Cinayet Mevsimi / Suat Duman
Suat Duman’ın ilk romanı ve edebiyata giriş çalışması olan Cinayet Mevsimi, nitelikli bir suç edebiyatı örneği.
Suat Duman kendisiyle yapılan bir röportajda bu kitabı yazana dek polisiye romanla ilgisi olmadığını söylüyor. Polisiye roman ve suç edebiyatı örneklerini çok okumuş olan insanlar için yavan kaldığı yönleri de olabilir romanın, bazı kitap incelemeleri ve yorumlarda da bu yavanlık hissini dile getirenler var.
Kitabın esas gücü de aslında sırtını edebiyata yaslıyor olmasından kaynaklı. Siyasi içeriği ve suçla ilgili karşımıza çıkan sözler, ifadeler, işaretler yazarın derdinin suçun sosyal bağları, sebeplerine bakarak bir hikâye anlatmak olduğunu düşündürüyor. Tek başına işlense dahi ardında bir yığın kalabalığın ya da kalabalıkların bulunduğu bir şey suç. Suat Duman bir hukuk fakültesi öğrencisi olan Mehmet Cemil aracılığıyla suç ve siyaset arasında çizgiler çizerek dolaşıyor ve sonra büyük kötülüklerin gündelik, olağan sistem girdileri olduğu bir yerlere yöneltiyor bizi; olabilecek, olmuş olabilecek hikâyeler içerisinde buralı ve buraya ait şeylerden söz ediyor.
Kitabın bana kalırsa en güçlü yanı kesinlikle anlatımı ve dili. Hukuk ve Sanat sitesinde yazarla yapılan bir röportajda Suat Duman ilk romanının onun için ne kadar önemli olduğundan söz ediyor, “Bu kitabı yazabilmiş olmak bana Mehmet Cemil’in yine başkarakter olduğu ikinci romanım Müruruzaman Cinayetleri’ni yazma imkânı verdi,” diyor. Burada yazarın altını fazla çizmeden geçtiği bir şeyi dile getirmek gerekir: Cinayet Mevsimi’nin çok da rağbet görmemiş olmasının sebebi bence muamma konusundaki eksikliği değil, aslında üslûbu. Kitapta başarıyla kurulan şey, yazarın Mehmet Cemil’in düşünceleri, duyguları, zihni, görüşleriyle karşımıza mümkün olduğunca gerçek bir edebiyat karakteri çıkarmaya gayret ediyor oluşu. İlk romanında bir yazarın bu üslûbu tutturabilmesi, böyle yazabilmesi, kasvetli de sayabileceğimiz bir atmosferi sağlam bir şekilde dile dayanarak yaratabilmesi benim açımdan bir maharet. Yazarın 1918 serisinin 3. kitabında da bu atmosferin bir benzerini görmüştük, diye hatırlıyorum. Okuduğum birçok Türk polisiyesini düşündüğümde Suat Duman’ın ilk romanını nitelik olarak çok üst sıralarda gördüğümü söyleyebilirim. Atmosfer kurabilmek, dile özen gösterebilmek, en önemli aracımızın hayal gücümüz değil de o hayali kelimelere dökerken göstereceğimiz maharet olduğunu bilerek yazabilmek, kurgulayabilmek… Sadece polisiye değil, her türden edebiyat eserinin olmazsa olmazı.
Kitapta heyecan ve gerilim aramak boşuna; ama kitap anlamaya çalışan, sıkışan, çözemeyen ve ama çözdüğü zaman da gördükleri ve şahit oldukları karşısında hiç de mutlu olmayan bir karakteri tanımak amacıyla okunuyorsa, yazarın kaleminin tadını almamak da imkânsız. Kolay ve basit olmak yerine, yorucu olabilen, belki yer yer zahmetli de olduğunu hissettirecek bir okuma var Cinayet Mevsimi’nde. Saatler oldu kitabı bitireli ama halâ aklımda ve içimde hissediyorum o hissi. Kitabı okumuş olmanın verdiği tat silinmiyor. Bir hatıraya dönüşecek, bir anıya… İşte ben de en çok bunu seviyorum. İyi edebiyat eserleri, iyi edebiyat eseri olma gayretleri, bütün o hatalar ve kusurlarıyla bizlere güzel yerlerden bakarak tebessüm ediyorlar: Mehmet Cemil’i de oralarda gezinen nice karakterin arasına koymamak için hiçbir sebep yok.
Cinayet Mevsimi’ni çok beğendiğimi ve kesinlikle önerdiğimi söylemem gerek. Bizim iyi polisiye yazarlarımız elbette var ve onlar iyi, güzel eserler yazıyorlar. Suat Duman da işte onlardan biri ve ilk eseriyle de nitelikli bir eser çıkarmış ortaya. Mutlaka öneririm.
