verdiği şu ifadeler, kendisine hapisten kaçırılma garantisinin verildiğini göstermektedir.

Uğur Mumcu, Papa Mafya Ağca adlı kitabında söz konusu ifadeyi şöyle yazmış: “Malatya’da annesini gözaltına alıp sorgulayan komiser için kardeşine şunları söyler:

“Söyle o başkomisere, 1981’de çıkıp, onun anasını belleyeceğim.”

Askeri savcı sorar: “Nasıl çıkacaksın 1981’de?” Ağca kendinden emindir. “Çıkacağım, göreceksiniz.” Savcı üsteler: “Adam öldürdün, bunun cezası idamdır, nasıl çıkacaksın?” Ağca hafifçe gülerek cevap verir:

“Sizin vereceğiniz ceza bana yetişmez. Ceza vereceğiniz zaman ben cezaevinde olmayacağım.” Gerçekten de öyle oldu. Ağca’nın, 1981’İ beklemesine gerek bile kalmadı. 23 Kasım 1979’da Maltepe Askeri Cezaevinden kaçtı. 26 Kasım 1979 günü Ağca tarafından Milliyet gazetesine gönderilen bir mektupta şunlar yazıyordu:

“Türkiye’nin kardeş İslam ülkeleri ile Ortadoğu’da yeni bir siyasi, askeri ve ekonomik bir güç oluşturmasından korkan Batılı emperyalistler, hassas bir dönemde, dini lider maskeli haçlı kumandanı olan Jean Paul’ü Türkiye’ye gönderiyorlar. Bu zamansız ve anlamsız ziyaret iptal edilmezse Papa’yı kesinlikle vuracağım. Cezaevinden kaçmamın tek sebebi budur. Ayrıca ABD ve İsrail kaynaklı Mekke baskınının hesabı sorulacaktır.

Ayrıca, kansız, sessiz ve basit bir kaçış olayını rica ederim, büyütmeyin, saygılarımla, M.Ali Ağca”

Ağca’nın açıklamaları, ifadeleri akıllara şu soruları getiriyor:

1)Ağca, 1980 yılının sonuna doğru bir darbe olacağını biliyor muydu?

2)Darbe tertipçileri ona 1981 yılında hapisten çıkacağının sözünü vermiş olabilirler mi?

3)Kendisine cezaevi kapılarını ardına kadar açan çok etkili ve çok yetkili kişiler kimlerdi?

4)Bu etkili ve yetkili kişiler, onu hangi görevler için yetiştirmişlerdi?

Her dediğini yapan Ağca, 13 Mayıs 1981 günü Papa’ya suikast düzenledi. Papa, yaralı olarak kurtuldu ve hemen ardından Ağca’yı affetti. Ağca’ya tetik çektiren güç odakları tetiği çekmeden önce ona her türlü garantiyi veriyor olmalıydılar ki, İtalya’da cezaevinde yatan M. Ali Ağca, 1983 yılı ortasında 1985 yılında çıkacağını, İtalyanların kendisine söz verdiğini iddia etmektedir. Ama bu sefer öyle olmadı; ya İtalyanlar verdiği sözü tutmadı; ya da M. Ali Ağca, fena halde kandırıldı.

13 Haziran 2000’de dönemin İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi’nin affını onaylamasıyla Türkiye’ye iade edildi. Sadece gasp suçundan Türkiye’ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca’nın Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Mahkemede “Ben Abdi İpekçi’nin katili değilim. Sadece aktörlük yaptım” dedi. Her duruşmasından sonra gazetecilere mektup dağıtan Mehmet Ali Ağca, Vatikan’a da tehdit savurarak hesap soracağını ileri sürdü. Ağca, “Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi.” iddiasında da bulundu.

Mehmet Ali Ağca’nın, İpekçi cinayetinden aldığı ölüm cezası 1991 yılında yürürlüğe konulan İnfaz Yasası gereği 10 yıl hapse çevrilmişti. Kadıköy’de iki ayrı gasp ve soygun suçlarından aldığı toplam 36 yıl ağır hapis cezası da, kamuoyunda “Rahşan Affı” olarak bilinen Af Yasası nedeniyle 7 yıl 2 ay hapse çevrilmişti. 12 Ocak 2006 tarihinde serbest bırakıldı.

Adalet Bakanlığı’nın itirazı üzerine, Yargıtay tahliye kararını oybirliğiyle bozdu, Mehmet Ali Ağca 20 Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklanıp Kartal H Tipi Cezaevi’ne konuldu.

18 Ocak 2010 tarihinde cezasını tamamlayıp hapisten çıkmıştır.

En Son Yazılar