Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

DEDEKTİF DERGİ YAZARLARININ EN SEVDİĞİ POLİSİYE ÖYKÜLER

Diğer Yazılar

Ramazan Atlen
Ramazan Atlen
1984 yılında Uşak’ta doğdu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Doktorluğun yanı sıra İngilizceden polisiye roman çevirileri yapıyor. Türkiye’nin Polisiye Dergisi Dedektif Dergi’nin 2021 yılında düzenlediği 2. Zehirli Kalem Öykü Yarışması’nda birincilik ödülü aldı. Öykü, deneme ve incelemeleri Dedektif Dergi’de ve çeşitli öykü seçkilerinde yayınlanmaya devam ediyor. Evli ve iki çocuk babasıdır.


Geçenlerde “Ustaların Seçtikleri”[i] isimli bir öykü seçkisi okuyordum. Lawrence Block bu kitabı hazırlarken polisiye gerilim yazarlarından iki hikâye seçmelerini istemiş; Yazmaktan Gurur Duyduğum Hikâye ve Yazabilmeyi İstediğim Hikâye.

Yazabilmeyi istediğim hikâye ifadesi bana çok çarpıcı geldi. Kurmaca yazıyorsanız bazı zaman olur ki keşke ben yazsaydım dediğiniz bir metinle karşılaşırsınız. Kıskançlıkla hayranlığın at başı gittiği bir histir bu. Ama yapacak bir şey yoktur, bir yazar o konuyu sizden önce akıl etmiş, yetmemiş ustalıkla yazıvermiştir.

Peki polisiye öykünün amiral gemisi Dedektif Dergi’ye katkıda bulunan yazarların en sevdikleri öyküler hangileriydi? Böyle bir seçim yapmanın, bizde derin izler bırakan onlarca öyküyü teke indirmenin zorluğunu bilsem de yazar arkadaşlarıma keşke ben yazsaydım dedikleri öyküleri sormanın daha önce okumadığımız yazar ve öykülerden haberdar olmak için iyi bir fırsat sunacağını düşündüm.



RAMAZAN ATLEN

En sevdiğim Yabancı Polisiye Öykü:

Geçen yıl bir dostumun tavsiyesi üzerine Trevanian’ın Şibumi’sini okuduğumda tam anlamıyla çarpılmıştım. Yazarın bir aksiyon/macera/casusluk/kiralık katil romanına bu derece derinlik katabilmesi karşısında şapkamı çıkarmaktan başka ne gelirdi ki elimden? Daha sonra aynı yazarın öykü kitabı geçti elime; KENTTE SICAK GECE. Biraz karıştırdım kitabı, öykülere şöyle bir baktım ve dedim ki tamam bu adam Şibumi’nin yazarı ama öyküleri ne kadar iyi olabilir ki?

Böylece kitaba adını veren ilk öyküyü özel bir beklentiye girmeden okumaya başladım. Kenti boğucu bir sıcak dalgasının kapladığı bir günün akşamında başlıyordu hikâye. Bir otobüste iki yolcu vardır; biri iki yıldır boşta gezen bir adam, diğeri işten dönen bir kadın. Kadın otobüsten iner inmez adam garip bir itkiyle peşine takılır, kadın korkmuştur ama adam ünlü aktörleri taklit ederek konuşmaya başlayınca kadına güven verir. Bir süre sonra bir kafeye gidip sohbeti ilerletirler. Anlarız ki ikisi de müzmin birer yalnızdırlar, ikisinin de ağır travmaları vardır geçmişlerinde. Garip bir şekilde birbirlerine ısınıp yaralarından bahsederler. Derken vakit ilerler, ayrılma vakti gelmiştir ama adam belli bir saatten sonra kimsenin içeri alınmadığı bir otelde yaşamaktadır, böylece kadın onu evine davet eder. Öykü kadının evinde daha da ilginçleşen konuşmalarla devam eder ve etkileyici bir finalle sona erer.

“Kentte Sıcak Gece” polisiye-gerilim yazmak isteyenlere ders niteliğinde okutulabilecek bir metin. Trevanian bu öyküde hikâye nasıl kurgulanır, sahici karakterler nasıl yaratılır, okur nasıl yanlış yönlendirilir ve ters köşe yapılır meselelerine dair kusursuz bir örnek sergilemiştir bana göre. Bu yüzden de en sevdiğim öykülerdendir.

En sevdiğim Yerli Polisiye Öykü:

Emel Aslan’ın BIRAKSAYDIM DA ÖLSEYDİ isimli öyküsü hem mizahi anlatımı hem bir kez başlanınca ara vermeye izin vermeyen akıcı anlatımıyla harika bir öyküdür. Ayrıca bana ilham vermesiyle (Karısını öldürmeye çalışan bir adamı okuyunca ben de karısı tarafından öldürülmeye çalışılan bir adamı yazayım diye düşünmüş, sonrasında bu fikir Karım Beni Öldürecek’te hayat bulmuştu) çok sevdiğim bir öyküdür.

Ondan nefret ediyorum diye başlar öykü. Anlatıcı karısından ölesiye nefret ediyordur. Karısı onu bir ömür aşağılamış, küçümsemiş, ötelemiş, azarlamış, uşağıymışım gibi davranmış, korkuları ve zaaflarıyla dalga geçmiştir. Peki adam neden terk etmemiştir bu lanet kadını? Denemiştir; boşanmaya, kaçıp gitmeye, kurtulmaya çalışmıştır, hem de defalarca. Ama kadın ne yapıp edip geri getirmiştir adamı. Ayrılamayınca kendini öldürmeye kalkışmıştır zavallı adam ama becerememiştir. Sonunda canına tak eder ve karısını öldürmeye karar verir. A, B, hatta C planı bile hazırlar. Öykü boyunca bu planların uygulamaya koyulmasına şahit olur, bedbaht adamın muradına ermesi için dualar etmekten alamayız kendimizi.


EMEL ASLAN

“En sevdiğiniz yerli ve yabancı polisiye öyküler nedir?” anketi üzerine biraz düşündüm. Sonra fazla kafa yormayıp ilk aklıma gelen öyküleri yazmaya karar verdim. Bu öyküleri iyice hatırlamak için birer kez daha okudum ve kendi içimde acayip yüzleşmeler yaşadım.

En Sevdiğim Yabancı Öykü:

Çocuk yaşlarda okuduğum Edgar Allan Poe’nun “KARA KEDİ” öyküsüydü.

Bu çarpıcı öyküyü ilk okuduğumda yaşadığım dehşeti, tüylerimin nasıl diken diken olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Hayvanlara yönelik şiddet beni her zaman fazlasıyla etkilemiştir. Onca gerilimin üzerine öykünün akıl almaz finalinde hissettiğim rahatlama duygusu paha biçilemezdi. Şimdi düşünüyorum da kara kedileri bu kadar sevmemin müsebbibi belki de Poe’ydu. Onları bir şekilde hayatıma çektim. Bir tanesiyle, adı Karbon’du, tam on dört yıl yaşadım. Halen yazdığım öykülerde ve rüyalarımda dolaşarak ayak izlerini bırakıyor.

Henüz çocukken okuduğum öykünün basıldığı yayınevini elbette hatırlamıyorum. Artık birçok farklı kanaldan bu eseri temin etmek mümkün. İnternetten araştırdığımda karşıma ilk çıkan yayınevi ise “Karbon Kitaplar” oldu. Bu da Karbon’dan bana bir selam olsun.

En Sevdiğim Yerli Öykü:

Cemil Kavukçu’nun “O KADIN FATMA GİRİK DEĞİL” öyküsü kişisel tarihimde önemli bir yere sahip. Yalnız şunu söylemem gerek: Bu öyküye polisiye veya suç öyküsü denemez, belki biraz gizem. O da belki…

2003 yılında Can Yayınları’ndan 3. baskısı yayımlanan “On Üç Büyülü Öykü” kitabındaki öykülerden biriydi. Yazarın anlatımının akıcılığı, kahramanın iç dünyası, beni içine çeken gerçekle düş arasındaki o büyülü evren o kadar ilham vericiydi ki içim gıcıklanmıştı. İyi yazılmış eserleri okuyunca “Bunu ben de yazarım,” gibi saçma bir his hatta hafif bir kıskançlık gelir ya insana, bu öykü de resmen benim yazma dürtümü harekete geçirmişti. Ha, geçici bir itkiydi ve daha uzun süre dişe dokunur bir şey yazamayacaktım, o ayrı.

Öyküyü bugün, yirmi sene sonra tekrar okuduğumda ilk okuduğumdaki kadar büyülenmemiş olsam da gücünden bir şey yitirmemişti. Beni asıl şaşırtan, ondan bu kadar etkilendiğimi şu ana kadar fark etmemiş olmamdı. Yazmış olduğum bir polisiye öykünün “O Kadın Fatma Girik Değil” öyküsünden derin izler taşıdığını hayretle gördüm. Sanki içimde bir yerlerde yıllarca küllenmeden bekleyip durmuş olan bu eser, paralel bir evrende, farklı seçimlerle ve bambaşka bir kurguyla yeniden yazılmıştı.

Sanatın ve edebiyatın müthiş dönüştürücü bir gücü var. Biz fark etsek de etmesek de.


YEŞİM YÖRÜK

En Sevdiğim Yabancı Öykü:

Edgar Allen Poe’nun yaratıcılıkta çığır açan zekâsı ve kullandığı çılgın yazım tarzı beni hep çok etkilemiştir. Yazdığı karanlık öykülerin, korkutucu, heyecan verici, dehşete düşüren girdabına kapılmamak imkânsızdır. Poe, öykülerindeki karanlık ve büyüleyici unsurlarla, insan ruhunun derinliklerine kolaylıkla erişebilmiş ender yazarlardan biridir. “En sevdiğim öykü” kategorisine girebilecek onlarca öyküsünü sayabilirim. Fakat beni en çok etkileyen öykünün hangisi olduğu sorulursa, hiç düşünmeden, “DİRİ DİRİ GÖMÜLME” derim.

Öyküyü okurken, daha ilk satırlarda hissettiğim klostrofobik duygu, o ana kadar aklıma bile gelmeyen, varlığından haberdar olmadığım bir korkumu su yüzüne çıkarmıştı. Diri diri gömülme korkusu… Öykü, çok sayıda diri diri gömülme vakasının anlatılmasıyla başlıyor ve ardından, anlatıcı bu konuyla alâkalı bizzat deneyimlediği bir diri diri gömülme anısını/sanrısını anlatıyor. Ama ne anlatış… İçiniz kararıyor, nefesiniz kesiliyor, dört duvar üstünüze geliyor ve çaresizliğin her safhasını iliklerinizde hissediyorsunuz. Aktaracağım çok kısa bir paragrafla, aslında bir anlatı gibi başlayan fakat ilerledikçe tuhaf bir biçimde sizi içine çeken öyküden neden etkilendiğimi anlatmak isterim.

Hiç duraksamadan denebilir ki ölmeden mezara konulmak kadar bedene ve ruha ıstırap verecek başka bir olay yoktur. Akciğerlerin üzerindeki dayanılmaz basınç, rutubetli topraktan yayılan boğucu gazlar, bedene yapışan kefen, daracık hücrenin sıkı sıkıya kucaklaması, mutlak gecenin zifiri karanlığı, sizi yutan bir denizi andıran sessizlik, Fatih Kurt’un görünmeyen ama hissedilen varlığı, bütün bunların yanı sıra dışarıdaki hava ve çimenle ilgili düşünceler, yazgımızdan haberdar olsalar koşa koşa bizi kurtarmaya gelecek aziz dostların anıları, dostların bundan asla haberdar olamayacaklarının bilinci, bahtımıza düşenin ölüm olduğunu bilmek, bütün bu düşünceler hâlâ çarpmakta olan yüreğimize öyle müthiş ve dayanılmaz bir korku salar ki en yürekli insanlar bile ürküp geri adım atar. [EDGAR ALLAN POE/BÜTÜN ÖYKÜLERİ/CİLT1 – İLETİŞİM YAYINLARI]

Nasıl ama?.. Sadece bu paragraf bile nur topu gibi bir fobinizin doğmasına yetti, değil mi?

En Sevdiğim Yerli Polisiye Öyküler:

Yerli polisiye öykü denince, ilk aklıma gelenler Dedektif Dergi’de yayınlanan öykülerdir. Birbirinden değerli kalemlerin, birbirinden gizemli öyküleri arasında bir seçim yapmak hiç kolay değil. Ben, “En sevdiğin yerli polisiye öykü hangisidir?” sorusuna, “Hepsi,” demek istiyorum. Hepsinin arasından en sevdiğim öyküleri yazabilirim. Gencoy Sümer’den UYKU, Turgut Şişman’dan SİSLER ARASINDA, Reha Avkıran’dan GÜVERCİN CİNAYETLERİ, Funda Menekşe’den KARDEŞ GİBİYDİLER, Gamze Yayık’tan LETAFET HANIM TEYZE, Emel Aslan’dan SÜRPRİZ, Nurhan Işkın’dan GÖLGE, Derin Gezmiş’den KAĞIT PEÇETE, Esra Gürel Şen’den KIRMIZI GERDANLIK, Gonca Çiftçioğulları’ndan ELİF, Tuğba Turan’dan TİLDA VE DİĞERLERİ, OZAN ILGIN,  Güneş Barguş’dan  PAZARTESİ ÇIKMAZI, Özlem Solak Erdoğan’dan KUSURSUZ CİNAYET YOKTUR, Önay Yılmaz’dan AMBROSİA, Ramazan Atlen’den KARIM BENİ ÖLDÜRECEK, Murat Yüksel’den DOKTOR BEY, Ahmet Yemenici’den GİRDAP, Ercan Akbay’dan UYKULUK CANAVARI, Abdullah Küçük’ten CAM KIRIKLARI, İhsan Cihangir’den DÜŞÜNMEDEN, Onur Dikenova’dan ŞEVKİ PAŞA KONAĞI, Orçun Yenilmez’den DİPSİZ KUYU, Ahmet Ziya Yıldırım’dan KURGAN, Yasin Yıldız’dan ÖTELENMİŞ ÖLÜM, Lidya Nasman’dan İNSAN, Ayşe Erbulak’tan SOKAK HAYVANLARI İÇİN MAMA, Uğur Arık’tan TAKSİ, Kerem Kaş’tan SULTAN’IN KILICI, Nilgün Kolgar’dan BENİMLE DANS EDER MİSİN, Süleyman Baş’tan GECE GELEN, Kasvet Ulu’dan YALNIZ ÖLÜ BALIKLAR, Yamaç Yalçın’dan AYNI ÇATI ALTINDA, Turgay Yürükoğulları’dan UĞURSUZ BİR GÜN, Mete Karagöl’den ALPASLAN KAYA SERİSİ, Fatma Şanlı’dan MAKBERDEN MALUMATLAR, İzzet Otru’dan ÖLEMEYİŞ, Dinçer Batırberk’ten VATAN BORCU, Necati Göksel’den ADEM, Onur Okan’dan VELİNİMET KIRTASİYESİ, Özgür Hünel’den KÜP, Çağan Dikenelli’den KULE, Türker Beşe’den ÇARŞAMBA PAZARI, Günay Gafur’dan BABA SERİSİ, Necva G. Esen’den BAVUL, Ceyda Kiremitçi Vasiliev’den HERKÜL ADNAN SERİSİ, Mustafa Şenocak’tan YABANCI… Dedektif Dergi’de hâlâ okumadığım bir sürü öykü var. Onların da en az bunlar kadar başarılı öyküler olduklarına eminim.


GAMZE YAYIK

Etkilendiğim Yerli ve Yabancı Öyküler

Doğrusu onca güzel öykü okuduktan sonra bu soruya çabucak yanıt vermek güç. O nedenle epey düşündüm. Aklımda yer etmiş tüm öyküler arasında belki de ilk okuduğum yetişkin öykü kitabı parlayıp öne çıktı. Muhtemelen ilkokulu yeni bitirmiştim. Babamın kitapları arasından birini çekip birkaç sayfa okuduğum olurdu. 70’li yıllarda basılmış bir Aziz Nesin öykü kitabını elimden bırakamamıştım. Özellikle kitaba adını veren ilk öyküyü sonraki yıllarda defalarca dönüp dönüp okuduğumu anımsıyorum. “MAHALLENİN KISMETİ” öyküsü sıradan insanların yaşadığı bir mahallede geçiyordu. Mahallenin belki de en yaşlısı Hacı Mesut Efendi genç bir tazeyle evlenmiş, gelin hanımın mahalleye gelişi büyük heyecan yaratmıştır. Evli bekar tüm erkekler genç kadına daha görmeden hayran, kadınlar ise huzursuzdur. İşler hiç beklendiği gibi gitmez ve ortalık fena karışır. Nesin tanrısal bir bakış açısıyla karakterlerin iç dünyasını çırılçıplak göstermekle kalmaz, ustaca kurguladığı diyaloglarla da eğlenceli bir okuma sağlar. Anlıyorum ki bugün yazmaktan mutluluk duyduğum bazı hikayelerimde “Mahallenin Kısmeti” öyküsü çok etkili olmuş.

Handan Gökçek Öykü Atölyesi’nde hikâye çözümlerken karşıma çıkan “EMİLY İÇİN BİR GÜL” öyküsü de beni uzun süre -ve hala- etkisi altına alan bir metindi. Hem William Faulkner’ın çağdaş, usta kalemi hem de içinde taşıdığı muamma onu burada anmamı sağlamış olsa gerek. Öykü bekar bir hanım olan Miss Emily Grierson’ın cenaze töreniyle başlar. Erkekler yıkılmış bir abideye gösterdikleri bir tür bağlılık ve saygıdan, kadınlarsa daha çok evin içini görme merakından cenazeye katıldılar. O evden son on yılda aşçılık ve bahçıvanlık yapan uşak dışında kimsenin çıktığı görmemişlerdir. Faulkner toplumun kadına yüklediği sorumluluk ve rolleri tartışırken gizemli ve hazin bir aşk hikayesini de satırları arasına yerleştirmiş. Üzerine sayfalarca yazı yazılan, sonu çarpıcı bir kısa öykü bu. Okuyalım ki okundukça çoğalsın, değerlensin.


İHSAN CİHANGİR

Polisiye öyküler arasında son zamanlarda yayınlanmış bir öykü var aklımda: Dark Polisiye 5’teki “HAREM ROBOTİK” adlı öykü…  Ercan Akbay’ın kaleme aldığı bu öyküde sevdiğim ikinci edebiyat türü olan bilimkurgunun unsurlarını da buldum. Bu şekilde türlerin iç içe geçtiği öyküleri çok seviyorum. Farklı örneklerini de okumak istiyorum. Bir yazar olarak ben de türlerin homojen olarak karıştığı öyküler yazmaya çalışıyorum.


KEREM KAŞ

En Sevdiğim Polisiye Öykü:

Edebiyatseverlerin çoğu bilir ki Stephen King korku ve gerilim edebiyatının belki de bir numaralı ismidir. Daha çok romanları ile tanınmıştır. Ancak King aynı zamanda iyi bir öykücüdür.

King’in 1985 yılında yazdığı ve Altın Kitaplar Yayınevi tarafından basılan “Sis” adlı kitapta yer alan birkaç öyküden biri olan “YAŞAMA HIRSI”, benim okuduğum en iyi öyküdür diyebilirim.

Öykü yaklaşık 20-25 sayfadan oluşuyor ve ıssız bir adaya düşen bir doktorun hikayesini anlatıyor. Ailesi, özellikle babası tarafından desteklenmeyen buna rağmen spor bursu alarak tıp fakültesine girmeye hak kazanan ancak ilerleyen yıllarda uyuşturucu sağlamak ve satmak gibi bazı kötü işlere giren bir doktorun bindiği gemi kazaya uğrar. Doktor kazadan kurtulan tek kişidir ve yarısı su alan bir filika ile zorlukla bir adaya çıkar. Aslında buraya ada bile denemez zira burası, sarp kayalıklardan oluşan, bitki örtüsü ve dolayısıyla hiçbir gıda maddesi bulunmayan kayalık bir adadır.

Doktorun yanında, gemiden kurtarabildiği su geçirmez kutuda muhafaza edilmiş bolca kibrit, büyükçe bir sağlık çantası, ucu küt kurşun kalem ve defter, iğne iplik takımı ve yaklaşık 2kg eroinden başka hiçbir şey yoktur.

Biz, doktorun hayatta kalma çabasını tuttuğu günlüğe yazılanlardan takip ederiz. Doktor martı avlamaya çalışır. Bir gün örümcek, bir başka gün yengeç yer. Issız adada artık yiyecek bir şey bulamayınca önce ayağını keser ve yer. Ardından diğer ayağını da bilekten keser.

Bir insan hayatta kalabilmek için neleri göze alabilir?

Esrarengiz ve ilginç konusu Stephen King’in müthiş hayal gücü ile birleşince ortaya bu harika ve etkileyici öykü çıkmıştır.


ÖNAY YILMAZ

Bugüne kadar polisiye öykülerle aram çok iyi olmamıştır. İyi bir polisiye öykü okuru da değilim. Polisiye roman konusunda biraz daha iyi olduğumu söyleyebilirim. Ben Edgar Allen Poe’nun MORG SOKAĞI CİNAYETİ adlı öyküsünde kalmışım. Poe’nun kendine özgü o mistik ve gizemli öyküleri beni hala cezbeder. Ancak yerli polisiye öyküleri son yıllarda daha çok okuyorum. Onu da Dedektif Dergi’ye borçluyum.

Bu dergiye yazan bütün arkadaşların çok başarılı öyküleri var. O kadar çok isim var ki, hepsini fırsat buldukça büyük bir keyifle okuyorum. Zaten benim edebiyatta hiç “en”im olmamıştır. Daima “en”lerim vardır. Belki de sübjektif bir yapısı olduğu için edebiyatın. O nedenle beğenerek okuduğum yerli polisiye öykü yazarları arasında isimlerini hatırladıklarım şöyle sıralayabilirim: Gencoy Sümer, Reha Avkıran, Çağatay Yaşmut, Emel Aslan, Yeşim Yörük, Ramazan Atlen, İhsan Cihangir, Derin Gezmiş, Emrah Poyraz, Ulaş Özkan, Esra Gürel Şen, Dinçer Batırbek, Funda Menekşe, Nurhan Işkın, Doruk Ateş, Tuğba Turan, Günay Gafur, İzzet Otru, Gamze Yayık, Murat Yüksel, Sibel Köklü, Ahmet Ziya Yıldırım, Onur Dikenova, Orçun Yenilmez…”

Elbette başkaları da var ama hatırladığım isimler bunlar. İsimlerini sayamadığım değerli yazar arkadaşlardan da çok özür dilerim.

Bu arkadaşların öykülerinde bizim toplumumuzu görüyorum. Gerek konular gerekse karakterler içinde bulunduğumuz toplumu çok iyi yansıtıyor. Çok şey öğreniyorum. Bu nedenle de keyifle okuyorum.


DİNÇER BATIRBEK

En sevdiğim Yabancı Öykü:

PANSİYONCU KADIN (The Landlady) – Roald Dahl, 1959.

Sebebi: Sakin bir başlangıcın ardından gerilimi yavaş yavaş tırmandıran usta anlatımı ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğini milim milim sezdirerek okuru kaçınılmaz sona sürükleyen başarılı kurgusu.

En sevdiğim Polisiye Yerli Öykü:

YANILSAMA- Günay Gafur, Dark Polisiye İkinci Kitap, 2021.

Sebebi: Gerçekle sanrının iç içe geçtiği, tekinsiz bir atmosfer kurmadaki başarısı ve ters köşe finali.


GENCOY SÜMER

Agatha Christie’nin CİNAYETLER KULÜBÜ adlı kitabında yer alan öykülerin birçoğu benim en beğendiğim polisiye öyküler arasında yer alıyorlar.

İngiltere’de The Thirteen Problems, ABD’de ise The Tuesday Club Murders adıyla yayınlanan kitap, ilk Miss Marple öykülerini içeriyor. Her ne kadar öykü kitabı olsa da her hikâyenin ayrı bir bölüm oluşturduğu roman şeklinde de kabul edilebilir. Çünkü kahramanlarda süreklilik, hikayeler arasında da bağlantılar var.

İlk 12 öyküde, St. Mary Mead köyündeki bir evde bir araya gelen bir grup insan, birbirlerine başlarından geçen gizemli bir olayı anlatır, diğerleri de bu gizemi çözmeye çalışırlar. Miss Marple’ın ilk öykülerinin birçoğu en beğendiğim polisiye öykülerdir. Aralarında Miss Marple’ın da olduğu altı kişi, St. Mary Mead köyünde bir evde bir araya gelirler ve birbirlerine gizemli öyküler anlatırlar. Tabii, gizemi Miss Marple’dan başka hiç kimse çözemez.

İngiliz kırsalında bir köy, eski bir ev, çıtır çıtır yanan büyük bir şömine ve gerçekten gizemli, yer yer ürkütücü öyküler. Altın Çağ’ın en hoş, en mükemmel kurguları… Bir bakıma, günümüz rahat polisiyesinin (cozy mystery) ilk örnekleri.

İlk altı öykü Miss Marple’ın evinde anlatılıyor. Kışın hüküm sürdüğü soğuk bir salı gecesi bir araya gelmiş altı insan…  Aralarında Miss Marple’ın yeğeni Raymond West de var. Raymond, başlangıçta Jane teyzesini hor görüyor. Anlatacakları gizemli olayların, köyden dışarıya hiç çıkmayan teyzesini rahatsız edeceğini, onun bu gizemleri çözmeye aklının ermeyeceğini düşünüyor ve bunu açıkça söylüyor da. Tabii sonunda mahcup oluyor.

Öykülerde sürekliliği olan iki kişi var. Biri Miss Marple. Diğeri ise Scotland Yard’ın başından çok kısa bir süre önce emekliye ayrılmış olan Sir Henry Clithering. Diğer karakterler Miss Marple’ı önemsemezken Sir Henry onu ciddiye alıyor ve zeki bir insan olduğunu fark ediyor. Miss Marple’la Sir Henry’nin yolları başka kitaplarda da kesişiyor: Agatha Christie bu karakterini sevmiş olmalı ki birçok kitapta onunla karşılaşıyoruz.

İkinci altı öykü ise, Kütüphanedeki Ceset romanından bildiğimiz Dolly ve Arthur Bantry’nin Gossinton Hall adlı evlerinde, geçiyor. Yine altı kişi bir arada ve yine gizemli öyküler… Daha önceki gruptan sadece Sir Henry ve Miss Marple var. Zaten Miss Marple’ın eve davet edilmesini sağlayan da Sir Henry. Bu arada, aradan bir yıl geçmiştir.

13. öykü ise diğerlerinden farklı. Bu kez St. Mary Mead’de bir cinayet işleniyor. Katilin kim olduğunu bilen Miss Marple, hâlâ Gossington Hall’de misafir olarak kalan Sir Henry’den yardım istiyor ve birlikte katili yakalıyorlar.

Kitapta en beğendiğim öykülerse, Mavi Sardunya, Sekreter, Kanlı Kaldırım, Bir Noel Faciası, Ölüm Otu ve Esrarengiz Cinayet.


REHA AVKIRAN

Bu türe gönül vermiş bir insan olarak o kadar polisiye çok öykü ve roman okudum ki, içlerinden bir ya da birkaç tanesi için “en iyisi buydu” demek çok zor. Poe’dan başlayıp çağdaş yazarlara kadar pek çok iyi öykü okudum. Bir ya da birkaç tanesini öne çıkarmak diğerlerine haksızlık olacak. Fakat ille de bir isim vermem gerekirse, şimdiye kadar beni en çok etkileyen öykü olarak bir polisiye değil de suç öyküsünü söyleyebilirim. Frederick Forsyth’ın MUHTEŞEM HATA adlı kitabındaki aynı adlı öykü müthiş finali ile beni çok etkilemişti.


DERİN GEZMİŞ

Bu soruyu ilk sorduğunuz andan itibaren düşünüyorum. Benim bugüne kadar okuyup da en beğendiğim hikâye hangisi? Bir secim yapmak kolay değil. Gerek yerli olsun gerekse yabancı pek çok güzel ve özel hikâye okudum.

En Sevdiğim Yabancı Polisiye Öykü

Polisiye edebiyatın kraliçesi sayılan Agatha Christie’ye özel bir hayranlığım olmasa da KAZA isimli hikâye aklımdan gecen başka öykülerin arasından sıyrılıp öne çıkmayı başardı. Kolay ve keyifli anlatımıyla ve sürpriz sonuyla süslü (zor) cümleler olmadan da okurun nasıl kolayca yanıltılabileceğini göstermişti bana.

En Sevdiğim Yerli Polisiye Öykü

Yeşim Yörük’ün ÇİKOLATALI KURABİYE isimli öyküsü. Bu sefer seçmek zor olmadı. Yazarın kalemini zaten beğeniyorum. Anlatısını sunarken okuyucuyu yarattığı dünyanın içine ustaca çekiyor. İlk okuduğumda hissettiğim acıdan nefesimin kesildiğini hatırlıyorum. Sonraki okumalarımda hep buruk bir hüzünle sayfaları çevirdim. Yeşim Yörük’ün Çikolatalı Kurabiye adlı öyküsü uzun zaman daha benimle birlikte kalacak biliyorum.


[i] Oğlak Yayınları, 2005.

En Son Yazılar