Metaverse Cinayetleri / Banu Akeloğlu
Banu Akeloğlu’nun Metaverse Cinayetleri adlı bu romanı, ilgi çekici konusunu ne yazık ki bu konuyu taşıyamayan bir kurguya teslim ediyor. Yazarın dil hâkimiyeti, anlatımı ve üslûbu okunmayı kolaylaştırıyor, ancak kurgudaki sıkıntılar bir süre sonra okumanın tadını azaltıyor, lezzeti kaçırıyor.
Kitabın başlangıcı ve devam eden bir iki bölümde taze bir his var. Farklı bir şey anlatmasının getirdiği bu tazelik hissine, yazarın anlatımının sıkıntısız olması da eşlik ediyor. Ancak Nakip olayıyla beraber kitabın en temel kurgu sorunlarından biri başlıyor: kitabın tamamı değil, ama neredeyse tamamı birisinin bir başkasına anlattığı olaylardan oluşuyor. Birileri sürekli olarak neler olup bittiğini anlatıyor. Oysa neler olup bittiğini, yani hikâyeyi anlatan, kitabın kendisi olmalıydı. Bu anlatım biçiminin çok sık tekrar etmesi okuma zevkini neredeyse yok ediyor. Bu, çok önemli bir problem. Konunun ilgi çekiciliğini taşıyacak kurgu, belki daha fazla sayfada daha fazla gerçeklik hissi verecek şekilde karakterlere eğilmek, bu karakterlere ve olaylara ağırlık verecek şekilde bazı olayları ve olay aktarımlarını azaltmak veya dengelemek olmalıydı. Okuduğumuz kitaplardaki olaylara, anlatılanlara, karakterlere inanmamızın sebebi yazarın bize bu olayları, karakterleri anlatırken kurabildiği o kurgu, kullandığı üslûp, hikâyede zamanı kullanma biçimi değil mi? Yoksa Çehov’un Gusev’ini nasıl hâlâ hatırlıyor olabiliriz ki? Martin Eden neden hâlâ aklımızda olabilir? Zeze neden eskimemiş, kaybolup gitmemiş? Veya Ursula K. Le Guin’in yarattığı dünyalar nasıl olur da hâlâ varlığını sürdürebilir?
İlginç şeyler yazabilir ve şaşırtıcı dünyalar, olaylar, muammalar hayal edebiliriz; bunları bir hikâyeye, romana dönüştürebiliriz. Hikâye anlatıcıları edebiyattan beslenerek bu dünyalarda kendi izlerini, işaretlerini bırakabilirler. Kıymetli olan da bu. Hayal gücünün kıymetini asla küçük görmemek gerekiyor. Benim okuduğum ve sayısı çok da fazla olmayan Türk polisiyelerinde edebiyata dönüşmeyen anlatımların, anlatım biçiminde kaçışçı bir kolaylığın tercih edilmesinin bir sorun olduğunu düşünüyorum. Suç ve polisiye edebiyatının gerçek edebiyat olduğunu söylerken insanlar bu sözleri polisiyenin herhalde insanı ve hayatı, bu gezegeni, bu dünyayı anlatmak ve anlamak derdinde olduğunu düşünerek söylüyorlar. Türkiye’de bunu yapabilen güzel örnekler var. Güzel olmayan, kusurlu, ama kötü olmayan örnekler de var.
Metaverse Cinayetleri ilgi çekici, şaşırtıcı konusu ve fikirleriyle heyecana gelerek hızla, konforlu bir anlatımı tercih ederek anlatılmış bir hikâye. Türkçe kullanımı iyi, anlatım bozukluklarından mustarip değil; en önemlisi kitabın arka kapağında ve önsözünde hayranlıkla ifade edilmiş düşüncelerin sebebi olan hayal gücü dikkat çekiyor. Yazarın kurduğu bu şaşırtıcı dünya ilgiyi hak ediyor. Ancak bu kurgu, fikir olarak ortaya konuşunda ve sinopsis olarak yazıldığında merak uyandırsa bile yazarın hikâyeyi anlatma seçimleri sebebiyle hasar alıyor, olay aktarımlarıyla şişiyor, hikâye gereksiz yer kaplayan olaylarla doluyor ve bu da kitabın dünyasına zarar veriyor, onun metindeki gerçekliğini bozuyor, zedeliyor.
Kitabı ilgi çekici konusu sebebiyle öneririm. Ancak bu konunun tadı konusunda kefil olamam. Daha iyi, daha nitelikli polisiyelere; daha nitelikli, daha iyi kitaplara ve mutlaka edebiyat diyen yazarlara ihtiyacımız var. Herkese iyi okumalar.