Hani akıllı telefonunuzun ekranında dijital fotoğrafı iki parmağınızla büyütüp kalabalığın içinde tanıdığınız biri var mı diye bakarsınız. Bence romanlar, tıpkı büyütüp baktığınız o görüntüler gibi kurgusal karakterlerin hayatları üzerine yazılmış tiyatro sahneleridir. O kişiyi bir kere tanıdıktan sonra sizin için kalabalığın arasındaki herhangi bir kişi değildir artık. Onun hikayesini anlatmak bir nevi boynunuzun borcudur.
Canım memleketimde içine sokulan nifaklar yüzünden, tek gövdenin sağ elinin sol eliyle çatıştığı koca bir kavga var: ‘80 öncesi olaylar. Fakat biz bu koca kavgaya kısaca “sağ-sol meselesi” diyerek iki buçuk kelimeye indirgemişiz. Hiç olmamış, kısaca ve saygısızca yaşanmamış ya da kimsenin canı bir daha hiç bu kadar yanmayacakmış gibi kör-sağır-dilsiz olmayı seçmişiz.
Poyraz ve Özkan, ‘Kör Kanun’ isimli romanda bu dönemde canları acımış/acıtılmış her iki cenahın hikayesini artık boyunlarının borcu olduğu için canı gönülden anlatmışlar. O kalabalık fotoğraftaki minicik gölgelere kişilik vererek neden kavga ettiklerini aslında onların da bilmediklerini gözler önüne sermişler. Gezmesek de tozmasak da orda bir köy var uzakta dediğimiz güzelim ilçelerimizden biri olan Tokat’ın Zile ilçesini hikayenin merkezine almışlar. Üstelik bu hikâyeyi çok yakından tanıdıkları ve sevdikleri bir insan üzerinden kurgulamışlar. Ellerine sağlık, çok da iyi yapmışlar. İlçenin tarihî dokusunun geçmişten gelen izlerini hikâye içinde hikâye olarak okuyanı sıkmadan, yormadan anlatmışlar.
Emrah Poyraz ve Ulaş Özkan’ın ‘Uzunyuva’da Uyanış’tan sonra ikinci ortak romanı ‘Kör Kanun’ POYABİR 2022 Kristal Kelepçe ödüllerinde En İyi Polisiye Roman ödülüyle taçlanınca, Dedektif Dergi olarak yapılacak mini söyleşide merak ettiğim soruları sorma şansını elde edebilmek adına bu görevi üstlendim.
Biriniz İstanbul’da biriniz Milas’ta yaşıyorsunuz? Nasıl tanıştınız ve beraber hikayeler, sonra da roman yazmak fikri nasıl oluştu?
UÖ: Merhaba. Evet, şu an ayrı şehirlerdeyiz ancak Emrah ile tanışıklığımız üniversite yıllarına denk gelir. 2001’de okulun ilk günleri öğretmenevinde başlayan tanışıklığımızdört yıllık sınıf ve ev arkadaşlığına dönüştü. Yani bugünkü dostluğumuzun temelleri o dönemlerde atıldı. Aynı odayı, aynı ekmeği paylaşırken şimdi de tüm yazdıklarımızı paylaşır olduk.
EP: İşin aslı, beni bu yolculuğa sürükleyen Ulaş oldu. İlk o birkaç sayfa karalayarak yazmaya başlamış. Sonrasında beni fikir almak için aradı. Peşinden de birlikte ilerlemeyi teklif etti. O günkü birkaç sayfa sonrasında ‘Uzunyuva’da Uyanış’ oldu.
Birlikte roman/hikâye yazmak bana çok uzak. Belki de “benim dediğim olacak” egom yüzünden. Siz bunu nasıl kotarıyorsunuz? İki kişi bir şarkıyı düet şeklinde söylerken önce biri sonra diğeri söyler,nakaratta da ikisini birden duyarız. Birlikte roman yazma süreci düet yapmaktan daha zor ve karmaşık olsa gerek. Romanı okuyup tek bir ağızdan çıkmış gibi olduğuna kanaat getirdiğime göre nasıl yazdığınızı ve süreci çok merak ediyorum doğrusu.
UÖ: Süreç her öyküde, her hikâyede farklı başlasa da benzer şekilde ilerliyor. Önce uzun uzun ne yazacağımızı düşünüyor, tartışıyor ve kararlaştırıyoruz. Sonra birimiz o hikâyeyi yazmaya başlıyor. Bazen de taslak olarak kabaca yazıp diğerine gönderiyor. Hatta bazen birbirimizden habersiz bir hikâyeye başlayıp “Şuna bir baksana” diyerek yine birbirimize gönderiyoruz. Eğer ikimizin de aklına yatarsa ve beğenirsek hikâyeyi olgunlaştırmaya başlıyoruz. Bazen Emrah, bazen de ben hikâyeyi alıp götürüyor, fikir alışverişi yaparak devamını bir şekilde getiriyoruz. İki kişi yazmanın en büyük avantajı aynı zamanda birbirinizin eleştirmeni olmak. Bunun dışında bir kurguda çıkmaza girdiğinizde, karşınızdaki kişinin farklı bir pencere açabiliyor olması.
EP: Ulaş güzel açıkladı. Şunu eklemenin önemli olduğu kanaatindeyim; burada sizin de değindiğiniz bir nokta çok önemli rol oynuyor. Eğer karşınızdaki kişi sizin yazdıklarınızı silip değiştirirse bu gerçekten katlanması zor bir durum olabiliyor. Biz burada karşılıklı iyi niyeti biliyor ve kesinlikle bu iş birliğini egomuza feda etmiyoruz.
“Kitapta adı geçen kişi, kurum ve olayların hepsi hayal ürünüdür” demişsiniz ama Hasan Şendoğdu ve ailesine de teşekkürlerinizi iletmişsiniz. Romanın başında gerçekten yaşamış olduğu belirtilen Hasan Hoca’yı hikâyenize yerleştirmeye nasıl karar verdiniz? Aileden izin veya icazet aldınız mı?
UÖ: Hasan Hoca bizler için çok farklı ve yeri asla dolmayacak bir karakter. Tanıştığım anda onu, kitaplarda yaşayan kahramanlarla özdeşleştirdiğimi hatırlıyorum. Çünkü her gün, bizleri hayretler içinde bırakmayı,şaşırtacak bir duruma sokmayı yaptıklarıyla ya da söyledikleriyle başarabiliyordu. Kitapta onun hakkında yazılanların çoğu gerçek. Kendisi hayattayken ve benim aklımda da yazmak gibi bir düşünce yokken ona, “Senden çok iyi bir seri katil olur Hasan ağabey,” diye takıldığımı hatırlıyorum. Hatta Hasan ağabeyi romanda yazma fikri ilk doğduğunda –ki hayattaydı- belki de kendisinden izin alıp böylesine bir kurguya da yerleştirebilirdik.Bu arada Hasan ağabeyimizi kitaptaki en önemli figür ve kahraman olarak romana yerleştirmek için dediğiniz gibi ailesinden izin aldık. Ailesiyle hala görüşüyoruz. Özellikle çocuklarıyla diyaloğumuz gayet iyi. Hepsinin yeri bizde ayrı.
EP: Belki bizler de gelecekte bir hayal misali hatırlanması zor karakterler olacağız. İstedik ki, Hasan ağabey hatırlansın. Kitap içinde kıymet verdiğimiz, bizde yeri çok özel olan birçok arkadaşımızın, sevdiğimizin izleri var. Hasan ağabey sahnede ama yalnız değil.
Bundan sonra da beraber yazmaya devam edecek misiniz?
UÖ– Birlikte yine yeni romanlar, yeni hikayeler, yeni sayfalar yazmayı düşünüyoruz. Tek ihtiyacımız olan zaman ve bazen kaybettiğimiz yazma isteği. Ama aldığımız ödülün bu konuda iyi bir motivasyon olduğunu düşünüyorum. Umarım yazabiliriz.
EP– İlk romanı yazarken yaşadığımız zorluğun fazlasını yayımlatmaya çalışırken yaşadık. Maalesef ülkemizde bu işler para vermeden oldukça zor. Bir kazanç beklentisi içinde hiç olmadık. İşin içine girince bu konuda beklentimizi sıfır noktasında tutmamızın faydasını gördük. Çoğu insan“Ne kazanıyorsunuz?” diye soruyor. Kocaman bir boşluk. Bizim için yazmanın en zor taraflarından biri hayatımızı idame ettirecek meslekleri icra ederken bir yandan da yazmaya mesai harcamak. Gün içinde çalışıyor, akşamları ekran karşısına oturup bazen sabaha kadar yazıyoruz. Maddi olarak bir karşılık bulmayı geçtik manevi olarak tatmin hissi bile motive edici olacak. Fakat ülkemizdeki okuma oranı, yayınevlerinin finansal durumu ve polisiyeye ilgi handikaplarımız olarak karşımıza çıkıyor. Umarım yazmaya devam edecek azmi gösterir ve vazgeçmeden devam ederiz. Bu iş ancak süreklilik ve ısrarla başarılı bir çizgiye oturabilir. Okurlarımıza güzel dönüşleri için çok teşekkür ediyoruz. Şu an en büyük motivasyonumuz onların takdirlerini kazanıyor olmak.