Soğuktan Gelen Casus Alec Leamas: Espiyonaj Oyununun Büyük Kaybedeni
Yazının başlığı üzerine düşünürken kendime şu soruyu bir kez daha sordum: Espiyonaj, sonunda kazananı olmayan bir oyun mu? Yıllar önce videoda seyrettiğim 1983 tarihli War Games filminden aklımda kalan bir söz var; “Bazı oyunları kazanmanın en iyi yolu onları hiç oynamamaktır”. Bu söze referansla espiyonaj hiç oynanmaması gereken bir oyun mu? Yoksa Platon’un savaşlar için dediği gibi “sonunu ancak ölülerin” gördüğü bir savaş, bir savaş oyunu mu?
Ontolojik bir tartışma konusu olarak bakıldığında şu soru ne kadar anlamlıdır? Espiyonaj bir savaş mıdır yoksabir oyun mudur? Espiyonaj dünyasının gerek tarihi/politik gerçekleri gerekse de roman ve filmleriyle kurmaca boyutunda çok vakit harcamış biri olarak şunu söyleyebilirim; espiyonaj hem bir savaş hem de bir oyundur. Espiyonaj uzun vadede – kayıpları, yan kayıpları, ölüleri, işkenceye uğrayanları, işkencecileri, ruhlarını satanları, ruhlarını satıp pişman olanları, ruhsal olarak çökenleri, nedamet getirenleri – yaptıklarından büyük gurur duyanları ama önünde sonunda yaşamları bir şekilde mahvolanları veya normal yaşama dönemeyenleriyle – süregiden bir savaş ve bu savaşın bir kazananı yok. Kazananı olmamasına rağmen sürekli yeni askerlerin cepheye sürüldüğü, yeni cephelerin açıldığı; I. Dünya Savaşı’nın siper cephelerinde olduğu gibi bir sonraki çatışmada kaybedilme olasılığı olan birkaç metrelik küçük bir kazanç için binlerce insanın feda edildiği bir tür yıprandırma savaşı. Öte yandan, sahada daha önce denenmemiş, önce teoride kurulan ve sonra pratiğe uygulanan masa başı stratejilerine, blöflere, hileye/aldatmaya dayalı bir oyun. Briç, satranç ve poker arasında ama sonunda ‘ne pahasına olsun kazanmanın’ tek amaç ve bunun için de her şeyin mübah olduğu bir oyun. John Le Carre’yi casus edebiyatının en büyük isimlerinden biri haline getiren, türün tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilen Soğuktan Gelen Casus (The Spy Who Came In From the Cold) romanının başkahramanı Leamas bu oyunun en büyük kaybedenlerinden biri, belki de birincisidir. O, espiyonaj oyununun sadece ve sadece kazanmaya odaklı kuralsızlığının, hileyi ve aldatmayı hiçbir etik kurala bağlı olmadan kullanma meşruiyetinin edebiyattaki en bilinen temsilcisi, başka bir tanımlamayla, piyonudur.
John Le Carre
1963 yılında yayınlanan roman, John Le Carre’nin Call for the Dead (1961), A Murder of Quality (1962) ardından yazdığı üçüncü eseridir. Le Carre’nin Soğuk Savaş’ın en sıcak ve yoğun günlerinde, Berlin’i ikiye ayıran Duvar’ın inşasının hemen ardından şehrin bu savaşın ön cephesi haline geldiği bir dönemde, İngiliz Gizli Servisi adına Almanya’da görev yaparken kaleme aldığı yapıt, casus edebiyat tarihinin en büyük dönem noktalarından biri olarak kabul edilir. Yapıtın bu kadar büyük bir etki yapmasının en önemli nedeni ana kahramanı olan Alec Leamas’un karakter derinliği ve onun kişiliğinde şekillenen espiyonaj dünyasının çalışma yöntemlerinin ve değerlerinin (daha doğrusu değerlerden yoksunluğunun) birinci elden, Carre’nin benzersiz gözlem ve müthiş anlatı yeteneği ile anlatılmasıdır.
Soğuktan Gelen Casus, Le Carre’nin ilk romanı Call for the Dead ile tanıttığı bazı önemli karakterleri, ki bunlardan biri de George Smiley’dir, yeniden oyuna soktuğu bir romandır, dolayısıyla tam bir devam romanı olmamakla beraber Call for the Dead’teki olay örgüsü başlangıçta ana karakter Leamas’un ve onun etrafında gelişen olay örgüsünün anlaşılması açısından önemlidir. Le Carre’nin ilk eseri olmakla kalmayıp ilk Smiley romanı olan Call for Dead George Smiley’nin İngiliz Dışişleri‘nde çalışan Samuel Fennan’ın rutin bir güvenlik kontrolü sonrasındaki intiharını soruşturma sürecini anlatır. Güvenlik kontrolünü bizzat Smiley yapmış ve Fennan’ın temiz olduğuna karar vermiştir. Ancak bir kaç gün sonra gelen şüpheli intihar üzerine konuyu araştıran Smiley, olayın bir intihar değil bir cinayet olduğunu ve cinayeti işleyenin de o dönemde gizli bir görevle İngiltere’de bulunan Doğu Alman casus Hans-Dieter Mundt olduğunu öğrenir. Smiley,yardımcısı Peter Graham ile birlikte peşine düşmesine rağmen Mundt’u yakalayamaz ve Mundt İngiltereyi terkedip Doğu Almanya’ya dönmeyi başarır. İşte bu Mundt Soğuktan Gelen Casus’ta yeniden karşımıza çıkar ve romanda çok büyük bir rol oynar.
Büyük karşı casusluk yeteneği sayesinde Mundt kısa sürede Doğu Alman Gizli Servisi’nde yükselmiş ve karşı casusluk operasyonlarının başına geçmiştir. Kariyerinin sonunda, tecrübeli bir İngiliz ajanı olan Leamas ise II. Dünya Savaşı’nda Nazi işgali altındaki Hollanda ve Norveç’te gösterdiği başarılar sonrasında İngiliz Gizli Servisi’nin Berlin İstasyon’unun şefliğine kadar yükselmiş ancak Doğu Almanya’da kurduğu casus ağının son üyesi olan Reamick’in de gözlerinin önünde vurulmasını seyrettikten sonra merkeze çağrılmış, büyük bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk içinde Londra’ya geri dönmüştür.
İngiliz Gizli Servisi’nin başındaki Control ona emekliliğine yumuşak bir geçiş için bir masa başı iş önerisi yapar. Leamas “Ben bir operasyon adamıyım, masa başı iş istemem diyerek” bu öneriyi kabul etmez. Control ona işin aslında öyle olmadığını, son bir önemli görev için bir süre daha ‘soğuk dışında kalmasını’ (‘soğuk’ bir casusun artık aktif olarak Servis’te görev yapmadığını anlatan bir metafordur) ister. Bu son görevin içeriği hakkında bilgi verirken Control konu casusluk oyunu ve o oyunun kuralları olduğunda Batı Bloğu ve Doğu Bloğu/Demir Perde arasında bir fark olmadığını açıklar ve bunu ahlaki/politik bir bağlama oturtmaya çalışır. Batı genel anlamda her ne kadar saldırgan olmamayı ve Doğu’ya karşı barışçıl politikalar izlemeyi seçmişse de bu onunla mücadelede en az onlar, yani düşman kadar acımasız metodlar uygulamayacağı anlamına gelmemektedir. Batı, düşmanla onun metotlarıyla mücadele etmemeyi kaldırabilecek durumda değildir. Bu kapsamda oyun içinde yeni bir oyun kurulmaktadır ve yitik bir ruha dönüşmeye başlayan Leamas bu oyunda çok önemli bir role sahip olacaktır.
Leamas için yaşamındaki ikilem ve içine düştüğü varoluşsal bunalım bu görevi ile daha çok su yüzüne çıkar. Alkolizmin sınırlarında dolaşan ve adeta yaşamının anlamını yitirmiş gibi gözüken Leamas bir kütüphanede asistan olarak işe başlar. Orada tanıştığı Liz (Liz Gold) ona büyük bir yakınlık gösterir ama Leamas’un saf bir şekilde Komünist İdeoloji’nin ideallerine inanan Liz’in sunabileceği temiz duygularından ve şefkatten ibaret bir ilişkiyi kabul edecek ve kaldıracak bir durumu yoktur. Liz ona normal bir yaşama dönüş şansı sunmaktadır ama Leamas bu şansı kullanmaz ve Servis’e bağlı kalmaya devam eder.
Leamas operasyon gereği önce Hollanda’ya, ardından da Doğu Almanya’ya geçer ve Doğu Berlin’de Mundt’un yardımcısı Fiedler tarafından sorgulanması başlar. Leamas, para karşılığı bildiklerini Doğu Almanlar’a satan bir sığınmacı rolündedir. Bu sorgulama sonunda Fiedler, Mundt’un İngilizler adına çalışan bir çift taraflı ajan, bir hain olduğunu kanıtlamayı ummaktadır. Leamas içinse sorgulama Fiedler ve Mundt aracılığıyla kendi varlığını, varoluşunu sorguladığı bir iç yolculuğa dönüşür, rolü ile hissettikleri arasındaki gerilim yükselir. Fiedler’e parasını ne zaman alacağını sorduğunda şöyle bir yanıt alır, “Kendini ne zannediyorsun? Sen bir hainsin… Farkında mısın; aranan, tükenmiş, sahtekar/şerefesiz bir adamsın… Soğuk Savaş’ın en ucuz akçesi…” Yaptığı işe inanmış, görevine bağlı bir tür idealist olan Fiedler, Leamas’a “niçin casus olduğunu” sorduğunda Leamas “sadece bir teknisyen” olduğunu; “casusluğu da herhangi bir meslek gibi ücret karşısı yaptığı iş olarak gördüğünü” söyler. Leamas Fiedler’in idealizmi ile eski bir Nazi olan ve sonradan komünistlere katılan Mundt’un kişisel çıkarını düşünen, zalim bir opportunist, bir paralı asker karakteri ile kendini kıyaslamayı bile düşünür. Eski bir Nazi olan Mundt’un Fiedler’e karşı anti-semitizm kaynaklı üstü örtük bir düşmanlık beslemesi de söz konusudur.
Bu sorgulama sırasında Fiedler ve Leamas arasında bir tür dostluk gelişir. Bu düşman tarafta olmalarına rağmen dürüstlük, davaya sadakat gibi konularda Fiedler’in Leamas’u etkilemesinden kaynaklanır. Leamas Fiedler’e saygı duymaya başlar. Bu saygı duyuş kendine olan saygısını yitirmeye başlayan bir adamın bir tür aynaya bakıp kendi karşıtını, anti-tezini görmesi gibidir.
Fiedler Leasmus’un sorgusu sonunda Mundt’un çift taraflı bir ajan olduğuna dair yeterli kanıtı elde ettiğini düşünerek ihanetten dolayı tutuklanmasını ister. Gizli ve kapalı bir mahkemede bizzat Parti’nin atadığı yargıçlar önünde Fiedler ve Mundt birbirlerine karşı delillerini sunarlar. Mundt’un avukatı, Leasmus’un müvekkilini çift taraflı çalışan bir casus gibi göstermek için bizzat İngiliz Servisi tarafından hazırlanan sahte bir iltica ile Doğu Almanya’ya gönderildiğini iddia eder ve bunu da kanıtlamak için sürpriz bir tanığı, o dönemde Komünist Parti Değişim Programı kapsamında Doğu Almanya’da olan Liz’i kürsüye çıkarır. Zorlu bir sorgu sonrasında Liz çözülür ve Leamas’un sahte kaçışı sonrasında George Smiley tarafından ziyaret edildiğini ve ondan para aldığını kabul eder. Liz’in daha fazla zor durumda kalmaması için Leamas her şeyi itiraf eder ve aslında tüm olanların Mundt’u çift taraflı bir casus olarak göstermek için hazırlanan bir oyun olduğunu söyler. Mahkeme tamamlanır; Mundt suçlamalardan kurtulur ve Fiedler ile birlikte Leamas ve Liz tutuklanır. Mahkemin tamamlandığı günün gecesinde Mundt, Leamas ve Liz’in hapishaneden kaçışlarını sağlar, çünkü gerçekte İngilizler adına çalışan çift taraflı bir casustur ve tüm bu oyun bizzat Control, ve Smiley tarafından Mundt’un üzerindeki şüphelerin ve o şüpheleri en çok seslendiren ve kanıtlayama çalışan Fiedler’in ortadan kaldırılması için tasarlanmıştır. Leamas da gerçeği bilmeden bu oyuna dahil olmuştur. Aslında her şey kurgudur, Leamas’ın soğukta kalması, bir kütüphanede basit bir iş bulması, alacak-verecek mevzuunu bahane edip bir bakkala saldırması ve sonunda hapse girmesi oyunun bir parçasıdır. Hatta Liz’in mahkeme sırasında Doğu Almanya’da olmasını sağlamak için yaratılan değişim programı da bir kurgudur.
Leamas, yaptığı işi sorgulasa da daha en başından bu oyuna dahil olmayı kabul etmiştir. Tüm bu aldatma, ihanet ve yalan oyunları onu psikolojik olarak bir tükenişe doğru sürüklese de hem bir şekilde o dünyanın içinde ondan kopamayacak kadar hapsolmasının hem de içten içe hala bu yapılanların daha büyük bir hedef ve iyilik için meşru olduğuna inanmasının neticesinde işi kabul etmiş, başka bir deyişle soğuktan geri gelmiştir. Bu oyuna sadece Mundt’un davası için delil sağlanması için manipülasyonla dahil edilen Liz’i kurtarmak için belki de yaşamı boyunca yaptığı en etik ve şövalyece hareket de sonuçsuz kalınca Leamas her şeyin bittiğini, çünkü her şeyin anlamsız olduğuna kanaat getirir. Batı Berlin’e doğru kaçarlarken Liz tüm bu olanların, masum bir kütüphane çalışanı olmasına karşın olayların içine sokulmasını ahlaki açıdan sorgulamaya başladığında Leamas romanın en çok alıntılanan o konuşmasını yapar:
“Casusların ne halt olduğunu sanıyorsun? Tanrının veya Karl Marx’ın sözlerine aykırı olarak yaptıklarını ölçen ahlak filozofları mı? Hayır değiller… Onlar sadece benim gibi bencil p.çlerdir; küçük insanlar, ayyaşlar, ne düğü belirsiz, kılıbık kocalar, kokuşmuş yaşamlarını kovboy-kızılderilicilik oynayarak parlatmaya çalışan memurlar… Onların keşiş gibi bir hücrede oturup yanlış karşısında doğruyu tarttıklarını mı sanıyorsun?”
Duvarın öbür tarafına geçerken Leamas’ı takip eden Liz vurulduğunda Leamas tıpkı yaşamının bu son dönemdeki gibi bir ikilem içinde kalır. Duvarın diğer tarafında onu karşılamaya gelen George Smiley “Atla Leamas” diye bağırırken o duvarın dibinde yatan Liz’e bakmaktadır. Bir an tereddüt ettikten sonra geriye doğru inmeye başlar. Bir kaç kez Leamas’a tekrar duvara çıkması ve diğer tarafa atlaması söylenir ama Leamas dinlemez ve iki-üç el ateş sonrasında o da duvarın dibine, Liz’in tam karşısına düşer.
Control, Leamas’a kendilerinin Doğu’dan daha az zalim yöntemleri kullanma lüksleri olmadığını söylemişti. Servis, bu operasyonun başarısız olma riskini alamayacağından zalim yöntemleri kullanmakta tereddüt etmez ve böylelikle Leamas ve Liz Soğuk Savaş Oyunları’nın kurbanları arasındaki yerlerini alırlar. Leamas’ın iç sorgulaması ve hesaplaşması sona erer ama bunun için yaşamının da sona ermesi gerekmiştir.