Armağan Bey, söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için dergimiz adına teşekkür ederim. Ülkemizin en tanınmış polisiye yazarlarından birisi olduğunuz için tanıtım kısmını geçiyorum. Dedektif Dergi okurları zaten kim olduğunuzu ve kitaplarınızı biliyorlar. Sizinle düzenlemiş olduğunuz Polisiye Kurgu Atölyesi hakkında konuşmak istiyorum.
-Bu fikir nereden esti? Okurlardan gelen talep mi sizi böyle bir çalışma yapmaya yönlendirdi yoksa “Memlekette çok kötü polisiyeler yazılıyor, hayrına şu işe bir el atayım” diye mi düşündünüz?
Başlayalı o kadar uzun zaman oldu ki, nasıl karar verdik anımsayamıyorum. “Karar verdik” diyorum çünkü Ercan Akbay ile birlikte gerçekleştirdik. Aslında teklif Çağatay’a gelmişti ama o asla böyle şeylerle uğraşmaz o da bize devretti. Biz de o zaman karar verdik anlaşılan. Benim odaklanma sıkıntım var. Onca belgeyi, bilgiyi derleyip toparlamak Ercan’a kaldı. Ben yalnızca tarihçesine katkıda bulundum. İlk atölye Jale Sancak’ın mekânındaydı. Bir masaya oturup karşımıza da öğrencileri/katılımcıları alıp hazırladığımız, yazdığımız notları suratlarına bakarak okuyorduk. Altı hafta ikişer saatti ama bizim notları okumamız üç, üç buçuk saati buluyordu. Ayrıca her hafta polisiye edebiyatının önemli isimlerinden birini davet ederdik. Rahmetli Celil Abi bile gelmişti.
Ayrıca kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıp bizim eğitimimizi şenlendirenlere küçük bir “ücret” öderdik. Yalnız Algan kabul etmeyip “bi rakı ısmarlayın” demişti. Jale Sancak atölye bittikten sonra “bu konukları çağırmanıza gerek yok. İnsanlar zaten bu kişileri sürekli bir yerlerde görüyor. Onlar yazmak istiyor” diyerek bize ilk atölye nasıl yapılır dersini verdi ama anlamadık.
Sonra aynı mantıkla atölyeyi Erbulak Evi’ne taşıdık. Orada polisiye sinemasını da ekleyerek işkencemizi… pardon atölyeyi sekiz haftaya çıkardık. Bu arada ben “atölye” (yani bold, italik, altı çizili ve tırnak içinde. Yani o derece dikkat çekilesi) yapılır öğrenmiştim. Ercan çok sevdiğim, saygı duyduğum ve de yakın bir arkadaşımdır ancak hiç bir konuda anlaşamayız. Sonrasında Ercan uğraşmak istemedi, ben zoom üzerinden Sanal Yazı Evi’nde altı haftada öykü yazdırmaya çalıştım. Burada da Yeşim Cimcoz atölye gerçekleştirmek üzerine çok önemli dersler verdi bana, daha interaktif bir atölye haline getirdi. Eski notları tamamen atıp daha yazma odaklı, hayal gücünü çalıştırmaya yönelik ve kendimden örnekler vererek eskisinden çok farklı bir atölye gerçekleştirdim. Şimdi de Kırmızı Kalem Edebiyat’ta devam ediyorum. Burada da öğrenmeye devam ediyorum.
Söyleşilerde soruları yanıtlayan tecrübeli biriyse, gelen sorunun yanıtını bilmiyor ya da anlatmak istediklerine uygun bulmuyorsa bambaşka konulara dalar gider. Galiba ben de böyle yaptım. Şimdi soruya dönüyorum: Bir yazarın egosu o kadar şişkindir ki asla derse gereksinimi olduğunu düşünmez. Hele ki polisiye yazarları… Aman aman! Kısacası yazmayı seven, polisiyeye meraklı insanlara bir yararım olsun istedim. Ekstradan para da kazanıyorum. Bazen de misyonerlik gibi geliyor. Hani okuyan yok, polisiye okuyan hiç yok diye yakınırız ya o hesap. İnsanlara polisiyeyi sevdirmeye çalışıyorum.
-Atölye çalışmanız hakkında bilgi verebilir misiniz? Katılma koşulları neler? Katılımcı profiliniz nasıl, hangi yaş ve meslek gruplarından daha çok öğrenciniz oluyor?
Atölyede kısaca polisiye tarihinden bahsediyorum. Bunu pek seven yok ama ben ısrarla on, on beş dakika zamanımı mutlaka polisiye edebiyatı ve sineması tarihine ayırıyorum. Sonrasında karakter, mekân, zaman, twist, sinopsis ve yol haritası anlatıyorum. Altı haftalık atölye sonunda herkes sağlam bir yol haritası yaratmış oluyor. İkinci bir aşamaya da yeni başladım. Bu atölyede de daha önce yazılmış yol haritaları yine altı hafta sonunda öykü haline dönüştürülüyor. Mesela bu günlerde tamamlanan ikinci aşama atölyesinin öykülerine çalışıyoruz. Kırmızı Kalem Edebiyat’ın yayınlayacağı bir öykü antolojisinde yer alacak bu öyküler.
Katılma koşulları oldukça basit: Okuryazar olmak yeterli. Ben atölyede ısrarla söylediğim “bu işin bir matematiği ve formülü yoktur” sözümü yalanlayarak matematiğini ve formülünü anlatıyorum. Belirli bir disiplinim var, onun dışına asla çıkmıyorum. Katılanlardan da aynı özveri ve ciddiyeti bekliyorum. Kimseyi ceza olarak tek ayak üzerinde bekletmiyorum elbette ama yol haritasını ya da öyküsünü benim anlattığım gibi yazarsa daha iyi olacağına ikna ediyorum.
Katılımcılar oldukça farklılık gösteriyor, doktorlardan öğrencilere, mühendislerden ev hanımlarına ve her yaştan meraklılar geliyor. Başka şehirlerden hatta başka ülkelerden de. Kimi birçok atölyeye katılmış, birçok antolojide öyküsü yayınlanmış, hatta farklı türlerde kitapları olan, kimiyse sadece iyi bir okur. Kimi polisiye kurgusu tarihinde benden bilgili, bazılarıysa Agatha Christie’den başkasını duymamış.
Birlikte yazıp okuyup ve de illa ki tartışarak geçiyor saatlerimiz. Şeytanın aklına gelmeyecek trükler buluyorlar. Birbirlerinin yazdıklarını eleştiriyorlar, bazen kıyasıya bazen yumuşak geçiyor. Bu zamana kadar tatsız bir olay meydana gelmedi. Zaten zamanın büyük kısmını moderatörlük yaparak geçiriyorum. Karşılıklı olarak birbirimize bir şeyler öğretiyoruz.
-Polisiye yazmak öğretilebilir bir şey mi? “Odunu getirin karşıma, polisiye yazmayı öğretirim” diyebilir misiniz?
Her şey öğretilebilir. Ben yetenek diye bir şeyin varlığına inanmıyorum. Sezgi gibidir yetenek de. Bazıları şanslıdır, bir şekilde edebiyatla yine bir şekilde daha çok küçükken tanışmıştır, 1 – 0 önde başlar. Yukarıda da yazdığım gibi bu işin bir matematiği veya formülü yoktur ama eski Yunan’dan bu yana yüzyılların getirdiği kesin kurallar vardır. O zaman sorun şu: Bu kuralları öğrenmeye gerek var mı?
Ben ilk romanımı yazarken hiçbir şeyden haberim yoktu. Mutlaka sen de ilk öykülerini yazarken belli bir matematikten habersizdin. İçgüdülerimizi, okuyup izlediklerimizden şekillenen zihnimizi kullandık. Epey zorluk çektik. Ben insanlara zorluk çekmeden, kolayca adım atmalarını öğretiyorum. Tamamen kendi deneyimlerim, başka da bir şey değil vallahi.