İstanbul, bardaktan boşanırcasına yağan yağmura teslim olmuştu. Şehir uykuya yatmışken Başkomiser Aylin Türkoğlu ve yardımcısı Sinan bir ihbarı araştırmak için olay yerine intikal etmişlerdi. Sanayi sitesine geldiklerinde sokak hayvanları dışında ortalıkta kimseler görünmüyordu. Zayıf bir ışığın sızdığı işyerinin kepenginin önünde arabayı park edip indiler. Aylin kepenge doğru kolunu uzatmıştı ki nereden çıktığını görmedikleri biri yan taraftan yaklaştı:
“Sizi ben aradım. Ne yapacağımı bilmediğim için buraya gelmenizi bekliyordum.”
Aylin ona dönüp “İçeri geçelim, ”diye komut verdi ama adam onu duymamış gibiydi:
“Burada, sundurmanın altında konuşalım. Ben içeriye bir daha girmem.”
“Adın neydi senin?”
“Çeko. Yani patronum bana öyle seslenir.” Durdu ve devam etti. “Seslenirdi. Gerçek adım Çetin.” Aylin, sokak lambasının cılız ışığında onu daha yakından görmek için bir adım yaklaştı. Karşısındaki delikanlı, ne kadar bariton sesli olsa da, en fazla on altı yaşında gösteriyordu.
“Şimdi içeri giriyoruz Çeko. Sen de bizimle geliyorsun. Gecenin bu vakti burada ne yaptığını da bize anlatırsın,” diyerek kepenge doğru eğildi. Sinan’ın da yardımıyla kepengi kaldırdılar. İçeride ağır motor yağı kokusu vardı. Kanın metalik kokusu oradaki bütün kokuları bastırmıştı. Üç lüks aracın durduğu bölümün sol tarafında bir ofis göze çarpıyordu.
Aylin ve Sinan o tarafa doğru yönlenmişlerdi ki Çeko, “Abla yalvarırım beni o odaya tekrar sokma,” diye fısıldadı. Aylin ilerlemeye devam etti. Sinan, Çeko’nun yanında kaldı. Aylin ofisin önüne geldiğinde kapının menteşesinin kırık olduğunu gördü. Cebinden çıkardığı eldiven ve galoşları giyip içeri girdi. Ofisin sağ tarafındaki ikili deri koltukta iki erkek tekli koltukta bir kadın kıpırtısız vaziyette oturdukları gibi kalmışlardı. Tam karşılarında, oraya ait değilmiş gibi duran masanın arkasındaki döner sandalyede bir başka adam kanlar içinde boş gözlerle kendisine bakıyordu. Kalbinin üzerine saplanmış koca tornavidanın kırmızı sapı, kanıyla bütünleşmişti. Aylin adama doğru bir adım attı. Masanın dibinde, adamın ayaklarının ucunda yatan kadını fark edince şaşırdı. Kadının üzeri de kanla kaplıydı. Adam ölmüştü. Kadının nabzı atıyordu. Diğer iki adam ve kadın ise öylece oturuyorlardı onlarında nabzı atıyordu. Aylin ofisten çıkıp, ambulans, savcı ve Olay Yeri İnceleme ekibine haber verdi. Çeko Aylin’den, Aylin’se Çeko’dan gözünü ayırmıyordu. Görüşmeleri bitince Sinan’ın kayıt yapmasını söyleyerek Çeko’nun karşısına geçti:
“Bana burada neler olduğunu en başından başlayarak anlat bakalım. Bu saatte burada ne işin vardı?”
“Kürşat abi, yani patronum beni aradı. ‘Çabuk gel Çeko, beni öldürecekler,’ dedi. Ben neye uğradığımı şaşırdım. ‘Gecenin ikisinde nasıl geleyim abi?’ dedim. ‘Atla taksiye gel! Anlamıyor musun? Beni öldürecekler diyorum,’ dedikten sonra küfür etti. Ben cevap vermeden telefonu kapattı. Bu kadar. Başka ne oldu bilmiyorum.”
“Yani seni iki saat önce aradı. Sen niye bizi bu kadar geç aradın?”
“Anam beni göndermek istemedi. Üvey babamla Kürşat abimin arası bozuktu. Onu zar zor ikna ettim. Taksiye atlayıp ancak gelebildim.”
“Dükkâna geldin. Kepenk biraz önceki gibi aralık mıydı?”
“Yok değildi. Kapalıydı. Şey, abimin, yani patronun bu gece misafirlerinin olacağını biliyordum. Akşam yedi gibi toplanır, neredeyse sabahlarlardı. Sonra baktım kepenge kilit takmamış. Ben de kaldırıp içeri girdim.”
“İçerden kilitliyor muydu?”
“Misafirleri olunca kilitliyordu ama bu sefer kilitlememişti.”
“Tamam, içeri girdin, sonra neler oldu,” dediği anda sağlık görevlileri ve Olay Yeri Ekibi içeri girdiler. Aylin, Sinan’a olay yerinin bozulmaması için talimat verdi. Çeko’ya bir yere ayrılmamasını söyledikten sonra tekrar ofise geçti. İlkyardım ekibi önce yaralı kadını sedyeye alıp ambulansa taşıdıktan sonra koltuklardaki iki adam ve kadına ilk müdahaleyi yaptılar Savcı gelip onay verdikten sonra kurbanın otopsisinin yapılması için Adli Tıp’a gönderdiler. Olay Yeri İnceleme ekibi bütün odayı fotoğraflayıp delil toplamaya başladı.
Aylin kendine gelmeye başlayan iki adam ve kadının ofis dışına alınmasını istedi. Tamirhanede bulunan tabure ve sandalyelere oturmakta zorlanıyorlardı. İlkyardım ekibi Aylin’e bilgi verdikten sonra dışarıda beklemek üzere tamirhaneden çıktılar. Çeko tüm olanları garip ve korkmuş bir vaziyette izliyordu. Saçından damlayan suları temizlemeye çalışıyor yanaklarını da elinin tersi ile siliyordu. Ağlayıp ağlamadığı belli değildi. Karşısında oturmakta zorluk çeken üç kişiden bakışlarını önce Sinan’a sonra Aylin’e çevirerek “Bunlar öldürmüştür abimi. Hepsi onun kapısından geçiniyordu,” dedi tiksintiyle. Aylin onu biraz uzaklaştırdı.
“Kaldığımız yerden devam edelim. Buraya geldin sonra neler oldu?”
“Ne olacak abla. Dediğim gibi içeri girdim. Seslendim ama cevap veren olmadı. Yüksek sesle müzik çalıyordu. Duymamışlardır diye tekrar seslendim. Sonra ofise doğru ilerledim. Kapı kapalıydı. Açmak için hamle yaptım ama açamadım.” Durdu. Bakışlarını yere indirdi.
“Dinliyorum,” dedi Aylin.
“Şaşırdım. Çünkü kapı içeriden kilitlenmişti. Kürşat abi kapıyı hiç kilitlemezdi. Ne yapacağımı bilemedim. Kapıyı yumruklamaya başladım. Açan olmadı.” Olayı tekrar yaşıyormuş gibi başını ofisin kapısına doğru çevirdi. Titriyordu. “Kimse cevap vermeyince, ben de etrafa bakmaya başladım, belki yedek anahtar vardır diye telaşla dükkânın içinde koşturup durdum.”
“Sen geldiğinde başka bir ses veya bir şey dikkatini çekti mi?” Soru Sinan’dan gelmişti. Çeko ona döndü.
“Yok, çekmedi. Korkmuştum zaten. Kapıyı açmak için uğraşıyordum.”
“Devam edelim,” dedi Aylin. O ara ofisteki misafirlerden olan kadın kendine gelmeye başlamış, ilk yardım ekibine bağırıyordu. Aylin, Sinan’a müdahale etmesini söyledikten sonra “Anahtarı buldun mu?” diye sordu.
“Yok bulamadım. Ben de…” bakışlarını ofisin kapısının önünde duran büyük kerpetene kaydırdı. “Kerpeteni aldım, onunla açmayı denedim ama açamadım. Sonra tornavida aldım, kapının arasına sokup çekiçle vurmaya başladım. Bu sefer açtım,” dedi. Ellerini pantolonunun üzerinde aşağı yukarı hareket ettirdi. Birden durdu. Ellerinde kan vardı. Panikledi. “Ben bir şey yapmadım! Bunlar Kürşat abinin kanı! Ona yardım etmeye çalıştım! Bunları yıkamam lazım!” diyerek karşı duvarda olan pis lavaboya doğru hamle yaptı. Aylin onun kolunu tuttu:
“Dur, sakin ol!” dedi ve Olay Yeri İnceleme ekibinden Erkan’a seslenerek DNA almasını söyledi. Çeko olanlara anlam veremiyordu. Ağlamaya başladı.
“Yemin ederim ben bir şey yapmadım! Sadece yardım etmeye geldim!”
“Sakin ol! Biliyorum, sen yardım için geldin. Olayları sakince anlat ki sana yardım edebileyim. Derin nefes al ver.”
Çeko onun dediklerini yaptı. Biraz sakinleşmiş görünüyordu. Sinan, iki adam ve kadının yanında onlarla konuşmaya çalışıyordu. Aylin dikkatini toplamaya çalıştı.
“Kaldığımız yerden devam edelim. Olay anına dön ve sana önemsiz gelen her şeyi hatırlamaya çalış.”
“Kapıyı açınca gördüklerime inanamadım. Ben hepsi ölmüş zannettim. Kapının önünde öylece kalakaldım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Birden yaşıyor olabileceklerini düşünerek içeri girdim. Önce Murtaza abinin yanına gittim, yaşıyordu. Seslendim cevap vermedi. Cansu da nefes alıyordu. Kaan abinin kolunu tuttum, kendine gelmesi için uğraştım ama beni duymuyordu. Kürşat abinin yanına nasıl gittim bilmiyorum. Ben…ben onun yarasına baktım. Seslendim. Nabzı atmıyordu. Berivan ablamın da her yerinde kan vardı. Ona baktım mı bilmiyorum. Bir müddet yerimden kıpırdamadan öyle kalakaldım. Rüya görüyorum sandım. Ne yapacağımı bilemedim.”
Bir müddet sustu. Sonra devam etti. “Telefonum çalınca korktum,” diye fısıldadı. “Anam aradı, açmadım. Ona yeğeni Kürşat’ın öldüğünü söyleyemezdim. Telefonun sesi susunca aklıma sizi aramak geldi ve aradım.”
“Kapıyı kırarken hiç ses duymadın mı?”
“Duymadım.”
“İçeri girdiğinde hiç hareket yok muydu? Örneğin Berivan, Kürşat’ın ayakucundaydı, bir kıpırtı bir ses herhangi bir şey duydun mu?”
“Yok. Hepsi ölü gibiydi.”
“Kürşat’a nabzına baktım, dedin. Teni soğuk muydu?”
“Değildi. Sanki ateşi varmış gibi sıcaktı. Oysa ofisteki klima kapatılmıştı.”
“Peki, diğerlerine bakınca hiçbir şey dikkatini çekmedi mi?”
“Yok abla. Ben çok korkmuştum hiçbir şeye dikkat etmedim.”
“Kürşat ya da arkadaşları yasaklı madde kullanıyorlar mıydı?”
“Ben hiç görmedim. Kullansalar bilirdim. Böyle ara sıra toplanıp alkol alıp kâğıt, yani kumar oynuyorlardı.” Aklına bir şey gelmiş gibi Aylin’in yüzüne garip bir ifadeyle baktı. “Hepsi mi uyuşturucu almış? Neden bayılmışlar?” diye sordu. Aylin soruyu duymamazlıktan geldi.
“Çeko iyi düşün. Sen geldiğinde burada başka biri var mıydı?”
“Yoktu. Söyledim ya.”
“Telefonuna bakabilir miyim?”
“Benim telefonuma mı? Niye bakacaksın ki?”
“Endişelenme. Kürşat’ın seni aradığı saati teyit etmek için bakacağım.”
Çeko telefonunu gönülsüzce Aylin’e uzattı.
“Ben arama kayıtlarımı siliyorum. Gerçekten ben bir şey yapmadım. Ben geldiğimde bu hâldelerdi.”
“Tamam. Sen buradan ayrılma. Birazdan seninle tekrar konuşacağım,” dedikten sonra onun yanından diğer misafirlerin yanına geçti. Sinan’a hastaneye kaldırılan Berivan hakkında bilgi almasını söyledi. Kendine gelmiş olan Cansu başını tutamıyor, garip hareketler yaparak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Aylin, ilk yardım ekibindeki doktora seslendi. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Bu üç kişi madde kullanımına benzer semptomlar gösterse de konuşma güçlüğü çekiyorlardı. Zaman geçtikçe durum daha da ilginçleşiyordu.
Cansu canhıraş bir sesle, “Göremiyorum!” diye bağırdı. Doktor onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Aylin hızlı adımlarla ofise girdi. Masanın üzerinde duran kimi yarısına kadar içilmiş, kimi boş olan bardaklara baktı. Birini eline alıp kokladı. Anason kokusundan başka bir koku yoktu. Boşalmış şişenin sahte olup olmadığını kontrol etti. İskambil kâğıtlarının bir kısmı yere savrulmuştu. Kürşat’ın masasının üzerinde duran bardak da boştu. Aylin bardakları saydı. Dört taneydiler. Yerlere baktı fakat beşinci bardağı bulamadı. Olay Yeri İnceleme komiseri Erkan’a seslendi:
“Erkan, bardak ve içki şişesini hemen fotoğrafla ve acil olarak Adli Tıp’a gönder. Toksikoloji raporunu hemen çıkarsınlar,” dedikten sonra cevabı beklemeden ofisten çıktı. Cansu ambulansa taşınıyordu. Murtaza ve Kaan da kendilerine gelmişlerdi ve onların da hastaneye nakli yapılacaktı. Çeko, gözlerini Kaan’a dikmişti. Aylin onun gözlerinden bir anlığına geçen nefret kıvılcımını gördü. Bu durumu zihnine not aldı. Ofise tekrar döndü. Kürşat’ın masasını incelemeye başladı. Görünürde dikkat çeken tek şey el yazısı ile yazılmış, başlığında “Vasiyetim” yazan evraktı. Aylin kâğıdı inceledikten sonra Erkan onu da delil torbasına koyup numaraladı. Masanın çekmecelerini kontrol etti. Araba ve müşteri kayıt evrakları dışında bir senet vardı, başka da bir şey bulamadı. İskambil kâğıtlarının dağılmış olduğu masanın altını üstüne getirdi. Herhangi bir ipucuna denk gelmedi. Masanın üzerinde duran para destesine dokunulmamıştı. Kuruyemiş tabağı boşalmış, küllük ağzına kadar dolup taşmıştı. Masanın altında görünmeyecek kadar küçük kalan kilimin üzerine baktı. Ters duran telefonu eline alıp incelemeye başladı. Şifre yoktu. Mesajları, arama kayıtlarını inceleyip Erkan’a teslim etti. Bütün dikkatini ofisin içine toplamıştı. Sinan yanına geldi.
“Komiserim, Berivan kendine gelmiş. Yaraları ölümcül değilmiş fakat bilinci bir gelip bir gidiyormuş. Tahlilleri yapılmaya devam ediyormuş.”
“Tamam Sinan. Burada neler olmuş anlamaya çalışıyorum. Zihnimde bir şeyler yerine oturmuyor. Bence bu insanlar yasaklı madde etkisi altında değiller. Başka bir şey var. Şu oyun kartlarına bak. Kim nerede oturuyorsa kâğıtlar ya yere, önlerine düşmüş ya da yakınlıklarına göre masanın üzerine dağılmış. Burada beş kişi var ama bardak dört tane. İçkiden içmeyen kimdi? Asıl soru; Kürşat’ın ölümü, kimin ne işine yarayacak? Hastane ile iletişim hâlinde ol. Hiç kimse haberim olmadan taburcu olmasın. Hatta en iyisi, sen hastaneye git. Ben biraz daha inceleme yapacağım. En geç bir saat içinde hastanede olurum. Eğer ayrılmak isteyen olursa direkt Emniyet’e götür.”
“Komiserim,” dedi Sinan. “Çeko, katil olabilir mi?”
“Olabilir tabii. Sen burada olan herkesin GBT’sine baktır. Sedat’ı ara, bu işi hızlıca halletsin. Çeko’yu da al, hastaneye git. Ona sağlık kontrolünden geçmesi gerektiğini söyle. İtiraz ederse Emniyet’e alacağını söyleyerek gözdağı ver.”
Sinan, “Hemen gidiyorum,” dedikten sonra hızlı adımlarla olay yerini Çeko ile birlikte terk etti. Aylin, Erkan’ın yanına gitti.
“Erkan, neler buldun?”
“Elle tutulur bir şey yok henüz. Her deliğe bakıyorum. Bana ilginç gelen tek bir şey var, o da kurbanın ayağının dibinde yatan kadın. Adam öldürülürken müdahale etmek mi istedi? Katil neden onu sağ bıraktı? Diğer üç kişiyse başka bir maddenin etkisi altında gibi görünüyorlar. Tabii, en net cevaplar Adli Tıp’tan gelecek.”
“Henüz burada neler olduğunu bilmiyoruz ama bulacağız. Sen incelemelerine devam et. Ben de araştırmalarımı sürdüreyim,” diyerek ofisten tamirhane bölümüne çıktı. Tamirhanenin neredeyse her yerinde tornavida, anahtar takımları ve adlarını bilmediği bir sürü malzeme vardı. Aylin kurbanın kalbinde saplı olan tornavidanın benzerlerini aradıysa da bulamadı. Tekrar ofise geçti. Çeko, müzik sesi yüksekti, demişti. Aylin ofiste bulunan eski müzik setinin başına geldi. Açma düğmesine bastı fakat hiçbir şey olmadı. Tekrar tekrar denedi ama sonuç değişmedi. Bütün dikkatini Kürşat’ın masasının üzerinde topladı. Masada duran ve cep telefonlarına bağlanan, ses bombası olarak tabir edilen hoparlöre baktı. Etrafında cep telefonu yoktu. Kürşat’ın cep telefonu delil torbasına yerleştirilip numaralanmıştı. Aylin, Erkan’a telefonu çıkarıp son arama kaydına bakmasını söyledi. Akşam arananlar listesi oldukça uzundu fakat Aylin aradığı ismi bulamadı. Mesajlar bölümünde hem Berivan hem de Kaan ile ilgili küfürlü yazışmalar vardı. İkisi de daha önceki yazışmalarında Kürşat’ı ölümle tehdit etmişti. Murtaza ile olan yazışmalar da duruyordu. Telefonu tekrar delil torbasına yerleştirdi. Ofisin sağ duvarının önünde duran ve oraya ait değilmiş gibi kendine bakan ağzı açık bir litrelik beyaz bidona yaklaştı. Burnuna götürüp kokladı. Antifrizdi bu. Yarısı boşalmıştı. “İyi de bunun burada ne işi var?” dedi içinden. Köşedeki küçük mermer tezgâhın üzerinde açılmış kuruyemiş ve cips paketleri duruyordu. Lavabonun içinde küçük bir bıçak ve birkaç kirli tabak vardı. Beyaz peynirin üzerinde gezen hamamböceğinin dikkatini dağıtmaması için küçük buzdolabına yöneldi. İçerisinde biraz zeytin, yarım köfte ekmek, kola, soda, soğuk kahve ve yetmişlik rakı şişesi vardı. Aylin yetmişliği alıp burnuna götürdü. Kokusunda bir değişiklik olup olmadığına baktı fakat anlayamadı. Aylin tekrar dikkatini antifrize yöneltti. Araçlara ait tüm ekipman ofisin dışında olmasına rağmen bu küçük bidon neden buradaydı? Antifrizin açık olan kapağı Kürşat’ın masasının altından kendisine bakıyordu. Eğilip aldı. Belki parmak izi bulunur diye onu da delil torbasına koydular. Aylin buradaki işini bitirip sabahın yağmurlu havasında hastaneye gitmek üzere yola koyuldu.
***
Hastaneye gelir gelmez önce doktorlardan bilgi aldı. Sinan ve Sedat onu bekliyorlardı. Sedat, yaralı olarak hastaneye getirilen Berivan’ın babasıyla üvey annesinin de hastanede olduklarını söyledi. İlginç olan detaysa Berivan’ın babasıile Çeko’nun annesinin evli olmasıydı. Dolayısıyla Çeko ve Berivan kardeş sayılırlardı. Aylin bu bilgiyi aldıktan sonra başhekimin izniyle olay yerinde bulunan herkesi bir odada topladı. Sinan ve Sedat da onu eşlik etmek için hareketlendiler. Aylin ve ekibi girer girmez odadaki herkes oturduğu yerde kıpırdandı. Hepsinin kolunda serum takılıydı. Kapının önünde iki hemşire, tabir yerindeyse hazır ol’da bekliyorlardı. Aylin ekibini ve kendini tanıttıktan sonra Çeko ile göz göze geldi. Çeko, Berivan’ın yanına oturmuş kolunu okşuyordu. Kaan ve Cansu, Murtaza’ya göre daha iyi görünüyorlardı. Aylin odanın içinde bir tur attıktan sonra tam ortada durdu:
“Evet arkadaşlar, olayı önce kim anlatmak ister?” Hepsini tek tek süzdü. “Tam da tahmin ettiğim gibi hiçbiriniz konuşmayacaksınız. O hâlde önce ben konuşayım. Hepinizin bildiği gibi Kürşat öldü.” Durdu. Tepkilerini ölçmeye çalışıyordu. İlk inleme benzeri ses, fısıltı hâlinde, Cansu’dan geldi.
“Öldü mü? Nasıl?” Aylin bu tepkiyi Berivan’dan beklemişti. Cansu’nun sorusunu umursamadı.
“Cümlemi düzeltiyorum. İçinizden biri onu öldürdü,” dediği an odada sesler yükselmeye başladı. Çeko dışında herkes birbirine bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Aylin devam etti. “Berivan, önce senden başlayalı Bu gece orada neler oldu? Sana kim saldırdı?”
“Bana kimse saldırmadı,” diyebildi. Ağlıyordu. Hâlâ bilinci gelip gidiyor gibi görünüyordu.
“Yaralısın. Bu yaralar kendi kendine olmadı herhâlde? Şimdi bize tamirhaneye girdiğin andan itibaren olanları anlat.”
“Yaralarım çok derin değil. Sadece boğazımda ve sağ kolumda çizik varmış. Ama baş ağrım, mide bulantım çok. Ben… Burada daha fazla kalmak istemiyorum. Gitmek istiyorum,” dedikten sonra ayağa kalkmaya niyet etti fakat başarılı olamadı.
“Hiçbir yere gitmiyorsun! Kürşat’tan yüklü miktarda para istemişsin gün içerisinde. O, sana küfretmiş ve göndermeyeceğini yazmış. Kürşat’ı öldürmek için iyi bir sebebin varmış. Sana yazdığı hakaretleri, şiddet dolu mesajları okurken benim bile onu öldürme isteğim uyandı. Onu öldürmek için geçerli sebeplerin varmış. Şimdi bize neler olduğunu anlat.”
“Onunla iki yıl önce tanıştım. Benimle evleneceğini söyleyerek beni kandırdı. Son iki aydır beni görmek istemediğini, başından defolup gitmemi söyleyip duruyordu. Hatta bir keresinde beni döverek hastanelik etti. Bu odadaki herkes buna şahit. Aileme kaza geçirdim diye yalan söyledim. Çeko durumu idare ederek bana destek oldu. Sonra davacı olmayayım diye bana evlenme teklifi yaptı. Ben de kabul ettim,” durdu nefes aldı. Gözyaşlarını sildi. “Hastaneden çıkıp biraz iyileşince beni kandırdığını anladım fakat onu bir türlü terk edemedim. Sanırım şu Stockholm zımbırtısını yaşıyorum. O ıslık çalıyor, ben köpek gibi gidiyorum. Mesajları okumuşsunuz. Eminim ne dediğimi anlamışsınızdır. O benim ilkimdi. Ben ondan başka kimseyi tanımadım. Bana ne yapmış olursa olsun, onu ben öldürmedim.”
“Kıyafetlerindeki kanı nasıl açıklayacaksın?”
“Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Ben onu niye öldüreyim ki? O doğacak çocuğumun babasıydı.”
“Ne! Sen hamile misin?” Soru Kaan’dan gelmişti. “Onun gibi şerefsizin çocuğuna nasıl hamile kaldın? Sen manyak mısın kızım?”
“Kaan Bey, madem Kürşat bu kadar şerefsizdi, senin onun yanında ne işin vardı?”
“Arkadaşımdı. Beraber büyüdük. Ayrıca tamirhanenin ortağıyım ben.”
“Arkadaşını öldürmekle tehdit etmekten geri kalmamışsın. Nasıl arkadaşlık bu? Aranızdaki anlaşmazlık tamirhane yüzündenmiş. Onu elinden alacağını yazmışsın, hatta küfürleşmişsiniz. Kürşat’ı öldürüp ortağı olduğun tamirhaneyi şimdi aldın işte…”
Sözünü kesen Kaan öfkeyle bağırdı. “Ben deli gibi mi duruyorum? Zaten tamirhaneyi bu ayın sonunda bana devredip kaçıp gidecekti ülkeden. Bizim onunla en büyük anlaşmazlığımız Berivan’la Çeko’ya yaptıklarıydı. Bu kıza yaptığı eziyetin haddi hesabı yoktu. Cansu, sen de bir şey söylesene! Ne diye ağlıyorsun şimdi? Sen onu hiç sevmiyordun ki?”
“Anlamıyor musun Kaan? Onu içimizden biri öldürmüş ama ben neler olduğunu hatırlamıyorum bile. Biz neler yaptık böyle? Midem bulanıyor, görme, duyma zorluğu çekiyorum. Sense neler diyorsun? Kürşat abiyi biz öldürmüşüz.”
“Ne saçmalıyorsun kızım sen ya? Biz öldürmedik onu. Kim bilir kimin tavuğuna kışt dedi ki öldü.”
“Orada sizden başka kimse yoktu Kaan abi, kapıyı içerden kilitlemişsiniz. Onu siz öldürdünüz,” dedi ilk kez konuşan Çeko.
“Ne kilitlemesi, ne diyorsun? Sen kapıyı bırak da bize ne oldu, ben hâlâ onu anlamaya çalışıyorum. İçtiğimiz alt tarafı iki kadeh. Lan Kürşat bize sahte içki mi kakaladı? Gerçekle sanrıyı ayıramıyorum ya. Şu koluma bakın kendi kendine hareket ediyor neredeyse,” diyerek kolunu odada bulunanlara göstermeye çalıştı.
Aylin devam etti. “Murtaza, Kürşat bugün senden bir emanet istemiş. Neydi bu emanet?”
Sorunun muhatabı uykudan yeni uyanmış gibi boş gözlerle Aylin’e baktı. “Ne emaneti Komiserim? O nereden çıktı?”
“Mesaj olarak yazmış sana. Emanet neydi?”
“Biraz borcum vardı. Onu istedi.”
“Biraz mı?” Soru Berivan’dan gelmişti. “Kürşat senin yüzünden icralık oldu. Hâlâ biraz diyorsun. Yedi cihan ona olan borcunu biliyor. Onu sen öldürdün. Kesin sen öldürdün.” Aylin’e döndü. “Biraz dediği borç yedi yüz bin lira. Kürşat evini satılığa çıkardı bunun yüzünden. Bir dakika Komiserim. Kürşat bu akşam Murtaza’yı çağırmamıştı. Sen neden geldin? Hem biz senin geldiğini neden görmedik?”
“Ne diyorsun sen Berivan? Kafan mı güzel? Ben de sizinle geldim ya. Kapıdan girerken karşılaştık. Ben sana babanı sorunca sinirlendin. Kürşat da bana küfür etti. Nasıl sizinle değildim?”
“Saat kaç gibi tamirhaneye gittiniz siz?” Soru Aylin’den gelmişti. Hepsi birbirinin yüzüne baktı. İlk konuşan Berivan oldu.
“Ben gittiğimde onlar oradaydı,” durdu. “Ya da ben mi önce gittim? Of kafam çok karışık. Boğazım da yanmaya başladı. Ben gitmek istiyorum. Bir şey yapmadım, neden burada tutuluyorum ki?”
“Ben çıkın demeden bu odadan kimse çıkamaz, anlaşıldı mı? Sorumu tekrar soruyorum. Kim, saat kaçta gitti tamirhaneye?”
“Ben Cansu ile akşam saat yediyi biraz geçe gittim.”
“Ben seninle gelmedim Kaan. Nereden çıkardın bunu?”
“Nasıl ya, biz her zaman beraber gidiyorduk. Dün de öyle yaptık canım.”
“Ben geldiğimde sen, Murtaza ve Berivan oradaydınız. En son ben geldim.”
“Sen, ben geldiğim de oradaydın Kaan. Ben seni görünce şaşırdım,” dedi Murtaza ve devam etti. “Cansu yoktu. Kürşat ve Berivan yine herzamanki gibi tartışıyorlardı. onra Cansu geldi.”
“Murtaza doğru söylüyor. Ben en son geldim. Siz hepiniz ofise geçmiş, hazırlık yapıyordunuz.”
“Hayır, ben seninle gelmedim. Ofise girdiğimde hepiniz meşguldünüz. Benim geldiğimi duymadınız bile. Berivan, Kürşat’ın masasının üzerinde bir şey yazıyordu. Kaan tezgâhın üzerinde kuruyemiş, cips, peynir hazırlıyordu. Murtaza, sen içki bardaklarını hazırlıyordun. Kürşat hepimize yemek söyledi. Köfte ekmek miydi, Adana mıydı hatırlayamadım. Of ya midem kötü oldu yine, sanırım kusacağım,” diyerek Aylin’e baktı.
“Bak Komiserim, daha yemek için ne söylediğini hatırlamıyor. Kürşat hepimize Adana kebap söyledi.”
Aylin söylenenleri zihnine not ediyor, Kaan’ın söylediklerini umursamıyormuş gibi görünüyordu. “Kaan, şimdi olayları bir de senden dinleyelim.”
“Ben işyerinden, yani galeriden çıktım. Cansu’yu aldım ve markete uğradım. Alışveriş yaptım. Sonra tamirhaneye geldik. Kürşat’la Berivan yine kavga ediyorlardı. Kürşat ona gitmesini söyledi. Ben ve Cansu ortalığı yatıştırmaya çalıştık ama nafile. İkisi de birbirini öldürmekle tehdit ediyordu. Murtaza’yı görmedim. Sahi sen ne zaman geldin? Biz oradayken sen yoktun.”
“Ben oradaydım Kaan. Asıl sen yoktun. Yalan söylüyorsun. Bak, Cansu bile senin burada olduğunu söylüyor. Ben içkileri alıp geldim. Asıl sen Berivan’la ne konuşuyordun, onu anlatsana Cansu’ya? Benim orada olduğumu fark etmeden ona söylediklerini açıkla istersen. Ben ofisin sağ köşesinde sizi dinliyordum. Cansu sizi görünce çok sinirlendi. Sana haysiyetsiz olduğunu söyledi. Sebebini Komisere de anlat istersen.”
“Cansu sen geldiğin de Kaan orada mıydı?”
“Evet, oradaydı. Neden yalan söylüyor anlamıyorum. Berivan’la konuşuyorlardı. Ben çok kızdım, hatta gitmek için kapıya yöneldim, Murtaza beni engelledi.”
“Tamam Cansu. Şimdi senden bir şey istiyorum. Müziği hanginiz telefonla ses bombasına bağladınız?”
“Ne müziği? Ofiste kimse müzik açmadı. Ben bu soruyu sanırım anlamadım. Müzik mi çalmışız?”
“İyi düşün. En son ne yaptığınızı hatırlıyor musun?”
“Gerçekten müzik çalmadık hiç. En son ne hatırlıyorum?” durdu. Ellerini başının arasına alıp öne doğru eğildi. “Bu ne biçim bir baş ağrısı anlamadım. Kusacak gibiyim. En son hatırladığım Kaan’a bağırdım. Kürşat ofiste kavga istemediğini, eğer kavga edeceksek defolmamızı söyledi. Meydanı Kaan ve Berivan’a bırakmamak için ayrılmadım. Koltuğa geçip oturdum. Herkes bir garipti. Berivan, Kaan ve Murtaza da her zamanki yerlerine oturdular. Kâğıt oynamak için ortaya konulan parayı tartışmaya başladılar. Kürşat, eğer kaybederse Kaan’dan tamirhanenin tamamını, Murtaza’dan ise evini alacağına dair yazı aldı.”
“Ne saçmalıyorsun sen!” diye bağırmaya başladı Kaan. “Sen kafayı mı yedin kızım? Komiserim böyle bir şey olmadı. Sen ne içtin? Delirdin mi Cansu?”
“Bence de kafayı kırdın,” diyerek araya girdi Murtaza. Ben evimi kumar masasına bırakacak adam mıyım? Neler söylüyorsun? Hem Kürşat böyle bir şey ister miydi bir düşün?”
“İsterdi tabii. Adama olan borcunu ödememek için elinden geleni yaptın. Bir yıl mı oldu, üç yıl mı hâlâ oyalıyordun. Bir de pişkin pişkin her hafta oyuna geliyordun. Yalan mı? Hem gerçek seni neden bu kadar rahatsız etti? Kürşat’ın sana saydığı hakaretler yanında benim söylediklerim masum kalıyor. Komiserim, ben gerçekten çok kötüyüm artık gidebilir miyim?”
“Hayır gidemezsin. Hemşireler burada. Acil bir durum olursa müdahale edecekler. Cansu, sen ofise girdiğinde Berivan, Kürşat’ın masasında bir şey yazıyordu dedin. Berivan ne yazıyordun?”
“Yalan söylüyor. Ben hiçbir şey yazmadım. Cansu ne dediğini bilmiyor bence. Onun Kürşat’ta gözü vardı. O yüzden hepimizi suçlamaya çalışıyor.”
“Bence de yalan söylüyor,” diye lafa karıştı Kaan. Aylin kapının vurulması ile başını kapıya çevirdi. Gelen hemşirenin elindeki kâğıtları aldı. Hızlıca göz attı.
“Ofiste içkileri kim hazırladı?”
“Kaan hazırladı,” dedi Cansu.
“Murtaza hazırladı,” diyerek ona karşı çıktı Kaan.
“Kürşat hazırladı,” diye konuya karıştı Berivan.
“Berivan getirdi,” dedi Kaan.
“Hanginiz içmedi peki?”
“Hepimiz içtik,” dedi Cansu. Ona itiraz eden olmadı.
Aylin hepsini dinledikten sonra konuşmaya başladı.
“Aranızdan biri katil. Bunu hepimiz biliyoruz. Şimdi olayın nasıl olduğunu delillere dayanarak ben size anlatacağım. Çeko, senden başlıyorum. Bana verdiğin ilk ifadede yalan söyledin. Kürşat seni hiç aramadı. Onun telefonundaki son aramalara baktım. Senin telefonuna da baktım, gelen çağrılarını sildiğini söyledin ama zaten aranmamıştın. Seni arayan Berivan’dı. Onun üvey ablan olduğunu ve seni aradığını neden bizden sakladın?Bu arama kaydını silmemişsin. Telefonuna baktığımda Berivan’ın seni iki buçukta aradığını gördüm. Sense onu bir dakika içinde beş kez aramışsın. Berivan’ın telefonunu masanın altında bulduk. İçeriye girdiğinde beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldın. Kapının kilitli olabileceğini düşünmedin. Panikle kapıyı kırmaya çalıştın. Başardın da. Sen aslında ablana yardım etmek için oraya gittin. Kapıyı açar açmaz gördüklerin karşısında neye uğradığını şaşırdın. Kürşat’ın ölmüş olduğunu görünce onun ayakucunda yatan ablanın üzerine tahminimce Kürşat’ın kanını ellerinle sürdün. Çünkü Berivan’ın üzerindeki kan lekelerinin ilk gördüğüm anda bile elle sürülmüş olduğunu fark ettim. Aralarının kötü olduğunu biliyordun. Suç onun üzerine kalmasın diye böyle bir yol izledin. Ablanın baygın olması işini kolaylaştırdı. Kan lekelerine bir bak. Belin alt bölgesinde. Onun yaralarıysa boğazında ve kolunda. Ve bu yaralar eski,” diyerek Berivan’ın kıyafetlerine işaret etti. Çeko ağzını açacaktı ki Aylin onu susturdu.
“Sana sonra geri döneceğim Çeko. Şimdi kaldığım yerden devam edeyim. Çeko kapıyı açmaya çalışırken içeriden yüksek sesle müzik çaldığını söyledi. Kürşat’ın masasının üzerinde duran ses bombasının hanginizin telefonuyla eşleştiği belli,” dediği an Kaan sözünü kesti.
“Hep benim telefonum kullanılırdı ama dün gece hiç müzik açmadık ki!” Aylin ona sert bir bakış attı.
“Biraz önce açmadığınızı söylediniz. Şimdi hep benim telefonumu kullanırdık diyorsun. Elimde kan tahlilleriniz var. Bir kişi hariç hepinizin kanında antifriz tespit edildi. Alkolle birleşince ciddi yan etkiler yaşatır. Bunların arasında baş dönmesi, mide bulantısı, titreme, epilepsi ataklarına benzer durumlar ve en önemlisi halüsinasyon sayılabilir. Berivan, seni müşahede altında tutacaklar çünkü bebeğinin hayati tehlikesi varmış. Hepinizin midesi yıkandığı için şu an zehirlenmenin etkileri yavaşlamış durumda. Şimdi, Kürşat’ı kim öldürdü sorusunun cevabına bakacağız. Onun ölümü ile ilgili üç kişinin ciddi kazancı var. Birinci kişi, sensin Berivan. Kürşat’ın masasının üzerindeki kâğıtta her ne kadar imza atmamış olsa da iki dairesini sana bıraktığı yazıyordu. Bu yazıyı senin yazdığını kanıtlamak çok kolay olacak. Adli Grafoloji senden yazı örneği alıp inceleyecek. Gelelim sana Murtaza. Senin Kürşat’a olan borcunla ilgili senet elimizde. Bugün son ödeme günüymüş. Eminim parayı hazırlamışsındır.”
“Ben yazmadım. İki gün önce Kürşat’a hamile olduğumu söyleyince iki daire karşılığında hayatından defolup gitmemi söyledi. Ben kabul etmeyince de imzalamadı. Adli Tıp neye bakacaksa baksın. Ben yazmadım,” dediği an Murtaza konuşmaya başladı.
“Hazırlamadım Komiserim. Kürşat’la bu konuyu aramızda halledecektik.”
Aylin onun sözlerini yok sayarak devam etti.
“Cansu, bu durumda Kürşat’ın ölümünden hiçbir çıkarı olmayan bir tek sen varsın. Murtaza, sana gelince, kanında yüksek derecede antifriz bulundu. Bu odada antifriz içmeyen tek kişiyse sensin Kaan. Dolayısıyla herkesin içkisine antifriz koyan da sensin. Çeko’nun geleceğini tahmin edemedin. Herkes kendinden geçince Kürşat’ı öldürdün. Planını Berivan bozdu. Çeko’yu arayabileceği aklına gelmedi. Her ne kadar içtiği suyun içinde antifriz olduğunu anlamasa da bir şeylerin ters gittiğinden şüphe etmiş olmalı ki Çeko’yu arayıp yardım istemiş. Sen müziğin sesini bilerek açık bıraktın İşler planladığın gibi gitmezse dışarıya ses gitmesin diye böyle bir yol izlemeye karar verdin. Anlamadığım tek şey ise neden kapıyı kitlemiş olduğun. Çeko gelmeden önce Kürşat’ı öldürüp, kimse senden şüphelenmesin diye zehirlenmiş numarası yaptın. Eminim en yoğun antifriz bugün otopside Kürşat’ın kanında bulunacak. Akşam ilk içkiyle antifriz verdiysen etkileri yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Onu öldürdükten sonra kendini temizledin.”
Bu sözler üzerine Kaan ayağa kalkıp Aylin’in üzerine yürüdü.
“İyi senaryo yazıyorsunuz Komiser ama Kürşat’ı ben öldürmedim! Onu öldürmek için hiçbir sebebim yok!” diye bağırdı.
“Sakın bana dokunma!” diye bağırıp bir adım geri çekildi Aylin. Kaan arkadaşlarına döndü.
“Bu kadın çıldırmış, ben niye size antifriz vereyim? Manyak mıyım ben? Ben içki içmedim diye cinayeti benim üzerime yıkmaya çalışıyor. Kafayı yemiş!” diyerek odanın içinde yürümeye çalıştı. Aylin devam etti.
“Tamam, diyelim ki sen öldürmedin, bu durumda içlerinde ayık olan tek kişi sendin. Yani katil Kürşat’ı öldürürken ofisteydin. Neden Çeko geldiğinde sen de bayılmış numarası yaptın?”
“Ne numarası? Ben de bayılmıştım. Hâlimi görmüyor musun? Titriyorum. Midem bulanıyor. Onlardan farkım yok.”
“Evet, görüyorum. Tamirhanede bulunan üç arabadan biri senin üzerine kayıtlı çıktı. Bil bakalım Olay Yeri İnceleme arabanda neler buldu? Ben söyleyeyim. Kanlı siyah bir gömlek ve kırmızı tornavida takımı. Yalnız takımın en büyük tornavidası ne tesadüftür ki Kürşat’ın kalbine saplanmış hâlde. Adli birimler delilleri incelemeye devam ediyor. Otopsi raporu ve parmak izlerinin çıkması an meselesi. Seni Kürşat Günay’ı öldürmek suçundan nöbetçi mahkemeye sevk ediyorum. Sinan, kelepçele Kaan’ı,” diye emir verdi. Kaan çıldırmış gibiydi.
“Ben bir pisliği temizledim! Kadınlara saygısı yoktu! Parayla kendini adam olanlardan sanıyordu! Berivan’ı hep ağlatıyordu! Ben herkese iyilik yaptım! Çeko’nun geleceğini hiç hesaba katmadım! Ofisi bilerek içerden kilitledim.Ben işi bitirmeden gelen olursa kırması zaman alır diye düşündüm. Müzik sesini ise bilerek açık bırakmıştım. Kürşat bayılmaz da işimi zorlaştırırsa kimse içeride neler olduğunu anlamasın diye açmıştım. Çeko’nun sesini duyunca kapatma salaklığını gösterdim! ” diye bağırıyordu. Aylin onu hiç umursamadı. Sadece Çeko’ya yaklaştı.
“Sen neden bana ilk ifaden de Berivan’ın üvey ablan olduğunu söylemedin? Olay yerini de bozdun. Dua et hâkim seni yardım ve yataklıktan tutuklamasın.”
“Ben, o panikle ne söyleyeceğimi bilemedim ve sadece ablamı korumaya çalıştım. Onun boğazındaki ve kolundaki yaraları Kürşat abi yapmıştı. Ablam onun yaptıklarını hak etmedi. Hamile olduğunu bilmiyordum. Şimdi ben ne yapacağım? Üvey babam onu öldürür.”
“Hiçbir şey yapamaz! Eğer yapmaya çalışırsa bizden yardım iste. Senin asıl işin şimdi başlıyor. Ablanı toplum baskısından korumaya çalış. Evlilik dışı dünyaya gelen çocuğa sahip çık. Eğer başın dara düşerse beni bul.”
Çeko utançtan kızarmış yanaklarıyla başını salladı. Başkomiser Aylin Türkoğlu hiç sevmediği kasvetli hastane binasından dışarı çıkınca derin bir nefes aldı. Keşke her dava bu kadar kolay çözülse, diye düşünerek İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gitmek üzere yola çıktı. Trafik hareketlenmeye, kadim şehir uyanmaya başlamıştı.