Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

BOŞ ÇERÇEVE

Diğer Yazılar

KAMBUR

O GECE

Gamze Yayık
Gamze Yayık
Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.

İzmir’in yaz sıcağında eridiği gecelerden biriydi. Kışın toz girmesin diye sıkı sıkı kapanan pencereler açık, günlerdir bir parça esintiye hasret perdeler kıpırtısız sabahı beklemekteydi. İlk sahibini kahrından öldürecek kadar parlak jantları, üçüncü sanayideki usta ellerde yenilenmiş boyası, ön tamponu yere değecek kadar indirilmiş kaportasıyla yeşil bir Doğan L sokağın başında göründü. Meçhul yolcuları farları kapatmış ağır ağır ilerliyordu. Çoğunluğu kendi işinin sahibi, varlıklı ailelerin oturduğu, dubleks, tripleks bahçeli evlerin inci gibi sıralandığı Güzelbahçe’nin bu temiz sokağında ağustos böceklerinin aşk çağrıları dışında çıt çıkmıyordu.

Araba yüksek demir parmaklıklı geniş bir bahçenin önünde durdu. İçindekiler bir süre geceye kulak kabarttılar. Aracın yolcu tarafından koyu renk giyinmiş, kasketli, oldukça zayıf bir adam indi. Başını şoföre uzatıp “Lan sızıp kalma geçen seferki gibi, gözün kulağın açık olsun,” dedikten sonra çevik hareketlerle parmaklıkların üstüne tırmanıp bahçenin karanlığında kayboldu.

Kalın tabanlı spor ayakkabılarıyla yeni sulanmış çimleri, çiçekleri ezerek bahçeyi hızla geçti. Kapıdaki “Dikkat! Köpek var!” tabelasının korkutma amaçlı olduğunu biliyorlardı. Arabada gözcü bekleyen arkadaşının yengesi üç aydır bu lüks evde gündelikçiydi. Kadının ballandıra ballandıra anlattıklarına bakılırsa az sonra yükte hafif pahada ağır ne varsa cebine tıkıştırdığı bez torbaya yükleyecek, geldiği gibi sessizce çıkıp gidecekti. İşgüzar yenge deterjandan çatlamış ellerini ovuşturarak sus payı istemiş, evin hanımının pırlanta bilekliğinin hayaliyle ikinci kattaki pencerelerden birini aralık bırakmıştı. 

Mülk çevresindeki kameralardan yüzünü korumak için indirdiği şapkasını geriye iterek önce duvara sarılmış sarmaşığa sonra su oluğuna tutundu. Kendini daldan dala sallanan haylaz bir şempanze gibi pencerenin çıkıntısına çekip içeri süzüldü. Ev loş ve serindi. Muhtemelen klima sistemi çalışıyordu. Varoşlarda terden ıslanmış yataklarda çileyle kıvranan ötekilere nispet edercesine ev sahipleri serin çarşafları üzerinde kesintisiz rüyalara dalmıştı. Önce sessizce durup etrafı dinledi. Oda oda gezip tarif edilen yerlerden yükünü toparlayacak, hızlı hareket edecekti. Yatak odasındaki emanetleri sona bırakarak torbasını doldurmaya başladı. Adamın ortada bıraktığı çek defterini kenara itip bulduğu tüm parayı cebine tıkıştırdı. Ay ışığının ulaşamadığı bir köşede küçük el fenerini yakıp duvardaki tabloları inceledi. İşi büyütmenin gereği yoktu. Bu tür malları elden çıkarmak için hem çok iyi bağlantıları olmalıydı insanın hem de aynasızları susturacak parası. Onun alabileceği şeyler; tanıdığı birkaç kuyumcuya okutabileceği mücevherat, bit pazarında satılabilecek türden takım taklavat ve nakit paraydı.

Fenerinin solgun halkası duvardaki fotoğrafı aydınlatınca durakladı. Sırtı ürperdi, anlam veremediği bir ağırlık göğsünü sıkıştırdı. Fotoğrafta takım elbise giymiş genç bir adam ahşap bir koltukta bacak bacak üstüne atıp oturmuş, elinde sigarasıyla uzaklara bakıyor, hafifçe siyah beyaz gülümsüyordu. “Ha siktir!” dedi. Aldığı cesaret hapı, üzerine cila niyetine çaktığı üç biranın etkisiyle kafası bulanıktı. Gerçekliğinden şüphe ederek uzandı, çerçeveyi askısından kurtardı. Fotoğrafı iyice yüzüne yaklaştırıp benzerlikten emin oldu.

Elindeki çerçeveyle pencerenin önündeki deri koltuğa yığıldı. Anacığı ölmeden birkaç gün önce hastalıktan iyice incelmiş, damarları çıkmış elleriyle bu fotoğrafı ona uzatmış, “Babanı tanı oğlum, yıllarca sordun durdun. İşte beni ortada bırakan, seni kabul etmeyen bu vicdansız senin babandır.” demişti. Fabrika işçisi, feleğin çemberinden henüz geçmemiş, tazecik bir kızken paranın, tatlı yalanların cazibesine kapılmıştı kadın. “Cahildim, büyük günah işledim. Kucağımda el kadar bebekle sokaklara düştüm,” derken avurtları çökmüş yüzünden son kalan gözyaşları süzülmüştü.

“Bu benim babamsa yukarda uyuyan da benim kardeşim demek ki,” diye düşündü yumruklarını sıkarak. Alamadığı oyuncaklarla oynayan, gidemediği okullara giden, giyemediği kıyafetler içinde lüks arabalarla gezen, hayatını çalmış bir kardeş… O, piç yaftasıyla başı eğik köşe bucak polisten saklanırken koynundaki pahalı parfümlere bulanmış karısına sarılıp yatan bu adam mı babasıyla oyunlar oynamış, aynı sofraya oturmuştu? Kafasını kaldırıp evin bütün duvarlarını, son moda eşyalarını inceledi. Temizlik ve çiçek kokusunu içine çekti. O zaman fark etti ki çalmakta olduğu her eşya aslında kendinindi. Babası hariç.

Torbasındakileri boşalttı. Fotoğrafı gümüş çerçevesinden çıkarıp göğsüne yerleştirdi. Boş çerçeveyi yerine astı, geldiği gibi sessizce evden ayrıldı.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU