Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

DURU GÜZELLİK SALONU

Diğer Yazılar

GÖNÜLÇELEN BİR HIRSIZ

YENİ EV

Ahmet Yemenici
Ahmet Yemenici
1946 yılında İzmir’de doğdu.1964 yılında meslek lisesi inşaat teknisyenliği bölümünden mezun oldu.Genç yaşlarından itibaren öykü ve şiir denemelerine başladı.1972-1977aralığında Fransa'da bulundu.. Fransa dönüşü, İzmir’de çeşitli inşaat firmalarında teknisyen olarak çalıştı. 1980’den 2006 yılına kadar otomotiv sektöründe çalıştı,.1992'de emekli oldu.1995-2019 arası İzmir belediyelerinin sanat müziği korolarında ritim saz çalarak müzik hayatına girdi. İki çocuğu ile birlikte İzmir’de yaşıyor. Eserleri: Öylesine öyküler-Zeus yayınları(2015) Fabrikada Cinayet- Herdem yayınları(2020)-Polisiye roman

İlk deneyimim olan kayıp kızı bulma işimden sonra özel dedektifliği yürütebileceğime karar vermiştim. Birikimlerimin de suyunu çekmesiyle, emekliliğimin bir işe yaraması gerektiğini düşünmüştüm. Polis kökenli olmanın verdiği avantajla dedektiflik bürosu açmam kolay olmuştu. İzmir’in en merkezi yerinde eski bir iş hanının ikinci katında büro buldum. İki odalıydı, biraz bakım gerektirdiği için kirası düşük bir yerdi. Gereken büro malzemelerini İkiçeşmelik’teki ikinci el spotçulardan almıştım. Şimdilik idare ederdi. Daha önceleri açılan tanınmış dedektiflik bürolarına göre benimki biraz gariban görünüşlüydü ama yine de toplumdaki birikmiş problemleri göz önüne alırsam iş çıkmaması imkânsızdı. İş hanının girişine ve büronun kapısına ‘DEMİR DEDEKTİFLİK’ levhası yerleştirdim. Yerel bir iki gazeteye de reklam vererek ilk müşterimi beklemeye başladım.

***

İlk hafta kulağım telefonda, gözüm kapıda bekleyerek geçti. Kutlamaya gelen eş-dostun dışında ziyaretçim yoktu henüz. İkinci katta benimkiyle birlikte dört büro vardı. Bir avukatlık, ikisi de muhasebe bürosuydu.

Onuncu günün sabahı büroya geldiğim sırada daha kapıyı açarken telefonum çalmaya başladı. Bilinmeyen bir numara olduğunu görünce hevesle açtım. Bir kadın sesiydi. Masama geçip önüme bloknotu açtım.

“Demir Dedektiflik, buyurun ben Demir Darcan?”

“Alo, Demir Dedektiflik mi?” derken panik havası vardı sesinde.

Al işte, bu da aynı şeyi yapmıştı. Adımı belirttiğim halde işimi sormuştu. Nedense insanlar duydukları şeyi tekrar ederek yanlış anlamadıklarını teyit etmek istiyorlardı.

“Evet, buyurun hanımefendi. Nasıl yardımcı olabilirim?”

“İlanınızı gazetede gördüm. İş yerinizin yakınındayım. Orada olacaksanız birazdan yanınıza gelirim.”

“Bir yere gittiğim yok. Sizi bekleyeceğim.”

“Tamam Demir Bey. Birkaç dakikaya kadar büronuzda olurum,” deyip kapattı.

Beş dakika kadar sonra kapı çalındı, kalkıp açtım. Az kalsın dilimi yutacaktım. Şimdiye kadar gördüğüm en olağan dışı renk cümbüşü içinde bir kadın vardı karşımda. Ayağında cart kırmızı kısa şort, yüksek topuk kırmızı renk rugan ayakkabı, düğmeleri göğüs çatalına kadar açılmış limon sarısı bluz ve aynı renkte afro kabarık saçlar. Koyu renk uzun kirpiklerinin gölgelediği siyah gözler. Çimen yeşili farla sıvanmış göz kapakları ve aşırı allıklı rüküş bir görüntü vardı karşımda. Ama nedense dudaklarında bu görüntüyü tamamlayan ruj yoktu. Ekim ayının sonlarında böyle bir kıyafet evlere şenlikti. Hoş İzmir’in ekim ayı da öyle üşütecek derecede soğuk değildi hani.

Tepkimi gizlemeye çalışarak geçmesi için yana çekildim. “Buyurun şöyle geçin,” diyerek müşteri koltuğunu işaret ettim.

Yerime geçerken; “Size nasıl yardımcı olabilirim hanımefendi?” dedim, meraklı bakışlarımı üzerinden ayırmadan. ‘Hadi hayırlısı dedim,’ içimden, ‘Siftahı bununla mı yapacağım? Neyse bir bakalım derdi neymiş?’

Kucağındaki kahverengi omuz çantasına elini daldırıp bir kart çıkardı. Bana uzatırken, “Demir Bey, benim bir güzellik salonum var, daha doğrusu vardı,” dedi sinirli bir tavırla.

Karta baktım, ‘Duru Güzellik Salonu’ yazıyordu. Kadının rüküş halinin bu salondan kaynaklandığını anladım. Kırklı yaşlarda gösteriyordu. Aslında güzel denecek bir kadındı. Sanırım işinin reklamını yapmak için böyle aşırı süsleniyordu.

“Kartta isminizi göremedim. Neydi adınız?”

“Affedersiniz, heyecandan söylemeyi unuttum. Adım Afet, Afet Şengüzel.”

“Adınız güzelmiş. Tam salonunuza uygun düşmüş. Evet ne için gelmiştiniz?”

“Dediğim gibi güzellik salonum vardı. Ama şimdi yok.”

“Ne oldu salonunuza, birileri mi çaldı?” dedim gülümseyerek.

“Yoo, çalmadılar. Elimden aldılar. Daha doğrusu alacaklar.”

“Şunu açık olarak anlatırsanız size yardımcı olmaya çalışabilirim.”

“Şey, şöyle anlatayım. Salonumu on yıl önce açmıştım. Zamanla işlerim büyüdü. Üç yıl önce işten anlayan birini yanıma aldım. Çok akıllı ve becerikli bir kızdı. Onun sayesinde müşterilerimde çoğalma oldu. Çok çalışkandı ve hırslıydı. Gelen tüm müşterilere kendini çok sevdirmişti. Bilirsiniz böyle yerlerde kadınlar birbirleri hakkında dedikodu yaparlar. Adı Ayfer’di. Duyduklarını diğer müşterilere aktararak gözlerine girmeyi iyi beceriyordu. Bu sayede onlarla içli dışlı olup iyi bahşiş alıyordu. Son bir yıldır yaptığı her iş için yüzdelik olarak onu ortak yaptım. Onun sayesinde kazancım da yükselmişti. Neden onu da memnun etmeyeyim diye düşündüm. Hay düşünmez olaymışım!”

Bu arada elleri titreyerek sıkıntılı bir ifadeyle bana baktı. Bir şey isteyeceğini anlamıştım. Kadına deminden beri ne içeceğini sormayı akıl edememiştim. Acemilik, devlet memurluğu alışkanlığını halen üzerimden atamamıştım demek.

“Pardon sormayı unuttum. Ne içerdiniz? Çay, kahve veya soğuk bir şey?”

“Teşekkür ederim, çay olabilir. Su da olursa memnun olurum.”

İş hanının girişindeki çay ocağının diyafon düğmesine basıp siparişi verdim.

Kadın devamla; “Bana, ‘Abla senin hakkını ödeyemem,’ dedi. ‘Bana çok iyiliğin dokundu. Beni ortak olarak kabul ettiğin için teşekkür ederim. Ama bilirsin ölümlü dünyada yaşıyoruz. Sözler sağ olduğumuz müddetçe geçerli olur. Ama Allah geçinden versin hak vaki olunca sözlerin bir hükmü kalmaz. Eğer yanlış anlamazsan bunu yazılı olarak yapsak olur mu? Kaç yıldır beni tanıyorsun. Hakkımdan fazlasını da verdiğini biliyorum. Bu zamana kadar sana bir yanlışım olduğunu sanmıyorum. Sen de biliyorsun,’ dedi boynunu bükerek. Ben de güvendim ve ortaklık şartlarını yazılı olarak imzaladık.”

“Bu ne zaman oldu?”

“Üç ay önce. Bir ay bu şekilde çalıştı, sonra birden işe gelmez oldu. Yani iki aydır ortalıkta yok. Her yerde aradım, evine gittim defalarca. Oradan ayrıldığını öğrendim.”

Elini tekrar çantasına daldırıp katlanmış bir kâğıt çıkarıp uzattı. “İki gün önce bu yazı geldi. Okuyunca beynimden vuruldum. Bakın siz de okuyun, neden böyle sıkıntılı olduğumu anlayacaksınız.”

Bir avukattan gelen, bir ay içinde mekânı boşaltmasını isteyen bir ihtarname yazısıydı.

“Sizden istediğim; bu Ayfer denen kızı bulmanız ve bu durumun nasıl meydana geldiğini araştırmanız Demir Bey.”

‘Şu işe bak,’ dedim içimden. İlk işimde bir karmaşanın içinde olacaktım. Kadına da acımadım değildi hani. İyilik yap gözün oyulsun. Kadına baktım, umutla bana dikmişti bakışlarını. “Yanınızda çalışan biri iki aydır ortalıkta yok ama polise kayıp ihbarında bulunmadınız öyle mi?  Bu kızın anne ve babası veya akrabaları, arkadaşları da mı size gelip bir şey sormadılar? Yanınızda işe başlarken ailesi hakkında bilgi almadınız mı?”

“Yanlış anladınız. Öyle kayıp değil benim dediğim. Ailesi yok. Yetiştirme yurdunda büyümüş. Ben de elinden tutmak için yanıma almıştım. Yalnız yaşıyordu. Bana verdiği adrese gittim, taşınmış gitmiş. Çevreden sordum, ne zaman gittiğini görmemişler. Onun için kayıp ihbarı vermedim.”

“Salonunuzda kiracı mısınız, kendi mülkünüz mü?”

“Kiracıyım ne yazık ki. Ne diyorsunuz Demir Bey, bunu halledebilir misiniz?”

“Tabii, Afet Hanım. İşimiz bu.”

“Ücretiniz nedir?”

“Fiyatlarımız yapılacak işin zorluğuna ve alacağı zamana bağlı olarak değişkenlik gösterir. Anladığım kadarıyla bu mağduriyeti yaratan çalışanınızı bulmamı ve gelen ihtarnamenin nedenlerini araştırmamı istiyorsunuz. Tamam size yardımcı olacağım. Öncelikle Ayfer Hanım’ın bir fotoğrafı lâzım. İş yerinize de gelmem gerekiyor. Bana detaylı bilgi verirseniz nasıl bir ücret belirleyeceğimi söyleyebilirim. Ama yine de ortalama bir şey söylemem gerekirse takip edilecek işe göre günlük bin ila üç-dört bin lira arasında olacaktır.”

“Evet bu miktarları karşılayabilirim. Kapora olarak şimdi ne kadar vermem gerekiyor? Beni bu beladan kurtarın yeter.”

“Önemli değil. Önce işin içine bir gireyim o zaman bir rakam söylerim.”

***

Bana vereceği bilgileri derleyip toplaması için iki sat sonra yanında olacağımı söyleyerek müşteriyi uğurladım. Ferahlamış bir şekilde bürodan çıkarken dudaklarında güven duymuşluğun tebessümü dikkatimden kaçmadı. Giderayak verdiği kısa önbilgileri alıp incelemeye başladım. Kızın adı Ayfer Gülgün’dü. Son adresi Ballıkuyu’da görünüyordu. İhtarnamede de Orhan Çarkın adlı avukatın imzası vardı. Saate baktım on bir olmuştu. Avukatın bürosu buraya yakındı. Yaya olarak gidebilirdim. Güzellik salonuna gitmeden önce bu avukatı bir ziyaret edeyim dedim. Yeri Konak’ta Salihağa İş Hanı’nın ikinci katındaydı. Önceden telefon ettiğim için bekleniyordum. Kapıyı çalmama gerek kalmamıştı. Çünkü açıktı. Girişte ofis bölümünü ayıran paravanın aralığında sekreter karşıladı.

“Buyurun Beyefendi, ne için gelmiştiniz?” dedi geniş bir gülümsemeyle.

“Ben Demir Darcan. Biraz önce telefon etmiştim. Orhan Bey’le görüşecektim.”

“Ah tabii, buyurun geçin, sizi bekliyor,” diyerek önüm sıra ofis bölümüne geçti. “Orhan Bey, beklediğiniz misafiriniz Demir Bey geldi efendim,” deyip bana yol verdi.

Sırtı cama dönük oturan avukat, geniş masasının arkasında yüksek arkalıklı deri koltuğundan doğrulup elini uzattı.

“Hoş geldiniz Demir Bey. Buyurun oturun.”

Masanın önündeki misafir koltuklarından ona göre sağdakine oturdum.

“Ne içersiniz?”

“Teşekkür ederim. Çay olabilir.”

Hâlâ kapı ağzından ayrılmamış olan sekreterine bakıp “Sevinç Hanım iki çay söyler misiniz?” dedi. Sonra bana dönüp “Evet Demir Bey telefonda bir ihtarnameden bahsetmiştiniz. Detayını öğrenebilir miyim? Mesele nedir?” dedi merak ediyormuş gibi bir ilgiyle.

“Evet, müşterimin adına gönderdiğiniz, iş yerinin bir ay içinde boşaltılması hakkındaki tebligat için görüşmek istemiştim,” diyerek yanımda getirdiğim evrakı uzattım. “Bunu talep eden müvekkilinizin size gösterdiği sebep neydi?”

Kâğıda bakıp adamın adını görünce hatırladı. “Haa, şu kişi. Efendim bu bey konu olan mekânı iki ay önce satın almış.”

“Satın mı almış? Allah, Allah! Bir terslik olmasın. Müşterim burayı güzellik salonu olarak çalıştırıyor. Mekânın sahibi kiracısından habersiz kimseye satmış olamaz değil mi?”

“Müşterinizin mal sahibiyle yenilenmiş bir sözleşmesi yoksa olabilir. Tabii alan kişinin etik olarak kiracıyı uyarması ve bilgi vermesi gerekir. Zaten burada bir ay gibi zaman vermiş.”

“Evet ama burası bir iş yeri. Müşteri ve çevre olarak oturmuşluğu var. Bu kadar kısa zamanda yeni bir yere yerleşmek kolay değil.”

“Bu konuda benim yapabileceğim bir şey olamaz. Ben sadece işlemi yerine getirmesini sağlayan bir aracıyım. Sorgulama durumum olamaz.”

Avukattan öğrendiklerim bana şimdilik yeterliydi. Saat on iki olmuştu. Kadını ziyaretime daha bir saat vardı. İhtarnameyi çeken kişiyi ziyaret edebilirdim bu arada. Büroya döndüm. İzmir haritasını açarak ihtarcının adresini bulup mahalle ve sokağı not ettim. Kahramanlar’da Gazi Hastanesi’nin arka sokağında bir lokantaydı. İşin garibi kadının iş yeri de aynı muhitteydi. Şans eseri lokantanın önünde boş bir yer bulup arabayı park ettim. Öğlen saati olduğu için masaların çoğu doluydu. Kaldırımda tekli bir masaya oturdum. Garson hemen başıma dikildi.

“Hoş geldiniz, ne arzu ederdiniz?” dedi kibarca ve önüme yemek listesini koydu. Doğrudan sorulara geçmeden havayı yumuşatmak için bir şeyler yemenin iyi olacağını düşündüm. Tavuk soteyle pilav söyledim.

Boşalan tabakları almaya gelen garsona “Ustanın ellerine sağlık, çok güzelmiş,” dedim kapıyı aralamak için. Lokantanız da çok temiz. Patron buradaysa onu tebrik etmek isterim. Adı Mahmut’tu değil mi?”

“Tabii efendim. Burada kendisi. Kasada duruyor.”

Hesap pusulasını alıp içeri girdim. Kasanın arakasında oturan kırklı yaşlarda atletik vücutlu adama pusulayı uzattım.

“Elinize sağlık, yemekleriniz lezzetliymiş Mahmut Bey,” deyince merakla yüzüme baktı.

“Tanışıyor muyuz?” dedi.

Cebimden çıkardığım kağıdı göstererek; “Elimdeki evrakta yazıyor isminiz. Ayrıca bu konu üzerine görüşmek istiyorum sizinle. Bir köşeye oturup konuşabilirsek iyi olur. Satın aldığınız Duru Güzellik Salonu’nu nasıl aldığınızı öğrenmek istiyorum.”

Adamın kibar tavrı hemen değişti bu sözlerim üzerine.

“Peki siz kimsiniz? Neden soruyorsunuz?” dedi diklenerek.

“Bakın sizinle bir işim yok, orayı çalıştıran kişinin adına geldim. Bir aya kadar boşaltmasını istemişsiniz. Mekânın sahibi bey, dükkânı sattığına dair kendisine bilgi vermemiş.”

“Bey mi? Ben orayı bir bayandan aldım. Yanlışınız var herhalde!”

Şaşırarak sordum; “Adını söyler misiniz? Çünkü müşterim oranın sahibinin erkek olduğunu söylüyor. Bu çok önemli onun için. Gidip o kişiyle de görüşmem gerekecek. Müşterime karşı oynanan bir oyun var işin içinde.”

“Ucu bana dokunmaz inşallah.”

“Şu anda sizi ilgilendiren bir şey yok. Satın almış ve sahibi olmuşsunuz. Bunu yapanın peşindeyim ben. Özel dedektifim. Zamanında yanında çalışan birinin kendisine oyun oynamasından şüphe ediyor. Sonuçta yapılan işlemlerde sahte bir durum çıkarsa sanırım sizin de başınız ağrıyabilir. Buna da hazırlıklı olun derim.”

Adam açıklamalarımdan ikna olmuştu ama son söylediklerim karşısında rengi sararır gibi oldu.

“Aldığım kişi dediğim gibi bayandı. İki ay önce gazetede bu yerin satış ilanını gördüm. İlgilenip görüştüm. Mal sahibinin adı Ayfer Gülgün’dü. Ama bana işlemleri yapan bir erkekti. Noter satışıyla ilgili belge vardı elinde. Lokantamın bir başka şubesi için uygun bir yerdi benim için. O nedenle çektim o ihtarnameyi.”

“Satış işlemini yapanın ismini verirseniz çok işe yarayacak.”

“Bir bakayım, dolapta olacak. Siz de şu köşedeki masaya geçin orada bakalım,” diyerek yerinden kalktı.

Elinde bir dosyayla gelip karşıma oturdu. Sayfaları karıştırdı.

“Evet işte burada. Adı Şakir Doğuşlu. Adresi de kayıtlı.”

“Mahmut Bey, ne kadar ödediniz? Gizlemenize gerek yok, ben maliyeci değilim.”

“İki yüz yetmiş beş bin lira.”

Bilgileri not alıp Duru Güzellik’e gitmek için ayrıldım lokantadan. Hemen hemen iki saati doldurmuştum. Salonun modern bir görünüşü vardı. Girişte solda küçük bir bankonun arkasında mekâna uyacak şekilde bakımlı, gençten bir kız karşıladı beni.

“Buyurun Beyefendi, nasıl yardımcı olabilirim, randevunuz var mıydı?”

Herhalde beni metroseksüel bir erkek sanmıştı.

“Evet Afet Hanım’ı görecektim.”

O anda karşıda sıra sıra iplere dizili boncuklarla saklanan aralıktan Afet Hanım hızla çıkıp yanıma geldi.

“Hoş geldiniz Demir Bey,” diyerek çalışma odasına yönlendirdi. “Size gereken bilgileri hazırladım. Bu arada siz neler yaptınız?”

“Öncelikle size ihtarnameyi gönderen avukatla görüştüm. Burayı satın alan kişi hakkında verdiği bilgiye göre o kişiyi ziyaret ettim. Tesadüfe bakın ki size yakın bir sokakta bir lokantanın sahibi çıktı. Adı Mahmut Bircan. Kibar bir adam. Elinden geldiğince beni bilgilendirdi. Öncelikle size buranın sahibini soracağım. Mekânın sahibini bana anlatır mısınız? Bir de burayı satın aldığını söyleyen yeni sahibi sizinle hiç görüştü mü?”

“Görüşmedim. Diğer sorduklarınız için, verdiğim yazılarda dükkân sahibinin bilgileri de var.”

“O zaman bir sürprize hazır olun. Mahmut Bey burayı Ayfer Gülgün’den satın almış. Ama işin ilginç yanı satış işlemini noter satış tasdiki olan Şakir Doğuşlu isimli kişiyle görmüş. Bu kişiyle bir tanışıklığınız var mı?”

“Nasıl yani? Yanımda çalışandan mı almış dediniz? Bu nasıl olur, benim bildiğim Ayfer meteliğe kurşun sıkan biriydi. Böyle bir semtte, böyle yüksek değerde bir yeri nasıl almış olabilir ki? Bunda bir yanlışlık var. Hem de benden habersiz yapılan bir satış ha? Ama diyorsunuz ki satış işlemini yapan bir erkek. Neden Ayfer ortalarda yok?”

“Buraya kadar bir şeyler bulduk. Bence bu işte bir çetrefillik var. Doğrusu ilgimi çekmeye başladı. Düzenlediğiniz açıklamalardaki listeye bir göz atayım. Nerden başlayacağıma dair bir yol çizerim.”

Aldığım bilgiler ve avans ücretle Boya Küpü’nün yanından ayrıldım. Büroya döndüm. Önce mekânın sahibini ön sıraya aldım. Oradan öğrendiklerimle yol nereye varır görecektim. Kadından aldığım telefon numarasını çevirdim. Uzun bir çalmanın ardından açıldı. İnce güçsüz bir ses açmıştı telefonu.

“Alo, Kemal Bey’le mi görüşüyorum?”

“Evet. Kimsiniz?”

“Kemal Bey ben Demir Darcan. Kiracınız Afet Hanım adına arıyorum. Zamanınız olacaksa sattığınız dükkanınız hakkında görüşecektim. Afet Hanım’ın avukatıyım. Yeni mal sahibi tarafından bir ay içinde iş yerinin boşaltılması hakkında tebligat gönderilmiş. Önemli bir konu olduğu için sizin burayı nasıl sattığınızı öğrenmem gerekiyor.”

“Demir Bey anlattıklarınızdan bir şey anlamış değilim. Ben orayı satmadım ki!”

“Satmadınız mı? Çok ilginç. Bu iş karmaşıklaşıyor bu durumda. Adresiniz bende var, oraya gelip görüşelim, olur mu?”

“Tabii bekliyorum. Şimdi ben de endişelendim! Bana da yardım etmiş olursunuz bu arada.”

Karşıyaka Alaybey’e varmam kırk dakikayı bulmuştu. Kapıyı seksenli yaşlarda zayıf kambur duruşlu biri açtı. Saat 13.45 olmuştu.

“Demir Bey değil mi?”

“Evet benim Kemal Bey. Kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.”

“Buyurun geçin içeri,” diyerek yana çekildi.

İkinci katta eski bir apartman dairesiydi burası. Bakım isteyen bir görünümü vardı. Girişteki holden uzun bir koridoru geçip salona vardık. Ev kadınsızlığın el değmemişliğini belli ediyordu. Rengi solmuş el dokuması halı salonun büyük bir bölümünü kaplıyordu. Güneşten iyice eprimiş, gonca gül desenli kalın perdeler içeriye bir kasvet havası veriyordu. Bana üçlü koltuğu gösterip oturmamı istedi. Kendisi de berjer koltuğa oturdu. Hareketleri çok ağırdı. Her an bir yerlerinde ağrısı olacakmış gibi tedirgin hareket ediyordu. Yanakları çökük ve incelmiş, boynu onu iyice yaşlı gösteriyordu. Sulanan gözlerle bakarak “Ne içersiniz Demir Bey? Çayım var arzu ederseniz,” dedi cılız sesiyle.

“Teşekkür ederim. Zahmet olmayacaksa alayım,” dedim arayı ısıtmak için.

On dakika sonra gelen acılaşmış çayı yudumlarken konuya girdim.

“Yalnız yaşıyorsunuz galiba Kemal Bey?”

“Evet tek başınayım. Haftada bir bana bakmaya ve evi toparlamaya gelen bir bayan var sadece. Daha doğrusu vardı. İki aydır hiç uğramadı. Belki gelir diye başkasını da aramadım. Onun için evin durumu evlere şenlik. Gücüm yetmediği için basit olanları yapmaya çalışıyorum.”

“Adı neydi o bayanın?”

“Dur bakayım, hımmm, Ayfer’di. Üç yıldır akşamları geliyordu. İyi biriydi. Bana çok iyi bakıyordu. Sevecen ve saygılıydı. Kiracımın tavsiyesiyle gelmesine razı olmuştum.”

“Arayıp sormadınız mı gelmeyince?”

“Sormam mı? Ama telefonları bir türlü açmıyor. Nerde oturduğunu da bilmediğim için arayamadım. İki aydır sesi sedası çıkmıyor. Acaba başına bir şey mi geldi ki? Bana tavsiye eden kiracıma da sordum onu. O da iki aydır görmediğini söyledi. Dışarıya çıkamadığım için dışarıdaki işlerimi de hallediyordu. Çok memnundum ondan. Hatta son aylığını da almamıştı daha.”

“Bu Ayfer’in soyadını biliyor musunuz?”

“Şey, Gülgün mü, Gülgüm mü? Öyle bir şeydi sanırım. Kusura bakmayın hafızam maalesef gittikçe zayıflıyor. Yaş doksana yaklaştı artık.”

Cebimden Ayfer’in resmini çıkarıp gösterdim. Boynunda iple asılı olan gözlüğünü takıp yakından baktı.

“Evet, evet bu kızdı. Ama burada biraz genç görünüyor. Bu o.”

“Bakın size şimdi anlatacaklarım canınızı sıkabilir. Bahsettiğiniz Ayfer Hanım aynı zamanda kiracınız olan Afet Hanım’ın yanında kuaför olarak çalışıyordu. Size de bu nedenle tavsiye edilmişti. Aynı kişiden bahsediyoruz şu anda. Oraya da iki aydan beri gitmemiş. Yani size gelmediği zamanla uyuşuyor. Öğrendiklerime göre dükkanınızı sizden iki ay önce satın almış. Sonra hemen elden çıkarmış. Sattığı kişinin adı Mahmut Bircan. Kahramanlar semtinde lokanta işletiyor. Ama şu var ki satış işlemini Şakir Doğuşlu diye biri yapmış. Şimdi sizden benimle gelip tapu dairesindeki evrakta bulunan imzanızı kontrol etmenizi isteyeceğim. Bir de şu var; Ayfer denen bakıcınız İzmir’in öbür ucunda Ballıkuyu’da oturuyor. Oradan buraya gelmesi bayağı zor ve zaman meselesi. Akşamları geliyordu dediniz. Hangi saatte burada oluyordu?”

“Akşam sekizle dokuz arası bir şeydi sanırım.”

“Tapunuzu ve gerekli evraklarınızı yanınıza alın. Arabam dışarıda.”

“Tabii gidelim. Canım çok sıkıldı bu işe.”

***

Tapu dairesine vardığımızda saat 16.00 olmuştu. Oldum olası devlet dairelerindeki yavaş işleyen bürokrasinin karmaşası beni bezdirmiştir. Konak’ta tapu dairesinin ikinci katına çıkarken aklıma bu takılmıştı. Şimdi sivildim ve sıradan bir vatandaş olarak işlerimi yaptıracaktım. Görevli olduğumuz dönemlerde az çok bir öncelik tanınıyordu. Yine de o zamanlar bile diğerlerinin çektiği sıkıntıları görmezden gelmek imkansızdı. Bilgisayara bir şeyler yazan alımlı bir memure hanım işimizi görecekti. İşinin bitmesini beklerken Kemal Bey de gerekli evrakı hazır ediyordu. Memure bize dönüp;

“Buyurun?” dedi soran bakışlarla.

Kemal Bey elindeki tapuyu bankoya koyup pürüzlü sesiyle sordu; “Hanım kızım bu tapudaki yer bana ait bir dükkân. Benden habersiz başkası tarafından satışı yapılmış. Ben böyle bir işlem yaptırmadım. Bir kontrol eder misin?”

“Tamam amca bir bakayım. Nüfus kağıdını verir misin?” diyerek tapu senedindeki tanımları bilgisayara yazmaya başladı. Yerinden kalkarak karşı duvardaki bir raftan dosya çıkarıp getirdi. Aradığını bulunca ihtiyara döndü.

“Amca sen bu dükkânı Ayfer Gülgün adlı kişiye satmışsın. Burada imzan var.”

Araya girip sordum. “Satış tarihi ve tutarını söyler misiniz?”

“Buradaki kayda göre 20 Ağustos’ta satış yapılmış. Yirmi bin liraya satmışsın.”

“Yirmi bin mi? Nerdeyse bedava. Peki o işlemi hangi memurunuz yapmış?”

“İşlemi yapan Sait Bey’miş.”

“O memur arkadaş şu anda burada mı?”

“Sait Bey burada değil. Bir ay önce emekliliğini isteyip ayrıldı.”

“Ben Kemal Bey’in yakın bir dostuyum. Yaşlı oluşu nedeniyle kendisine yardımcı olmamı istedi. O nedenle araya girip duruyorum. İki yüz-iki yüz elli bin eden yeri bu fiyata kimse satmayacağına göre Kemal Bey sanırım dolandırıldı. Emekli polis olduğum için bu konuda ona yardımım dokunur. Evraktaki imzayı görebilir miyim?”

O sırada cebimden not defterimi çıkarıp Kemal Bey’e imza atmasını söyledim. Kadın dosyayı bankoya getirip imzayı gösterdi. Yeni atılan imzayı yanına getirip kontrol ettim. Az çok benzerlik gösterse bile iyi bir incelemede farklı oluşu meydana çıkacağı aşikardı. Çünkü eğitimli bir göz bunu fark ederdi. İmzalar birbirini tutmuyordu. Hemen cep telefonumu çıkarıp dosyadaki imzanın fotoğrafını çektim. Burada işimiz bitmişti. Kemal Bey’in bundan sonra savcılığa başvurup dava açması gerekecekti.

İhtiyarı evine bırakıp büroya döndüm. Afet Hanım’a telefon edip,”Merhaba Afet Hanım,” diyerek hemen söze girdim. “Ayfer Hanım haftada bir gün sizden izin alıp erken çıkar mıydı?”

“Evet cumartesi günleri erken çıkardı. Çok yaşlı biri olan dükkân sahibime bakması için ben gönderiyordum.”

 “Ayfer Hanım dükkan sahibine ne zamandan beri bakmaya gidiyordu?”

“İşe başladığı zamandan üç-dört ay sonra, yani üç yıldan beri.”

“Aklıma kötü şeyler geliyor. Ayfer iki aydır mal sahibinize de gitmemiş. Sizinkiyle de örtüşüyor ortadan kaybolması. Düşündürücü bir durum. Araştırmalarımın sonucuna göre bir şey çıkmazsa kayıp ihbarında bulunmanız gerekebilir. Satış işlemini yapan şu Şakir denen adamı bir an evvel görmem gerekiyor. Bakalım oradan neler çıkacak? Öncelikle Ayfer’in evini bir ziyaret edeyim. Sizi sonra ararım,” deyip kapattım telefonu.

İkiçeşmelik’i tırmanırken diğer araçların motor homurtularına karışan benim emektarın yaşlı sesi çok cılız kalıyordu. Bayramyeri’nden sola kıvrılıp Ballıkuyu yönüne döndüm. Rakım Elkutlu Caddesi üzerindeki evini bulmam zor olmadı. Zamana iyi direnmiş tek katlı, mavi badanalı, eski gecekondulardandı. Camlarda perde olmaması boş olduğunu belli ediyordu ama yine de kapıyı etrafın dikkatini çekecek şekilde çalmayı sürdürdüm. Nihayet yolun karşısından meraklı bir yaşlı teyze camını açıp, “Kimi aradın oğlum? O ev boş, kimseler yok,” dedi meraklı bakışlarla.

“Burada oturan Ayfer hanımı soracaktım.”

“Taşındı buradan. Bir gece eşyalarını toplayıp gitti.”

“Ben uzaktan geldim, akrabasıyım. İzmir’e gelmişken bir göreyim demiştim. Uzun zamandır görüşmüyorduk. Ne zaman taşındı?”

“İki ay kadar oldu galiba. Yanında bir adam vardı giderken. Yaşlılık ne yaparsın, uyuyamadığımız için devamlı dışarıyı gözlüyorum işte. O zaman gördüm taşındıklarını.”

“Daha önceki günlerde taşınacağını söyledi mi size?”

“Yok söylemedi.”

Cebimden çıkarıp Ayfer’in resmini gösterdim.

“Benim aradığım akrabam buydu teyze.”

“Tamam işte bu kadın.”

“Peki teyze, belki bilirsin. Ne kadar zaman oturdu burada?”

“Üç ay kadar önce gelmişti ama nedense gelip gittiğini göremeden bir ay önce taşındı. Fukara biriydi herhalde. Doğru dürüst eşya falan da yoktu taşınırken.”

“Nereye gittiğini biliyor musun?”

“Yok be oğlum, hiç konuşma fırsatı olmadı ki. Sadece iki sefer gördüm zaten.”

“Sağ ol teyze. Verdiğin bilgiler için teşekkür ederim.”

Arabaya geçince Afet Hanım’ı aradım.

“Afet Hanım ben Demir. Ayfer’in evine gittim demiştiniz. Gittiğiniz adres neresiydi? İşe aldığınızda size verdiği adres neydi? Bana verdiğiniz bilgilerde adres görememiştim. Şu anda satış işlemi için verdiği vekaletnamedeki adresindeyim.”

“Neden soruyorsunuz bunu?”

“Size sonra açıklarım. Gittiğiniz adresi verin lütfen. Şu anda salonda mısınız?”

“Evet iş yerindeyim. Bir dakika bekleyin, dosyaya bakayım.”

“Tam adres gerekmez, yerini söyleyin yeter.”

“Eskiizmir’de bir yerdi.”

“Tamam, bu bana yeter şimdilik.”

Saate baktım 17.00 olmuş, güneş de ufka iyice yaklaşmıştı. Doğrudan salonun sabit telefonunu çevirdim bu sefer. Çıkan kıza Afet Hanım’la görüşmek istediğimi söyledim.

“Afet Hanım burada değiller. Acele bir işi çıktığını söyledi. Bir dakika önce ayrıldı.”

“Tamam, cepten ararım. Teşekkürler.”

Şakir Doğuşlu’yu görmek için vakit vardı. Kontağı çevirip Basmane’de yıkıntı halde olan eski Kulüp Sineması’nın yakınındaki adrese yöneldim. Karşıma bir emlak bürosu çıktı. İçerde kel kafalı, şişman, palabıyık, ablak yüzlü, boksör eskisi burunlu biri masanın arkasında oturuyordu. Adamı daha görür görmez notumu vermiştim. Tekin biri değildi.

“Merhaba,” dedim kapının ağzında dikilerek.

“Aleykümselam,” dedi bana inatla. “Buyur ne istemiştin?”

“Şakir Doğuşlu sizsiniz değil mi? Bir mesele için görüşecektim.”

“Evet benim. Hayırdır, nedir mesele?”

Polis rozetimi çıkarıp masaya koydum.

“Mahmut Bircan isminde birine iki ay önce satışını yaptığın bir mekân için geldim. Elimizdeki bilgilere göre Ayfer Gülgün adlı birinden aldığın vekaletnameyle işlem yapmış görünüyorsun. Mekânın sahibi de bu yeri Ayfer Gülgün’e satmış. Yaptığımız araştırmaya göre asıl mal sahibi dükkanını kimseye satmadığını beyan ediyor. Şimdi gelelim asıl meseleye. İstersen burada bilgi ver, istersen merkezde. Ne diyorsun Şakir Efendi?”

Doğrudan tüm bilgilere hâkim bir girişle konuşunca tedirgin bir halde yerinde şöyle bir kıpırdandı.

“Öncelikle şunu belirteyim. Vekaletle iş yaptığın için suçlu bir duruma düşeceksin diye bir şey yok. Şimdi söyle bakalım. Ayfer Gülgün’ü nereden tanıyorsun?” diyerek kadının resmini çıkarıp önüne koydum. “Vekaleti veren bu muydu?”

Masaya yaklaşıp resme bakınca, tereddütle başını salladı.

“Bu da kim? Ben bu kadını tanımıyorum. Vekaleti veren bu değildi,” dedi kaşlarını çatarak.

Bu sefer başka bir resim çıkardım. Resme dikkatle bakıp biraz duraksadı.

“Evet buydu,” dedi biraz düşündükten sonra.

“Ne oldu, neden şaşırdın?”

“Bu resimde çok değişik görünüyor da ondan.”

“Nasıl görünüyordu o gün?”

 “Böyle süslü püslü değildi. Sade giyimli ve makyajsızdı.”

“Peki neden sorup soruşturmadan ve ne olduğunu bilmeden bu yerin vekaletini alıp satış yaptın? Altından bir çapanoğlu çıkar diye düşünmedin mi?”

“Bana getirdiği bilgiler sağlam görünüyordu. On bin lira verdi bu iş için.”

“Şimdilik bu kadar. Tekrar görüşmek için İzmir’den ayrılma. Başka sorularımız da olabilir.”

Adam ben çıkar çıkmaz hemen telefonu alıp bir yeri aramaya başlamıştı. Ben de hemen emniyeti aradım. Bu arada gözüm de dükkandaydı. Zeliha karşımdaydı.

“Merhaba güzelim. Nasılsın?”

“Ooo, merhaba Demir Bey. Nasılsınız bakalım? Hayırdır, ne için aramıştın? Yeni mi aklına geldim?”

“Tamam hemen sitem etme. Biliyorsun yeni bir başlangıcın içindeyim ve pek fırsatım olmadı aramaya. Özür dilerim. Şu anda bir iş üzerindeyim. Acil bir durum var. Birinin hayatı söz konusu olabilir. Verdiğim adrese hemen bir ekip gönderin. Kemal adında yaşlı biri. Tehlike altında olduğunu düşünüyorum. Bana güven. Yanlış bir şey söylemiyorum. Bunu hallet. Ben de oraya geliyorum.”

Hemen Kemal Bey’in telefonunu çevirdim. Uzun uzun çalınca canım sıkılmaya başladı. Kapattım, tekrar denedim. Bu sefer beşinci çalışta açıldı. Yine o cılız sesi duyunca ferahladım.

“Alo kimsiniz?”

“Kemal Bey ben Demir Darcan. Şu anda evde misiniz?”

“Evet, ne oldu ki? Neden sordun?”

“Komşulardan birine gidebilir misin?”

“Ne dedin anlamadım.”

“Komşularından birinin evine git hemen. Evden ayrıl. Ben de oraya geliyorum. Sonra izah ederim. Acele et, hemen çık!”

“Tamam, karşı daire komşuma geçeceğim.”

Tekrar Afet’i çevirdim, cevap yoktu.

Boksör eskisi Şakir’i görünceye kadar anlamamıştım çevrilen dümeni. Hemen yola koyulup ihtiyarın evine gazladım arabayı. Kapının önünde iki ekip arabası vardı. Polislerden biri balyoz lakaplı Cevdet’ti. Beni görünce; “Hayırdır komiserim, burada ne işin var? Yeni işin nasıl gidiyor bakalım? Var mı bir şeyler?” dedi güleç bir yüzle. Onun da emekli olmasına az kalmış olmalıydı.

“Merhaba Cevdet. Kimler var yukarıda?” diyerek elimi uzattım. Sevdiğim bir polisti.

O sırada apartmanın kapısından Zeliha’yla yardımcısı Komiser Birol çıktılar. Beni görünce suratlarını asarak yaklaştılar. Zeliha, “Demir boş bir mesele için ortalığı ayağa kaldırdın. Neler oluyor anlat bakalım,” dedi.

“Tamam, önce yukarı çıkalım, anlatacağım,” derken arada da telefonu çıkarıp Kemal Bey’i aramaya başladım. Cevap yoktu.

“Apartmanın önünden arabaları başka yere çekin hemen. Polis arkadaşlar da bizimle yukarı gelsinler,” deyip ikinci kata çıktık.

Birol’la Zeliha hâlâ merakla yüzüme bakıyorlardı. Karşı dairedeki kapıyı çaldım. İçerden bir erkek sesi, “Kim o?” dedi.

“Kemal Bey size gelecekti. İçeride mi kendisi?”

“Yok, biraz önce telefonu çaldı ve evine geçti.”

Tekrar ihtiyarın kapısına döndüm. İçeriden ne söylendiği anlaşılamayan konuşmalar geliyordu. Kemal Bey’in sesinden Ayfer kelimesini duymuştum sadece. Konuşmalarında bir panik havası vardı. Sonra Ayfer’in yüksek perdeden yankılanan sesi kapıya kadar geldi. Birol’a bakıp sordum. “Girmemiz gerek Birol. Açıp gireyim mi? Resmi olarak siz şahitsiniz,” diyerek maymuncuğu çıkardım cebimden. Baskın halinde girmemek için böyle yapmamız gerekiyordu. O da Zeliha’ya bakıp tamam dedi. Sessizce girdik. Uzun koridorun sonundaki salondan Ayfer’in sesi geliyordu.

“Dün tapu dairesine gitmişsin. Niye gittin ki oraya. Ne gerek vardı?”

“Orada dükkanımı sana sattığımı öğrendim. Hem de yirmi bin liraya! Sen beni dolandırmaya mı kalktın? Nasıl yaptın bu işi?”

“Demek öğrendin. Bana bak ihtiyar! Kaç yıldır senin, o kokuşmuş güzellik salonunun kahrını ve pisliğini çekiyorum. Yalnız yaşayan kimsesiz birisin. Ölsen ne arayanın ne de soranın olur. Kime kalacak bıraktığın mallar? Devlet alacak elinden. Niye ben faydalanmayayım? Senden aldığım o dükkânı başkasına sattım bile. O parayla kendime bir güzellik salonu açacağım. Yaşın kaça gelmiş. Sabah birileri gelip seni ölmüş bulsa yaşlılıktan ölmüş derler sadece. Ama benim o kadar beklemeye niyetim yok.”

Kemal Bey’in, “Hey ne yapıyorsun, bırak o yastığı elinden!” diyen korkulu sesi yankılandı koridorda.

“Korkmana gerek yok moruk. Acı çekmeyeceksin.”

O anda ihtiyar öksürmeye başladı. Koşarak salona girdik. Bizleri birden karşısında gören Ayfer, üçlü koltuğa sırt üstü yatırdığı ihtiyarın göğsüne dayadığı dizi ve yüzüne bastırdığı yastıkla donup kaldı. Yine de o hiddetle, gözü dönmüş bir halde daha güçlü bastırmak için hamle yaptı. İki polis hemen kollarından yakalayıp ellerini arkaya büktüler. Son anda yetişmiş, adamcağızı ölümden döndürmüştük. Yalnız durumu pek iyi görünmüyordu. Yaşadığı korku kalp krizine sebep olmuştu. Zeliha telsizden ambulans anonsu yaparken adamı hayatta tutmaya çalışıyorduk. Hemen aspirin verip ayrıca öksürmesini sağlamaya çalıştık. Birol da kadını, “Seni cinayete teşebbüsten göz altına alıyorum,” diyerek polis memurlarıyla aşağıya gönderdi. 

Zeliha, “Eee, anlat bakalım zehir hafiye?” diyerek koluma girdi…

***

Merkezde Duru Güzellik Salonu’nu çalıştıran Afet Hanım’ın büromu ziyaretinden başlayıp olayların gelişimine ve soruşturmalarımın sonucuna kadar anlattım her şeyi. Bir çetenin Ayfer’i tehditle bu satış işini yaptırdığını ve sonradan onu ortadan kaldırdıklarını düşünmüştüm. Fakat boksör eskisi benim gözümü açmıştı. Ama bana resimler hakkında yalan söylemişti. Ayfer’i tanımadığını, diğer resmi tanıdığını söylemişti. Aslında ona on bin lirayı Ayfer vermişti. Kızın itirafları sonucu bunları öğrenmiştik tabii. Tapu dairesinde işlemi yapan memur Sait ve emlakçı Şakir dolandırıcılıktan, Ayfer de cinayete teşebbüsten tutuklanmıştı.  Dükkânı alan Mahmut Bey de dolandırıldığıyla kalmış, ancak iki yüz bin lirasını kurtarabilmişti.

Ayfer uzun zaman içinde ihtiyara kendini sevdirmiş, bu şekilde güven sağlamıştı. Yaşlı adam, kızı gibi gördüğü için banka işlemlerini yapması için vekalet bile vermişti. Ayfer, hesabını takip etmekte güçlük çeken Kemal Bey’in verdiği vekaletteki imzasını taklit ederek satış planını yapmıştı. Sonradan patronunun beni devreye sokacağını düşünememişti. Yetişkin biri olduğu ve yetiştirme yurdunda büyüdüğü için ailevi bir bağı olmamıştı. Ortadan kaybolmasına kimsenin önem vermeyeceğini düşünmüş, kendisini aramayacaklarını hesap etmişti. Tabi bunları sorgulama sırasında anlatmıştı. Kemal Bey de hastanede yoğun bakıma alınmıştı. Durumunun iyi olduğunu sonradan Afet Hanım’dan öğrenmiştim.

Rüküşlüğüyle alay ettiğim kadın mahcup edecek bir ücretle ödüllendirmişti beni.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar