Polisiye edebiyatımızın önde gelen isimlerinden Ayşe Erbulak ile “Dokuz Oda Cinayetleri” ve polisiye üzerine konuştuk.
Hoş geldiniz sevgili Ayşe Erbulak! Sizi bir kez daha Dedektif Dergi sayfalarında ağırlamak ne güzel… Nasılsınız bu aralar? Yine hızlı ve üretken günler yaşıyorsunuz takip edebildiğim kadarıyla.
Dedektif Dergi benim çok beğendiğim ve Türk polisiyesine pozitif anlamda büyük katkılar sağlayan bir platformdur. Burada ağırlanmaktan memnuniyet duyuyorum. “Boş kafa şeytanın çalışma alanıdır,” mottosundan yola çıkarak bir şeyler üretmeye çalışıyorum.
Siz polisiye okurlarının zaten yakından tanıdığı bir yazarsınız, bu yüzden doğrudan, geçtiğimiz aylarda Eksik Parça Yayınları’ndan yeni baskısı yapılan romanınız Dokuz Oda Cinayetleri’ne atlamak istiyorum. Bu eserinizin özel bir geçmişi var, bildiğim kadarıyla. Biraz bahseder misiniz?
Dokuz Oda Cinayetleri, aslında benim kronolojik olarak dördüncü kitabım. 2014 yılında Destek Yayınları’ndan çıkmış, çok kısa sürede de üç baskı yapmıştı. Benim yazarlık serüvenimdeki en büyük özelliği, tarz değiştirdiğim ilk kitabım olmasıdır. Çünkü katili/katilleri en baştan, neredeyse ilk on sayfada okura sunuyorum. Bir başka özelliği de anayasada cezası olmayan suçları işleyenlerin cezalandırıldığı ve kendimi bu yönde geliştirdiğim ilk romanımdır. Gayet de başarılı olmuştur. Ama o başarı benim yükseklik sarhoşluğu yaşamama sebep oldu ve ben yurt dışına açılacağım rüyası ile yayınevi değiştirdim. Bu yanlış kararın bedeli ağır oldu. Yeniden istediğim yere gelebilmek için çok çaba harcadım.
Dokuz Oda Cinayetleri ilk yayımlandığı zaman da çok ilgi görmüştü, şimdi de henüz bir buçuk ay içinde ikinci baskıya geçti. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Bu kitap çok katmanlı katil ve katillerin olduğu, okurun adeta onlara hak verdiği, maktullerin cinayetlere kurban gitmesine sevindiği bir kitaptır.
Romanınızı ilk kurguladığınız zaman, çıkış noktanız neydi? Konu itibariyle nelerden ilham aldınız? Karakterlerinizi nasıl şekillendirdiniz? Eserinizi tamamlamanız ne kadar sürdü?
Romanın ilk çıkış noktası bir gün eşimle Moda burnunda çay içerken pedofili olduğuna yemin edebileceğim bir adam görmem oldu ve ilk ilmeği çektim. Sonra gerisi geldi. Kurgulamam altı ay, yazmam (hiç durmadan gece gündüz) bir ay sürdü.
Siz polisiye öykülerde de hayli üretken bir yazarsınız. Dedektif Dergi’ye ve çeşitli öykü seçkilerine sürekli katkı sunuyorsunuz. Roman mı öykü mü, hangisinden daha çok keyif alıyorsunuz? Ufukta bir öykü kitabı var mı?
Ufukta öykü kitabım var. Dedektif Dergi’ye ve Dark Polisiye’ye yazdıklarımdan bir derleme olacak. Yeni bir-iki öykü eklemeyi planlıyorum ama en önemlisi öyküleri birbirlerine teyellemeyi deneyeceğim.
Çok yönlü bir sanatçı ve üretken bir kişiliksiniz. Samimiyetimi mazur görün, sizi “Atom Karınca” gibi görüyorum. Hep aktif ve dinamiksiniz. Bu enerjinizi neye borçlusunuz?
Bu tabiri çok duydum tabii. Boş durmayı seven biri değilim. Düzgün yaşam, günlük yürüyüşler, sağlıklı beslenme diyebiliriz.
Uzun yıllar Norveç’te yaşamış bir yazar ve tiyatro sanatçısısınız. Polisiye edebiyat ve sahne sanatları bakımından sizden ülkemizle kısa bir karşılaştırma istesem? Muhakkak ki artıları da vardır, eksileri de. “Keşke burada da olsa” veya “biz bu konuda daha iyiyiz” dediğiniz hususlar var mı?
Batı, özellikle de Kuzey Batı Avrupa ülkeleri eğitim ve görgü açısından bizden çok daha ileriler. Kitap okuma oranları çok yüksek. Sakinler, saygılılar ve aynı meslek grupları dayanışma içinde. Keşke burada da olsa dediğim en önemli şey bu. Biz yoksunluklar içinde daha yaratıcıyız.
Yıllardır hem yayıncı hem yazar hem de çevirmen olarak yayıncılık sektörünün bizzat içindesiniz. Son yirmi yılda ne gibi gelişmeler/gerilemeler gözlemliyorsunuz? Eksikliklerimiz nedir sizce? Daha fazla okura nasıl ulaşabiliriz?
Ülkemizde okuma oranı azaldıkça, yayıncılık sektörü geriliyor bence. Ben fazlasıyla toplu taşıma kullanan biriyim. Cep telefonlarıyla oynayanlar ile kitap okuyanları oranlayacak olursak %5 kitap okuyor. Kimse telefonundan başını kaldırmıyor. Onun dışında kitapçılarda çalışanların çoğu dükkâna giren alıcıya bilgi verebilmekten aciz, büyük fuarlara ilgi azaldı. Bir de pek dayanışma içinde değiliz. Bunlar bizim büyük eksiklerimiz.
Ayşe Hanım, bu keyifli söyleşi için Dedektif Dergi adına size çok teşekkür ederim. Enerjiniz ve başarılarınız daim olsun…
Çok teşekkür ediyorum. Dedektif Dergi’nin varlığı ben ve benim gibi polisiye yazarları için çok kıymetli.