Psikanalizin babası Sigmund Freud (1856–1939)’un iddiasına göre, toplumsallık ile bireysellik arasındaki huzursuzluk ve gerilimi yöneten seks enerjisi libido, uygarlaşma davranışıyla sürekli çatışma halindedir. Büyük usta, libido lehine olan dengesizliği bir rahatsızlık, hatta bir nevroz olarak tanımlamıştır. İçsel seks enerjisi, sosyal alanda kullanılacağı bir alana yöneltilerek yüceltilir ve dönüşüme uğramak zorunda kalırsa, mutlaka kontrol altında tutulmak ve dengelenmek durumundadır.
Üreme içgüdüsünü aktive edip yönlendiren libido, biyolojik işlevini hormonlar vasıtasıyla —testosteron ve östrojen— yerine getirse de, oldukça karmaşık psikolojik ve fizyolojik süreci tetikleyen libido seviyesinin ayarında sorun çıkabilir. İşin gerçeği, azı karar çoğu zarar cinsel zevk dürtüsü olarak tanımlanan ‘libido’ kavramı bazı yönleriyle hâlâ bilimsel bir muammadır.
Fransız psikiyatr Dr Valentin Magnan (1835–1916) özellikle —abartılı libidolu— azgın kadın hastalarıyla olan meslekî deneyimlerini anlamlı bir çıkarsamaya yönlendirebilmiş usta bir hekimdi. Magnan’ın hastalarından biri, üç çocuk annesi, temiz geçmişi bulunan, genç, evli bir kadın, kocasına başka bir adama âşık olduğunu ve onunla yakın ilişkide bulunması engellenirse kendini öldüreceğini söylemiş, tutkusunun ateşini söndürebilmek için genç aşığıyla altı ay yaşamasına izin vermesi için kocasına yalvarmıştı. Sürenin sonunda ailesine geri dönecekti.
Kadının hastalıklı durumları krizler halinde geliyor, o süreçte kocaya ve çocuklara karşı mutlak bir ilgisizlik, hatta nefret duyuyordu. Kocasına karşı hiçbir cinsellik hissetmeyen bu kadın, sevgilisiyle hiperseksüel saatler geçiriyor, şiddetle karışık oyunlardan ve sadomazoşist fantezilerden muazzam hazlar alıyordu.
Yalnızca kadınlarda görülen psikolojik bir rahatsızlık olan nemfomani, çokeşlilik eğilimi ya da cinselliğe aşırı düşkünlüğün ötesinde, daha ciddî sorunlara yol açar. İleri düzeyde bir nemfoman, cinsel ilişkiye karşı koyamaz; hiçbir değere sorumluluk duymaz, utanma hisleri, sadakat ve namus kavramları bütünüyle kaybolur. Nemfomaninin orta ve uzun vadedeki sonuçlarının felâkete dönüşmesini inceleyen cinsel psikopatoloji literatürü, cinsel organı örselendiği halde sekse hayır diyemeyen, erkekler onu istemediği halde dur durak bilemeyen kadınlara dair ilginç vakalarla doludur.
Kontrolden çıkmış libido, kadınlarda çoğunlukla hayat boyunca sürdürülemeyen ve tedavi edilebilir bir hastalık olarak kabul edilir, buna karşılık, doymak bilmeyen şehvet —satiriyazis— kimi erkeklerde sadist eylemlerle desteklenen şiddet patlamalarına dönüşebilir.
Seks bağımlısı erkeklerin en ünlülerinden biri, tarihe Boston Canisi olarak geçip, hayatı kitap ve filmlere esin kaynağı olan Albert DeSalvo (1931–1973) genetik yapısından dolayı, kanındaki testosteron seviyesi normalin bir buçuk katı ölçülmüş bir seri katildi. DeSalvo’nun sevişmeye zorlanmaktan bıkıp usanmış karısının mahkemedeki ifadesine göre, kocasının şeytanî bir libidosu vardı ve günde en az altı kez seks yapmazsa çok sinirli bir insana dönüşüyordu.
Yirmili yaşlarındayken bir mankenlik ajansı nam ve hesabına çalışır pozlarda kapı kapı dolaşarak ev kadınlarına cinsel tacizde bulunan Albert DeSalvo, aşırı cinsel dürtüleri yüzünden kısa bir hapis dönemi geçirmiş, çıktığında tecavüzcülüğe terfi etmişti.
DeSalvo 1960’ların başında New England’da yüzlerce kadına saldırdı. Görgü tanıklarının ifadelerine göre, mahallelerde yeşil renkli işçi kıyafetleriyle dolaşıp, tecavüz kurbanları aradığı için kendisine ‘yeşil adam’ lâkabı uygun görüldü. Ordudayken evlendi, en vahşî cinayetleri işlediği zamanlarda bile normal bir koca ve baba gibi görünmeyi başardı. 1962’de lâkabı ‘Boston Canisi’ oldu; yalnızca bir buçuk yıl içinde on üç kadını vahşîce öldürmüştü.
DeSalvo, cinayetleri esnasında zevkten kendini kaybediyor, kurbanlarına tecavüz edip boğduktan sonra onlarca kez bıçaklıyor, kimi zaman cesedi yatağın başucuna dayıyor, cinsel organlarına şişe, süpürge sopası gibi nesneler sokuyor, kadınları boğmakta kullandığı naylon çoraplarla çenelerinin altına gösterişli fiyonklar yapıyor ve ayaklarının dibine birer tebrik kartı bırakıyordu.
Albert DeSalvo’nun polis tarafından yakalanması, en az eylemleri kadar ilginç olmuştur. Evine zorla girip ellerini ayaklarını bağladığı bir kadına, eğer sesini çıkarırsa onu öldüreceğini söyledi, bir süre sonraysa —artık aklından ne geçtiyse— son kurbanının bağlarını çözüp özür diledi ve oradan kaçtı. Canını kurtaran kadının polisi aramasıyla DeSalvo kıskıvrak yakalandı.
“Ben mi öldürmüşüm? Kadınlara asla zarar vermem. Ben kadınları severim.”
Richard Fleischer’in 1968 yapımı ‘The Boston Strangler / Boston Canavarı’ adlı filminde Albert DeSalvo’yu müthiş bir oyunculukla canlandıran Tony Curtis’in mahkeme sahnesindeki unutulmaz repliği buydu.
Bu sözler aslında her anlamda gerçekleri yansıtmaktaydı. Evet, şüphesiz DeSalvo kadınları çok seviyordu. Seri katillik kariyerine taşkın şehvetini dışa vuran sözlü sataşma ve elle tacizle başlamış, tutkulu ve sert sevişme stiliyle devam ettikten kısa bir süre sonra şiddet kullanmaya ve tecavüze geçmiş ve en sonunda sadistliğinin dozunu öldürme seviyesine çıkarıvermişti. Bu marjinal bitiş, tüm hazların zirvesiydi ve Boston Canisi elbette ki kadınları çok sevdiği için öldürüyordu. Ayrıca, ardında tanık bırakmak aptallık olurdu.
Filmde ayrıntısıyla anlatıldığı gibi, DeSalvo sonunda cinayetlerinden değil, tecavüzlerinden hüküm giymiştir. Akıl hastanesinde yatarken, arkadaşlarına kadınları nasıl boğduğunu anlatmaya başlayınca gerçek ortaya çıkmış, ancak maharetli savunma avukatı Albert DeSalvo’yu cinayet suçlamalarından —kanıt yetersizliğinden dolayı— kurtarmayı başarmıştır.
Boston Canisi DeSalvo tecavüzlerden ömür boyu hapis cezası almış, yattığı hapishanede kendisini cezalandırmak isteyen bir mahkûm tarafından bıçaklanarak öldürülmesinden kısa bir süre önce —cezaevlerindeki azılı suçlularla yapılan genetik araştırma sonucunda— XXY Sendromu’ndan muzdarip olduğu anlaşılmıştı.
Lisede biyoloji dersi almış olan herkesin bildiği üzere, cinsiyeti kadınlarda XX, erkeklerdeyse XY kromozomu belirler. Ancak az sayıdaki erkekte, genetik sapma —mutasyon— sonucunda fazladan bir Y kromozomu bulunur ki, teoriye göre bu durum taşıyıcısını normalden daha kaba, saldırgan ve vahşî bir erkek haline getirir.
XYY Sendromu ya da ‘aşırı erkeklik’ olarak bilinen terim, Richard Speck ismindeki caninin bir kız yurduna girerek dokuz hemşirelik öğrencisini rehin aldıktan ve onlara tek tek tecavüz edip —yatağın altına saklanmayı başaran biri hariç— katletmesinden sonra 1969’a kadar süren duruşmalar sırasında popüler hale gelmiştir.
1940 yılında Illinois’da sekiz çocuklu bir çiftçi ailesinin yedincisi olarak dünyaya gelen Richard Speck daha on iki yaşındayken alkol ve uyuşturucuya alıştı, on altısında okulu bıraktı. Doymak bilmez seks düşkünlüğü nedeniyle çok genç yaşlarda başını derde sokmaya başlamıştı.
1961 yılında hamile bıraktığı on beş yaşında bir kızla evlenmek zorunda kaldı. Yüzü akne izleriyle dolu, goril kadar iriyarı bir psikopat olan Speck, henüz yirmili yaşlarında hırsızlıktan silâhlı saldırıya kadar bir dizi suçtan kırktan fazla kez tutuklanıp eyaletin bütün belli başlı hapishanelerine girip çıkmıştı.
Speck’in de hayvanî bir seks arzusu vardı ve bu dürtü, alkol ve uyuşturucuyla birleşince kontrolsüz bir sapıklığa dönüşüyor, genç karısıyla her gün cinsel ilişkide bulunup üzerine defalarca mastürbasyon yapması bile onu tatmin etmiyordu.
Karısının evden kaçtığı 1966 yazında, bir ticaret gemisinde tayfalık işine giren Richard Speck, Chicago limanında New Orleans seferine çıkmayı bekliyor, limanın bitişiğinde bulunan hemşirelik okulu öğrencilerinin kaldığı yurt binasının arkasındaki parkta güneşlenen kızları gözetliyordu.
Akşamın geç saatlerinde —saat 23:00’te— aklına esti ve yurda gidip kapıyı çaldı. Kapıyı açan yirmi üç yaşındaki hemşirelik öğrencisi Corazan Amurao’yu silâh tehdidi ile rehin aldı. Üst kata çıktılar, buradaki Amurao’yla birlikte sekiz hemşirelik öğrencisini daha bir salona tıktı, kesip şeritlere ayırdığı bir çarşafla yere yatırdığı zavallı kızların ellerini bağladı ve teker teker başka odalara götürüp tecavüz ettikten sonra bıçaklayarak öldürdü.
Richard Speck, işini bitirir bitirmez gecenin karanlığına karıştı, ancak genç kızlardan biri —yine Corazan Amurao— ölü taklidi yaparak yatağın altına saklanmayı başarmıştı. Sabahın beşinde ağlayarak yardım istedi. Hemşirelik öğrencisi kızın ayrıntılı ifadesinden ve olay yerindeki kanıtlardan yola çıkan polis, Speck’i teşhis etti ve tutukladı.
Chicago’da 1967 yılında başlayan duruşmalarda, savunma avukatı, müvekkili Speck’in işlediği suçlardan sorumlu tutulamayacağını, zira onun XYY Sendromu’ndan muzdarip olduğunu ileri sürdü. Uzman raporuna dayandırdığı savunmasına göre, seks kromozomundaki mutasyonun neden olduğu aşırı erkeklik hormonları, zavallıyı saldırgan, tecavüzcü ve sadist bir katil haline getirmişti.
Dava sürecinde, cezaevlerinde yapılan bir araştırmaya göre, şehvet katillerinin önemli bir bölümü XYY Sendromu diye tanımlanan genetik bozukluktan dolayı, kontrol edemedikleri seks suçları işlemekteydi, ancak bu bilimsel rapor jüriyi ikna edemedi. Ölüm cezasına çarptırılan Richard Speck, Eyalet Anayasa Mahkemesi’nin idam cezasını kaldırmasının ardından sekiz kez ömür boyu hapse mahkûm edilmiş, bu cezanın sadece on dokuz yılını çekmiş ve 1991 yılında kalp krizi geçirerek ölmüştür.
Richard Speck’in ölümünden altmış yıl kadar önce, diğer bir korkunç cani, Carl Panzram (1891–1930) dövmeli, gri gözlü, haddinden fazla kıllı ve deyim yerindeyse dev gibi bir adam, suç tarihinin en ünlü seks bağımlıları başköşesine çoktan yerleşmişti, ancak bu kötü adamın ilgi alanı kadınlar değil, erkeklerdi.
1891 Minnesota doğumlu Carl Panzram 1920’lerin sonlarındaki son yargılanması esnasında, bini aşkın fiili livata —aktif oğlancılık— suçunu ve en az yirmi bir cinayeti büyük bir aldırmazlıkla itiraf ettiğinde, mahkeme salonundakiler bir insan evlâdının bu kadar acımasız bir iblis olabileceğine inanamamışlardı.
Panzram’ın içindeki şeytanî kötülüğü sonradan mı edindiği, yoksa bozuk genleriyle doğuştan mı getirdiği tartışma konusudur. Kesin olan temel bulguysa, suç kariyerinin çok erken yaşlarda başladığıdır. İlk suçunu sekiz yaşındayken işleyen Panzram, üç yıl sonra bir dizi hırsızlık nedeniyle ıslahhaneye kondu. Kaldığı ıslahevindeki binalardan birini kundakladı, 1904’de on üç yaşındayken, buradan ona ömür boyu yetecek bilgi birikimiyle çıktı.
Serseri hayatı yaşamak için evden kaçıp, biletsiz bindiği bir yük vagonunda karşılaştığı dört berduşun toplu tecavüzüne uğradı. On altı yaşında orduya katıldı, ancak burada da suç işlemeye ara vermedi. Askeri mahkemede üç yıl hapse mahkûm oldu.
Hapisten çıktıktan sonra, zulüm kariyerine ticaret gemileriyle dünyayı dolaşarak devam etti. Güney Amerika, Avrupa ve Afrika limanlarında ardında bir dolu ceset bıraktı. 1920’lerin başında kârlı bir soygundan sonra büyük bir tekne satın aldı ve bedava içki vaadiyle on gemiciyi çalıştırmak üzere kandırdı. Viskiye boğduğu gemiciler körkütük sarhoş olunca, Panzram hepsine tecavüz etti, öldürdü ve cesetlerini denize attı.
1925 yılında bir kuru yük gemisinde tayfa olarak Batı Afrika’ya gitti ve orada timsah avı için sekiz yerliyi rehber olarak tuttu. Zavallı Afrikalıları öldürüp tecavüz ettikten sonra cesetlerini timsahlara yedirdi. 1928’de Amerika’ya geri döndü ve Washington D.C. civarında yaptığı soygunlar nedeniyle tutuklanıp yirmi yıl hapse mahkûm edildi. “Yanıma yanaşanı öldürürüm!” diyerek diğer mahkûmlar arasında dehşet saldığı Leavenworth Hapishanesi’nde çamaşırhane sorumlusunu —kafatasını demir bir çubukla kırarak— katletmesinin üzerine, bu defa idama mahkûm oldu.
Panzram, insan hakları gruplarının onu idam cezasından kurtarma çabalarını reddetti ve çılgınca arzuladığı ölüme 1930 Eylül’ünde kavuştu. Kendisini infaz edecek cellâda, “Çabuk ol, hortumcu piç! O tombul kıçını kaldırana kadar ben en az on adam öldürürdüm!” diye bağırdığı rivayet olunur.
Albert DeSalvo, Richard Speck ve Carl Panzram gibi korkunç canavarların bozuk kişiliklerinde nereden kaynaklandığını bilmediğimiz saf kötülüğün sabit etken olduğu neredeyse kesindir, ancak yine de XYY Sendromu’nun neden olduğu saldırganlık etkisini göz ardı edemeyiz, etmemeliyiz. Yeterince doğrulanmamış olsa da, üzerinde çalışma yapılan bilimsel bir tezin önermesini dikkate almak gerekir.
Hayat bizim hayatımız. Gördüğünüz gibi, seks düşkünlüğü erkekleri suça yöneltebilir. Aşırı arzulu kadınlar için de durum farklı değildir; kocasını vezir yapan kadınların aksine, rezil edenlerin çoğu, abartılı libidolu hatunlar arasından çıkar. Netice-i kelâm, kafayı seksle bozmayıp makul ölçülerde sevişmeye özen göstermek, sağlıklı ve huzurlu bir hayatın şifresiymiş gibi duruyor.
Malûmunuz; azı karar, çoğu zarar…