Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

BAŞ AĞRISI

Diğer Yazılar

YENİ EV

HAVUZ PROBLEMİ

Murat Yuksel
Murat Yuksel
1979 Bafra doğumlu. Halen Bafra’da ikamet ediyor. AÜ Adalet Yüksekokulu mezunu. Yirmili yaşlardan bu yana yazıyor. Semih Gümüş, Zafer Köse, Bahar Yaka, Barış İnce gibi alanlarında yetkin isimlerin çevrim içi öykü atölyeleri, yaratıcı yazarlık atölyeleriyle seminerlerine katıldı. Öyküleri başta Edebiyatist ve Dedektif Dergi olmak üzere bir çok basılı dergide, ayrıca çeşitli internet sitelerinde, çevrim içi yayınlarda, şiirleriyle denemeleri yerel yayınlarla çeşitli internet sitelerinde yayınlandı. Perdelerin Ardında ve Dark Dedektif Suç Öyküleri-1 isimli kolektif öykü kitaplarında yer almıştır.

Susuzluktan öleceğim galiba. Dilim damağım kurudu. Midem kazınıyor. Karnımdaki deli sancılar kafamı zorluyor. Ayaklarım gitme diyor artık, dur bir yerde, taşıyamayacağım seni daha fazla. Gövdeme ağır geliyorum. Değdi mi diye soruyor beynim, gecenin siyahından sabahın bu ayaz saatine kadar kendini sokaklarda harap etmene? Değdi mi o sıcak yataktayken sen kan çanağı gözlerinle böyle deli divane? Hemen de arabeske bağla zaten. Bu kadar sene üniversite oku, güzel bir şirkette herkesin hayalini kuracağı bir mevkide güzel bir maaşla çalış ama içindeki arabesk ruhu sakın öldürme. Aferin sana. Zaten bu arabeskliğinle kaybettin. Kaybetmek mi? Kaybetmedim ben. Zinhar! Asıl o beni kaybederse büyük hata eder. Hayatının hatasını yapar. Tartışmış olabiliriz, kavga da ettik evet ama hatasını elbet anlayacak. Bu gecenin sabahında kazanan ben olacağım. Benim gibisini nereden bulacak bir daha?

Ben olmasam o, çalıştığım şirkete adımını dahi atamazdı. İş görüşmesine geldiği gün, utangaç tavırlarına daha ilk görüşte kapılmasaydım, insan kaynakları müdürü arkadaşıma kısa mesajla onu işe almasını rica eder miydim? Hatta yetinmeyip iş görüşmesinde olduklarını bilmiyormuş gibi çat kapı arkadaşımın odasına dalarak görüşmeye dâhil olup hiç tanımadığım halde eski bir tanıdık gibi hoş geldin diyerek rolümü de gayet hakkıyla oynayıp kendisine referans yazılır mıydım? Ben olmasam kocaman bir hiçti. Bunu bilmeyecek kadar aptal olamaz herhalde. Bu yaptığıma daha sonraları ne çok gülmüştük. O gün utancımdan başımı kaldırıp sana teşekkür bile edememiştim demişti.

Peki, kendisini yönetici asistanlığına öneren kimdi? Önceki yönetici asistanı evlenip gider gitmez, o kadroya allem edip kallem edip onu yerleştirmedim mi? Sıradan bir büro sekreterinden yönetici asistanlığına dikey geçiş. Kimin sayesinde? Tabii ki benim! Sevgilim olmasının bütün avantajlarını kullandırdım ona. Jet hızında. Hepi topu altı ay içerisinde. Sonra ne oldu?

Yok, dayanamayacağım, karnım çok fena, utanmasam kıvrılıp ağlayacağım şuracıkta. Başım da hem ağrıyor, hem de bir acayip dönüyor zaten. Her şey üstüme üstüme geliyor, kusacağım sanki de mide boş arkadaş, ne çıkacak ki. Ne oldu bana böyle? Açık bir dükkân, bir bakkal, bir büfe, ne bileyim bir market bulmam lazım. Evden çıkarken aldığım hap kutusundan bir tane daha içsem. Midem delinmesin sonra? İki tane içtim zaten geceden bu yana.

Yönetici sekreterliği yaramadı benimkine. Haftasında kavgalara başladık. O âşık olduğum hanım hanımcık, utangaç kız gitti, yerine bambaşka biri geldi. Hiç tanımamışım sanki. Ben kavgalara alışık bir tip değilim ki. Yapımda yok kavga etmek, tartışmak. Alttan aldıkça, peki hayatım, tamam canım dedikçe daha fazla üstüme geldi. Anladım ki mesele ya da çözülmeyecek bir sorun yoktu aramızda. Onun bütün derdi, tek amacı kavga etmekti. Kavga etmek, tartışmak, ayrı odalarda yatmak ve hatta benim ondan ayrılmamı sağlamak. Yer miyim ben. Kaçın kurasıyım. Sahip çıktım bize. Sahip çıktım ilişkimize. Onca emeği bir kalemde silip atmak kolay mı öyle.

Yine de, bir birimizi daha fazla yıpratmamak, bir bakıma da ilişkimizi dinlendirmek adına bir hafta sonu için ailemin yanına gittim. İstedim ki geldiğimde özlesin, kollarıma atlasın. Çünkü bu kısacık zaman diliminde bile ben onu çok özlemiştim. İki günü zor geçirdim desem yeridir. Geldiğimde karşılaştığım manzaraysa benim için tam anlamıyla hayal kırıklığıydı; karşımda bambaşka birini buldum. Saçlarını kestirmiş, boyatmış, giyim tarzı dahi gözüme farklı geldi. Kollarıma atılmasını beklerken kuru bir “Hoş geldin, geç kalıyorum, ben çıktım”la savuşturdu beni. Bir şeylerin ters gittiği kesindi ama çözemiyordum. Aramızdaki iletişimsizliğin, sorunun kaynağını bulamıyordum. Çözmeye çalıştıkça daha fazla düğümleniyorduk.

Daha geldiğim sabahın akşamı yine durup dururken kavga çıkardı. Geceyi arkadaşında geçireceğini söyledi. Yeni geldiğimi, baş başa kalmak istediğimi, bu arkadaşın nereden çıktığını, kim olduğunu, sorunca asabileşti, “Ne zamandır hesap sormaya başladık, sen kimsin, kocam mı oldun, kölen miyim, sanki kırk yıllık yoldan mı geldin?” şeklinde yüksek perdeden bağırışlardan ibaret anlamsız bir kısır döngüye girdik. Biz hayat arkadaşıyız, neredeyse bir yıldır birlikteyiz, bu kadarını isteme, bu kadarını bilme hakkım var desem de fayda etmedi, bak giderimler, bak bir daha yüzümü dahi göremezsinler, yok ben özgür bir kadınımlar, yok haddini aşıyorsunlar havada uçuştu. Bir sonuç çıkmayacağını anladığımda ceketimi aldım, tartışmamak için kapıyı çarpıp çıktım.

Oysa ne güzel hayallerim vardı o geceye dair. Birbirimizi özlediğimizi düşünerek planlar yapmıştım. Birlikte önce güzel bir film seyrederiz diyerekten akşam işten gelirken bir poşet dolusu meyve almıştım. Çerez paketleri, kuru yemişler, içecekler. Sonrasında uzun zamandır düşlediğim romantik bir gece geçireceğimize inanmıştım. Kâbusa döndü her şey bir anda. Gece geldiğimde yoktu.

Şu markete gireyim, dış kapısı rüzgârda açılıp kapanıyor, kesin açıktır, ışığı da yanıyor. Hele şükür. Daha fazla dayanamayacaktım. Kahretsin, hem ışıkları yanıyor, hem de kapalı. Dış kapısı açık ya, iç kapıyı da ben zorlasam. Sabah ayazı da çıktı. Yok, daha fazla yürüyemeyeceğim. Kapının aralığında duracağım. Çöküp dinleneceğim biraz burada. Belki açılır kapı, insafa gelir. Belli mi olur? Açılmaz mı? Hiç mi umut yok?

