1. Bölüm
Gecenin zifiri karanlığında sık ağaçlarla çevrelenen ormanda sırılsıklam ve korkudan buz tutmuş bir halde yolunu bulmaya çalışıyor, yağmurun kayganlaştırdığı çamurlu toprak yoldaki devasa ağaçların dalları, korku filminden fırlamış canavarlar gibi önünü kesiyordu.
Yağan yağmur şiddetini artırarak sağanağa çevirmiş, korkunç gürültüyle çakan şimşek bir an için etrafı aydınlatsa da sonra yine her yer zifiri karanlığa gömülmüştü. İncecik tişörtünden iliklerine kadar işleyen soğuk ve bardaktan boşalırcasına yağan yağmura rağmen, dikkatli bakışlarını çevrede gezdiriyor, gözleri kapüşonunu kafasına geçirmiş olan siyah yağmurluklu adamı arıyordu. Korkuyordu ama bu korku içinde bulunduğu durumdan değil, adamı yakalayamamaktan kaynaklanıyordu.
Aniden çakan şimşek bir an için etrafı gündüz gibi aydınlattı. İşte o zaman az ilerdeki ağacın arkasına saklanan karaltıyı fark etti. Uzun zamandır aradığı ve bir türlü yakalayamadığı adam birkaç metre ilerisindeydi. Önce derince bir nefes alarak gücünü toplamaya çalıştı. Sonra da yaydan fırlamış bir ok gibi hızla onu gördüğü ağaca doğru koşmaya başladı.
Adam arkası dönük bir halde ağacın yanında hiç kıpırdamadan ayakta dikiliyordu. Sessizce yaklaşıp eliyle omzunu kavradı.
“Buldum seni. Artık kaçamazsın benden.”
Adam yavaşça arkasını döndü ve “Ben de seni bekliyordum,” dedi vahşi bir gülümsemeyle.
Bu sefer yüzünü görecek olmanın heyecanıyla kapüşonuyla sakladığı ve karanlığın gizlediği yüzüne baktı dikkatle. Koyu bir karanlıktan başka bir şey göremedi yine.
Adamın elinde parıldayan çelik nesneyi de bu yüzden geç fark etti ve kendini korumaya fırsat bile bulamadan bir anda hızla karnına saplanan bıçağın keskin acısıyla İki büklüm bir şekilde yere yıkıldı. Gözleri kapanmadan önce duyduğu tek ses adamın kulakları tırmalayan vahşi kahkahasıydı.
Terden sırılsıklam olmuş bir halde gözlerini açtı. Odasında ve yatağındaydı. Sonra elleri içgüdüsel olarak karnına gitti. Herhangi bir bıçak yarası göremeyince derin bir soluk aldı. Bu seferki kâbus çok gerçekçiydi ve bıçağın keskin acısını iliklerine kadar hissetmişti. Yavaşça doğrularak yataktan kalktı ve banyoya gitti. Lavabodaki aynadan yüzüne baktığında, gözlerinin altının uykusuzluk ve yorgunluktan karardığını ve her zaman canlı bakan gözlerinin de ferinin kaçtığını gördü. Günlerdir doğru düzgün uyuyamıyor, uyuduğu zamanlarda da az önceki gibi hep kâbus görüyordu. Her seferinde kapüşonlu adamın peşinden koşuyor, onu yakalamaya çalıştığında da sürekli elinden kaçırıyordu. Bu sefer kaçmamıştı belki ama kendisini bıçaklayarak yine gizemini korumaya devam etmişti. Gördüğü kâbus, korkunç derecede gerçek gibiydi ve bu da tedirgin olmasına yol açmıştı. O adamı mutlaka bulmalıydı yoksa bu kâbuslar sona ermeyecekti.
Saat gecenin dördüydü ve dışarıda yağmur yağıyordu. Uykusu tamamen kaçmıştı. Biraz hava almak ve rahatlamak için koşuya çıkmaya karar verdi. Üzerine koyu renk kot pantolon, siyah tişört ve siyah yağmurluğunu giyinip kapüşonunu da başına geçirdikten sonra evden çıktı.
***
Telefonu ısrarla çalmaya başladığında gözlerini zorlukla açtı. Uykulu ve mahmur bir halde el yordamıyla yatağın başucundaki komodinin üzerinde duran telefona uzandı ve arayan kişiye bakmadan cevap verdi.
“Alo buyurun.”
“Komiserim günaydın.”
“Ali saatten haberin var mı?”
“Altı buçuk. Çok da erken sayılmaz değil mi?” diye sırıttı telefonun diğer ucundaki kişi.
Gözleri ve uykusu iyice açılan Filiz yataktan doğrulduktan sonra, “Ne oldu Ali? Önemli bir şey mi var?” diye sordu. Çünkü Ali’nin sebepsiz yere aramayacağını bilirdi.
“Az önce bir intihar vakası bildirildi. Bir kadın beşinci kattaki balkonundan atlamış.”
“Yaşıyor mu?”
“Maalesef ölmüş komiserim. Karakola bildirilmiş. Oradan da bize haber verildi. İntihar vakalarına yaklaşımınızı bildiğim için haber vermek istedim.”
“İyi yaptın haber vermekle. Savcı görmüş mü?”
“Evet, savcı gördükten sonra kadının cesedi Adli Tabipliğe götürülmüş.”
“Seninle yarım saate kadar orada buluşalım.
“Ben olay yerindeyim zaten komiserim. Bekliyorum sizi.”
Yataktan kalkıp gerindi, tam banyoya gitmek üzereyken eşinin sesini duydu.
“Yine erkencisin,” dedi Berkay. Onun da uyandığını görünce “Bir intihar vakası olmuş. Gidip bir bakacağım,” dedi.
“Seni ben bırakayım. Oradan geçerim hastaneye.” dedi Berkay. Sonra da bir hamlede doğrularak yataktan kalktı.
Berkay onu Adli Tıp Kurumu’na bıraktığında Ali’yi kapıda kendisini beklerken buldu.
“İntihar denmiş ama Savcı adli tabip incelemesi istemiş,” dedi Ali onu görür görmez.
“Kadın hakkında ne biliyoruz?”
“Otuz beş yaşında, ev hanımı ve iki çocuk annesi. Kocası ise bir fabrikada gece bekçisi olarak çalışıyormuş.”
“İntihar etmek için ne gibi bir sebebi vardı acaba?”
“Savcı intiharı şüpheli görmüş sanırım.”
“Öğreniriz birazdan gerekçesini. Nöbetçi tabibin ilk inceleme sonuçları çıktı mı?”
“Az önce yanındaydım. Sanırım size söylemek istediği birkaç şey var.”
“Gidelim o halde yanına.”
Nöbetçi adli tabip ile görüştükten sonra oyalanmadan İl Emniyet Müdürlüğüne geldiler. Adli tabibin açıklamalarından sonra artık bu vaka intihar değil, cinayet olarak görünmeye başlamıştı gözüne. Odasına girer girmez Ali’ye, “Olay yeri ekibinden fotoğrafları ister misin? Bakalım yine dikkatimizi çekecek bir şeyler bulabilecek miyiz?” dedi.
“Cinayet olduğunu mu düşünüyorsunuz?”
“Şu an kesin bir tespit yapmak için çok erken. Herşey mümkün. Önce maktulün tırnak altı inceleme sonuçları gelsin de bir bakalım.”
Adli Tabip bugün onlara ölen kadının boynunun her iki tarafındaki morarmayı göstermiş ve ölmeden önce biri tarafından sıkılmış olabileceğini ve tırnak altlarında buldukları kalıntının da eğer biri tarafından itilmişse o kişiye ait olabileceğini söylemişti. Kesin bir kanıya varmak için inceleme sonuçlarının ellerine geçmesi gerekiyordu.
Bu sırada kapısı tıklatılınca ikisinin de gözü kapıya kaydı. Gelen Şule’ydi.
“Komiserim günaydın.”
“Günaydın Şule.”
“Cinayet şüphesi içeren bir intihar vakası varmış sanırım. Benim yardımcı olabileceğim bir şey var mı?”
Şule Emniyete yeni atanan adli psikologdu. Füsun’un tayin istemesiyle açılan kadroya atanmıştı. Okuldan yeni mezun olmuş, istekli ve hırslı bir genç kızdı. Başta ona biraz temkinliydi fakat zekâsı, çalışkanlığı ve olgun tavırlarıyla kısa sürede dikkatini çekmekte gecikmemişti. Olayları hızlı kavrayıp kısa sürede sonuca ulaştıracak kadar zeki ve becerikliydi.
“Bana günaydın yok mu?” diye dudak büktü hemen Ali.
“Sana az önce koridorda demiştim,” dedi Şule ciddiyetini bozmadan.
Ali asık bir yüzle bakmakla yetindi Şule’ye. Şule de aynı şekilde karşılık verdi. Filiz onların bu atarlı bakışlarını görmezden gelerek, “Şimdi olay yeri fotoğrafları gelecek. Onları hep birlikte inceleyelim,” dedi.
“Ben hemen alıp geleyim onları,” diyerek Ali hızla odadan ayrıldı. Filiz de Adli Tabibin söylediklerini Şule’ye aktardı. Onlar konuşurken kapı yine tıklatılıp açılınca, İkisinin de bakışları kapıyı buldu. Cinayet Büro Amiri Serkan Acar’ı, yanında otuzlu yaşlarda gösteren esmer bir genç adamla kapıdan içeri girerken gördüler.
“Filiz Hanım, Şule Hanım günaydın.” dedi Amir her zamanki nazik tavrıyla.
“Günaydın Amirim”, diye karşılık verdi Filiz. Şule de aynı şekilde karşılık verdikten sonra Amir, “Sizi yakın bir arkadaşımın oğlu olan Yılmaz Kaya ile tanıştırayım,” diyerek yanındaki esmer, uzun boylu ve koyu renk takım elbiseli genç adamı onlara tanıttı. İkisi de tokalaştıktan sonra, “Yılmaz, bu son günlerdeki kadın cinayetleri davasında sizlere yardımcı olmak için burada,” dedi.
Serkan Amirin kastettiği, bir ay öncesine kadar arka arkaya işlenmiş kadın cinayetleriydi. Bu cinayetler kamuoyu gündemini oldukça meşgul etmiş, öldürülen genç kadınların cesetlerinin üzerine bırakılan beyaz gül ise karşılarında bir seri katil olduğunu düşündürmüştü. Bunun yanında seri katile ait olmayan başka kadın cinayetleri de oldukça sık bir şekilde gündeme gelmeye devam ediyordu. Bazılarının katili tespit edilerek yakalanmış, bunlar arasında kocası veya sevgilisi tarafından öldürülen kadın sayısının azımsanamayacak kadar çok olması da endişelerini artırmıştı.
“Sizlere elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağım,” dedi genç adam.
“Bize nasıl yardımcı olacaksınız? Uzmanlığınız nedir?” diye sordu Filiz.
“O biraz karışık,” diye araya Serkan Amir girdi. “Yılmaz bir psikomedik.”
“Yani nesnelere dokunarak bir şeyler mi görüyorsunuz?” diye sordu Şule. Filiz, onun espri olsun diye söylediğini sanarak genç kıza baktı ama ciddi yüz ifadesini görünce bakışlarını vereceği cevabı merak ettiği genç adama çevirdi.
“Evet, bu şekilde görüler alıyorum.”
“Sadece nesneler üzerinde mi etkili bu görüleriniz?” diye sordu kendisi de.
Genç adam hafif bir tebessümle, “Hayır. İnsanlara dokununca da bazı görüler alıyorum,” dedi.
“Şu seri katil davasında Yılmaz’ın yardımına ihtiyaç duyabilirsiniz? Kendisi kısa sürede sonuca ulaşmanızı sağlayabilir,” dedi Serkan Amir.
“Ulaşabileceğimiz her bilgi ve yardım bizim için değerli olur,” dedi Filiz.
“O halde ben sizleri baş başa bırakayım da birlikte çalışmaya başlayın.”
Şule ile birlikte hiç konuşmadan genç adama bakıyorlardı. İkisinin de yüz ifadesi şaşkınlıkla çevrelenmişti. Bunca yıllık meslek hayatında inanılması güç birçok olayla karşılaşmış, artık hiç bir şey beni şaşırtamaz dedikçe başka bir şey çıkmıştı karşısına. Eşi Berkay ile birlikte çözdükleri reenkarne olayındaki çocuk da bunlardan biriydi. O zaman da inanılması güç bir durumla yüz yüze gelmişler fakat sonuçta cinayetlerin işlenme nedenini ve katilini ortaya çıkarmışlardı. Şu an karşısında ifadesiz bir yüzle ayakta dikilen genç adam da yine ilginç bir vaka olarak çıkmıştı karşısına. Bu adamın gerçekten bir şeyler görebildiğine ihtimal vermese de tecrübeleri ona bir şans vermesi gerektiğini de özellikle vurguluyordu.
“Şimdi ne yapmamız gerekiyor bir görü alabilmeniz için,” diye sordu aralarında oluşan sessizliği bozarak.
“Size belki inanması zor ve garip gelebilir ama birkaç gün birlikte çalışırsak seri katil ile ilgili belki bazı ipuçları yakalayabilirim.”
“Anlıyorum. Nasıl ve ne şekilde başlayacağız sizinle çalışmaya?” diye sordu.
“Maktullere ait eşyalara dokunmam şu an için yeterli olur.”
“O halde şimdi şöyle yapalım. Bugün genç bir kadın beşinci kattan atlayarak intihar etti. Önce onun davasını kapatalım. Sonra diğerlerine geçeriz.”
“İntihar ettiyse şayet benim ne bulmamı umuyorsunuz?” diye sordu adam şaşkın bir halde.
“Sadece cesede dokunmanızı istiyorum. Kadınla ilgili bir görü alabilecek misiniz bunu merak ettim.”
Cinayetten şüphelendiğini söylemedi. Onun bu sonuca ulaşıp ulaşmayacağını merak ediyordu çünkü.
“O halde hemen gidip bakalım.”
Filiz bakışlarını Şule’ye çevirdi.
“Biz Ali ile çalışacağız birlikte. Yılmaz Beye sen eşlik edersen sevinirim.”
“Tabi ki. Hemen çıkalım o zaman Komiserim.”
Şule genç adama döndü. “Şimdi birlikte adli tabipliğe gideceğiz,” dedi.
Onlar kapıdan çıkmak üzereyken elinde sarı bir zarfla Ali girdi içeri. Şule ve yanındaki genç adama geçmeleri için yol verdikten sonra elindeki zarfı getirip Filiz’in masasının üzerine koydu.
“Şule’nin yanındaki kimdi? diye sordu sonra da.
“Cinayet Büro Amiri’nin arkadaşının oğluymuş.”
“Niye Şule’nin yanındaydı peki?”
“Birlikte Adli Tabipliğe gidiyorlar. Genç adam pisikomedikmiş,”
“O da ne ki?” diye sordu Ali şaşkınca.
“İnsanlara ve nesnelere dokununca bir şeyler görüyormuş işte,” diye kısaca açıklamaya çalıştı.
“Allah Allah nerede garip olaylar, kişiler varsa o da gelip bizi bulur. Bir medyumumuz eksikti o da oldu,” diye güldü Ali kafasını cık cık yapıp sağa sola sallayarak.
“Neyse şimdi sen boş ver onu da biz kendi işimize bakalım,” dedi ve Ali’nin getirdiği sarı zarftan resimleri çıkarıp masasının üzerine yan yana dizmeye başladı.
Şule yeni tanıştığı genç adamla birlikte yola çıktıklarında iki polis memuru da onlara eşlik etti. Adli Tabipliğe geldiklerinde doğruca morga inip genç kadının cesedini istediler. Gelirken ekip arabasında Yılmaz Kaya ile hiç konuşmamış, sessizce yolculuk etmişlerdi. Sessiz ve çekingen bir adama benziyordu. Onun gergin oluşu da gözünden kaçmamıştı. Ekip otosunun arka koltuğunda yan yana oturmuşlar ve genç adam yolculuk boyunca dizlerinin üzerinde kenetlediği ellerinden gözlerini hiç ayırmamıştı.
Morgdaki görevli memur onları bir sedye üzerinde genç kadının beyaz örtüyle kapatılmış cansız bedeninin olduğu odaya aldığında, Yılmaz Kaya hemen kadının yanına gitmemiş, olduğu yerde bir süre uzaktan beyaz örtüye bakmıştı. Bu esnada onun yüzünün solduğunu ve hafifçe ellerinin de titrediğini fark etmişti. Bu durumu da dokunduğunda bir şey görememe endişesine yormuştu.
Bir süre uzaktan cesede bakan genç adam yavaş adımlarla sedyeye yaklaşıp kadının cansız bedeninin üzerine örtülen örtüyü hafifçe çekip önce yüzüne baktı, sonra da kadının sağ elini avuçları arasına alarak gözlerini kapattı. Önce tepkisiz bir şekilde bir süre gözleri kapalı durdu, sonra gözlerini açıp, gergin bir şekilde yüzünü sıvazladı. Daha sonra kadının elini tekrar avuçları içine alıp tekrar gözlerini kapattı.
Şule bakışlarını bir an bile ayırmadan onu izliyordu. Az önceki tepkisiz yüzü bir anda sağa sola doğru kaymaya başlamış, gözlerini de bu defa sımsıkı sıkmıştı. Onun bu vücut hareketleri bir şeyler görmüş olabileceğini düşündürdü ister istemez.
Birkaç dakika sonra genç adam tuttuğu eli yavaşça bırakarak bir iki adım geri çekildi. Bakışlarını cesetten ayırmadan, “Bu kadın intihar etmemiş, öldürülmüş,” dedi.
Şule şaşkınlıkla baktı. Filiz Komiser cinayet şüphesinden bile bahsetmemişti onu buraya gönderirken. Sadece intihar demişti. Nasıl anlamış, ne görmüştü acaba, iyice merak etmişti.
“Nasıl bu sonuca vardınız, ne gördünüz?” diye sordu.
Yılmaz Kaya bakışlarını Şule’ye çevirip, “ Balkondan atıldığını gördüm,” dedi.
Duydukları karşısında şaşıran Şule, “Bunu… Bunu açıkça gördünüz mü?” diye sordu kekeleyerek.
“Kısmen. Anlık ve bulanık görüntüler olarak geliyor her şey. Net bir görüntü olmadığı gibi, bir bütünlük içinde de görmüyorum. Parça parça görünüyor bunlar bana. Görülerime göre kendim detaylandırıyorum kalan boşluğu. Sanırım kadın katilini tanıyordu.”
“Bunu nasıl anladınız?”
“Önce konuşuyor gibiydiler. Tanıdık iki insanın sohbetine benziyordu. Sonra yüksek tonda kavga sesleri duydum. En son gördüğüm görüntüde ise adam kadını balkondan itiyordu.”
“Adamın yüzünü gördünüz mü?”
“Hayır, görmedim. Sadece biraz yapılı biriydi.”
“Sizin görülerinize dayanarak olaya cinayet dememiz çok zor. Bunun için kanıta ihtiyacımız var.”
“Kanıtı kadında bulabilirsiniz. Kendini korumaya çalışırken adamın yüzünü tırmaladı. Maktulün tırnak altlarına bakıldı mı? Ayrıca adam aşağı iterken kadının boynunu tutuyordu. Boynunda da iz kalmış olabilir,” dedi. Sonra da kadının yüzünü kapatan örtüyü hafifçe yine aşağı çekip boynuna baktı ve eliyle Şule’ye gel işareti yaparak yanına çağırdı.
“Bakın boynun her iki tarafında hafif morarma var. Aynen dediğim gibi olmuş,” dedi.
“Görülerinizin net olmadığını ve parça parça anlık şekiller olduğunu söyleyen biri olarak oldukça detaylı bir açıklama yaptınız,” dedi Şule kinayeli bir şekilde.
“Size kalan boşlukları kendimin doldurduğunu söylemiştim. Sinema salonunda film izler gibi izlemiyorum ben bu görüntüleri. Anlık geliyor hızla ve farklı parçalar halinde. Ben sadece onları zihnimde birleştiriyorum,” dedi Yılmaz Kaya, kibirli bir şekilde.
Şule adamın ukala tavrı karşısında sessiz kaldı. Şüpheci bakışlarını adamdan ayırmadan, “Artık emniyete dönüp, bütün bunları Filiz komisere anlatalım,” dedi
Filiz tam karşısında oturan Şule ve Yılmaz’a bakıyor, ikisinin de anlattıklarını dikkatle dinliyordu.
“Demek cinayet olduğunu düşünüyorsunuz,” dedi sonra genç adama.
“Eğer benim gördüklerime inanıyorsanız, bunun cinayet olduğuna da inanın. Zaten kanıtlar bunu size ispatlayacak.”
“Katile ait bir ipucu da olsaydı hiç fena olmazdı,” diye Şule araya girdi bu sefer.
Genç adam bakışlarını ona çevirip, “İpucumuz var zaten, bunu söylemiştim size. Kadın adamın yüzünü tırmaladı. Yakın çevresinde yüzü tırmalanmış birisi varsa zanlı olma ihtimali yüksektir.”
“Kadının evli ve iki çocuk annesi olduğu bilgisi geldi bize. Kocası karısının balkondan atladığı gece evde değilmiş.”
“Nerede olduğunu kanıtlayabiliyor mu?” diye sordu Yılmaz Filiz’e.
“Adam bir fabrikada gece bekçisiymiş. Olay gecesi çalışıyormuş.”
“Gidip bir konuşalım kocasıyla,” dedi Şule.
“Bu vakayı Yılmaz Bey ile birlikte götürün ve bana bir sonuçla gelin,” dedi Filiz onlara.
“Elimizden geleni yaparız,” diyerek ayağa kalktı Şule. Yılmaz da onunla birlikte kalkıp gitmek üzere kapıya yöneldiklerinde odaya girmekte olan Ali ile karşılaştılar yine. Bu sefer Ali bakışlarını Yılmaz’a çevirip, “Merhaba, şubeye yeni gelen medyum sizsiniz sanırım. Ben komiser yardımcısı Ali” diye tanıttı kendini. Yılmaz Kaya dudaklarının kıvrımına yerleştirdiği alaycı bir gülümsemeyle sıktı kendisine uzatılan eli.
“Sizin tabirinizle evet yeni gelen medyum ben oluyorum. Memnun oldum Ali Bey. Adım yılmaz Kaya.”
Ali, onun alaycı tebessümü karşısında hafifçe kızardı. Sonra bakışları Şule’yi buldu.
“Bir yere mi gidiyorsunuz?”
“Evet. İntihar eden kadının eşiyle konuşacağız.”
“Ben de geleyim sizinle.” dedi Ali. Tam onlarla birlikte kapıdan çıkmaya yelteniyordu ki Filiz’in otoriter sesiyle olduğu yerde kaldı.
“Ali, ikimizin burada yapacak işleri var. Görüşmeye onlar gitsin, sen kal.”
Ali gönülsüz bir şekilde geri çekilip onların kapıdan çıkması için yol verdi. Sonra da gelip Filiz’in karşısına dikildi.
“Neden benim gitmeme izin vermediniz? Acil yapılacak bir işimiz de yoktu,” dedi.
“Bu davada biraz geri durmanı istiyorum.”
“Neden ama?” diye Ali surat asınca, “Şule’nin bütün dikkatini Yılmaz Kaya’ya vermesi için senin ortalıkta olmaman lazım. Kıza yapmadığını bırakmıyorsun.”
“Ben ona hiçbir şey yapmıyorum,” diye itiraz edecek olunca, “Bak Ali, o çok zeki bir kız. Birçok zorlu görevin üstesinden rahatça gelebilecek kapasitede biri. Fakat sen onun kendisini ispatlamasına fırsat vermiyor, her yaptığı işe kusur buluyorsun. Derdin ne o kızla anlamış değilim,” dedi Filiz sinirli bir tonda.
“Onunla bir derdim yok. Çok tatlı bir kız. Ben sadece ona yeni olduğu için yardımcı olmaya çalışıyordum,” diye itiraz etti Ali hemen.
“Seri katil ile ilgili yaptığı her analize bir kusur buldun. Attığı her adımda bir gölge gibi takip etmeye başladın. Bu da hiç hoşuma gitmiyor. Yoksa sen bu kızdan hoşlanıyor musun?”
“Onu da nerden çıkardınız komiserim. Yok öyle bir şey,” dedi Ali yüzü kızararak.
“Madem öyle bırak da biraz rahat nefes alsın.”
“Yanındaki adama güveniyor musunuz peki? Sonuçta onunla yalnız gönderdiniz.”
“Ben kimseye kolay güvenmem. Onlara iki memur eşlik ediyor zaten. Yalnız gitmiyorlar.”
“Bunu duyduğuma sevindim,” dedi Ali rahatlamış bir halde koltuğa oturarak.
“Bu konuyu hallettiğimize göre şimdi biz de işimize bakalım. Şu seri katilin öldürdüğü kadınların dosyalarını tekrar açıp bir inceleyelim birlikte,” dedi Filiz ve yerinden kalkıp odasındaki maun kitaplıktan kalın bir klasör çıkarıp masasına koydu. Klasörün içindeki üst üste konmuş şeffaf dosyaları çıkarıp hepsini olay sırasına göre yan yana dizdi.
Şule, Yılmaz Kaya ile birlikte öldürülen kadının evine geldiğinde büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Olayı duyan yakınları ve komşuları eşine ve çocuklarına taziye ziyaretine gelmiş olmalılardı. Buraya gelirken ekip otosuyla gelmişler, onlara yine iki polis memuru eşlik etmişti. Yol boyunca Yılmaz Kaya ağzını açıp konuşmadığı gibi, elleri dizlerinin üzerinde kenetli bir halde aynı gergin oturuşuna devam etmişti.
Maktulün oturduğu apartmana geldiklerinde polis memurlarından biri evdeki kalabalığa karışmış olan kocasını dışarı çıkarmıştı. Apartmanın kapısına çıkan adamın yanında ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen kızı da vardı. Kızın on iki, oğlanın da dokuz yaşında olduğunu öğrenmişlerdi. Onun yanında rahat konuşamayacaklarını anlayınca, polis memurlarından çocukla ilgilenmelerini istedi.
Maktulün kocası kırklı yaşlarında, esmer ve çok zayıf görünümlü bir adamdı. Karısının ani ölümünden sarsıldığı ve oldukça üzgün olduğu yüzünden rahatlıkla anlaşılmaktaydı.
“Başınız sağ olsun. Gerçekten üzücü bir durum,” dedi Şule.
“Teşekkür ederim. Dostlar sağ olsun,” diye üzgün bir şekilde karşılık verdi adam.
“Karınız neden intihar etmiş olabilir? Bir fikriniz var mı bu konuda?”
“İnanın çok şaşkın ve üzgünüm. İntiharı düşünecek biri değildi eşim. İki çocuğumuz var bizim,” diye hıçkırarak cevap verdi bu sefer adam.
Yanında sessizce dikilmekte olan Yılmaz Kaya yavaşça yaklaşıp elini adamın omzuna koydu.
“Sizin için kolay olmadığını biliyorum,” dedi sadece. Şule bakışlarını ona çevirdi. Bu dokunma ile adamdan bir görü almaya çalıştığını düşünüyordu fakat genç adamda görü alırkenki gördüğü hiçbir mimik belirtisi yoktu yüzünde. Sadece teselli amaçlı bir dokunuş gibiydi.
Adam, “Gerçekten hiç kolay değil, ben şimdi ne yapacağım iki çocuğumla yapayalnız,” diye hıçkırmasına devam edince, “Biz sonra yine geliriz. Sizi bugün daha fazla üzmeyelim,” dedi Şule. Bu sırada Yılmaz Kaya’nın küçük kızın yanına gittiğini gördü. Ölen kadının kızı, az ileride polis memurlarının yanında hıçkırarak ağlıyordu. Yılmaz Kaya’nın kızın önünde eğildiğini ve ellerini kendi avuçlarına alıp teselli etmeye çalıştığını gördü. O esnada genç adamın gözlerini sımsıkı kapatması da dikkatinden kaçmadı.
Bu arada kendisi de ölen kadının dairesine çıkıp evdeki kalabalığın arasına karıştı. Birkaç dakika sonra Yılmaz Kaya’yı da yanında görünce şaşırmadı. Muhtemelen o da kendisi gibi taziyeye gelen kişiler arasında yüzü tırmalanmış kişiyi arıyordu.
Emniyet’e doğru yola çıktıklarında yine sessizliğini koruyan adama, “Maktulün kızını teselli ederken bir şey gördünüz mü?” diye sordu.
“Hayır, görmedim,” diye karşılık verdi Yılmaz Kaya. Sonra tekrar sessizliğine gömülünce daha fazla soru sormadı. Nedense bu cevap onu tatmin etmemiş, içinde onlardan bir bilgi sakladığına dair bir his oluşmuştu.
İl Emniyet Müdürlüğüne geldiklerinde de kendisi ile birlikte yukarı çıkmayıp yanlarından ayrılmıştı.
“Maktulün kocasından kayda değer bir bilgi alabildiniz mi?” diye sordu odasına girer girmez Filiz Komiser.
“Adam çok üzgündü fazla konuşamadık. Karısının intihar etmesi için bir sebep olmadığını düşünüyor.”
“Yılmaz Kaya nerede?”
“Emniyete gelince yanımızdan ayrıldı. Giderken de bir şey söylemedi.”
“İlginç” dedi Filiz, eliyle çenesini sıvazlayarak.
“Onda benim içime sinmeyen bir şeyler var. O adama karşı dikkatli olun,” diye Ali girdi araya.
“Gizemli ve kibirli bir adam,” diye Şule da başını salladı.
“Sen bu görü olayına nasıl bakıyorsun?” diye sordu Filiz Şule’ye.
“Bir şeyler gördüğü kesin gibi. Maktulün eline dokunduğunda onun intihar etmeyip öldürüldüğünü söyledi. Görü alırken gözlerini sımsıkı kapatıyor, başı da sağa sola istemsizce hareket ediyor.”
“Yani dediği gibi kesin bir şeyler görüyor,” diye Filiz düşünceli bir şekilde hafifçe başını sallayınca,
“Öyle görünüyor,” diye onayladı Şule de.
“Peki bu mümkün mü?” diye sordu Filiz.
“Bence palavra,” dedi Ali hoşnutsuz bir ifadeyle yüzünü buruşturarak.
“Palavra diyerek basite indirgeyemeyiz durumu. Psikoloji de bu gibi durumlara paranormal algılar denir. Yani böyle bir şey mümkün olabilir,” dedi Şule.
“Bizim bu medyum gerçekten bir şeyler görüyor diyorsun yani,” diye Ali dudağını aşağı doğru sarkıttı. Buna inanmadığı yüz ifadesinden okunuyordu. Şule ona hafifçe tebessüm etti.
“Psikometri duyu dışı bir algılamadır. Mesela sen her sabah neredeyse parfümünün yarısını üzerine sıkıp geliyorsun ya. Geçtiğin her yere, dokunduğun her eşyaya onun kokusunu da bırakıyorsun. Yani o parfümün kokusu her yere siniyor. Biz burnumuzla bu kokuyu alabiliyoruz. Ama duyumsadığımız sadece o sıktığın parfümün kokusu oluyor. Fakat bir psikometrik o kokudan daha fazla şey algılar.”
“Yani sadece böyle bir kokudan bile beni görebilir mi demek istiyorsun?”
“Evet, bu mümkün. İnsandan çıkan yüksek frekanslı psikomanyetik tesirler eşyalar üzerinde iz bırakır. Bir psikometrik bu etkileri hisseder, onları bir takım vizyon ve fikirlere çevirebilir. Yani senin dokunduğun her hangi bir nesneye dokunduğunda seninle ilgili birçok bilgiye sahip olabilir.”
“O zaman biz boşuna uğraşıyoruz katili bulalım, yakalayalım diye. Her emniyet bir psikometrik çalıştırsa şu ülkede bir tane suçlu kalmaz,” dedi Ali alaycı bir edayla.
“Keşke öyle bir imkân olsaydı. Dediğin gibi toplumun yararına olurdu bu durum. Fakat ne yazık ki böyle paranormal durum yaşayan insanlar senin sandığın kadar çok değil.”
“O zaman biz şu an çok şanslıyız böyle biriyle çalıştığımız için.”
“Öyle denebilir. Fakat Yılmaz Kaya’nın henüz çözemediğim gizemli bir yapısı var. Mesela bugün maktulün kızıyla kısa bir sohbet etti ve eline dokundu. O anda bir görü aldığından neredeyse eminim. Fakat bana bir şey görmediğini söyledi.”
“Belki de gerçekten görmemiştir,” dedi Ali.
“Eğer Adli Tabiplikte görü alırkenki yüz ifadesini görmemiş olsaydım bende öyle düşünürdüm. Fakat kızın eline dokunduğu anda gözlerini yine sımsıkı kapattı aynen görü aldığı andaki gibi.”
“Peki neden bunu sakladı senden?”
“Bilmiyorum. Bir bilgi sakladığını düşünüyorum bizden. Emniyete geldiğimizde de hemen yanımdan ayrıldı. Buraya o da gelebilir, bu konuyu hep birlikte konuşabilirdik oysaki.”
“Madem öyle her bir şeyi görebiliyor, kadını kimin öldürmüş olabileceğini de söylese de bizi fazla uğraştırmasa.”
“Aslında bize çok büyük bir ipucu verdi Ali. Katilin yüzünde tırnak izi var.”
“Evet söylemişti bunu.”
“Bugün taziye evine girip etrafa bakındım biraz. Yüzünde tırnak izi olabilecek birini aradım.”
“Sanırım kimseyi görmedin.”
“Maalesef görmedim.”
Bu sırada odanın kapısı tıklatılınca hepsi bakışlarını oraya çevirdi. Yılmaz Kaya odaya girip üçüne de aynı anda baktı. “Ben geldim,” dedi tebessümle.
“Hoş geldin,” dedi Filiz.
“Öyle bir gidişin vardı ki tekrar gelmezsin sanmıştım,” dedi Şule de genç adama gülümseyerek baktıktan sonra.
“Kontrol etmem gereken bir durum vardı. Bu nedenle ayrılmıştım yanından.”
“Hallettin mi bari?”
“Evet. O yüzden tekrar geldim. Kadını öldüren kişiyi buldum.”
“Nasıl?” diye şaşkınca baktı Şule.
“Kimmiş katil?” diye sordu Filiz.
Yılmaz Kaya masanın önündeki boş koltuklardan birine oturup rahat bir şekilde arkasına yaslandı. Sonra da bakışları Şule’yi buldu.
“Bugün o küçük kızın eline dokunduğumda aslında bir görü almıştım. Fakat zihnimde net bir şekilde resmedemediğim için sana söylemedim. Maktulun dairesine çıktığımızda taşlar yerinde oturdu bende. Kızın zihninde bir erkeğin yüzünü görmüştüm. Yakından tanıdığı biri, belki de bir akrabası. O kişiyi evde gördüğümde, bizim orada oluşumuzdan kaynaklanan tedirginliği dikkatimi çekmekte gecikmedi.”
“Katil o mu yani?” diye sordu Ali ilgili bir ifadeyle.
“Değil ama katili tanıyan birisiydi.”
“Nasıl yani, biraz daha açık konuşabilir misin?” diye sordu Filiz. Yılmaz Kaya bu sefer bakışlarını Filiz komisere çevirdi.
“Bugün çocuğun eline dokunduğumda birçok farklı görü aldım. Anne ve babasıyla ilgili anılar vardı zihninde. Fakat bunların dışında yakın bir akrabası olduğunu düşündüğüm bir adam daha vardı. Bu adamın dikkatimi çekme sebebi ise, çocuğun bilinçaltına yerleşmiş olan davranışlarıydı. Azarlıyordu onu. Bu da çocuğun ağlamasına sebep oldu. Önce bu adamın kim olduğunu bilemedim. Zihnimde de net bir çerçeve çizemedim gördüklerime. Sonra kadının dairesine çıktığımızda bu adamı gördüm. Nedense eve polisin gelmiş olmasından oldukça rahatsız olmuştu. Bunu vücut dilinden anlayabiliyordum. Oldukça gergin ve endişeli görünüyordu. Emniyete gelirken yolda aklıma geldi bu adama dikkat etmem gerektiği. Bu yüzden Şule Hanım’ın yanından ayrılıp tekrar maktulün oturduğu semte gittim ve o civarda biraz oyalanıp o adamın evden çıkmasını bekledim. Çok beklememe gerek kalmadan adamı apartman kapısında gördüm. Oyalanmadan yürüyerek ayrıldı oradan. Ben de onu takip ettim. Yolda telefonla birini aradı. Sinirli bir ses tonuyla konuştu aradığı kişiyle.”
“Sonra ne oldu?” Ali bütün dikkatini Yılmaz Kaya’ya vermiş onu ilgiyle dinliyordu. Genç adam Ali’ye hafifçe gülümsedikten sonra, “Anlatacağım şimdi,” dedi.
“Ben konuşmaları duyabilmek için mümkün olduğunca yakından takip ediyordum ama buna rağmen pek anlamadım. Sadece adamın, ‘Dükkanda mısın?’ dediğini duydum. Sonra cep telefonunu sinirle ceketinin cebine koyup hızla yürümeye devam etti. İnşaat malzemeleri satan bir dükkânın önünde durdu. O içeri girince bende kapıya iyice yaklaşıp konuşmaları dinlemeye çalıştım.”
“Duydun mu peki bu sefer?” diye sordu Ali heyecanla. Yılmaz Kaya ona yine gülümseyerek baktı.
“Evet. Duymam gerektiği kadarını duydum. ‘Necla’yı sen mi öldürdün?’ diye sordu sinirle içeri girer girmez. Orada bulunan adam da ‘Niye ben öldüreyim ki. İntihar etti Necla Abla’dedi. ‘Peki eve niye polis geldi o zaman’ diye sorunca diğeri şaşkınlıkla ‘Niye gelmiş olabilir ki?’ diye karşılık verdi panikle. ‘Bak benimle kafa bulma. Sana miras hakkından biraz iste dediysem kadını öldür demedim, eşek sıpası seni. Eğer sen kadına bir şey yapmadıysan polis niye gelsin?” diye bağırarak tokat attı diğerine. “Baba bana niye vuruyorsun? Ben senin istediğini yaptım sadece dedi öbürü de.”
“Yani öldüren bu adamın oğlu muymuş?” diye Ali yine şaşkınlıkla araya girince, “Evet öyleymiş. ‘Niye öldürdün?’ diye sordu babası. Oğlu ‘Mirasdan pay istedim senin dediğin gibi. Çocuklarımın rıskını kimseye yedirmem aç gözlü pislik dedi bana ve üzerime atlayıp yüzümü tırmaladı. Ben de sinirimi alamadım boğazından tuttuğum gibi ittim balkondan aşağı,’ dedi. Yani olay kısaca böyle gelişmiş. Bu adam kadının yakın akrabası ve miras hukuku var aralarında. Bu araştırılırsa kimliği de çıkar ortaya. İşte adamın telefonla çektiğim fotoğrafı. Kimliğini bu şekilde tespit edebilirsiniz,” dedikten sonra telefonundaki fotoğrafı odada bulunan herkese tek tek gösterdi.
Ali yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gidip Yılmaz Kaya’nın omzuna hafif bir yumruk çaktı.
“Medyum dediğin işte böyle olur. Senden her emniyete lazım,” dedi hayranlığını belli eden bir ifadeyle.
“Elimden geleni yapmaya çalışıyorum,” dedi diğeri de. Sonra gözleri Filiz komiseri buldu.
“Komiserim seri katil davasına başlayabiliriz artık değil mi?” diye sordu.
Filiz, genç adama bakıp, “Evet başlayabiliriz. Maktullerle ilgili bir takım bilgileri paylaşabiliriz artık sizinle,” dedi.
“Hemen başlayalım o halde,” dedi Yılmaz heyecanla.
“Önce bu davayı kapatalım sonra da seri katil davasını açarız. Siz yarın sabah erkenden Şule ile birlikte bu adamın dükkânına gidip bir yoklayın ve ifadesi alınmak üzere emniyete getirin,” dedi Filiz, Şule ile Yılmaz’a.
2. Bölüm
Şule, Yılmaz ile birlikte ertesi günü sabah erken saatlerde Konak’a bağlı Yenişehir Mahallesi’ndeki inşaat malzemeleri satan dükkâna gittiklerinde adamı içeride yalnız buldular. Oğlu ortalarda görünmüyordu.
“İyi günler, Necla Duman’ı tanıyor musunuz?” diye sordu Şule adamı gördüğü anda.
“Evet, dayısı olurum. Dün intihar haberini almıştık. Çok üzücü bir durum,” dedi üzgün bir sesle.
“Necla Hanım’ın intihar etmediği, öldürüldüğü yönünde bazı şüphelerimiz var. Bu yüzden onu tanıyan herkesle görüşmemiz gerekiyor. Bizimle Emniyete kadar gelip ifade vermenizi isteyeceğim.”
“Ama neden ki? Ben bir şey yapmadım. Onu öldürmedim,” dedi adam panik olmuş bir halde.
“Yanlış anladınız beni. Sizi suçlamadım. Sadece yeğeniniz hakkında bazı sorularımız olacak. Bu nedenle ifade vermeniz gerekiyor.”
“Peki madem, geleyim,” dedi adam gönülsüz de olsa rıza göstererek.
O sırada adamın cep telefonu çalınca izin isteyerek telefona baktı.
“Neee! Ne zaman? Nerede?” diye bağırarak konuştuktan sonra telefon elinden düştü.
“Oğlum Ahmet… Oğlum Ahmet ölmüş,” dedi adam ve olduğu yerde sendelemeye başladı. Yılmaz Kaya çevik bir hareketle adamı yere düşmeden yakaladı.
“Kim aradı? Nasıl olmuş?” diye sordu Yılmaz adama.
“Arkadaşım Muhsin’di arayan. Aşağı mahalledeki köprünün altında görmüş az önce oğlumu. Kendisi köprüye yakın oturur. Polis de oradaymış.”
“Gidip bir bakalım,” dedi Şule.
Cesedin bulunduğu yere geldiklerinde polisin olay yerini sarı şeritle çevirdiğini gördüler. Adam oğlunu köprünün altında cansız bir halde yerde yatarken görünce hızla koşarak yanlarından ayrıldı ve yanına diz çöküp başını kolları arasına aldı. Sonra, “Neden yaptın bunu? Neden? Neden?” diye ağlamaya başladı. Yılmaz Kaya ile birlikte onların yanlarına gittiklerinde cesedi görür görmez şaşkınlıkla genç adama baktı. Kafası ve yüzü kanlar içinde olan ve otuzlu yaşlarda görünen adamın gözünün altından başlayıp çenesine kadar inen tırnak izi, Yılmaz’ın anlattıklarını doğrular nitelikteydi. Onun bakışlarını yakalayan Yılmaz, hafifçe başını sallayarak baktı genç kıza.
Şule cesedin biraz ilerisinde bir polis memuru ile görüşen savcı Soner Bülbül’ü görünce doğruca onun yanına gitti.
“Merhaba Soner Bey,” Arkası dönük olan savcı adını duyar duymaz Şule’ye döndü.
“Merhaba Şule Hanım. Olay yerine gelmişsiniz ama sizlik bir durum yok gibi görünüyor.”
“Olayı size kim haber verdi? ” diye sordu.
“Mahallede oturan bir genç görüp haber vermiş polise. Şu az ilerdeki delikanlı,” diyerek eliyle polis memuru ile konuşan on altı, on yedi yaşlarındaki bir genci gösterdi.
“Görgü tanığı var mı?
“Maalesef yok gibi. Tabi yine bir soruşturmak gerek.”
“Cinayet bulgusu peki?
“Cesedin genel görüntüsü intihar fikrinin ağır basmasına neden oluyor. Bir boğuşma ya da her hangi bir darp izi görünmüyor. Yine de adli tabiplik incelemesi isteyeceğiz.”
“Tamam teşekkür ederim,” dedi.
“Rica ederim Şule Hanım, kendinize iyi bakın,” dedikten sonra savcı yine az önce görüştüğü polis memuruna doğru döndü.
“İşler iyice karıştı galiba,” dedi yanına gelen Yılmaz Kaya.
“Neden intihar etmiş olabilir ki? Bir dokun istersen cesede,” dedi Şule bakışlarıyla yerde yatan adamı işaret ederek.
“Bu kadar kişinin içinde bunu yaptırma bana lütfen,” diye karşılık verdi genç adam. Konuşurken masumane bir şekilde kaşlarını yukarı kaldırıp yüzünü de hafifçe ekşitmişti.
“Tamam Adli tabiplikte yaparız yine,” diye göz kırptı. O da hafifçe gülümseyerek karşılık verdi.
“Sence intihar mı etti?
“Olabilir. Belki yakalanacağını anladı ve korktu,” dedi Yılmaz.
“Makul bir sebep ama yine de doğru olmayan bir şeyler var gibi,” diye fısıldadı.
“Ne gibi?”
“Çok hızlı oldu intiharı. Onu bu kadar korkutacak ne olmuş olabilir ki? Henüz polis soruşturması bile yapılmadı. Bana intiharı biraz şüpheli görünüyor.”
“Cesedine dokunduğumuzda anlarız neler olup bittiğini,” dedi genç adam.
“Hadi emniyete gidip Ali ile Komiser Filiz’e haber verelim.”
Ali odasına iki kahve fincanı ile girdiğinde masanın üzerindeki dosyalara gömülmüş bir haldeydi.
“Komiserim, böyle sıkı çalışırken kahvenizi de ihmal etmeyin.”
Ali’nin masasına bıraktığı kahveden bir yudum aldıktan sonra, “Senin sayende etmiyorum,” diye gülümsedi.
“Hangi dosyalara bakıyorsunuz?”
“Necla Duman’ın adli tabiplikten gelen otopsi sonuçlarını inceliyordum.”
“Cinayet olduğu kesinleşti sanırım.”
“Evet ama tırnak altındaki kalıntıların zanlının DNA’sı ile eşleşmesi kalıyor geriye. Yılmaz ile Şule Emniyete getirilerse adamı, bunu da kısa sürede hallederiz.” O sırada telefonu çalınca konuşmasını kesip telefonu eline aldı.
“Efendim Şule,” dedi açar açmaz.
“Komiserim, burada işler karıştı. Zanlı olduğunu düşündüğümüz kişi intihar etmiş. Cesedi Adli Tabipliğe götürülüyor şimdi. Biz de birazdan yanınızda oluruz. Detayları gelince anlatırım.”
“Allah Allah işler cidden karışmış. Neden intihar etmiş, şüpheli bir durum var mı?”
“Savcıya göre yok. Yine de soruşturma olacak. Olanları gelince anlatacağım.”
“Tamam, bekliyoruz sizi.”
“Ne olmuş Komiserim?” diye Ali merakla sorunca, “Katil olduğundan şüphelendiğimiz kişi intihar etmiş,” dedi.
“Haydaaa! Neden intihar etti ki acaba?”
“Şule ile Yılmaz yoldalar. Geldiklerinde öğreniriz neler olup bittiğini.”
Yenişehir Mahallesi’nden emniyete gelmeleri on beş dakikalarını almıştı. Komiser Filiz’in odasına girdiklerinde Komiser Yardımcısı Ali ile onu yine çalışır halde buldular. Ali ile Filiz Komiser, masanın önündeki koltuklara karşılıklı oturmuşlar ortadaki sehpanın üzerinde kapağı açık olan dosyanın içindekileri dikkatle incelemekle meşguldüler.
“Komiserim hiç boş kalamıyorsunuz,” dedi önlerindeki dosyayı işaret ederek.
“Bugün olanları bir anlatın bakalım. Bu dosya davayla ilgili zaten.”
“Komiserim, biz zanlının dükkânına gittiğimizde sadece babasıyla karşılaştık orada. Adamı da ikna ettik, tam Emniyete getirmek isterken bir telefon geldi, oğlunun intihar ettiğine dair. Mahallenin çıkışında, kavşağın yakınındaki köprüden atlamış oğlu.”
“Köprü ölümüne sebep olacak kadar yüksek miydi?” diye sordu Filiz şaşırarak.
“Değil gibiydi Komiserim. Savcı cesedin genel görüntüsünden yola çıkarak şüpheli bir durum olmadığını söyledi. Yine de adli tabip incelemesi istedi. Gelen sonuca göre soruşturma yürütülecek.
“Basit gibi görünen her şey karmaşık bir hal alıyor. Garip bir dava oldu.”
“İş Yılmaz’a kalıyor yine,” diye Ali girdi araya.
“Birazdan Adli Tabipliğe gidip cesede bakacağız,” dedi Yılmaz Ali’ye gülümseyerek.
“Senin sayende bir adım önde gibi oluyoruz fakat sonra yine geriye düşüyoruz,” dedi Ali de.
“Bakalım bu sefer bu maktul bize ne söyleyecek? Merak ediyorum Yılmaz’ın söyleyeceklerini.”
“Sen de iyice kaptırdın kendini bu medyumluğa Şule,” diye güldü Ali.
“Sanki sen kaptırmadın da.”
“Sıra dışı bir durum yaşıyoruz. Haliyle normal bu tepkilerimiz.”
“Madem kendin için normal buluyorsun, niye bana laf çarpıyorsun sürekli?”
“Tamam yeter! Yine atışmaya başlamayın!” diye azarladı onları Filiz. Yılmaz ise onların atışmalarını gülümseyerek izliyordu. Filiz bakışlarını ona çevirdi.
“Siz ne düşünüyorsunuz bu olay hakkında?” diye sordu.
“Ben görülerime güvenerek yol alırım. Şu an bu intihar bana da şüpheli geliyor. Çünkü adamın intihar etmesini gerektirecek somut bir durum yok. Polisin kendisinden şüphelendiğini bilmiyordu. Neden intihar etsin ki?”
“Vicdanı rahatsız etmiş olamaz mı? Sonuçta bir akrabasını öldürdü,” Yılmaz Ali’ye kafasını hafifçe iki yana sallayarak baktı.
“Hiç sanmam. Vicdanının rahatsız etmesi için suçluluk duyması lazım. O suçluluk duygusunu görülerimde hissedemedim.”
“Belki daha sonra bir vicdan muhasebesi yapmıştır. Kendi başına kaldığında mesela. Birini öldürmek kolay değil,” diye Şule girdi araya.
“Neyse birazdan sorularımızın cevaplarını alacağız. İstersen gidip bir bakalım.”
“İyi fikir. Bence oyalanmadan gidin,” dedi Filiz onlara kapıyı işaret ederek. Sonra bakışları Ali’yi buldu.
“İstersen sen de gidebilirsin onlarla.”
Ali duyduklarına inanamıyor gibi şaşkınca baktı. “İstemez miyim hiç?” dedi yüzünde beliren kocaman bir gülümseyişle.
Yılmaz ve Ali ile birlikte Bornova’ya bağlı Manavkuyu mahallesindeki Adlî Tıp Kurumuna doğru yola çıktıklarında ikisi arka koltukta yan yana, Ali ise ön koltukta arabayı kullanan polis memurunun yanına oturmuştu. Yılmaz’ın düne göre daha rahat olduğu gözünden kaçmadı. Bu sefer başını öne eğip sessiz oturmadığı gibi, kendisiyle konuşmuştu bile. Nereli olduğunu, hangi fakülteyi bitirdiğini ve mesleğini sevip sevmediğini sormuştu. Sorularını yanıtlarken de ilgiyle dinlemişti. İnsanın içine işleyen delici bakışları vardı. Ne kadar yumuşak bakarsa baksın o kara gözlerdeki derin ifade insanın içini titretiyordu. Biraz kibir, biraz da mütevazılığın harmanlandığı bu zıt anlamlar, bir insanın bakışlarına aynı anda nasıl yansır bilmiyordu ama Yılmaz da bunu görebiliyor, daha doğrusu hissedebiliyordu. Filiz Hanım’ın onu ilk defa sahaya göndermesi de rastgele verilmiş bir karar değildi. Hislerine güvendiği için Yılmaz hakkında fikir edineceğini bilerek bu görevi vermişti ona. Aniden sıra dışı özelliğiyle ortaya çıkan bu adamın onlara yakınlaşmasının ardındaki gizemi çözmesini istemişti ondan. Dün oldukça ketum bir davranış içinde olan genç adamın gizemli yanını çözmekte zorlanacağını düşünürken sanki bugün gardını indirmişçesine davranışlarındaki rahatlık onu yakında çözebileceği düşüncesine kapılmasına sebep olmuştu.
“Benim de size sorularım var ama hakkımı Adli Tabiplikten ayrıldıktan sonra kullanacağım,” dedi onun sorularını yanıtladıktan sonra. Yılmaz küçük bir kahkaha atıp, “ O anın yakında geleceğini biliyordum. Sorularını zevkle yanıtlarım,” dedi.
“Anlaştık o zaman,” diye gülümsedi.
Ali, “Bakıyorum da hiç Ali sen ne durumdasın, keyfin nasıl diye soran yok. Sohbetimize seni de dâhil edelim diyen de yok,” diye arkasını dönüp onlara sitem edince, “ Seni artık tanıdığım için soracak soru bulamıyorum,” diye üzerine gidip iyice damarına bastı.
“Yani hakkımda bilmediğin şey yok diye artık beni görmezden gelebilirsin mi demek oluyor bu?”
“Senin nasıl anladığına bağlı Ali. Şu anda bu şekilde atarlanman bile çok saçma. Seni tanımasam Yılmaz Bey’i kıskandığını düşüneceğim,” diye güldü. Ali ona kıpkırmızı bir yüzle bakıp, “Kim, ben mi kıskanacağım? Hayal dünyan baya genişmiş senin,” dedikten sonra kafasını yanlara sallayıp, cık cık yaptıktan sonra önüne döndü ve Adli Tabipliğe gelinceye kadar bir daha hiç konuşmadı. Onun bu tepkisine kendisi gibi Yılmaz’ın da bıyık altından güldüğünü görünce, genç adamın göründüğü kadar soğuk biri olmadığına hükmetti.
Adli Tabipliğe geldiklerinde görevli personel, Şule ile Yılmaz’ı cesedin bulunduğu odaya götürdü. Ali ise maktulün babasının yanına gitti. Oğlunun cesedi Adli Tabipliğe getirilecek olunca adamın da görevli bir polis memuru nezaretinde buraya gelmesine izin vermişlerdi.
Maktulün yattığı sedyeye yaklaşan Yılmaz, cesedin üzerindeki beyaz örtüyü aşağı doğru çekip önce adamın yüzüne, sonra da Şule’ye baktı.
“Bakalım şimdi bize ölümüyle ilgili neler anlatacak?” dedi gergin bir sesle. Onun gerildiğini görünce, “Ne zaman morga gelsek hep gergin oluyorsun? İyi misin?” diye endişeyle sordu Şule.
Yılmaz yavaşça başını sallayarak, “İyiyim. Kolay değil yapmaya çalıştığım şey,” dedi.
“Bu yaptığın sana acı veriyor mu?”
“Bedenen değil ama zihnen çok yoruyor beni.”
“Gergin olmanı şimdi daha iyi anlıyorum sanırım.”
Yılmaz derince bir nefes aldıktan sonra, “Başlayalım o halde,” dedi ve adamın ellerini avuçları arasına aldı. Şule gözünü dahi kırpmadan Yılmaz’ı izliyordu. Genç adam bir süre hiç tepki vermeden gözleri kapalı bir şekilde ayakta dikildi. Sonra gözlerini iyice sıktı ve bu sefer başıyla birlikte bedeni de titremeye başladı. Daha önce görü alırkenki halinden daha şiddetli tepki gösteriyordu bu sefer. Bir an onun için endişelendi ve neredeyse kolundan tutup bu trans halinden çıkmasına sebep olacaktı ki, Yılmaz’ın bir anda yere yıkıldığını gördü. Hemen yanına eğilip omzuna dokundu. Onun kesik kesik ve zorlukla nefes aldığını görünce, “İyi misin? Ne oldu böyle?” diye sordu endişeyle. O esnada Yılmaz’ın kanayan burnunu da görünce iyice endişelendi genç adam için.
“Yılmaz Bey iyi görünmüyorsun. Ben hemen doktoru çağırıp geleceğim,” dedi.
Yılmaz halsiz bir şekilde uzanıp onu kolundan tuttu. “Çağırmana gerek yok, iyiyim. Şimdi toparlarım kendimi,” dedi. Sonra yavaşça ayağa kalktı. Şule o ayağa kalkarken kolundan tutarak destek oldu. Sonra da onu odada bulunan sandalyeye oturttu. Çantasından çıkardığı bir kağıt mendili de Yılmaz’a uzattı.
“Burnun kanıyor,” diye eliyle burnunu işaret etti.
Genç adam onun elinden aldığı mendil ile kanayan burnuna tampon yaparken Şule de endişeyle onu izliyordu. Bu yaptığı işin onu zihnen yorduğuna şu anda kendi gözleriyle de şahit olmuştu. Bu durum genç adamın sağlığını da tehlikeye atıyor olmalıydı.
“Şu an gerçekten endişeliyim senin için. O trans anında ne oldu öyle Yılmaz Bey?” diye sordu.
“Artık şu bey hitabından vazgeçip ismimle seslenirsen belki neler gördüğümü anlatırım,” diye hafifçe gülümsedi Yılmaz.
Onun şakayla karışık ciddi ifadesini görünce kendine geldiğine sevindi ve o da gülümseyerek cevap verdi.
“Peki Yılmaz. Şimdi anlat bakalım az önce neler oldu?” diye sordu.
“Bu adam kendi iradesiyle intihar etmemiş. Ali’nin dediği gibi vicdan muhasebesi yapmış intihar etmeden önce ama biri buna zorlamış.”
“Nasıl yani? Cinayet mi?” diye sordu şaşırarak.
Yılmaz yavaşça başını salladı.
“Kim olduğunu gördün mü? Neler oldu orada?”
“Adam içkiliydi. Meyhaneye gidip içmiş köprüden atlamadan önce. Evine geldiğinde kapısının önünde bekliyordu onu zorlayan kişi. ’Sen katilsin, yaşamaya hakkın yok senin. Necla’ya ne yaşattıysan aynısını sende yaşayacaksın? Hiç mi düşünmedin o kadının geride bırakacağı çocukları?’ diye bağırdı. Maktul de ağlayarak, ’Öldürmek istememiştim. O çocukların yüzüne ben nasıl bakacağım,’ diye hıçkırmaya başladı. Diğeri de, ’Bakamazsın. Buna yüzün yok. Senin yaşamaya hakkın bile yok,’ dedikten sonra belinden silah çıkarıp tehditle köprüye kadar götürdü.”
“Ama köprü çok yüksek değildi. Ölmeyebilirdi.”
“Öyle ama sarhoş olduğu için yukardan kafasının üzerine düştü. Muhtemelen beyin kanaması sebep oldu ölümüne. Otopsi raporunda belli olur ölüm nedeni.”
“Katil kim, yüzünü görebildin mi?”
Yılmaz solgun bir yüzle başını olumsuz anlamda yanlara salladı.
“Yüzü görünmüyordu. Siyah kıyafeti vardı ve kapüşonlu bir yağmurluk giymişti.”
“Peki neden seni bu kadar etkiledi?”
“Benim onu izlediğimi fark etti ve yüzünü özellikle göstermedi. Hatta çık git buradan diye bağırdı bana.”
“Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?” diye şaşırarak baktı Şule.
“İnan bilmiyorum. İlk defa başıma geliyor. Beni nasıl fark etti anlamış değilim,” dedi Yılmaz yorgun bir ifadeyle.
O sırada Ali yanlarına geldi. Yılmaz’ı görünce, “Ne oldu burnuna?” diye sordu.
“Trans esnasında kanadı.”
“Geçmiş olsun. Umarım önemli bir şey yoktur,” Ali’nin de endişelendiğini fark edince Şule, “İstersen bir doktora görün. Çok sıra dışı bir olay yaşadın. Eminim şok etkisi yaratmıştır üzerinde;” dedi.
“İyiyim şimdi. Baya toparladım kendimi. İsterseniz Emniyete dönebiliriz artık.”
“Ben de bu yüzden yanınıza gelmiştim. Yılmaz’ı o halde görünce söyleyemedim hemen. Bir cinayet ihbarı var. Buradan, önce olay yerine gideceğiz sonra Emniyete geçeriz. Filiz Komiser arayıp haber verdi.” dedi.
Olay yerine intikal ettiklerinde evinin kapısının önünde eski kocası tarafından bıçaklanarak öldürülmüş genç bir kadının cesediyle karşılaştılar. Olay yerindeki meraklı kalabalık arasında kadının komşusu olduğunu söyleyen bir genç kız, Şule’ye yaklaşıp, “Abla, Sultan Ablayı öldüren kişiyi gördüm,” deyince öğrenmişlerdi katilin kim olduğunu. Kızın ifadesine göre, Sultan, şiddetli geçimsizlik nedeniyle ayrıldığı eşinin sık sık tacizine uğruyordu. Adam her fırsatta kapısına dayanıp barışmak istediğini söylüyor, Sultan kabul etmeyince de küfürler savurup, genç kadını tehdit ettikten sonra çekip gidiyordu. Bütün bunlar kapının önünde yaşandığı için de çevreden duyuluyordu. Bugün de aynı şey yaşanmış, adam karısının kapısına gelip yeniden birlikte olmalarını istemişti. Sultan, “Seninle evli kalmak isteseydim, ayrılmazdım,” diyerek onu terslemiş o da saçından tuttuğu gibi sürükleyerek kadını sokağa çıkarmış ve herkesin gözü önünde tekmeleyip tokatlamıştı.
“Senin gibi bir caniyle niye yeniden evleneyim?” diye bağıran Sultan, kocasının elinden kurtulup kaçmaya çalışırken adam onu yakaladığı gibi belinden çıkardığı bıçakla defalarca bıçaklamış sonra da olay yerinden kaçarak uzaklaşmıştı.
Komşuların verdiği bilgiler doğrultusunda adamın kimliği hızlı bir şekilde tespit edilmiş ve kaçabileceği adreslere ekip gönderilmişti. Talihsiz kadının cesedi de en yakındaki devlet hastanesinin morguna götürülmüştü. Emniyete gitmeden önce yine Filiz Komiser’in isteği ile onlar da maktul ile birlikte hastaneye gitmişlerdi.
“Bunu yapmak istediğinden emin misin? Bugünkü olanlardan sonra bence bir süre bu işe hiç kalkışma,” dedi Şule Yılmaz’a endişeyle bakarak.
“Şu adama bir bakalım. Nasıl bir pislik yaptı bunu merak ediyorum.”
“Filiz Komiser de merak ediyor. Tamam yap o zaman,” dedi Şule mecburen onay vererek.
Şule, Yılmaz’ın yine cesede yaklaşıp genç kadının elini tutmasıyla kısa sürede transa girip başını hafifçe sallayıp gözlerini sıktığını görünce normal bir görü aldığını düşünüp rahatladı. Nitekim kısa sürede gözlerini açan Yılmaz, “Karaktersizin tekiymiş kocası. İşsiz güçsüz, belalı bir adammış. Evlendikleri ilk günden beri kadına şiddet uyguluyordu. Yazık oldu. Genç bir kadının hayatı böyle şerefsiz bir insan yüzünden heba oldu,” dedi Yılmaz. Hem sinirli, hem üzgün bir şekilde konuşmuştu.
“Hadi emniyete gidelim sen de dinlen biraz,” dedi Şule.
Emniyete geldiklerinde olan biten her şeyi Filiz Komisere anlattılar. O da Yılmaz için endişelendi ve eve gidip biraz dinlenmesini istedi.
Şule, ertesi sabah Emniyete geldiğinde binanın giriş kapısında Ali ile karşılaştı. O da işe yeni geliyordu.
“Günaydın Şule,” dedi onu görür görmez tebessümle.
“Günaydın Ali, nasılsın?”
“Halimi hatırımı sorarak beni şaşırttığın için, oldukça iyiyim,” diye güldü genç adam.
“Onu nezaketen sormuştum ama bu şekilde üstüne alınman da hoş oldu doğrusu. Keyfin pek yerinde,” diye güldü.
“Keyfimi anında bozmakta ve yerine getirmekte senin kadar beceriklisi bugüne kadar hiç çıkmadı karşıma.”
“Bak bu sözlerinle gururumu okşadın,” diye güldü Şule onunla birinci kattaki servise merdivenlerden birlikte çıkarken.
Şule’nin odasına geldiklerinde de kapıyı açıp Şule’nin geçmesi için yol verdi.
“Teşekkür ederim Ali. Sen de bugün pek kibarsın,” diye gülümsedi.
“Aslında ben her zaman böyleyim de nedense senin gözün bunları görmüyor,” diye sitem edince, “Ali bak yine başladın bana sataşmaya,” diye güldü.
“Tamam, sen keyfine bak şimdi ben Filiz Hanım’ın yanına gidiyorum,” dedi ve oradan ayrıldı. Şule kafasını hafifçe yana devirip gülümseyerek baktı arkasından. Ali, biraz alıngan olması dışında karşısındakine güven veren, iyi bir insandı. Onunla atışmak hoşuna gidiyordu. En azından bu şekilde davranarak iş gerilimini biraz da olsa üzerlerinden atıyorlardı. Birbirlerine atarlanmaları bile aslında eğlenceli oluyordu. Ali de bunun farkında olduğu için bu şekilde takılmaktan zevk alıyordu ikisi de. O sırada kapısı çaldığında tam masasına geçmiş, koltuğuna oturmak üzereydi. Kapı açıldığında Yılmaz girdi içeri.
“Günaydın,” dedi girer girmez gülümseyerek.
“Sana da günaydın. Yorgun görünüyorsun?” diye endişelenerek baktı adamın solgun yüzüne.
“Gece çok iyi uyuyamadım sanırım ondan. Bir kahve içersem kendime gelirim.”
“Hadi gel o zaman hemen söylüyorum kahve. Sade mi içersin sütlü mü?”
“Sade olsun.”
Tam elini telefona atmış odaya kahve söyleyecekti ki telefonu çaldı.
“Efendim komiserim.”
“Bir cinayet ihbarı aldık şimdi. Yılmaz’ı da ara istersen o da emniyete gelsin.”
“Yılmaz burada benim yanımda. Geliyoruz şimdi yanınıza.”
Telefonu kapattıktan sonra Yılmaz’a baktı.
“Filiz Hanım’dı arayan. Bir cinayet ihbarı olmuş. Sanırım olay yerine bizim de gitmemizi isteyecek.”
“Olay yerine değil de direk morga gitsek daha uygun olur sanki,” diye güldü genç adam.
“Haklısın. İkimiz de saha adamı değiliz sonuçta.”
“Hadi gidelim komiserin yanına,” dedikten sonra kapıya doğru yürüyen Yılmaz’a,
“Sana kahve de içiremedim,” dedi üzüntüyle.
“Önemli değil. Görevden döndükten sonra içeriz birlikte.”
“Tamam, sana bir kahve sözüm olsun,” diye gülümsedi.
“Merak etme bunu sana unutturmam.”
Filiz Hanım’ın odasına gittiklerinde onu Ali ile konuşurken buldular.
“Bu dava gerçekten karma karışık bir hal aldı. İşler iyice sarpa sardı,” diye söyleniyordu Ali’ye.
“Hep diyorum size. Nerde ilginç olay var gelip bizi buluyor diye.”
“Haklısın Ali,” diye gülümsedi bu sefer Filiz Hanım. Onların kapıdan girdiğini görünce de, “Tahmin edin bakalım ne oldu?” diye sordu.
“Yoksa dün öldürülen kadının kocası da mı öldü?” diye şakayla takıldı Şule.
“Evet, az önce maktulün kimliği bildirildi. İki günde iki cinayet,” diye araya Ali girdi.
“İki değil dört cinayet,” diye Yılmaz düzeltti.
“Haklısın. Öldürenler de öldüğü için dört oluyor tabi,” dedi Ali. Konuşurken başını da sallayıp Yılmaz’ı onayladı.
“Adam nasıl öldürülmüş?” diye sordu Şule.
“Bıçaklanmış. Şimdi bir ekip gitti olay yerine. Siz üçünüz yine hastaneye gidip bu adamı kim öldürmüş bir öğrenmeye çalışın,” dedi bakışlarını Yılmaz’a çevirip.
“Çok ilginç,” dedi Ali eliyle çenesini sıvazlayarak.
“İlginç olan ne?” diye sordu Şule.
“Kurbanlarını nasıl öldürdülerse katilin de aynı şekilde ölmesi. İlk katilimiz Ahmet, kuzeni Necla’yı balkondan attı. Kendisi de köprüden atladı. Dün de adam karısını bıçaklayarak öldürdü sonra kendisi de bıçaklandı.”
“Evet bu yüzden ilginç bir hal aldı diyorum ya bende,” dedi Filiz Ali’ye.
“Neyse bakalım nasıl olsa Yılmaz sayesinde katili öğreneceğiz. Hadi hemen gidelim,” diyen Ali aceleyle kapıya doğru hamle yaptı. Şule ile Yılmaz da onu takip etti.
Hastaneye geldiklerinde oyalanmadan hemen morga indiler. Yılmaz adamın elini tutup gözünü kapattığında Ali ile birlikte dikkatle onu izliyorlardı. Bir anda yine vücudu şiddetle titremeye başladı. Yılmaz için yine endişelendi ve onu kolundan tutup sarsarak transtan çıkarmak istedi fakat Ali buna izin vermedi.
“Yapma, belki de çok önemli bir ayrıntıyı görüyordur şimdi,” dedi.
“Bak burnundan kan gelmeye başladı yine. Bu trans hali onu öldürebilir,” diye kolunu tutan Ali’den kurtulup Yılmaz’a doğru hamle yaptığında genç adam yine geçen seferki gibi yere yıkıldı. Bu sefer bilinci yerinde değildi.
“Çabuk bir doktor çağır!” diye Ali’ye bağırdı.
Sırtındaki hırkasını da çıkarıp katladı ve Yılmaz’ın başını hafifçe tutup kaldırdı ve altına koydu. Sonra da çantasından çıkardığı bir mendil ile yine kanayan burnunu silmeye çalışıyordu ki Yılmaz’ın gözleri açıldı ve şaşkınlıkla ona bakarak, “Ne oldu?” diye sordu.
“Transtayken yine kriz gibi bir şey geçirdin aynı geçen gündü gibi. Fakat bu sefer bilincini de kaybettin.”
“Yine aynı adamı gördüm,” dedi Yılmaz yattığı yerden doğrulmaya çalışırken.
“Hayır kalkma. Ali doktor çağırmaya gitti. Bayılman normal değil. Bir kontrol etsin seni.”
“Kendimi yorgun hissediyorum ama bilincim şu an tamamen açık.”
“Olsun yine de kımıldamadan yat. Doktor seni bir görsün.”
Doktor muayene odasından çıktığında Ali ile Şule’nin yanına yaklaştı.
“Arkadaşınızın genel durumu gayet iyi. Fakat yine de bir kan tahlili yapılsın ve bir de MR çekilsin. Siz randevu alın. İhmal etmeyin,” dedikten sonra yapılacak tetkiklerin yazılı olduğu kağıdı Ali’ye verdi.
Yılmaz yanlarına geldiğinde üçü birlikte hastanenin kafeteryasına gittiler.
“Bayıldığın için kahve yerine meyve suyu alacağım sana,” dedi Şule.
“Kahveyi unutturamazsın ama,” diye genç adam gülümseyince, “Merak etme unutmam,” dedi. Bu sırada Ali, “Ne kahvesi? Neyi unutmuyorsunuz?” diye sordu ikisine de şaşkınca bakarak.
“Sabah kahve ısmarlayacaktı Şule bana. Filiz Hanım yanına çağırınca fırsat olmadı. O konuda takılıyorduk birbirimize,” diye kısaca açıklama yaptı Yılmaz.
“Hmmm demek Şule kahve ısmarlayacak. Hiç bana öyle jestler yapmıyor,” dedikten sonra Şule’ye bakıp suratını asmıştı.
“Sana da kahve sözüm olsun. Hadi alınma artık.”
“Artık bana da sözün var. Ben de unutturmam.”
Şule üçüne de meyve suyu alıp geldikten sonra, “Hadi anlat ne oldu bugün orada?” diye sordu Yılmaz’a.
“Yine aynı kişiyi gördüm. Siyah pantolon ve siyah kapüşonlu yağmurluk giyen adamı yani. Bizim katili takip ediyordu. Onu sıkıştırdığı yerde art arda bıçağı birkaç kez saplayarak öldürdü. Bu sefer yüzünü görmek için baya uğraştım. Fakat yine göstermedi ve ’Çık dışarı. Takip etme artık beni,’ diye bağırdı. Bu nasıl mümkün oluyor bilmiyorum ama onu izlediğimin tamamen farkında.”
“Beyaz Gül Katili gibi yeni bir seri katilimiz daha var sanırım,” dedi Şule düşünceli bir halde.
“Nurtopu gibi bir seri katilimiz daha oldu yani,” dedi Ali de canı sıkkın bir halde.
“Beyaz Gül Katili hakkında ne biliyorsunuz?” diye sordu Yılmaz ikisine.
“Genç kadınları öldürüyor ve öldürdüğü kadınları sırt üstü yere yatırıp ellerini göğüslerinde birleştiriyor ve ellerinin arasına bir beyaz gül bırakıyor,” dedi Ali.
“Ali daha fazla detay vermek bize düşmez,” diye uyardı Şule onu.
Ali eliyle hemen ağzını fermuar kapatır gibi kapattı.
“Valla bir an dalgınlığıma geldi.”
“Artık birlikte çalışıyoruz bana söylemenizde ne gibi bir sakınca olabilir ki? Ben asıl o dava için yardıma gelmiştim size. Bu iki dava hiç hesapta yoktu.”
“Öyle ama yine de detay kısmını Filiz Hanım versin. Biz fazla karışmayalım,” dedi Şule.
“Haklısın sizi zor durumda bırakmak istemem. Yarın artık o dosyalara bakmak istiyorum. Nasıl olsa bu iki dava da çözüldü sayılır.”
***
Buz gibi keskin soğuk yüzüne çarpıyor, rüzgârın uğultusu gecenin sessizliğini bozuyordu. Kulağına fısıldayan rüzgâra aldırış etmeden her iki tarafı ağaçlarla çevrili patika yolda hızlı adımlarla yürüyor ve içine işleyen soğuya rağmen kapüşonlu adamı takip ediyordu. Arada adam arkasına bakıp vahşi kahkahasını atıyor ve sonra yine yürümeye devam ediyordu.
Bu sefer onu yakalayacak ve mutlaka yüzünü görecekti. Adımlarını biraz daha hızlandırarak ona yaklaşmaya çalıştı. Tam ona dokunacaktı ki büyük bir gürültü rüzgârın sesine karışıp kulaklarında yankılanmaya başladı.
Adamın “Beni yakalayamazsın! Beni yakalayamazsın!” diye attığı vahşi kahkaha kulak zarına basınç yapıyor, ayakta durmasını zorlaştırıyordu. Elleri ile kulaklarını kapatıp yere çöktü.
“Sus! Sus Artık!” diye bağırdı.
“Beni yakalayamazsın! Beni yakalayamazsın!”
O anda gözlerini açtı. Yine sonuçsuz bir rüya gördüğünü anlaması uzun sürmedi. Artık bu rüyalar günlük hayatının rutini haline gelmişti. Her gün birbirine benzer bir rüya ve aynı sonuç. Kapkara bir hiçlik… Buna bir son vermeli ve mutlaka bu adamın yüzünü görmeliydi.
Yerinden doğrulup yatağından kalktı ve üzerine sokak kıyafetlerini giyinip salona geçti. Masanın üzerindeki cam vazodan bir tane beyaz gül alıp evden ayrıldı.
Mezarlık sabah saatlerinin serinliğini üzerinde taşır gibi soğuk ve kasvetli, gökyüzü ise bu duruma eşlik edercesine asık suratlıydı. Yan yana dizilmiş mezarlar ise yalnızlığın ve kimsesizliğin dışavurumu gibi hüzünlüydü.
Ortamın kasvetli havasına aldırış etmeden yavaş adımlarla yürüyerek beyaz mermer bir mezarın önünde durdu. Bir süre sessizce ayakta dikildikten sonra elindeki beyaz gülü mermerin üzerine bıraktı.
“Bana biraz daha zaman ver. Az kaldı, çok az kaldı,” diye mırıldandı.
3. Bölüm
Filiz akşam eve geldiğinde oldukça yorgundu. Son günlerde yaşanan cinayetler, sonrasında gelişen olaylar ve Yılmaz’ın sıra dışı yeteneği herkesi şaşırtmakla birlikte hiç alışık olmadıkları şekilde kolayca sonuca ulaşmalarına da sebep oluyordu. Özellikle Necla Poyraz’ın katili olan Ahmet’i, Yılmaz sayesinde çabucak bulmuşlardı. Ahmet’in intiharının aslında bir cinayet olduğunu da yine Yılmaz sayesinde öğrenmişlerdi. Yılmaz’ın görülerinin kanıt olarak bir geçerliliği olmadığı için olay kayıtlara intihar olarak geçse de onlar bunun cinayet olduğunu biliyorlardı. Eski karısını öldüren adam da aynı şekilde cinayete kurban gitmişti. Gerçi bunun cinayet olduğu baştan belliydi ama katile dair en ufak bir ipucu dahi bulamamışlardı. Cinayet silahı yoktu ortalarda. Cinayetin gerçekleştiği yerde hiç kamera olmayışı da ellerini kollarını bağlıyordu. Katilin kim olduğu ve o insanları niçin öldürdüğü esrarını korurken, Yılmaz’ın görülerinde katil hakkında hiçbir bilgi alamaması da ilginçti. Daha tuhafı ise katilin trans halinde olan Yılmaz’ı fark etmiş olmasıydı. Katilin cinayeti işlerken biri tarafından izlendiğini nasıl anladığı ise büyük bir muammaydı.
Akşam yemeğinden sonra salonda kahvelerini içerken eşi Berkay’a anlattı bugün olanları. Eşinin psikiyatri doktoru olması ve gerek duydukları zamanlarda Emniyete danışman olarak hizmet vermesi bu konuları onunla rahat konuşmasını sağlıyordu.
“Sen nasıl bakıyorsun bu olaya? Sence Yılmaz’ın yaşadıkları mümkün mü?” diye sordu.
“Sana daha önce Yılmaz hakkındaki düşüncelerimden bahsetmiştim. Tıp dilinde biz bu duruma paranormal algılar diyoruz. Yani Yılmaz’ın nesnelerden ya da dokunduğu kişilerden aldığı enerji ile bir şeyler görmesi sık rastlanmasa da normal bir durum. Fakat görülerinde fark edilmesi ise gerçekten çok sıra dışı bir olay. Bu durumun gizemini henüz çözemedim. Yılmaz ile yarın tanışmayı ve onunla biraz bu yeteneği hakkında konuşmayı düşünüyordum.”
“Yılmaz’dan hastaneye mi gelmesini isteyeceksin?”
“Tetkikleri yaptırmak için yarın gelmeyecek mi zaten? Geldiklerinde Şule’ye söylersin bir yarım saat de benim yanıma uğrarlar müsait olurlarsa tabi.”
“Söylerim Şule’ye. Yılmaz da gelmek isterse şayet uğrarlar.”
Yılmaz Emniyete ilk geldiğinde ona karşı temkinliydi. Genç kızları hedef alan seri katilin yakalanmasına yardımcı olmak için geldiğini söylemişti. Henüz seri katil ile ilgili dosyaları birlikte incelememişlerdi ama onun bu katile olan ilgisini de merak etmiyor değildi. Her fırsatta konuyu seri katile getirmesi ve o dosyalara bakmak istemesi biraz kafasını karıştırmış, bu yüzden Şule’nin ona yakın olmasını istemişti. Şule’nin psikolog olması yanı sıra, dikkatli ve zeki olması da etkili olmuştu bu kararı vermesinde. Şu ana kadar da bundan memnundu. İki gün gibi kısa sürede Yılmaz’ın Emniyete uyum sağlamasına ve daha rahat bir şekilde kendisini ifade etmesine yardımcı olmuştu. Yılmaz’dan başlarda biraz şüphelense de onlara yardımcı olmak istediği konusunda bir endişesi yoktu. Genç adam görü alırken rahatsızlanmasına rağmen görevini yerine getirme konusunda ısrarcı oluyor ve elinden geleni yapıyordu. Onun rahatsızlanmasına da oldukça üzülmüştü. Tetkik sonuçlarının temiz çıkmasını temenni etmekten başka da elinden bir şey gelmiyordu.
Ertesi sabah Emniyete geldiğinde işe gelmeden Yılmaz ile birlikte hastaneye gideceği için Şule’yi telefonla arayarak eşi Berkay’ın isteğini iletip onu da durumdan haberdar etti.
Necla Duman cinayetinde kadından alınan DNA örneği, Ahmet ile eşleşince dava kapanmıştı. Ahmet’in öldürüldüğüne dair Yılmaz’ın görüleri dışında her hangi bir kanıt olmaması yüzünden o dava da intihar olarak kayıtlara geçmiş ve kapanmıştı. Kocası tarafından öldürülen kadının davası kocası da öldüğü için kapanmış fakat kocasını öldüren kişiye ait hiçbir delil olmaması yüzünden bu son dava gizemini korumaya devam ettiğinden açık kalmıştı. Yılmaz, katile dair görülerinde bir ipucu yakalayamazsa çözümü oldukça zor bir durum ile karşı karşıya kalacaklardı. Çünkü cinayet silahı bulunamadığı gibi, cinayet çok izbe bir yerde işlendiği için hiçbir kamera görüntüsü de bulunmamaktaydı. Olaya şahit olan ve gören kimse de yoktu. Cesedin üzerinde de katile ait olabileceğini düşündüren hiçbir kalıntıya ve ize rastlanmamıştı. Son derece profesyonel bir şekilde işlenmiş bir cinayetti. Bu cinayetin çözümünde onlara yardımcı olabilecek tek kişi ise Yılmaz’dı.
“Komiserim dalmışsınız, neler düşünüyorsunuz?”
Ali’nin seslenmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
“Şu seri katil davasına ait dosyaları inceleyelim bugün. Yılmaz hastaneden geldiğinde belki maktullere ait eşyalardan işimize yarar bir şeyler görebilir.
Şule sabah Yılmaz ile hastanede buluşmaya giderken Filiz Hanım’ın arayıp haber vermesi üzerine bütün tetkikler bittikten sonra Yılmaz ile birlikte Filiz Komiserin eşi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’nda Doçent olan Dr. Berkay Karaca’nın yanına gittiler. Berkay Karaca onları oldukça sıcak bir şekilde karşılamıştı.
“Şule hoş geldin,” dedikten sonra dostça bir gülümsemeyle elini sıkmıştı. Sonra bakışlarını Yılmaz’a çevirip, “Yılmaz Bey hoş geldiniz. Sizinle tanışmayı çok istiyordum. İsteğimi kırmayıp uğradığınız için teşekkür ederim,” dedikten sonra onunla da sıcak bir gülümsemeyle tokalaşmıştı.
Sonra üçü de masanın önündeki koltuklara karşılıklı oturdular. Berkay Karaca kendi koltuğuna değil, Yılmaz’ın tam karşısındaki koltuğa oturmuştu.
“Şule, Filiz Komiserin eşi olduğunuzu söyledi. Bu vesileyle tanıştığımıza memnun oldum.”
“Evet, ben de memnun oldum. Geldiğiniz günden beri bir hayli dikkat ve ilgilerini çekmiş durumdasınız. Eşimin bazı davalarında danışmanlık yaptığım için sizden de bahsetti haliyle.”
“Benim durumumla ilgili bir takım bilgi ve düşüncelere sahipsinizdir. Bu nedenle soruyorum, bu son görülerimde katili görememe nedenim ne olabilir? Daha da önemlisi beni nasıl fark edebiliyor?”
“Bu gerçekten çok ilginç bir durum ve benim de aklımı kurcalıyor. Daha önce görü alırken hiç rahatsızlanmış mıydınız? Yoksa bu ilk mi?”
“İlk defa böyle bir şey oldu. Zaten çok fazla görü almamı gerektirecek bir durum yaşamıyorum. Tanıştığım insanların hayatlarına da bakmıyorum. Çok ender yaşadığım bir olay bu görü olayı.”
“Nasıl ortaya çıktı bu durum? Ne zaman farkına vardınız?”
“Sanırım ortaokul birinci sınıftayken oldu ilk defa. Okuldan bir arkadaşımın kitabı çalınmıştı. Sınıfta aynı sırada yan yana otururduk. Elim sıranın üstündeydi. Bir anda gözlerimin önünden şekiller geçmeye başladı. Önce ne olduğunu anlamadım. Sonra sınıftan başka bir arkadaşın elindeki kitabı gördüm. Masanın üzerinden alıyordu. O güne kadar hiç böyle bir görü alma durumum olmadığı için korkmuştum. Gördüklerimin ne olduğuna o an için anlam veremedim. Bu yüzden de kimseye anlatmadım. Ertesi günü kitabı alan arkadaşımla şakalaşıyor, birbirlerimizin ellerine vurmaya çalışıyorduk. Onun eline dokununca aynı görüyü tekrar aldım. Ve oradan uzaklaşıp sınıfa gittim ve çantasını açtığımda sıra arkadaşımdan aldığı kitabı buldum. O zaman biraz durumu anlar gibi oldum ama böyle bir şey yaşamak inanılmaz korkutmuştu beni. Arkadaşımın çaldığını açık etmeden kitabı getirip diğer arkadaşıma vermiş ve onu yerde bulduğumu söylemiştim. Çalan arkadaşım ise kıpkırmızı kesilmişti. Onu ele vermeyişimin de farkındaydı.” Burada susunca lafı Berkay Karaca aldı.
“Peki daha sonra nasıl başa çıkabildin? Bir destek aldın mı?”
“Evet, aldım. Diğer türlü bu durumla başa çıkmam mümkün değildi. O gün olan biten her şeyi babama anlattım. O da çok şaşırdı. Hatta elini uzatıp bak bakalım bir şey görecek misin, dedi. Onun elini tuttuğumda annemi görmüştüm. Ben henüz beş yaşındayken geçirdiği trafik kazası sonucu ölen annemi. Hatta arabada ben de vardım o görüde. Oysaki o kazayı hiç hatırlamıyordum. Babamın yaralı haldeki annemi kucaklayıp arabadan çıkardığını, sonra benim yanıma gelip beni kucakladığını gördüm. Yüzüm kanlar içindeydi. Bunları söylediğimde babam neredeyse şok geçirecekti. Her ne kadar inanmakta zorlansa da anlattıklarım onu dehşete düşürmüştü. Ertesi günü beni hastaneye götürdü ve birkaç yıl psikiyatri gözetiminde tedavi gördüm ve bu yeteneğimi kabullenip onunla yaşamayı öğrendim.”
“Senin için o süreç oldukça zor olmuştur.”
“Kesinlikle öyleydi. Aslında şimdi bile kolay olduğunu söyleyemem. Bu yeteneğimi günlük hayatımda kullanmamaya özen gösteriyorum. Çünkü insanların özeline müdahale etmek gibi geliyor bana. Birkaç arkadaşımın isteği üzerine ellerine dokundum ve onlarla ilgili çok acı verici şeyler öğrendim. Birisinin evde şiddet gördüğünü, babasının sürekli onu dövdüğünü gördüm. İçim çok acımıştı ona. Diğer bir arkadaşımın da annesini gözleri önünde kaybettiği günü gördüm. Babası annesini bıçaklamıştı. Arkadaşım o gün hem annesiz hem de annesini öldüren babası hapse girdiği için babasız da kalmıştı. Anneannesinin büyüttüğü arkadaşımın her gece yatağında ağladığını öğrenmek yüreğimi bin parçaya bölmüştü. Bu yüzden gündelik hayatımda bu yeteneğim yok gibi davranıyorum.”
“Bu seri katili yakalamak için yeteneğini ortaya çıkarmana sebep olan şey neydi?”
“Bu soruya şimdilik cevap vermek istemiyorum. Kendimce nedenlerimin olduğunu söyleyebilirim sadece.”
“Bu cevap bana özel bazı nedenlerden dolayı katili bulmak istediğini düşündürtüyor.”
“Bu aşamada istediğinizi düşünebilirsiniz. Katil yakalandıktan sonra nedenini söyleyebilirim ancak.”
“Peki madem bu konuda konuşmak istemiyorsun konuşmayalım. Bu durumda yeteneğinle ilgili başka bir soru sorayım. Daha önce görü alırken hiç rahatsızlanmadığını söylemiştin. Buna rahatsızlık demeyelim de hiç zihin karışıklığı yaşadın mı diye sorayım.”
“Bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum. Aslında evet zihin karışıklığı ya da bulanıklık daha uygun olur, yaşadığım oluyor. Bir an sendeliyor ve nerede olduğumu neye baktığımı unutabiliyorum. Bazen de gece yatağıma yattıktan sonra sabah oraya nasıl geldiğimi bilmeden başka bir yerde uyanıyorum. Uyurgezer olduğumu da düşündüm hep. Acaba buna da zihnimi talan eden görüntüler mi sebep oluyor? Çok hızlı geçişler yaşıyorum çünkü bir anda.”
“Uyurgezerliği bu görülere bağlamak çok mantıklı gelmese de bir ihtimal dahilinde düşünmek lazım. Eğer istersen uygun bir zamanda hipnoz tedavisi ile zihninde gizli kalan ne varsa ortaya çıkarabiliriz. Mesela yüzünü göremediğiniz Ahmet’in katili ya da karısını öldüren adamın katilinin kim olduğunu öğrenebiliriz.”
“Görmediğim bir şeyi nasıl öğreneceksiniz?”
“İnsan beyni inanılmaz sırlarla doludur. Biz sadece onun bilmemizi istediği kadarını bilebiliriz. Fakat o sırların bazılarına ulaşmak mümkün olabiliyor. Gördüğünüz fakat zihninizce algılanmayan bazı vizyonlar bilinçaltınıza nüfus etmiş olabilir. Onu hipnoz vasıtasıyla ortaya çıkarabiliriz.”
“Bu teklifinizi şimdilik reddetmek durumundayım. Öncelikle katili kendim bulmak istiyorum. Fakat bütün çabama rağmen bunda başarılı olamazsam mutlaka sizden yardım isterim.”
“Anlaştık o zaman,” dedi Berkay dostane bir gülümsemeyle.
Şule, Yılmaz ile birlikte emniyete dönerken bu sefer onu düne göre daha gergin gördü. Bunda yapılan tetkikler ya da Filiz Komiser’in eşi Berkay Karaca ile görüşmesinin etkisi olabilirdi. Onun bu sıkıntılı ruh halini biraz dağıtmayı umarak, “Canını sıkma. Tetkiklerden önemli bir şey çıkacağını sanmıyorum. Yani umarım öyle olur,” dedi. Yılmaz yarım ağızla tebessüm etti onun bu sözlerine.
“Şurada üç gündür arkadaşız ama sanki birbirimizi yıllardır tanıyor gibi davranıyoruz,” dedi.
“Belki üç gündür arkadaşız ama bu kadar kısa sürede de kimsenin olamayacağı kadar yakınlaştık birbirimize.”
“Bak bunda haklısın. Senin yanında kendimi daha iyi hissediyorum,” diye gülümsedi Yılmaz.
“Buna sevindim,” dedi gülümsemesine eşlik ederek.
“Dalgınlığım tetkik sonuçlarıyla ilgili değildi. Berkay Bey’in söylediklerini düşünüyordum. Eğer katili görme ihtimalimiz varsa hipnozu ciddi anlamda düşünebilirim.”
“Önce kendin bulmak istemiştin,” diye daha önceki sözlerine vurgu yaptı. Kararını neyin değiştirdiğini merak etmişti.
“Eğer katilin yeni bir cinayet işlemesine engel olacaksak bence zaman kaybetmemeliyiz.”
“Beyaz Gül Katili üç ayda üç cinayet işledi. Sanki ayda bir gibi bir kuralı var. Tabi bundan emin olamayız. Bir aya yakındır ondan haber alamadığımızı düşünürsek yeni bir cinayet işleme ihtimali yüksek olabilir. Yani bu konuda haklı olabilirsin,” diye onayladı genç adamın düşüncesini.
İzmir İl Emniyet Müdürlüğüne geldiklerinde Filiz Komiser’in onları sabırsızlıkla beklediğini gördüler.
“Hadi gelin bakalım. Ben de sizi bekliyordum,” dedi masanın üzerindeki yan yana konmuş olan açık üç dosyayı işaret ederek.
“Bunlar Beyaz Gül Katilinin dosyaları mı?” diye sordu Yılmaz gözlerini onlardan ayırmadan.
“Evet onlar ve açıkçası senin neler göreceğini oldukça merak ediyorum.”
Filiz, Yılmaz ile Şule Emniyete gelmeden önce eşi Berkay’dan görüşme hakkında bilgi almıştı. Genç adamın bu seri katil davasında yardım için istekli oluşu bu davayla ilgili bir nedeni olabileceğini akıllarına getirmişti. Berkay da kendisi gibi aynı düşüncedeydi. Bu yüzden onların Emniyete gelmesini sabırsızlıkla beklemişti. Üç kurbanın bilgilerini ve onlara ait eşyaları Yılmaz’a gösterip tepkisini gözlemleyecekti ve böylece kurbanlardan herhangi birisiyle bir bağı olup olmadığını anlamaya çalışacaktı. Berkay dolaylı yoldan bu cevabı almak istemesine rağmen Yılmaz o konuda konuşmayıp davayla olan ilgisini açık etmemişti.
“Bunlar seri katilin kurbanlarına ait bilgiler,” diyerek üç genç kıza ait olan dosyaları Yılmaz’ın önüne doğru hafifçe itti. Masanın önündeki koltuğa oturan Yılmaz, önüne doğru uzatılan dosyaları eline alıp hepsini tek tek incelemeye başladı. Filiz ile Şule gözlerini ondan ayırmıyorlardı.
Tam da düşündüğü gibi olmuş, Yılmaz baktığı dosyalardan birini incelerken hem ona daha uzun bakmış hem de kâğıdı tutan elleri hafiften titremişti.
“Bir şey görebildiniz mi?” diye sordu onun dikkatini çekebilmek için.
Beyaz Gül Katili üç ayda üç genç kızı öldürmüştü. İlk kurbanı üniversiteden yeni mezun olmuş, sarışın mavi gözlü çok güzel bir kızdı. Yılmaz’ın elleri onun dosyasına bakarken titremişti. Bu yüzden o kızla aralarında bir bağ olabileceğini düşündü. Bir diğer kurban da bankada memur olarak çalışan bekâr bir genç kızdı. Üçüncü kurban ise, özel bir firmada yazılım mühendisi olarak çalışıyordu. Üç kurbanın ortak özelliği gerçekten güzel olmalarıydı. İlk kurban olan Çilem sarışın mavi gözlüydü. Banka memuresi olan ikinci kurban Çağla esmer, koyu yeşil gözlü ve uzun boyluydu. Yazılım mühendisi olan üçüncü kurban Melike ise, kumral, açık kahverengi gözlü, orta boylarda, hafif balık etli ve yine güzel bir kızdı. Üç kurbanın ailesiyle de görüşmüşler, çevrelerinde şüpheli hiçbir kimseden bahsetmemişlerdi. Bu üç kurbanın da rastgele seçilmiş olabileceğini düşünseler de, üçünün de karın bölgesinden defalarca bıçaklandıktan sonra sırt üstü yere yatırılmaları ve ellerini göğüs bölgesinde birbirinin üzerine koyarak parmaklarının arasına bir dal beyaz gül bırakılması cinayetin ortak noktasıydı.
“Henüz bir şey göremedim. Odaklanmam lazım,” dedi Yılmaz bakışlarını birinci kurbanın resminden ayırmadan.
“Ne zaman kendini hazır hissedersen o zaman yaparsın acele etme.”
Yılmaz üç dosyadaki kurbanların resimlerine birkaç sefer daha baktıktan sonra, ilk kurbanın dosyasını eline aldı ve dosyanın içindeki zarfı açıp Çilem’e ait olan küçük zarif bir inci kolye çıkardı. Kurbanların üzerindeki eşyaları ayrı bir dosyaya koymuş, onları da Yılmaz’ın görü alabilmesi için odasına getirmişti. Yılmaz kolyeyi eline alıp bir süre inceledi. Yüzü solmuş ve göz pınarlarında yaşlar birikmişti. Genç adamın görüntüsü artık o genç kızla aralarında kesinlikle bir bağ olduğunu düşünmelerine sebep oluyordu.
“Tanıyor muydun?” diye sordu elindeki kolyeyi işaret ederek. Çünkü genç adamın bakışları kolyenin üzerinde dalmış gitmişti. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra yavaşça başını salladı.
“Evet, komşumuzun kızıydı. Çocukluğunu bilirim. Birlikte aynı mahallede büyüdük. Aramızda sekiz yaş vardı ve ben ona ağabeylik yapardım. Mahallede kimsenin ona zarar vermesine izin vermezdim. Çok farklı bir bağ vardı aramızda. İkimiz de birbirimizin en iyi arkadaşıydık. Her şeyimizi konuşurduk. Sonra yollarımız ayrıldı, onlar taşındılar bizim mahallemizden. Sanırım o zamanlar lise son sınıftaydı. Arada bir telefonla görüşür, birbirimizden yine haberdar olurduk. Fakat o üniversiteye başladıktan sonra görüşmelerimiz zamanla azalmıştı ama yine nadir de olsa birbirimizi arar nasıl olduğumuzu sorardık. Ölüm haberini haberlerde öğrendim. Şok oldum. Tabiri caizse yıkıldım diyebilirim. Son yıllarda az görüşmüş olsak da Çilem benim hep en yakın arkadaşım olarak kaldı. Bu yüzden katilini bulmayı çok istiyorum. Biraz da bu amaçla geldim size yardım etmeye.”
“Bize geldiğinden beri çok yardımcı oldun zaten. Fakat bu trans hali seni hasta ediyor. Durumun daha ciddi bir hal alabilir. İstersen bir iki gün ara verebiliriz görü alma işine.”
“Ben iyiyim. Bu kadarcık sıkıntıya katlanabilirim. Katili bir an önce ve başka kimseye zarar vermeden bulalım istiyorum.”
“O halde sen nasıl istersen öyle yapalım.”
“Size sormak istediğim bir soru vardı. Nedense hep bu kafama takıldı. Katil kurbanlarının üzerine neden beyaz gül bırakıyor sizce?”
Filiz, Yılmaz’ın sorusu üzerine bir süre sessiz kaldı. Bu soruyu kendi aralarında çok tartışmışlardı. Beyaz gülün katil için bir anlamı olduğu bariz bir şekilde belliydi. Kurbanlarının üzerine beyaz gül bırakarak belli ki bir mesaj veriyordu. Rastgele bir davranış değildi yaptığı. Gerçeği tam olarak bilmeseler de beyazın anlamı üzerinde yoğunlaşmıştı daha çok düşünceleri. Beyaz, saf ve duru olarak kabul edildiği için muhtemelen bu genç kızları öldürme sebebi de onların saf ya da temiz olmadıklarını düşündüğü anlamına gelirdi. Buradaki temizlik kavramı namus olarak ele alındığında eğer kurbanlarını beyaz gül ile cezalandırıyorsa bunun anlamı onların masum ve duru olmadığına inandığı içindi. Böyle düşünebilmesi için de kurbanlarını tanıyor olması gerekirdi. Onları nerede ve ne şekilde tanıdığı ise hala gizemini koruyordu. Üç genç kızın hayatını didik didik ettiklerinde üçünü de birbirine bağlayan bir orta nokta bulamamışlardı. Ne ortak bir tanıdıkları ne de ortak gittikleri bir mekân vardı. Fakat gözden kaçırdıkları bir şeylerin olduğu da muhakkaktı. Yılmaz işte o şeyi bulmalarına yardım edebilirdi. Bu düşüncelerini genç adama söylediğinde bu görüşe karşı çıktı.
“Diğer kurbanları bilemem ama Çilem temiz bir kişiliğe sahip birisiydi. Düşündüğünüz şekilde cezalandırılacak bir şey yapmış olabileceğine ihtimal vermiyorum. Çok şaşkınım şu anda. O benim gözümde her zaman tertemiz ve duru bir güzelliğe sahip hem fiziksel hem de ruhsal açıdan. Belki de başka bir anlamı vardır. Bunu bulmaya çalışalım en azından bugün.”
“İyi olur. Bu davada sanırım en büyük yardımı senden alacağız.”
Yılmaz elindeki kolyeyi avuçlarının arasına alıp parmaklarıyla kapattı. Sonra da gözlerini sımsıkı yumdu. Filiz onun transa girmek üzere olduğunu anlamıştı. Genç adam kısa bir süre öylece kaldıktan sonra başı öne arkaya doğru sallanmaya başladı. Bir kaç saniye sonra da vücudunu bir titreme sardı. Şule ile birlikte nefes dahi almadan dikkatle Yılmaz’ı izliyorlardı. Genç adamın bir şeyler gördüğü anlaşılıyordu. Sonra aniden hızla yere düştü.
Filiz hemen genç adama doğru eğilip nasıl olduğuna bakmak isterken Şule ondan önce davranmıştı.
“Bakın komiserim yine oldu,” dedi endişeyle Yılmaz’ı kontrol ederken. Sonra kaygılı bakışlarını çevirip, “Bilinci yerinde değil,” dedi titreyen bir sesle.
Yarım saat kadar sonra hastanede acildeydiler. Yılmaz kısa bir süre içinde kendine gelmiş dahi olsa bayılmış olması herkesi çok endişelendirmişti. Genç adamı hastaneye getirmek konusunda biraz sıkıntı yaşamışlar, ambulans çağrılınca mecburen gelmişti. Eşi Berkay’ı da arayıp durumdan haberdar etmekte gecikmedi. Berkay onlar acile gelir gelmez yanlarına geldi.
“Şimdi gerekli tetkikler yapılacak. Fakat üst üste trans halindeyken benzer durumlar yaşadığı için artık bu şekilde görü almaya çalışması sağlığı açısından zararlı sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle bundan sonra daha dikkatli olması gerekecek.”
Bu esnada yanlarına yaklaşan bir hemşire Yılmaz’ın onları görmek istediğini söyleyince hemen eşiyle beraber Yılmaz’ın yattığı odaya gitti.
“Berkay Bey bana hipnoz yapmanızı istiyorum,” dedi Yılmaz onları gördüğü anda.
“Geçmiş olsun. Bu şekilde rahatsızlanmanıza gerçekten üzüldüm. Hipnoz için acele etmeyelim. Bir iki gün dinlenin. Uygun bir zamanda yaparız.”
“Hayır, hemen yapılmasını istiyorum. Görülerimde yine kapüşonlu adam vardı. Fakat sanki bu daha önceki değil, başkasıydı. Yüzünü yine göstermedi bana. Her gece rüyalarıma da giriyor bu adam. Artık benim kâbusum oldu. Yüzünü görmem lazım. Görü alırkenki bu rahatsızlığım sadece bu katili gördüğümde oluyor. İlk defa Ahmet’in katiliyle karşılaştığımda yaşadım bu sağlık sorunlarını,” dedi.
Berkay ne dersin gibisinden Filiz’e bakınca, “ Doktor olan sensin. Sağlığı hipnoz için uygunsa yapalım,” dedi.
“Ben iyiyim gerçekten. Yaşadığım sorun bir anlık bir durumdu. Şimdi gayet iyi hissediyorum kendimi.”
Filiz her ne kadar endişeli olsa da Yılmaz’ın ısrarı, Berkay’ın da kabullenici görünmesi üzerine daha fazla karşı çıkamadı Hipnoz fikrine. Bir saat kadar sonra Yılmaz ve Şule ile birlikte Berkay’ın odasında bir araya gelmiş hipnozun nasıl yapılacağını konuşmaya başlamışlardı.
“Kesin kararını verdiysen birazdan başlayabiliriz. Eğer katilin yüzünü gördüysen hipnoz esnasında hatırlayacak ve bize onunla ilgili bir ipucu vereceksin. Biliyorsun hipnoz da bir tür trans hali. Bilincin yine açık olacak. Her sorumu duyacaksın ve istediğine cevap verebileceksin. Hipnoz esnasında her hangi bir şey seni rahatsız ederse hemen çıkarız. Bu konuda endişen olmasın.”
“Size güveniyorum Berkay Bey. Bir an önce yapalım ve bende artık kâbuslarımdan kurtulayım.”
“Sizinle bunları konuşmadık. İsterseniz önce onu konuşalım biraz.”
“Hipnozdan sonra. Bana güvenin bu konuda. Size karşı tamamen dürüst olacağım.”
“Peki siz nasıl isterseniz. Eğer Şule ya da Filiz Hanım’dan rahatsız olacaksanız dışarıda bekleyebilirler.”
“Neden olayım ki? Onların da duymasını isterim. Amacımız bu değil mi zaten?”
“Tamamdır. O halde başlıyoruz. Sizi şuradaki kanepeye alayım,” diyerek odasındaki masasının tam karşısında duvarın önündeki krem rengi kanepeyi işaret etti.
Yılmaz rahat bir şekilde kanepeye uzandıktan sonra Berkay, “ Şimdi rahatlamanı ve bana güvenmeni istiyorum. Kendini huzurlu hissedeceğin bir ortamda hayal et. Burası bir kumsal olabilir, bahçe ya da bir orman olabilir. Buna sen karar ver. Ben konuşmaya devam ettikçe göz kapaklarında bir ağırlık hissedeceksin. Gözlerini kapat ve rahatla. Artık huzurlu ortamına gidebilirsin.”
Yılmaz’ın gevşeyip rahatladığını ve trans haline geçtiğini yüzünün ifadesinden anlayabiliyorlardı. Eşi Berkay bu konuda iyi bir uzamandı ve daha önce de emniyet için bir davada bu konuda yardımcı olmuştu. Bu yüzden içi rahattı. Belki de biraz sonra seri katile ilişkin bir ipucuna ulaşacaklardı. Bunun heyecanı vardı şu an içinde. Aynı heyecanı Şule’nin de yüzünde görebiliyordu. Onlar sabırsızlıkla Yılmaz’ın söyleyeceklerini beklerken Berkay genç adamı yönlendirmeye devam ediyordu.
“Şimdi en rahat ettiğin ortamdasın. Derince bir nefes al ve gözlerini aç ve etrafına bak. Sonra nerede olduğunu söyle bana.”
“Ormandayım. Yemyeşil yapraklarla bezenmiş, dalları gökyüzüne değecekmiş gibi uzayan sık ağaçlarla çevrelenmiş bir ormandayım şimdi. Ağaçların arasından güneş ışığı vuruyor yüzüme. Derince bir nefes alıp, ormanın huzur veren kokusunu içime çekiyorum. Sonra yavaşça koşmaya başlıyorum. Ormanda koşmak çok hoşuma gidiyor. Hep yapıyorum bunu. Ormanın içinden su sesi geliyor. Kuş sesleri duyuyorum. Önümden hemen bir yaban tavşanı koşarak geçiyor. Gülümseyerek ona bakıyorum. Az ilerdeki ağacın yapraklarını afiyetle yiyen geyiği görüyorum. Beni görünce ürküyor ve koşarak uzaklaşıyor oradan. Duyduğum suyun sesi artıyor. Bir dere kenarında buluyorum kendimi. Bir ceylan dereden su içiyor. Onu da ürkütüp kaçırmamak için adımlarımı olabildiğince yavaş atıyorum. Su kenarına yaklaşıyorum ve ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı suya sokuyorum. Öyle serinletici ve ferahlatıcı ki, içim huzurla doluyor.”
Yılmaz burada susup başını hızla sağa sola çevirmeye başlamıştı. Berkay’ın endişeyle oturduğu yerden fırlayıp genç adama yaklaştığını görünce, “Ne oldu?” diye fısıldadı. Eşi cevap vermediği gibi sorusunu duymazdan gelmişti.
“Yılmaz ne oldu? Beni duyuyor musun? Bana orada ne olduğunu, ne gördüğünü söyle?” dedi sakince.
“Hava bir anda karardı. Yırtıcı hayvanların çığlıkları geliyor şu an kulağıma. Çok rahatsız edici bir ortam oluştu. Çıkmak istiyorum. Korkuyorum.”
“Tamam Yılmaz. Eğer çıkmak istiyorsan arkanı dön ve geldiğin yolda yürüme başla,” diye yönlendirdi Berkay Yılmaz’ı.
“Hayır olamaz!” Yılmaz’ın fısıltıyla konuşması üzerine, “Ne oldu Yılmaz, ne gördün?” diye sordu Berkay.
“Siyah kapüşonlu adam az ilerdeki ağacın altında. Bana bakıyor, beni bekliyor ama karanlıktan yüzü görünmüyor. Her gece kâbuslarımda gördüğüm adam bu. Onu görünce kalbim hızla çarpmaya başladı ve şu an ona doğru koşuyorum.”
“Beni yakalayamazsın!”
“Kim seni yakalayamaz?” diye sordu Berkay.
“Beni yakalayamazsın!”
“Yılmaz cevap ver? Kim bu adam?”
Beni yakalayamazsın derken Yılmaz’ın ses tonu değişmiş, daha tiz bir hal almıştı.
“Her gece peşinden koştuğum ama bir türlü yakalayamadım adam bu. Yaklaştım ona. Fakat bu sefer kaçmıyor sanki beni bekliyor ama sürekli ’Beni yakalayamazsın!’ diye bağırıyor.”
“Bu sefer kaçamazsın elimden. Seni yakalayacağım pislik!”
Yılmaz konuştukça üçü de şaşkın bir halde ona bakıyorlardı. Yılmaz o anda sanki kâbusun içine çekilmiş gibi kendi kendine konuşuyor, hipnozdan çıkmış gibi görünüyordu. Berkay’ın sorularını da duymuyordu artık.
“Yılmaz kimi gördün? Nerdesin şimdi? Beni duyuyor musun?”
“Dur kaçma!”
“Beni yakalayamazsın! Hahahaha!”
Sanki o anda iki kişi konuşuyor gibiydi ve üçü de her duydukları konuşmada şaşkınca birbirlerine bakıyorlardı. Yılmaz hem konuşuyor hem de vahşi bir şekilde kahkaha atıyordu.
“Nasıl öldürdüm ama sevgilini? Hala mezarına gidip beyaz gül bırakıyor musun?”
“Neden! Neden öldürdün onu?”
“Seni aldatıyordu. Oysaki çocukluk aşkındı. Sen ondan başka kimseyi sevmemiştin. Fakat o başka birine gönlünü kaptırmıştı. Cezasını buldu. Saf ve masum kalmalıydı. Diğerleri de öyle. Sevgilisini aldatanı öldürdüm. Hepsini senin için yaptım. Dikkatini çekmek için.”
“Kimsin sen? Nereden tanıyorsun beni?”
“Beni tanımadığını mı söylüyorsun? Ben Coşkun. Senin en yakın dostunum. Bunu sen bilmesen bile!”
“Yüzünü göster bana. Seni görmeme izin ver.”
“Ben istemezsem göremezsin. Bunu biliyorsun zaten.”
“Evet biliyorum. Bir gece beni bıçaklamıştın üstelik.”
“Peşimi bırakmıyordun bir türlü. O bir ikazdı.”
Yılmaz konuşmaya devam ettikçe nefes dahi almadan dinlemeye devam ediyorlardı. Sanki iki kişi ormanda karşılaşmış sohbet ediyorlardı. O esnada üçüncü bir kişinin sesini duydular.
“Katil! Seni aşağılık kadın katili!”
“Sen de kimsin?”
“Tanımadın mı beni?”
“Ahmet’i öldüren adamsın sen.”
“Karısını öldüren şerefsizi de öldüren benim.”
“Neden seni görmeme izin vermedin? Nasıl girdin benim beynime? Nasıl gördün beni görülerimde?”
“Sence nasıl gördüm Yılmaz?”
“İsmimi nereden biliyorsun?”
“Ben İsmail. Sen de beni tanıyorsun. Gel bak yüzüme.”
“Hayır! Gitme bakma ona. Sana tuzak kuruyor.”
“Sus! Rezil katil. Sen de ölmeyi hak ediyorsun. Masum kızları öldürdün. Ahlak bekçiliği yapmaya kalktın kendince. Hiç hakkın yoktu onları öldürmeye.”
“Kimsiniz siz? Nerden tanıyorsunuz beni?”
“Gel Yılmaz yaklaş bana. Hep görmek istediğin yüzümü gör.”
“Yine bıçaklayacaksın beni. İnanmam artık sana.”
“Hayır, beni görmene izin vereceğim.”
Yılmaz burada susunca gözü eşi Berkay’a kaydı. Yüzündeki ifadeden bir şey anlamak mümkün değildi fakat Şule’nin dehşete düşmüş yüz ifadesini görünce kendisinin de aynı olduğundan yana hiç şüphesi yoktu. Duydukları şeyler inanılır gibi değildi. O sırada Berkay’ın sakin bir sesle, “Yılmaz beni duyuyor musun?” dediğini duydu.
“Evet.”
“Buna sevindim. Şimdi bana neler olduğunu anlat. Yanında kim var? Katili gördün mü?”
“Şimdi ona doğru yürüyorum. Bu sefer kaçmıyor, sanki beni bekliyor gibi. İyice yaklaştım şimdi yanına.”
“Kapüşonunu çekip aşağı indir ve yüzünü aç.”
“Uzandım tuttum kapüşonunu ve hızla çektim şimdi.”
“Kimi gördün Yılmaz?”
Yılmaz cevap vermeyince Berkay sorusunu yineledi.
“Kimi gördün Yılmaz? Cevap ver bana.”
“Kendimi.”
“Diğerinin de yüzünü gördün mü?”
“Çıkmak istiyorum. Burada kalmak istemiyorum. Hayır! Hayır!”
Yılmaz tedirgin bir şekilde başını ve vücudunu sağa sola çevirmeye başladı.
“Yılmaz gözlerini kapa ve ben aç deyince aç. Seni çıkaracağım şimdi oradan.”
Berkay sakin bir sesle, “Şimdi ormanın huzur bulduğun yerine geldin. Kuş seslerini duyuyorsun. Rahatladın artık. Derin bir nefes al ve gözlerini yavaşça aç.”
Yılmaz onun söylediklerini yaptıktan sonra yavaşça gözlerini çatı ve şaşkınca onlara baktı.
“Neler oldu?” diye sordu onların allak bullak olmuş yüzlerini görünce.
“Gördüklerini hatırlıyor musun?”
“Hayal meyal. Kâbus gibiydi.” Berkay Yılmaz’ın yattığı yerden doğrulmasına yardımcı olduktan sonra, “Gördüğün kâbuslarından bahseder misin bana Yılmaz? Hipnozdan sonra anlatacağını söylemiştin,” dedi Berkay.
“Siyah yağmurluk giyen kapüşonlu adamı görüyordum. Yüzünü görmek istememe rağmen göremiyordum. Sanki bu yüzden dalga geçiyor gibiydi. Yüzü hep karanlıkta kalıyordu ve hiçbir şey görünmüyordu. Bir gün ona iyice yaklaştım belki bu sefer görürüm umuduyla fakat o beni bıçakladı. Sanki her şey gerçek gibi çok acı vericiydi.”
“Peki mezara koyduğun beyaz gül ne anlama geliyor?”
“Çilem’in cesedinin üzerinde beyaz gül vardı. Katili koymuştu. Neden koyduğunu bilmiyordum ama onu yakalayacağıma yemin etmiştim. Bu yeminimi unutmamak için her hafta bir beyaz gül bıraktım mezara. O beyaz gül benim için katili simgeliyordu. Katil ise onu saflık ve duruluk olarak görüyordu.”
“Katilin onu saflık ve duruluk olarak gördüğünü nereden biliyorsun?”
“Söyledi hipnozda.”
“Hipnozda olan her şeyi hatırlıyor musun?”
“Katil bana benziyordu sanki. Bu olayı öyle bir bilinçaltına itmişim ki, bana katilin yüzü olarak kendi yüzüm yansıdı.”
“Sen böyle mi düşünüyorsun?”
“Başka ne olabilir ki?”
“Kişilik bölünmesi diye bir hastalık var. Bazı insanlarda birden fazla kişilik ortaya çıkabiliyor. Sanırım sende de böyle bir hastalık yani çoklu kişilik bozukluğu var.”
Yılmaz sinirle kafasını yanlara çevirdi.
“Öyle bir şey olsa ben bilmez miyim, hissetmez miyim?” diye kabul etmedi.
“Anladığım kadarıyla sadece gece ortaya çıkan kişiliklerin olmuş. Gündüz kendi kişiliğini yaşarken, gece bizim gördüğümüz kadarıyla iki farklı kişiliğe sahip olmuşsun. İkisi de katil. Birisi Beyaz Gül Katili. Diğeri de kadınları öldüren kişileri öldüren, kendince adalet dağıtan bir katil. Sen ise onlardan habersiz katilleri arayan saf bir ruhsun.”
“Böyle bir şeye inanmam mümkün değil.”
“Kabul etmesi gerçekten zor bir durumla karşı karşıyasın. Ortaya çıkan kişiliklerin senin üzerinde baskı kuramadığı için tedavi ile iyileşme şansın var. Senin kendi kişiliğin baskın bir yapıda görünüyor. Bunda sahip olduğun yeteneğin ne gibi bir etkisi var, o kadarını bilemiyorum. Çok farklı bir tutum var kişiliklerle senin aranda. Bu yüzden bu hastalığın kesin teşhisini koyabilmek için bir takım testler ve tetkikler yaptırmanı isteyeceğim senden. Bu isteğime olumlu yaklaşmanı umuyorum.”
Yılmaz yavaşça başını salladı.
“Size güveniyorum doktor. Lütfen iyileşmeme yardım edin.”
Yılmaz’ı hastanede bırakıp emniyete döndüklerinde olan biten her şeyi Ali’ye de anlattılar. Gördüklerine ve duyduklarına kendileri bile hala inanamazken Ali’den inanmalarını beklemiyorlardı. Buna rağmen genç adam, “Valla hayret. Tam bir medyumumuz var artık çözemeyeceğimiz dava kalmaz derken, aradığımız en azılı katil yine medyumumuz çıktı. Güler misin ağlar mısın? Şu içine düştüğümüz duruma bak,” dedi onların da duygularına tercüman olarak.
Yılmaz, Berkay’ın yardımıyla kısa sürede tedaviye başlamıştı. Onun içindeki diğer kişilikleri bastırmak için büyük çaba göstermesi ve bu konuda Berkay’a güven duyması tedavi sürecinin hızlı bir şekilde ilerlemesini sağlıyordu. En azından Yılmaz sayesinde katili ve cinayet işleme nedenini bulmuşlardı. Çilem’i Yılmaz’ı aldattığını düşünerek katletmişti diğer kişiliği. Bunu da Yılmaz’ı korumak için yapmıştı. Diğer iki kızın niçin öldürüldüğünü ya da katilin onları nereden tanıdığını ilk başlarda öğrenememişlerdi fakat cinayet işleme nedeni düşünülünce onların da Çilem ile benzer nedenlerle öldürüldüğü açıktı. Daha sonra Berkay, Yılmaz ile yaptıkları başka bir hipnoz seansında bu soruların da cevabını öğrenmişti. Katil diğer iki genç kızı sosyal medyada bulmuş, paylaşımlarından yola çıkarak böyle bir yargıya varıp cinayet işlemişti. Bu cinayetleri işleme sebebi de Yılmaz’ın dikkatini çekmek ve Çilem’i öldürme sebebini anlamasını sağlamaktı. Yılmaz’ın diğer katil kişiliği ise, katil olanın kadınları öldürmesine bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. Öldürülen o üç genç kızın katilini bulamadığı için, Yılmaz’ın soruşturmalarına dahil olduğu o iki kadının katilini öldürerek bir nevi vicdanını rahatlatmıştı. Katilleri de öldürdükleri kadınlarla aynı şekilde öldürerek intikam almış yani yaşattıklarını yaşamalarını sağlayarak kendi adalet terazisini ortaya çıkarmıştı.
Zorlu bir davayı daha geride bırakırken yarın hangi ilginç ve sürpriz olaylarla karşılaşacaklarını düşünmeye başlamışlardı ister istemez.
“Yarın da karşımıza katil olarak bir hayalet çıkarsa buna da şaşırmam artık,” demişti Ali gülerek. Onun bu sözlerine şaka yollu tebessüm etseler de bu ihtimalin bile gerçek olabileceğini düşünecek kadar ilginç kişilerle karşılaşmış olmaları, böyle bir şeyi imkânsız kılmıyordu artık hiç birinin gözünde.