Sami temizlik görevini bitirmişti. Bugün izinli olan Mahmut’un bütün işi kendisine kalmış deyim yerindeyse canı çıkmıştı. Ekim ayının bu son günlerin de Agora Meyhanesi sakinliğini korusa da yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmeyi başarıyordu. Balat’ın en eski meyhanelerinden olan Agora, Rum Kaptan Asteri’nin 1890 yılında yaptırıp sattığı ucuz şaraplarıyla ün saldığı dönemi bitirmiş, 132 yıl sonra pahalı meyhanelerle yarışır hale gelmişti.
Agora, meydan anlamına geliyordu. Bu ismi tuhaf bulan Sami yine de başka bir isimle bu tarihi mekânı bağdaştıramıyordu. Tüm bu düşünceler eşliğinde meyhaneden çıktı. Saat gece yarısı üç olmuş, rüzgâr iliklerine kadar işlemişti. Hafif çiseleyen yağmur hızını artıracak gibi görünüyordu. Montunun yakasını kaldırıp ellerini ceplerine soktu. Biran önce eve gidip yatmak istiyordu, yarın pazardı. Öğlene kadar uyuyacağı fikri içinde bir şeylerin kıpırdamasına sebep oldu. Akşamüstü ise ayrılmaya karar verdiği nişanlısı Hande ile sinemaya gideceklerdi.
Gök gürleyince olduğu yerde zıpladı. Çocukluğundan kalma bu korkuyu hala yenememiş, her gök gürültüsünde sığınacak bir yer arama dürtüsüne şimdi olduğu gibi engel olamamıştı. İlk gördüğü dar sokakta ki cumbalı evin altına sığındı. Birkaç dakika durup kalp atışının normale dönmesini bekleyecekti. Ani çakan şimşekle tüm sokak aydınlandı. Ağzından çıkan küfre engel olamadı. Panik atağı artıyordu. Şerefsiz babasını hiç tanımamış kendini bir başına büyütmeye çalışan annesini böyle bir gecede kaybetmişti. Sokaklarda büyümeye çalışırken Balat Çıfıtçı Çarşısı esnaflarından olan Rum Hristo Bey onu evlatlık almış ve büyütmüştü. Korktuğu zaman yaptığı gibi geçmişe doğru süzülmeye başladı. Zihni bir şekilde bu oyunu geliştirmiş ve korkusundan uzaklaşmasını daha on iki yaşında keşfetmesini sağlamıştı. Merdivenli Yokuş’ta Hristo babadan kalma evine gitmek için sadece on dakikaya ihtiyacı vardı fakat yerinden kıpırdayamıyordu. Kendi kendini azarladı. Korkusunun geçmesi için derin nefesler alıp, Hristo baba ile olan ilişkisini düşünmeye başladı. Yeryüzünde baba tarifini sonuna kadar hak eden bu adamı anmak sinirlerinin sakinleşmesini sağladı. Ani bir fren sesi ile bulunduğu yerden başını sokağın sonuna doğru çevirdi. Şimşek çakınca arabadan bir şeyi çöpün yanına bırakan simsiyah giyinmiş birini gördü. Panikle cumbanın altına doğru geriledi. Yine de bakmaya devam etti. Yerde çöp gibi fırlatılan şeyin kıpırdadığına yemin edebilirdi. Arabadan inen kişi yere doğru çömeldi. Sami nefes alamıyordu. Tam o anda yanan bir alev muhtemelen çakmak yerde yatan hayvan mı insan mı olduğunu kestiremediği varlığın üzerine atıldı ve alev ışık topu gibi parladı. Gök gürlüyor şimşek çakıyordu. Sami gözlerini kapatmış ne yapacağını bilmez bir halde yere çökmüştü. Kendine gelmesini sağlayan arabanın güçlü motor sesini duyunca gözlerini açtı. Araç gitmişti. Beyninin salgıladığı adrenalinle bilinçsiz bir şekilde koşmaya başladı. Yağmur hızını artırmış görüş mesafesini düşürmüştü. Yine de koşmaya devam etti. Alev topunun yanına yaklaştığında gözlerine inanamadı. Yerde yanmakta olan kadını görünce gırtlağı yırtılırcasına bağırdı. Hemen ıslak montunu çıkarıp kadının üzerine attı. Onu söndürmeye çalışıyordu. Bilinçsiz bir biçimde kadını çöpün yanından çekti. Anormal bir durum vardı. Kadın hafif hafif kıpırdanıyor muydu yoksa zihni ona oyun mu oynuyordu bilemedi. Bildiği şey kadının hiç sesinin çıkmamasıydı. Yoksa bir insan yanarken çığlık atmaz mıydı? Sami montunun ve yağmurun yardımı ile alevleri söndürmeyi başardı. Kadının yüzü ve kıyafetleri yanmıştı. Keskin bir et kokusu midesinin bulanmasına sebep olunca bir adım geri çekilip akşam yediği ne varsa hepsini boşalttı. Kendini toparlamaya çalıştı. Gördüklerinin gerçek olmamasını dilerken ağladığını fark etmedi. Cep telefonunu çıkarıp 112’yi aradı. Zorlukla olanları anlattı. Hattı açık tutuyor ama karşı tarafın söylediklerini artık algılayamıyordu. Sami kadının başucunda durdu. Yıllar önce terk ettiği Tanrı’ya yalvarmaya, dua etmeye başladı. Kadının yanmış bileğini zorlukla tuttu. Nabzını hissetmiyordu.
Açık olan cep telefonunu ağzına yaklaştırıp “Ne olur çabuk olun! Kadının nabzı atmıyor! Kıyafetleri etine yapışmış! Üzerinden dumanlar tütüyor! Acele edin yalvarırım acele edin! Bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyorum! Kadını kurtarın onun sonu da annem gibi olmasın! Beni duyuyor musunuz? “ dedikten sonra kadının yanında yere oturdu. Elini tutmak istiyor fakat onu inciteceği düşüncesini zihninden kovamıyordu. Yağmur yağıyor, gök gürlüyor, şimşek çakıyor, Balat sanki bu iki kurban için gözyaşı döküyordu.
Üç gündür süren soruşturmada Başkomiser Aylin Türkoğlu ve ekibi bir arpa boyu ilerleyememişlerdi. Yanarak ölen kurban Maria Pankratis Torman İstanbul Fatih’te Rum bir ailenin kızı olarak dünyaya gözlerini açmış, anne ve babasının boşanması ile babası Hristo’nun yanında büyümüştü. Sessiz kendi halinde bir gençlik dönemi geçiren Maria yirmi iki yıl önce lise aşkı olan Vefa Torman ile evlenmiş ve Marmaris’e yerleşmişti. Resim yapmayı seven bu kadını tanıyan herkes onun sanatsever olarak tanımlamıştı. Biyolojik olarak çocuğu olmamış fakat bir kız çocuğu evlat edinmişti. Kurbanı bulan Sami ile aynı evde büyümüş ve ona can yoldaşı olmuştu. Sami olay anında kurbanı tanıyamamış sonrasında ise hastaneye kaldırılmıştı. Ağır bir travma yaşıyor doktorlar şu aşamada cinayet masasının onunla görüşmesine izin vermiyordu.
Komiser Aylin Türkoğlu ve yardımcısı Sinan, Hristo’nun iş ortağının oğlu Leonidas ile görüşmek için Çıfıtçı Çarşına doğru ilerliyorlardı. Sinan, “Komiserim bu adamı hiç gözüm tutmadı,” dedi. “Yıllarca hem Sami’ye hem de Maria’ya dükkânın hisselerini satmaları için baskı yapmış. Bütün esnaf adamdan yaka silkiyor. İlk görüşmemizde bir göbek atmadığı kaldı. Maria ve Sami hakkında hiç iyi şeyler söylemedi. Maria ölürse Sami’den hisseleri daha kolay alacağını düşünmüş olabilir.”
“Karar vermekte acele etme,” dedi Aylin. “Tamam, adam kılın teki ama bunca yıl sonra neden cinayet işlesin? Artı adam olay gecesi şehir dışında olduğunu kanıtladı. Hem çoğul hisse Maria ve Sami’ye ait. Maria öldü ama Sami hayatta onunla konuşmadan peşin karar verme.”
“İyi de Komiserim adam bilet alıp gitmemiş olabilir. Oğlu Andreas ile nasıl bakıştıkları sizin de dikkatinizi çekmişti. Bu ikisi bence bir şeyler çeviriyor. Bence Leonidas’ı Emniyete alalım. O çabuk çözülecek bir adam. Oğlu ise daha ketum. Hem gözdağı vermiş oluruz.”
“Of Sinan of! Oğlum sen beni hiç mi dinlemiyorsun? Diyelim ki Leonidas yalan söylüyor iyi de adamın ehliyeti yok, arabası yok kurbanı oraya nasıl götürdü? Hem sakladıkları her ne ise bu cinayetle değil Sami ile ilgili. Dikkatini çekmedi mi? Konu Sami’ye gelince Andreas’ın yüzün küçümseme ve tiksintyle doldu. Onların asıl kini Hristo’ya. Sami’yi evlat edinmesinden duydukları rahatsızlığı gizleme ihtiyacı duymuyorlar. Adam ölüp gitmiş onlar otuz küsur sene öncesinin hesabını tutuyorlar. Leonidas burada doğmasına rağmen İstanbul’a hâlâ Konstantiniyye diyor. Onların derdi başka. “
“Neyin öfkesi bu yahu? İstanbul fethedileli kaç asır geçmiş adamlar neyin peşinde? Biz de o zaman Selçuklu döneminden, Cumhuriyet dönemine kadar bizim olan toprakların derdine düşelim.”
“Bu canım vatanın kıymetini bildik onlar kaldı Sinan! Cinlerim tepemde zaten sen de üzerime gelme! Bir bak etrafına millet olarak neye nasıl sahip çıkıyoruz. Ama sorsan hepimiz milliyetçiyiz. Vatan, bayrak, ezan millet her şeyden üstün. Peki, sen bu saydıklarıma saygı duyan, hak, hukuk, adalet gözetenleri görüyor musun? Onlar ne kadar azınlıkta farkında mısın? Geçmiş yıllarda bir şehidimiz olduğunda veya bir kadın, çocuk taciz veya tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde insanlar nasıl tepki veriyordu? Son yıllarda uğradığımız değişime bak! Artık kimse kimseyi umursamıyor. Şehit varsa küçük bir haberle geçiştiriliyor. Kadın cinayetlerinde o indirim, bu indirim, yok erkekliğimle dalga geçti, yok beni tahrik etti… Daha sayayım mı? Nerede o Türk milletinin merhameti, vicdanı! Şöyle bir etrafına bak. Sokak ortasında kadın öldürülüyor bir babayiğit çıkıp da müdahale etmiyor. Neden? Çünkü adalet sistemine güvenmiyor. Bak üç gündür soruşturmadayız. Suçluyu gözaltına alırız, hâkim karşısına çıkar. İki ağlar, hop indirimi kapar! Of Sinan of! Şüpheliden buralara nasıl geldim ben? Bırakalım Rumlar hayal pilavı yemeye devam etsin. Türk’ün ayranı kabarmaya görsün. Bırakalım bu konuları da işimize dönelim. Sen Patolog Doktor Zeynep’i ara. Otopsi raporlarını bugün istiyorum,
.Arabayı park ettikten ve Sinan’ın telefon görüşmesini bitirmesini bekledikten sonra Hristo ve Leonidas’ın ortak olduğu kuyumcu dükkânından içeri girdiler. İki müşterinin işleri bitene kadar beklediler.
Andreas onların gelişinden duyduğu rahatsızlığı saklama gereği duymadan “Size daha kaç kez söyleyeceğim bizim Maria’nın ölümüyle ilgimiz yok. Müşterilerimiz sizden rahatsız oluyor. Bizi bırakıp katilin peşine düşseniz daha hayırlı bir iş yapmış olurunuz,” dedi. Bir yandan da az önce müşterilerine çıkardığı bileklikleri tezgâhın üzerinden toplamaya bailamıştı. Küçücük dükkânın hem vitrini hem de içerisi altın takılarla doluydu. Özel bir bölümde sergilenen ve vitrin camında Satılık Değildir yazan zümrüt, yakut, safir taşlarının yansıması gökkuşağını andırıyordu.
Aylin “Neden bu kadar rahatsız oluyorsun?” dedi. “Birkaç soru soracağız. Eğer cevap vermezsen seni soruşturmayı engellemekten gözaltına alırım. Anlıyor musun?”
“Ben haklarımı biliyorum. Hiç bir şey yapamazsın!”
“Sinan, arkadaşı alıyoruz.”
O anda arka bölmeden Leonidas’ın sesi geldi. “Komiser Hanım, bu kadar sertliğin ne lüzumu var? Siz de biliyorsunuz Maria bizim ailemizden biriydi. Andreas’ın acısı çok büyük. Sizden biraz anlayış bekliyoruz. ”
“Eğer Maria ailenizden bir olsaydı eminim oğlunuz böyle davranmazdı,” diyen Aylin, tezgâhın arkasında duran Andreas’ın karşısına dikildi.
“Maria ile en son ne zaman görüştünüz?”
“Hatırlamıyorum.”
“Ben size biraz yardım edeyim. Kurbanın cep telefonu ölmeden önceki gün tam yirmi iki kez aramışsın. Mesaj atmışsın. Onunla konuşacağın önemli konu neydi?”
“Madem bu kadarını çözdünüz o halde mesajımı da okumuşsunuzdur.”
“Ben sizin ağzınızdan tekrar duymak istiyorum. “
“Kolyeden bahsettim. Oldu mu şimdi?”
Bunu dedikten sonra cam tezgâhın üzerini silmeye başladı.
Leonidas, “Hangi kolyeden bahsediyorsunuz?” diye sordu
“Şu sizin paha biçemediğiniz ve Hristo’nun annesinden yadigâr kalan kolyeden.”
“İyi de Komiser Hanım bunun bizimle ne ilgisi var?”
Aylin soruyu duymazdan geldi. “Maria’ya attığınız mesajda kolyenin sizin hakkınız olduğunu eğer vermezse sonuçlarına katlanacağını yazmışsınız. Alabildiniz mi kolyeyi? Ya da şöyle mi sormalıyım? Maria’yı öldürdüğünüze değdi mi şu paha biçilemez kolye?”
“Ne öldürmesi? Onu öldürmediğimi biliyorsunuz. Eğer hakkımda ufak bir deliliniz olsaydı şimdiye kadar beni tutuklamış olurdunuz. Hem kolye konusu sizi hiç ilgilendirmiyor. Şimdi sorularınız bittiyse bizi rahat bırakın.”
Leonidas oğlunun söylediklerine bir anlam verememişti, şaşırmıştı.
Andreas bakışlarını ondan kaçırarak “Baba artık eve gidip dinlenmelisin,” dedi.
“Benim dinlenmeye ihtiyacım yok. Bana bunak muamelesi yapma. Sana kaç kez söyledim. Hristo’nun annesinden kalan o kolye Maria’ya, ondan sonra da kızı Eftelya’ya ait olacak diye. O kolyenin bizim aile mirasımızla hiç ilgisi yok! Bunu o olmayan beynine sok artık!”
“Nasıl yok ha, nasıl yok baba? Dedem Hristo amcanın annesine âşık olduğu için yapmadı mı o kolyeyi? Sonra o kadın gidip Hristo amcamın babası ile evlenmedi mi? Yıllarca dedeme kolyeyi ölmeden önce vereceğini söylememiş miydi? Verdi mi? Hayır! Şimdi sen bana o kolyenin bizim aile mirasımıza ait olmadığını söyleyip durma! Biraz cesaretli olsan o kolye şimdi aile mirasımızı sergilediğimiz şu vitrinde olurdu! Sana şunu da söyleyeyim ucunda ölümde olsa o kolyeyi alacağım!”
Leonidas oğlunun söyledikleri karşısında başını öne eğdi. Andreas ise sanki Aylin ve Sinan orada yokmuş gibi konuşuyordu. “Ben senin kadar ödlek değilim. Maria öldü. Kocası olacak sümsükle konuştum. Bana öyle bir kolyeden haberi olmadığını söyledi. Ben yutar mıyım? Aklınca kurnazlık yapıyor! Sami puştuna sor diyor. Tanrım beni bu gerizekalılar ordusu ile sınıyor. Sami ve kolye? İki dünya bir araya gelir, onlar gelemezler. Ama o sümsük Vefa benim neler yapacağımı bilmiyor! Bak o kolyeyi nasıl ortaya çıkaracağım sen görürsün baba! Annem ölmeden önce bir dakika bile olsa o kolyeyi boynuna takacağım. Buna sen değil hiç kimse engel olamayacak!”
“Ne yapacaksınız? Onları da Maria gibi öldürecek misiniz?”
Soru Aylin’den gelmişti.
Andreas öfkeli bakışlarını ona çevirdi. “Ben kimseyi öldürmedim öldürmem de! Siz beni değil o sümsük kocası ve sonradan kardeşi olan Sami denen kanı bozuğu sorgulayın. İki kuruş uğruna ailesini terk etmiş. Pekâlâ, Maria’yı da o öldürmüştür. Hristo amcaya hasta yatağında evini miras bırakması için boş kâğıda imza attırmış, tüm mal varlığını kendi üzerine almış. Maria ise avcunu yalamış! Siz gidin o şeytanla uğraşın! Hoş Maria’nın da ondan aşağı kalır yanı yok ya! Gitti bir kâfirle evlendi. Bir de utanmadan her geldiğinde buradaki Aya Yorgi Kilisesinin ayinine katılıyor!”
“Adreas Bey bakıyorum Maria’nın yedi şeceresini biliyorsunuz. Ona olan öfkeniz de malum. Maria’nın öldürüldüğü gece neredeydiniz?”
“Evimde sıcak yatağımda uyuyordum. Onda alacağım varken ne bok yemeye onu öldüreyim? Bu size mantıklı geliyor mu? O kolyenin üzerinde bulunan on iki Mavi Elmas taşının bir tanesinin fiyatı hakkında bilginiz var mı? Ben söyleyeyim. 100 karatlık elmasın karatı 3.93 Milyon Dolar. Siz olsanız bu paha biçilemeyen kolyeyi almadan birini öldürür müsünüz? Eğer Maria’yı öldürecek olsam önce kolyeyi alırdım! Bunun için de onu öldürmez farklı yollar denerdim. Sonuçta hiçbir şey özgürlüğümden daha değerli değil. Ben sadece bizim olanı geri istiyordum! Bunda anlaşılmayacak ne var?”
“Biraz önce Sami’nin mirası haksız yollardan elde ettiğini söylediniz? Madem bu kadar zengin neden Agora Meyhanesi’nde çalışıyor?”
“Çünkü Hristo amca meyhanenin ortağıydı. Sami denen üçkâğıtçı o kadar hırslı ki başka bir elemana para vermektense tuvaletteki pisliği bile elleri ile alır.”
Emniyete döndüklerinde Sedat ve Emir onları bekliyordu. Aylin su ısıtıcısına su koyup, telefonuna bir göz attı. Nişanlısı Hakan akşam bir açılışa davetli olduklarının bilgisini vermişti. Aylin’in yüzü kızardı. Bu adamın nasıl olup da bir mesajı ile midesinde kelebekler uçuşturduğunu düşünürken fark etmeden tebessüm etti.
Emir. “Oo, Komiserim yüzünüzde güller açtı,” diyerek pis pis sırıttı.
Aylin, “Bana bak Emir, şimdi ben senin yüzünde öyle güller açtırırım ki iki gün sonra mora dönerler,” dedikten sonra kupalara kahve koydu.
Emir, “Sustum komiserim, güller sizin yüzünüze yakışır,” dedi. Ardından, Aylin’in doldurduğu kupaları odada bulunan ekip arkadaşlarına verdi.
Aylin panonun önüne geçti. Düşünüyordu. Sinirlenince hep yaptığı gibi önce sağ elini başının üzerinde bir şey varmış gibi boşlukta salladı. Sonra, bir ileri bir geri yürümeye başladı. Bir dakika sonra durup kahvesinden bir yudum aldı. Kupayı masasının üzerine bıraktı.
“Arkadaşlar, başlamadan önce Sami Eroğlu hakkında bilgi istiyorum. Bir de Agora Meyhanesi’nin diğer ortağı Hermes ile görüş Sedat. Emir sen de Maria’nın eşi Vefa ve kızı Eftalya ile tekrar görüşeceksin. Sebebi ise Leonidas’ın oğlu Andreas’ın anlattıkları. Ortada bir cinayet ve paha biçilmez bir kolye var. Andreas çok öfkeli ama onda cinayet işleyecek göz yok. Maria hakkında iyi şeyler söylemiyor ama bu onu katil yapmaz. Elimizde onu suçlayacak herhangi bir delil yok. Adam çok kinci ve tek derdi dedesinden kalan kolye. Biz soruşturmayı derinleştireceğiz. Sinan sen benimle geliyorsun. Önce Adli Tıp’a sonra Sami’nin yattığı hastaneye gidiyoruz. Emir, Sedat öğrendiğiniz en ufak bir bilgide beni arayın.”
Herkes çıkınca Sinan kupaları topladı, yıkamaya götürdü. Aylin fırsattan istifade Hakan’ı aradı. Ona çok yoğun olduğunu işini erken bitirmeye çalışacağını söyledi. Panoya astığı notlara bugün öğrendiklerini de ekledi. Sinan kapıda görününce ceketini alıp çıktı.
Adlı Tıp binasına geldiklerinde Kriminoloji Profil Uzmanı Enver Bey ile karşılaşıp ayaküstü konuştular. Patolog Doktor Zeynep’in odasına gittiklerinde onun otopside olduğunu yardımcısı Emre’den öğrendiler. Bu odayı Aylin hiç sevmiyordu. Her yerinden ölüm ve amonyak kokusu yayılıyordu. Zeynep odaya girdi ve Aylin’i kucakladı.
“Ben de seni arayacaktım canım. Maria Torman’ın otopsi raporlarını bildirecektim ama acil bir vaka geldi. Gerçi böylesi daha iyi oldu. Arasaydım görüşemeyecektik. Ne iyi yaptınız uğramakla.”. Aylin. “Vaka ilginçleşiyor Zeynep,” dedi. “Ortada dönen suçlamalar var. O yüzden elle tutulur bilgiler ver.”
Zeynep, masasının üzerinden bir dosya çekip açtı
“Tahmininden daha çok bilgi alacağın kesin Aylin. Kurbanın vücudu sağ eli hariç üçüncü derecede yanmış. Sağ elin iç kısmında boğuşma anında birkaç saç teli kalmış. Toksikoloji raporu biraz önce geldi. Kurbanın kanında Atropin maddesine rastlanmış. Mide içinde ise halk dilinde Güzelavrat Otu olarak bilinen ve oldukça zehirli olan bitkinin yaprakları ve meyve kalıntılarına rastladık. Ölüm saati yaklaşık gece bir ile dört arası. Kurban bırakıldığı yerde değil daha öncesinde öldürülmüş. Boğazında lezyon yok, ciğerlerinde, solunum yollarında is yok, ama ciğerlerinde ciddi hasar var. Kurban yanarak değil nefes yolu kapatılarak öldürülmüş. Saç telinin üstünde durmak istiyorum. Uzunluğu yirmi santimetre. Boya işlemi görmüş. Rengi siyah. Saç kurbana ait değil. Biliyorsun her bir saç telinin kökü, ince bir hücre ve saç kılıfı ile kaplıdır. Doğal yoldan dökülen saçlar bu kılıfı geride bırakırken zorla çekilmiş saçların üzerinde kılıfları da olur. Elimizde ki saç tellerinde kılıflar mevcut ve kurbanın DNA’sı ile eşleşmedi. Araştırmamız devam ediyor. Bugün bitmeden onun da sonucunu alırız. Kurban katili ile mücadele etmiş ama kanında bulunan zehirden dolayı başarılı olamamış. Boğulurken letarji, yani yaşam işlevleri aşırı yavaşlamış ve derin patolojik uyku durumuna geçmiş. O yüzden katili ile çok savaşamamış. Toksikoloji raporundaki zehir miktarına göre ölümü hızla gerçekleşmiş. Bir de kurbanın boynundaki kolyeden parmak izi almayı başardık. Onun sonucu henüz gelmedi.”
Dosyada bulunan fotoğraflardan birkaç tane çıkarıp Aylin’in önüne bıraktı.
“Dikkatini üç numaralı fotoğrafa yoğunlaştır Aylin. Kurbanın saç bulduğumuz avuç içinde kan izi vardı. Bunun önce kurbana ait olduğunu düşündüm ama yaptığımız incelemeler sonucu yanıldığımızı anladım.”
“Zeynep, kurbanın avucunda saç ve kan izi nasıl kalmış? Bütün vücudu yanan bir insanın eli nasıl yanmaz?”
“Tahminime göre kurban zehirlendiğini anladı. Hareketlerinin yavaşladığı, midesi bulandığı ve muhtemelen halüsinasyon gördüğü için bir şeylerin ters gittiğinin farkına vardı. Katil de tam o anda saldırdı. Hareketleri ne kadar yavaş olursa olsun hayatı için savaştı ve saç telini kopardı. Tırnak dipleri temizdi. Bilinçsiz bir şekilde katile vurduğunu düşünüyorum. En iyi varsayım yüzüne vurmuş olması ki böyle olduğunu düşünürsek boğuşma anında kan avuç içine damlamıştır belki kıyafetlerine de damlamıştır ama kurbanın giysileri yandığı için başka kan örneği alamadık. Diğer sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Ya katil dikkatsiz davrandı sağ elin yanmadığını fark etmedi. Ya da kurbanı bulan kişi onu söndürmeye çalıştığı için sağ el yanmadı. Başka bir açıklaması olamaz Aylin.”
“Parmak izi, DNA sonuçları için ekibini hızlandır Zeynep. Bu kadın bu şekilde ölmeyi hak etmedi. Katili biran önce yakalamak istiyorum. Bu alelade işlenmiş bir cinayet değil. Katil tüm öfkesini kurbana yansıtmış. Öldürdüğü yetmez gibi bir de yakmaya çalışmış. O piç kurusu dışarıda özgürce dolaşırken kurban morgun buzdolabında yatıyor. Elde ettiğin en ufak bilgide saat kaç olursa olsun beni ara. Sana kolay gelsin.”
Özel hastanenin danışma bölümünden bilgi aldıktan sonra Sami’nin doktoru ile görüşüp kısa süreliğine izin almayı başarmışlardı. Hasta odasına girdiklerinde Sami’yi pencere tarafına dönmüş, cenin pozisyonunda yatar halde buldular. Aylin kendilerini tanıttığı halde adam tepkisiz kalmayı tercih etti. Doktorun söylediğine göre Sami ağır bir şok geçirmiş, yıllar önce yaşadığı travmalar nüksetmişti. Verilen ağır ilaçların etkisindeydi.
Aylin, “Sami Bey sizin bilgilerinize ihtiyacımız var,” dedi. “Lütfen bize yardımcı olun. Bulduğunuz kurbanın kim olduğunu size arkadaşlarım bildirmişti. Yaptığımız araştırmalar henüz sonuç vermedi. Maria’nın katili dışarıda özgürce dolaşırken siz burada, o morgda yatıyor.”
Dikkatle Sami’yi baktı. Ufak da olsa bir kıpırtı bekliyordu. Ama adam hiçbir tepkide bulunmadı.
Sinan pencere kenarına geçip şansını denedi. “Sami Bey acınızın ne kadar derin olduğunu biliyoruz ama bize bildiklerinizi anlatmak zorundasınız.”
Sonuç yine başarısızdı.Adam yatağının içinde daha da küçülerek gözlerini kapattı.
Aylin, “Bakın Sami Bey,” dedi. “Hristo Bey’in ortağı Leonidas’ın oğlu Andreas’ın sizin hakkınızda anlattıkları sizi şüpheli listemize eklememize sebep oldu. Maria için değilse bile kendinizi aklamak için bizimle konuşmak zorundasınız.”
Sami ilk kez hareket etti. Yüzünü pencereden Aylin’e doğru çevirerek “Siz ne diyorsunuz?” diye mırıldandı.
Aylin adama ulaşmıştı. Bundan sonra sorularını daha dikkatli sormalıydı.
“Sami Bey. O gece neler oldu? Bize en küçük detayı da vererek anlatın lütfen. Bunun sizin için ne kadar zor olduğunu biliyorum ama eğer katili yakalamamızı istiyorsanız buna mecbursunuz. Şimdi, o gece ne gördünüz?”
“Tam olarak hatırlamıyorum. Yağmur yağıyordu. Gök gürlüyor, şimşek çakıyordu. Ben gök gürültüsünden korkarım. Annem, Maria’nın öldüğü gece gibi bir gecede yanarak öldü.” Durdu. Boş ve siyah saydam gözler ile bir Aylin’e bir Sinan’a baktı. Garip bir nefes aldı. “Ben babamı hiç tanımadım. Annemi bir başına bırakıp gitmiş. Bir gece oturduğumuz ev yandı. Annem beni dışarı çıkardı ama kedimiz Pamuk’u almak için içeri girdiğinde ev çöktü. Yağmur yağıyor, gök gürlüyor, şimşek çakıyordu.” Bir kez daha durdu. Gözünden akan yaşları sildi. Yatağın içinde doğrulup oturdu. Bakışlarını yeniden pencereye doğru çevirdi ve fısıltı halinde konuşmaya devam etti.
“Çok korkmuştum. Mahalleli, itfaiyeciler, polis ve ambulans gelmiş, ortalık yangınla beraber aydınlanmıştı. Bana bakan kimse yoktu. Gecenin herhangi bir saatiydi. O kadar korkmuştum ki, yürümeye başladım. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Sabah ezanı okununca Azize Teodosia Manastırı olarak yapılan ama camiye çevrilen Gül Camii’nin içine girdim. Beni kimse görmedi. O caminin bölmeleri var. Sabah namaza gelen yaşlılar ile imam çıkıp gitti. Öğlen saatine kadar orada uyudum. Caminin kapısı açılınca oradan da kaçtım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Akşama kadar yürüdüm durdum. Çıfıtçı Çarşı bölgesinde günlerce gezdim. Hristo amcanın dikkatini çekmişim. Beni yetiştirme yurduna götürmek isteyen görevlilere evlatlık alacağını söyledi ve dediğini yaptı. Ben Maria ile beraber büyüdüm. O benim için dünya üzerindeki en kutsal varlıktı.”
Başını öne eğip hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Sinan ona yaklaşıp omuzuna elini koyunca ürktü.
“Ben,” dedi. “Ben ne anlatacağımı bilmiyorum. Onun öldüğüne inanamıyorum.”
“Sami Bey, Maria’nın düşmanı var mıydı?”
“Leonidas amca, Karısı Helene ve Andreas onu hiç sevmezlerdi. Hele Müslüman olan Vefa ile evlendikten sonra Hristo baba ile ortaklıklarını bozmaya çalıştılar ama Hristo babanın ömrü yetmedi. Sonrasında ise Maria, ben, Vefa ve Eftalya onların en büyük düşmanları haline geldik. Maria bana defalarca ortaklığı bozmamı söyledi ama ben yanaşmadım. Hristo babanın çoğul hissesini üç kuruşa onlara veremezdim.”
“Siz tüm mirası almışsınız. Bu nasıl oldu?”
“Maria evlendikten sonra eşi Vefa hiçbir şey istemedi. Maria sadece annesinin birkaç takısını aldı. Vefa beş yıldızlı otel zinciri sahibi. Maria babası sağ iken vasiyetinden gönüllü çıktı. Hristo babanın avukatı bu söylediklerimi teyit eder size.”
“Leonidas ve Andreas, Maria ile en son ne zaman görüştüler bilginiz var mı?”
“Maria onların hiç biri ile görüşmüyordu.”
“O gece neler gördünüz Sami Bey?”
“Ortağı olduğum Agora Meyhanesi temizlikçisi o gece izinliydi. Onun yerine ben yaptım temizliği. Sonra çıktım. Yağmur yağıyordu. Evim yakın olduğu için yürümeye başladım. Ama gök gürleyince panik atak geçireceğimi anlayıp bir evin cumbasının altına sığındım.”
Nefes alış verişi sıklaşmaya başlamıştı.
Aylin, “İyi misiniz?” diye sordu ama Sami onu duymuyor gibiydi.
“Bir araba sesi duydum. Sokağın başında ani fren yaptı. Tam göremiyordum ama yine de o tarafa bakıyordum. Arabadan inen kişi bir şeyi çöpün yanına bıraktı. Karanlıktı. Ama bıraktığı şey sanki hareket etmişti. Bense yerimden kıpırdayamıyordum. Arabadan inen kişi bıraktığı şeyin yanına diz çöktü. Gök gürlüyor şimşek çakıyordu. Elinde tuttuğu şeyin çakmak olduğunu yanan alevden anladım. Nefesimi tutup gözlerimi kapattım. Arabanın motor sesini duyunca gözlerimi açtım. Yerdeki şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama yanmaya başlamıştı. Bilinçsizce o tarafa doğru koştum. Kadının yani Maria’nın yanına geldiğimde yüzü yanmıştı. Montumu çıkardım. Onu çöpün yanından çektim. Yağmur hızını artırmıştı. Montumla onu söndürmeye çalıştım ve 112’yi aradım. Başka da bir şey görmedim Komiserim. Sonra arkadaşlarınız geldi. Ben ise olanların farkında değildim. Beni ambulansa aldıklarını hatırlıyorum ve üç gündür buradayım.”
Cümlesini bitirmişti ki kapı vuruldu. İçeri giren kadın Aylin ve Sinan’a aldırış etmeden yatağın yanına yaklaştı ve abartılı bir şekilde, “Hayatım şükür kendine gelmişsin. Kaç gündür ne haldeyim bilemezsin,” dedikten sonra Sami’ye sarılıp öptü.
Sami tepkisizdi. Sadece. “Hande, misafirlerim var. İyiyim ben,” diyebildi.
“Misafirlerin benden daha önemli değil herhalde aşkım.”
“Bize biraz müsaade et. Maria’nın katilini arayan Başkomiser Aylin ve yardımcısı Sinan şu an herkesten daha önemli benim için. Sen istersen dışarıda bekle.”
Kadın, dişlerinin arasından sinirli bir tavırla “Dirisi bir dert ölüsü bir dert,” diye adeta tısladı.
Aylin, Sinan’a başı ile işaret verdi.
Sinan, “Hande Hanım sizi biraz dışarı alayım, buyurun,” dedi.
“Hiçbir yere gitmiyorum,” diye diretti kadın. “Sami benim nişanlım. Burada bulunmaya hakkım var.”
“Hande, senin yanında konuşmak istemiyorum,” diye fısıldadı Sami.
“Benden gizli ne söyleyeceksin ki? Aramızda gizli saklı mı var?”
“Hande Hanım lütfen yardımcımla dışarı çıkın. Beni zor kullanmak durumunda bırakmayın.”
“Siz ne diyorsunuz?”
“Dışarı lütfen.”
Hande bu kez boyun eğmek zorunda kaldı. Sinan’la birlikte dışarı çıktı.
Aylin. “Sami Bey, kaldığımız yerden devam edelim,” dedi. “Arabanın plakasını, markasını görebildiniz mi?”
“Yüksek bir arabaydı. Cip gibi ama emin değilim.”
“Araçtan inen kişiyi tarif edebilir misiniz?”
“Dediğim gibi emin değilim. Siyah giyinmişti.”
“Acele etmeyin. Size önemsiz gelen en ufak bir detay bizi katile götürebilir.”
“Aramızda bayağı mesafe vardı. O sebepten ne desem yanlış olur.”
“İyice düşünün. Biraz önce yerde yatan nesne yani Maria hareket etti dediniz ama o oraya bırakıldığında canlı değilmiş. Uzak bir mesafede olduğunuzu söylediniz ama Maria’nın hareket ettiğini gördüm dediniz. O yüzden o geceye tekrar dönün. Arabadan inen kişinin fiziksel özelliklerini hatırlamaya çalışın.”
“Gerçekten hatırlamıyorum. Yağmur o kadar şiddetliydi ki gözümün önünü zor görüyordum.”
“Ama nasılsa Maria’nın kıpırdadığını gördüğünüzü söylediniz.”
“Yanılmış olabilirim.”
“Sizi o gece meyhaneden çıkarken gören oldu mu?”
“En son ben çıktım. Hem ne demek istiyorsunuz?”
“Sami Bey annenizin yandığı evde gece yarısı yanmıştı değil mi?”
“Bunun konumuzla ne ilgisi var?”
“Siz soruma cevap verin.”
“Evet.”
“Anneniz babanız hakkında size ne söyledi?”
“Anlamadım.”
“Anneniz ve babanız evli miydi?”
“Hayır değillerdi? Tüm bu soruların anlamı ne?”
“Sizden DNA örneği almak istiyorum.”
“Maria’yı benim öldürdüğümü mü düşünüyorsunuz?”
“Sami Bey Mavi Elmas Kolye hakkında ne biliyorsunuz?”
“Babaannemin yani Hristo babanın annesinin kolyesi hakkında mı?”
“Evet.”
“Andreas’ın söylediği zırvalıklardan başka bir şey bilmiyorum. O kolyenin Maria’da olduğunu düşünüyordu ama Maria’da öyle bir kolye yoktu.”
“Sizler kolyeyi hiç görmediniz mi?”
“Hayır görmedik.”
“Hristo Bey size bu kolyeden hiç bahsetti mi?”
“Ölmeden önce onu gömdüğünü söylemişti ama ben ve Maria ona inanmamıştık. Durun bir dakika bu gerçek olabilir mi? Hristo babam neden böyle bir şey yapsın ki?”
Bu soruyu kendi kendine sormuştu. Zihninde bir şeyleri yerine oturtmaya çalıştığı yüzünden belli oluyordu. Birden ayağa kalkıp, dolaba doğru yürüdü. Kıyafetlerini alıp Aylin’e aldırış etmeden giyinmeye başladı.
“Komiserim galiba kolyenin nerede olduğunu biliyorum. Benimle evime gelmelisiniz.”
Adamın birdenbire ayaklanması Aylin’i şaşırttı ama ses etmedi. Doktorun tüm ısrarına rağmen hastaneden ayrıldılar. Sinan, Hande’nin Sami ile gitmek istemesini engellemek için ifadesini almak üzere Emniyete götürdü.
Aylin ve Sami Balat’taki Merdivenli Yokuş’a geldiklerinde ikindi vakti olmuştu. Sami evin kapısının kilitli olmadığını görünce içeriye birinin girmiş olabileceğini söyledi. Aylin silahını çıkarıp önden içeri daldı. Ev talan edilmiş neredeyse bütün eşyalar ortalığa savrulmuştu. Sami’ye hiçbir şeye dokunmamasını söyledi. Onu mutfakta bir sandalyeye oturttuktan sonra Olay Yeri İnceleme ekibini aradı. Bulacakları bir parmak izi onları katile götürebilirdi.
Sami, Aylin’in aramaları bitince “Komiserim size bir şey göstermek istiyorum,” dedi. “Sanırım Mavi Elmas Kolye’nin nerede olduğunu biliyorum. Benimle Hristo babanın odasına gelmeniz lazım.”
Aylin, “Hiçbir şeye çıplak elle dokunma,” dedi. Cebinden çıkardığı lateks eldivenleri giymesi için ona uzattı. Sami önde o arkada Hristo Bey’in odasına girdiler. Bütün dolaplar boşaltılmış yatak ve komodin ters çevrilmişti. Sami, odanın penceresinin önünde kapağı açık dolabın önünde durdu. Sandığa benzer bir şey vardı dolabın içinde. Tahta kapağı açılıp yere fırlatılmıştı. Sami derin ve boş olan taş duvarlarla örülmüş yere girdi.
“Biliyor musunuz Komiserim, eskiden evlerde banyo yokken insanlar odalarının bir köşesine içinde banyo yapabilecekleri bu yerleri yaparlarmış. Şimdi ismini unuttum ama Hristo babanın dedesinden kalan bu evin bu bölümünü dedesi yaptırmış.”
Bir taraftan da eli ile duvarın sağ üst köşesini yokluyordu. Bir taşı alıp yere bıraktı.
“Buraya gelen bu gizli bölmeyi bilmiyordur. Burayı ben ve Maria biliyorduk. Evde saklambaç oynayıp buraya saklanıyorduk. Hristo baba ise bizi burada yakaladığı gün çok kızmıştı. Daha sonra ise ben merakıma yenik düşüp taşı bulmuştum. İçinde örümcek görünce çocuk aklımla korkmuş bir daha da buraya girmemiştim.”
Elini taşı çıkardığı bölmenin içine soktu. Elini geri çıkardığında parmaklarının arasında bir yemeni duruyordu. Yemeniyi açınca, içinde Mavi Elmas Kolye ile birlikte bir kimlik buldular. Kimliği gören Sami dizlerinin üstüne yere çöktü. Kolyeyi unutmuş gibiydi. Aylin ona doğru yaklaştı, düzenli nefes alıp vermesi için telkinde bulundu.
Olay Yeri Ekibi içeri girdiğinde Aylin, Patolog Doktor Zeynep’ten son bilgileri alıyordu. Sami’yi gelen ekibin gözetiminde bırakıp hızlıca evden dışarı çıktı. Leodinas’ın kuyumcu dükkânına girdi.
Andreas’tan babasının evde olduğunu öğrenince adresi aldı. Uzak değildi.
Kapıyı açan kadın altmış yaşlarındaydı ama dinç ve çevik görünüyordu. Aylin kemerinde takılı olan rozetini gösterdikten sonra hiçbir şey demeden içeri girdi.
Leonidas onu görünce şaşırdı. Kibar olmaya çalışarak “Hayırdır Komiserim?” dedi.
“Önce eşinizle tanışmak istiyorum.”
Leonidas’ın bu isteğe bir anlam veremediği yüzünden anlaşılıyordu.
Kapıyı açan kadın, “Adım Agnes,” dedi.
“Agnes Hanım üç gün önce gece yarısı neredeydiniz?” diye sordu Aylin.
“Şehir dışındaydım,” diye cevap verdi.
“Maria’nın ölümü hakkında size birkaç sorum olacak.”
“Zavallı yavrucak. Çok üzüldüm. Kızcağız elimizde büyüdü. Kim ona bu kötülüğü yapmış olabilir ki?”
“Yıllar önce bir evi yakan dikkatsizliği yüzünden olay yerinde parmak izi bırakan ve Maria’nın kolyesini çıplak eli ile tutan katil tabii ki.”
“Bütün bunlarla bizim ne ilgimiz var? Leonidas bir şeyler yapsana.”
“Agnes Hanım. Beş yıl önce bir trafik kazasına karışmışsınız ve arkadaşlarım sizin parmak izinize ve kan grubunuzu dosyaya ve veri tabanımıza eklemiş. Bakın şu Allah’ın işine ki üç gün önce Maria’nın kolyesinin üzerinde de sizin parmak izinize rastlanmış. DNA analizinin sonucu da bir iki saate çıkar. Bir de dikkatimi çekti. Bu botanik ile ilgili kitaplar size mi ait? Ah ne saçma bir soru sordum. Siz bir biyologsunuz elbette ki size ait. Şimdi ya bana olanları anlatırsınız ya da sizi çifte cinayet sucundan gözaltına alırım.”
“Çifte cinayet mi? Siz ne diyorsunuz Komiserim. Agnes’i ne ile suçluyorsunuz?”
“Bundan neredeyse kırk yıl önce hamile bıraktığın Fatma’nın evini yakıp oğlun Sami’nin sağ kurtulduğu suçtan bahsediyorum Leonidas Bey. Mavi Elmas Kolye’yi bulduk. Dostunuz Hristo’nun kolyeyle birlikte sakladığı oğlunuz Sami’nin kimliğini de arkadaşlarımız inceleyecekler. Şimdi ikiniz de oturun ve hikâyeyi baştan anlatın.”
“Ben bir şey yapmadım,” diye inledi Leonidas.
Agnes’in gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi irileşti. “Asıl her şeyi yapan sensin! Yıllar önceki ihanetin yetmezmiş gibi Hristo’nun annesinin bana düğünde taktığı Mavi Elmas Kolye’yi oğluna vermesi için Hristo’ya geri verdin. Şimdi kalkmış bir şey yapmadığını söylüyorsun. Sen Sami’nin oğlun olduğunu yıllardır biliyordun değil mi? O piçi Hristo evlat edindiğinde anlamalıydım bunu. O kadının evini yaktığımda o piç de yanmalıydı. Ama gel gör ki sağ kurtuldu.”
Leonidas “Elbette biliyordum,” diye inledi. “Oğlumu ortada mı bıraksaydım?”
Agnes nefret dolu gözlerini ona dikip transa girmiş gibi bağırdı. “Bırakmadın da ne oldu? O zevzek Maria bana söylemedi mi sanıyorsun? Maria senin Sami’nin babası olduğunu ona söyleyeceğim tehdidimi duyunca Mavi Elmas Kolye’yi aramaya başladı ama sonra vazgeçti. Babasının emaneti olduğunu ona ihanet edemeyeceğini zırvalayıp durdu. Ben de onu üç gün önce evinde ziyaret ettim. Hani şu İstanbul’a geldikçe kaldığı evinde. Ona güzel bir akşam yemeği aldığımı söyledim. Bu kız hep salaktı öyle de kaldı. Hiç sorgulamadan hazır yemeklerin arasında saklama kabında benim yaptığım roka salatasını da çıkarıp masaya koydu ve yemeye başladı. Ona beni kandırdığını söylediğimde inkâr etti. Mavi Elmas Kolyenin yerini bilmediği için kutsal ne varsa onun üzerine yemin edip beni tehdit etti. Hazırladığım salatadaki Güzel Avrat Otu etkisini göstermeye başlayınca oturduğu sandalyeden yere düştü. Sürtük baygın hali ile saçımı çekip dudağımı patlattı. Salon koltuğunun üstünde duran yastık ile onu boğmak kolay oldu. Zaten bir avuç canı vardı. O da çabucak çıktı. Evinde parmak izi olacak ne varsa temizledim. Yağmur yağıyordu. Sokalar ıssızdı. Gece yarısından sonra onu çarşafa sararken kolyesine parmağım takıldı ama umursamadım ve bir üst mahalledeki çöp bidonunun yanına götürdüm. Ondan iz kalmasın diye arabada bulunan benzin bidonundan üzerine benzin döktüm. Onu yakmak çok kolay oldu. Ertesi gün arabanın döşemeleri dâhil her şeyini yıkattım. Böylece ihanetinin bedelini ödedi. Şimdi sen kalkıp bana ben bir şey yapmadım deme! Asıl her şeyin suçlusu sensin. Bir piç kurusunu Andreas ve benden üstün tuttun. Dua et karşıma çıkmasın. Tanrı şahidimdir onu da geberteceğim.”
Aylin Agnes ve Leonidas’ı zorlanmadan emniyete götürüp gözaltı sürecini başlattı. Soruşturmanın takibi için Sedat’ı görevlendirdi.
İstanbul yağmurlu bir akşama kucak açmıştı.
Ortaköy’deki evine geldiğinde hemen duşa girdi. Çıktığında ise Hakan’ı kendisini izlerken buldu. Birbirlerine özlemle sarıldılar. Dudakları buluştu. Elbiselerini giyerken Hakan her zamanki gibi onu izliyordu.
Aylin, “Bir gün beni izlerken kıçına kurşunu yiyeceksin,” diyerek gülümsedi.
Hakan, “Nefesim de, nefessizliğimde senin elinden olsun. Hadi biraz acele et. Yoksa evden çıkamayacağız, aşkım” dedi.
Aylin’in siyah saçlarını toplayışını seyrediyordu. Onun Cinayet Masası Komiseri olmasına hâlâ alışamamıştı. Korku ile içini çekti…