Benim ailemin yanına gittiğim hafta sonu benimki yine arkadaşında kalmış. O da pazartesi sabahı gelmiş. Söylemese de evin halinden fark ettim. Bıraktığım gibiydi her şey. Ertesi gün akşamüstü kapıcı da hafta sonu neredeydiniz abi, yengeyle tatile mi gittiniz deyince kuşkum kalmadı. Çünkü evde olsa mutlaka kapıcıya siparişler verirdi, dışarıdan bir şeyler getirtirdi. Açmadım tabi konuyu. Kavgadan bıkmıştım çünkü. Ama içim içimi yiyordu. Nerede kalmıştı, kimin yanındaydı. Kimdi bu benden saklama gereği duyduğu gizemli arkadaş?

Aşkımızın ilk zamanları ne kadar mutluyduk. Her şey ne kadar güzeldi. El ele, diz dizeydik. Birlikte sinemaya gidiyorduk, tiyatroları takip ediyorduk, konserleri kaçırmıyorduk. Hep gözümün içine bakıyordu. Dibimden ayrılmıyordu. Bütün arkadaşlarımla, dostlarımla, çevremle tanıştırdım, her ortamıma soktum, bütün şehri ona karış karış ezberlettim. Bir ömür hep böyle geçecek sanıyordum. İşe alıştıkça, insanlarla kaynaştıkça, daha çok insan tanıdıkça ve patronun asistanı olduktan sonra kişilik değiştirmeye başladı. Önceleri yeni işine adapte olmaya çalışmasına vermiştim ama zaman da geçse bizim cephede iyiye giden bir şey olmadı. Aramızdaki uçurum git gide açıldı. Belki de içinde sakladığı gerçek kişiliğini istediği pozisyonu elde ettikten sonra gün yüzüne çıkardı. Nihayetinde bana ihtiyacı kalmadığını da düşünüyor olabilirdi. Ya da hepsi benim kuruntularımdı. Bilmiyorum.

Yine bir gün, ben bugün işe gitmeyeceğim, rahatsızım, izin aldım deyince, peki, dedim, ben de kalayım, sana bakayım, hayır dedi, ben bütün gün dinlenip yatarım, sen git, yarına bir şeyim kalmaz. Üstelemenin manası yoktu, biliyordum, dışarı çıkınca ben de şirketi arayıp acil bir işim çıktığını, geç geleceğimi söyledim. Bir saat kadar arabada pusuya yatıp bekledikten sonra benimki süslenip püslenmiş, sanki çok önemli bir davete katılacakmış gibi günün o saatine göre çok açık ama bir o kadar şık bir kıyafet giymiş, ayağında bir metre yüksek topuklularla binanın önüne indi. Pek beklemeden lüks bir araç gelerek benimkini aldıktan sonra gittiler.

Köşede, arabamın içinde, şaşkın bir halde gidenlerin ardından bakıyordum. Gözlerime inanamadım. İlk şaşkınlığımı üzerimden attıktan sonra hemen peşlerine düştüm. Aradaki mesafeyi koruyarak takibe başladım. Bir süre sonra şehrin en lüks otellerinden birinin otoparkından giriş yaptılar. Aracımı dışarıda bir yere park ederek ben de otele girdim. Bekleme salonunun resepsiyona bakan uzak köşesinde bir yere oturup elime aldığım bir derginin ardına gizlendim. Çok geçmeden benimki, yanında büyük patron ile birlikte sarmaş dolaş resepsiyona geçtiler, oda anahtarını alıp asansöre gittiler.

O gün akşama kadar otelin önünde aracın içinde içki ve sigarayla vakit öldürdüm. Akşama doğru aynı araçla çıkış yaptılar. Ben de ters istikamete, şirkete geçtim. Birçok şeye hazırlıklıydım aslında ama sevdiğim kadının beni patronumla aldatacağını aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Çünkü sevgilimi o mevkie ben getirmiştim. Çünkü büyük patron nereden baksan altmış yaşlarında, uzun boylu, kel, üstelik yağ tulumu diyebileceğim kadar şişman bir adamdı. Dev irisi gibi biriydi. Yan yana hayal bile edilemeyecek iki insan akşama kadar karşımdaki otelde bir odada kim bilir neler yapmışlar, gözümün içine baka baka beni aldatmışlardı.

Aklımdan bin bir çeşit intikam planı geçirdim. Her ikisinin de yaptıklarını yüzlerine vuracaktım. Suratlarına tükürecektim. Bunu bana nasıl yaparsınız diyecektim. Sevgilime gizlice çektiğim fotoğraflarını gösterip yüzüme gülüp başkasıyla, üstelik evli biriyle, hem de baban yaşında bir adamla nasıl yatarsın diyecektim. Sen nesin, diye soracaktım. Planların hepsinin ortak noktası en sonunda ikisini de temizleyecektim. Kafamda kurduğum türlü çeşit planlarla eve yollandım. Zil zurna sarhoştum. Evin yolunu o kafayla kaza yapmadan nasıl bulduğumu, ceketimin cebindeki ruhsatsız silahla rambo bıçağını nereden kimden hangi ara satın aldığımı dahi hatırlamıyorum.

Evde beni öyle keyifli, öyle neşeli karşıladı ki. Boynuma öyle aşkla atladı ki. Kapıdan doğruca yatak odasına geçtik. Doyumsuz olduğunu o gece anladım. Sanki sabah hastayım diyerek beni suratsız evden gönderen o değilmiş gibiydi. Sanki akşama kadar yataktan çıkmamış olan o değilmiş gibi sabaha dek seviştik. Aklı başında değil gibiydi. Enerji içeceği ya da viagra türü bir hap almış gibiydi. Kesinlikle normal bir insan enerjisi değildi.

O gün uzun zamandır olmadığım kadar mutlu olduğumdan, yaşamadığım hisleri yaşadığımdan kafamdaki bütün planları, bütün sorunları, aldatılmanın dayanılmaz acısını, hepsini o hazla, o zevk dalgasıyla arka odalara attım, zevk bulutlarında yüzmekten hiç bir şey diyemedim. Aramız da sonraki bir kaç gün oldukça iyiydi. İşten birlikte çıktık, akşam birlikte yemek yedik. Ardından her şey eskiye döndü, kavgalar yine başladı. “Bu hafta sonu anneme gideceğim, pazar akşamı dönerim,” dedi. “Nereden esti,” dedim, “sen bir yıldır annenin babanın adını ağzına bile almıyordun.” Kızdı. “Aldım işte, özledim, özleyemez miyim, buna da mı yasak koyacaksınız sayın gardiyan, iki gün yüzüne güldüm diye hemen götün mü kalktı yine, kimsin lan sen,” diye bağırmaya başlayınca yine bir kaç gündür ağrımayan başımın ağrıyacağını fark edip aslında vitamin ilacı şişesi olan ama bitince alması kolaylık olsun diye içine sürekli kullandığım ağrı kesici haplarımı koyduğum kutuyu cebime atıp ne halin varsa gör diyerek ceketimi giyip çıktım evden. Bir saat kadar sonra ufak bir bavulla evden çıktı. Ben yine belli etmeden peşine takıldım. Kapı önüne iner inmez sarı ticari taksi ayaklarının önünde bitiverdi. Bavulu bagaja atıp, karanlığa karışırlarken ben yine takibe koyuldum. Taksi benimkini yazlık semtte iki katlı bir villada bıraktı. Peşinden de bizim büyük patron aynı binaya giriş yaptı. Kafama giren balyoz gibi ağrı bütün vücudumda müthiş titremelere sebebiyet verince bir tane hap içtim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir zaman sonra titremelerim geçti, müthiş bir rahatlama, ardından terleme, karnımda tarifsiz bir sancı, ne yapacağımı bilememe duygusu.

Aklıma gelen ilk şey, peşlerinden içeriye girip, nereden bulduğumu hala hatırlamadığım, torpido gözünde sakladığım on dörtlüyle ikisini de vurup namusumu temizlemek oldu. Öyle ya. Bunca zamandır aynı evi paylaştığım, evlenmeyi düşündüğüm, sevdiğim kadındı o benim. Namusum olması için illa ki bir kâğıt parçasına ihtiyacım yoktu. Zaten bütün şirket ikimizi evlenecek biliyordu. Aksi bir durumu kimseye asla açıklayamazdım. Ne diyecektim? “Kendi ellerimle patronuma peşkeş çektim sevgilimi. O kadar genişim işte.”  Düşündükçe afakanlar bastı. Torpido gözünü açtım, silahın soğuk demirini hissetmek sanki bir nebze cesaret verdi. Belime sıkıştırıp kendimi arabadan dışarı attım. Bahçe kapısından geçip eve yaklaştım. Kahkahalar dışarıya taşıyordu. Kulaklarımda istemediğim uğultular, titremelerim, kafamda patlarcasına bir baş ağrısı tekrarlayınca cebimdeki kutudan bir tane daha hap attım. Duvara yaslandım. Bilincimi yitirmişim sanırım. Kendime geldiğimde silah elimdeydi. Duvara yaslanmış, olduğum yere çökmüşüm. Ne kadar zamandır bu haldeydim hatırlamıyorum. Kan ter içinde kalmışım. Kafamı çevirdiğimde kapının hafif aralık olduğu sızan ışıktan anlaşılıyordu. İçerideki ses kesilmişti. Titremem geçmiş, sarhoşluk benzeri kafamda dönmeler, halüsinasyona benzer şekiller görmeler almıştı yerini. Olduğum yere kustum. Tabancayı belime sıkıştırıp uzaklaştım.

Pısırık falan değilim. Sadece tartışmayı sevmiyorum. Kötü bir aile ortamında büyümedim, sevgi dolu, sevgi pıtırcığı insanlar arasında bu yaşıma geldim. Benim ailemde kimse kimseye sesini yükseltmez, kavgalar tartışmalar yaşanmazdı. Silahı bile askerde elime almamak için yazıcı olmuştum. Şimdi halime bak. Belimde külhanbeyi gibi silah taşıyordum. Sahi, ne yapıyordum ben? Gerçekten adam mı öldürecektim bununla? Kavga bile etmeyi beceremeyen ben mi yapacaktı bunu? Hemen en yakındaki çöp konteynırına attım silahı. Sonra da o sokak senin, bu cadde benim, kafamı toparlayacağım derken sabahı ettim. Aptal kafam, arabayı da orada unuttum.

Şimdi de böyle marketin kapısı önünde rüzgârdan kendimi korumaya çalışırken bir yandan da dinlenme peşindeyim. Mideme kramplar giriyor, karnıma sancılar saplanıyor. Gözümün önünde olmayacak şeyler görüyorum artık. Böyle iki büklüm daha çok üşümeye başladım, rüzgâr alttan alttan daha çok vuruyor, kapı rüzgârda sallandıkça soğuk iliklerime işliyor. Nerede olduğumu bilirsem, arabamın olduğu yeri bulmam daha kolay olur. Daha eve uğrayıp duş alıp üstümü değiştirmem lazım, bu kafayla bir de işe gideceğim. Birileri geçse nerede olduğumu sorardım. Sabahın köründe kim geçer ki buralardan. Bir taksi bulsam bari.

Hassiktir. Lan. Utanmazlara bak sen. Nasıl ya? Şimdi de arsızca karşıdan geliyorlar. Güle eğlene. Şunlara bak. Tü Allah belanızı versin sizin. Ne zamandır peşimdeler acaba? Bıçak. Bıçak olacaktı ceketimde sanki geçen günden kalma. Hah. Bittiniz lan siz.

“Hemşerim iyi misin, yardıma ihtiyacın var mı? Kötü görünüyorsun, ambulans falan çağıralım mı ister misin?”

“Ambulansınızı da s.kerim lan sizin, sizi de, yavşaklar, nasıl yaparsınız lan bunu bana söyleyin, ne yaptım lan ben size ne yaptımmmm!!”

“Ayyy, deli mi ne ayol, bulaşma Kenan, gel, uzak dur, bıçağı silahı falan vardır üstünde, gel gidelim, sorunlu galiba…”

“Çekiştirme Aysun, dur, bakalım derdi neymiş. Hop, kardeşim, naapıyorsun, sok o bıçağı yerine, bak biz yardım etmek için durduk sana.”

“Ne yardımı lan ne yardımı, sevdiğim kadını elimden almak mı yardım? Bu mu adamlık?”

“Ne sevdiğin kadını, tanıyor musun Aysun sen bu adamı?”

“Yok ayol ne tanıycam Allahın delisi işte sarhoş ne dediğini bilmiyor, uyma şuna.”

“Ne Aysun’u be, Hülya’sın sen, sen de patronum Halil. Bana bu adiliği yapmayacaktın patron. Yapmayacaktın ulannnnnn…”

***

“Ne olmuş burada böyle çocuklar?”

“Amirim, zanlının adı Esat Deniz. Yirmi yedi yaşında. Yıldırım Yatırım’da yatırım danışmanı olarak çalışıyormuş. Sabah beş sıralarında yoldan yürüyerek geçen bir erkek bir kadın otuz yaşlarında iki kişiye marketin önünde bıçakla saldırıp öldürmüş. Boğuşma sırasında kendisi de yaralanmış. Maktuller sevgiliymiş. Sanırım o saatte yakındaki hastanenin acilinden geliyorlarmış. Olayı araştırıyoruz. Zanlının cebinde vitamin kutusu içinde uyuşturucu haplar bulunmuş. Olaydan önce uyuşturucu hap aldığından şüpheleniyoruz. Hal ve davranışları, konuşmaları da bunu doğruluyor. Dediğine göre kutunun içinde ağrı kesici hap varmış, sürekli başı ağrıdığı için taşıması ve çıkartması kolay olsun diye ağrı kesicileri kendisi vitamin kutusuna boşaltmış. Uyuşturucu olmasına imkân yokmuş, ağrı kesici olduğuna eminmiş, çünkü başı ağrıdıkça geceden bu yana iki tane içmiş.”

“Kendisi ilk ifadesinde saldırdığı kişilerin gece yazlık eve kadar takip ettiği sevgilisi ve patronu olduklarını söylemiş. Onların yazlıkta buluştuklarını görünce üzüntüden sabaha kadar yürümüş, yorulunca bu marketin kapısında oturmuş dinlenmeye başlamış. Marketin kapısında çökmüş beklerken kadınla adamın kendisine doğru gülerek geldiklerini görünce şuurunu kaybetmiş. “Cinnet getirmiş olmalıyım,” diyor. “Ben karıncayı bile incitemem,” diyor. Aklına takılan, kendisini o marketin köşesinde nasıl bulduklarını anlayamamış. “Demek ki onlar da beni takip etti sabaha kadar,” diyor. Maktullerden erkek olanı özel güvenlik görevlisiymiş ama işsizmiş, kadınsa Mavi Pavyon’da çalışıyormuş. Kimlikleri burada. Adamın anlattıklarıyla gerçeğin alakası yok yani, aralarında farklı bir mesele olup olmadığını, birbirlerini başka bir yerden tanıyıp tanımadıklarına bakıyoruz. Bahsettiği yazlık eve de bir ekip gönderdik. Orada da bir kadınla bir erkek cesedi bulmuşlar. Yatakta silahla vurulmuşlar. İkisi de çıplakmış. Silah evin az ilerisindeki çöp konteynırında bulunmuş. Parmak izi için incelemeye gönderildi. Zanlıdan da kan ve idrar aldık tahlile gönderdik. Ama dediğim gibi haplanmış, bu dünyada değil, kafayı yemiş amirim.”

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar