Esra Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Gerçi bunu bir röportajdan ziyade aile içi bir sohbet diye niteleyelim isterseniz. Çünkü Dedektif Dergi yazarları arasında dostluk neredeyse kardeşlik makamında. O halde öykülerinizin takipçisi olup sizi daha yakından tanımak isteyen okurlar adına sorayım; kimdir Esra Gürel Şen?
Gamze Hanım, asıl ben bu zarif röportaj teklifiniz için teşekkür ederim. Gerçekten de Dedektif Dergi ilk günden beri beni sıcacık aile ortamı ile rahatlatan, dostlukları ile mutlu eden ve yazarları arasında olmaktan gurur duyduğum bir yer oldu. İyi ki Dedektif Dergi var ve ben iyi ki onunla beraberim.
Bana gelince; bildiğiniz gibi Kütahyalıyım. Kütahya sanatla özdeşleşmiş bir şehirdir. Babam da çini ressamı ve klasik Türk müziği sanatçısıydı. Dolayısıyla sanatın içine doğdum diyebilirim. Altmış dört yaşındayım ve okuduğumu anlayabildiğim anlardan itibaren kitaplarla birlikteyim. Okuma tutkum zamanla yazma tutkusuna dönüştü ve hayatım boyunca düşüncelerimi, duygularımı ve içimdeki hikayeleri kâğıda döktüm. Otuz sekiz yıl süren fiili çalışma hayatımı 2018 yılında kurumsal olarak sonlardım ancak çalışmaktan ve üretmekten vazgeçmedim. Ben sanatın onarıcı ve yaşatıcı gücüne inananlardanım, o nedenle ister üretici olarak olsun ister tüketici olarak her zaman sanatla bir şekilde buluşuyorum. 2020 yılında Ankara’da yaşarken eşimi ve annemi kaybettim. Sonrasında çok sevdiğim Eskişehir’e yerleştim. Burada kızım Zeynep Şen’le birlikte Tiyatro Mita adıyla bir tiyatro topluluğu kurduk ve üç senedir sürdürüyoruz. İddialı olacak kadar film seyrederim yani bir başka tutkum da sinemadır diyebilirim. Seyahat etmeyi çok severim. Yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak ve gözlem yapmak beni ruhen besler ve mutlu eder. Ancak ‘Şimdi neredesiniz?’ diye sorarsanız; İstanbul’dayım. Yakın zamanda beni sevince boğan hayatımı değiştirip anlamlandıran bir olay yaşadım. Bir torunum oldu ve onunla beraber olabilmek için bir müddet daha İstanbul’da kalmaya devam edeceğim.
Polisiye edebiyatla nasıl tanıştınız? Yolunuz Dedektif Dergi’yle ne zaman çakıştı?
Okuma merakım okumayı öğrendiğim çok erken yaşlarımda başladı. Gazete yazıları, kitaplar, dergiler daha doğrusu elime geçen okunabilecek her şeyi okuyarak devam etti. Tabii zaman içerisinde tercihleriniz oluşuyor. Okuduğunuz şeylerin niteliklerine, size kattıklarına ve eğilimlerinize göre sınıflandırmaya ve öncelik sırasına koymaya başlıyorsunuz işte bu sıralamada polisiye edebiyat benim hep ilk tercihim oldu. Delilleri keşfetmek, gizemleri çözmek ya da sonuçları tahmin etmek beni hep cezbetmiştir. İyi bir film izleyicisi olduğumu daha önce söylemiştim. Polisiye filmler, suçlu karakter tahlili, kriminal yöntemleri öğrenmek ve sonuca ulaşmak açısından bir gözlem noktası benim için. Seyrettiğim onca filmin içerisinde polisiyeler her zaman ayrıcalıklı olmuştur.
Nasıl polisiye yazmaya başladığıma gelince; bunu şöyle anlatayım. Kalem ve kâğıtla dost olduktan sonra şiirler yazarken buldum kendimi. Sonra bir baktım şiirler hep bir hikâye anlatıyor, ben de hikayeler yazmaya başladım. Hikayelerimin hep bir gizem barındırması ve sürpriz sonlara merakım polisiye yazabileceğim konusunda beni cesaretlendirdi ve devamı geldi. Sıradan insanların normal hayatlarını yaşarken nasıl suça sürüklendiklerini çok merak ediyorum. Bunu araştırıyorum, bu konuda çok okuyorum ve hikayelerimde anlatmaya çalışıyorum. Bunu da en iyi polisiye türünde yazarak yapabildiğime inanıyorum. Ayrıca bir kadın olarak toplumumuzda özellikle kadına, çocuklara ve hayvanlara karşı yükselen şiddet ister istemez duygu durumumu etkiliyor. Bunları yazmak ve kendi çapımda ufacık da olsa ayna olabilmek istiyorum.
Dedektif Dergi’yle yolum onu dijital dünyada bulup okuyucusu olmamla kesişti. Derginin hikayelerimizi onlara gönderebileceğimiz yolundaki telkinlerinden etkilenerek 2019 yılında üç hikâyeden oluşan bir dosya gönderdim. Akabinde önce Turgut Şişman, sonra Gencoy Sümer’le tanışarak aileye dahil oldum. O güne kadar çeşitli mecralarda yazılarım ve hikayelerim yayınlanıyordu hatta kendi bloğum bile vardı. Ama Dedektif Dergi benim için çok özel ve çok güzel bir platform oldu. Bütün yazar arkadaşlarımı, dostluğumuzu ve bu ailenin bir üyesi olmayı çok seviyorum. Ayrıca dergimizin sanata ve polisiyeye bakışını, Dünya edebiyatıyla entegre olarak -ülkemizde biraz ötelenmiş olsa da- polisiye türünü yükseltme çabasını ve bu alandaki başarısını çok takdir ediyorum. Kendi adıma söyleyebilirim ki Dedektif Dergi ile tanıştıktan sonra polisiye konusunda çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum.
Ailenizde çok sayıda sanatçı var. Sizin de çok yönlü bir sanatçı olduğunuzu biliyorum. Edebiyat dışındaki uğraşılarınız nelerdir?
Evet, ben sanatçı bir babanın kızı olma şansına sahip olarak dünyaya geldim. Benim babam Ahmet Fuat Gürel, ülkemizde ve dünyada tanınmış Kütahyalı bir çini ressamıydı. Pek çok eserini bugün dünyanın birçok ülkesinde, ülkemizin pek çok yerinde ve elbette özellikle Kütahya’da görmek mümkündür. Ayrıca kendisi tasavvuf Türk musikisine gönül vermiş bir insandı. Öyle ki çaldığı rebap, kemençe, ney gibi sazlarını bile kendi yapardı. Biz iki kardeşiz, bu nedenle doğduğumuz günden beri sanat, yaşam biçimimiz oldu. Hayatımızın her evresinde onunla yoğrulduk, onunla teselli olduk, onunla başardık. Ailemizde sanatla birebir uğraşmayanlarımız bile sanatın içindedir. Örneğin bilimsel bir yolda yürümeyi tercih eden büyük kızım çok donanımlı bir sanat tüketicisidir. Keza rahmetli eşim de öyleydi. Kardeşim çizim ve resmetme yeteneğini kullanarak mimar olmayı seçmiştir. Ayrıca onun da sanat ve mimari makaleleri var, hatta bir dönem yerel bir gazete yayınlanmıştı. Ben edebiyat dünyasına çekildim. Küçük kızım tiyatro oyunları yazıyor, yönetiyor ve oyunculuk yapıyor. Kısaca tiyatrocu oldu. Bense yazmayı çok seviyorum. Çeşitli türlerde yazmayı seviyorum. Favorim hikayeler elbette ama henüz yayınlanmamış olsalar da romanlarım var. Masallar yazıyorum. Eskişehrin Masalcıları isimli bir toplulukla masallar anlatıyorum. Şimdi en büyük hayalim torunum için bir masal kitabı yazmak. Müziği fiili olarak yapamıyorum ama dinlemeyi çok seviyorum. Eskişehir Senfoni Orkestrası’nın konserlerini hiç kaçırmam. Alternatif müzikleri de dinlemeyi severim. Örneğin Can Bonomo’nun şarkılarını dinleyip şiirlerini okurken mest olabileceğim gibi eskilere gidip bir Beatles parçasında kendimden geçebilirim. Tiyatro benim ilk aşkım. Kızım Zeynep Şen’le birlikte kurduğumuz Tiyatro Mita için oyunlar sahneye koyuyoruz. Bu oyunların dramaturjilerini hazırlamakla, dekorlarını, sahne düzenini, kostümlerini sağlamakla oyuncu seçimleriyle kızımla birlikte bizzat uğraşıyorum. Bütün provalarda bulunuyorum. Bütün bu şahane faaliyetler, yazılarım açısından da çok besleyici oluyor. Senaryolar yazmaya çalışıyorum. Geçen yıl Menemen isimli hikayem tek kişilik oyun olarak Tiyatro Mita bünyesinde Esen Leyla Esendal tarafından oyunlaştırıldı. Bu sene kızım Zeynep Şen’in yönettiği Çulpa isimli çocuk oyununda sahneye çıktım. Tadına doyamadım.
Şahsen öykülerinizde kullandığınız dili seviyor ve özellikle Kırmızı Gerdanlık, Mavi Çiniler gibi dönem öykülerinizi severek okuyorum. Tarihle aranız nasıl? Dönem öyküleri yazarken sizi neler besliyor?
Tıpkı bizim yaşadığımız zaman aralığında olduğu gibi geçmiş tarihlerde de insan hayatını o gün veya sonrasında etkileyecek birçok olay yaşanmış. Tıpkı bizim şimdi yaptığımız gibi o devrin insanları da gündelik hayatlarını sürdürmeye devam etmişler. İşte ben o hayatların nasıl olduğunu öğrenmeyi seviyorum. Çünkü onların o gün o olaylar karşısında gösterdikleri metanet, mücadele ve sürdürülebilirlik inancı insanlığı bugünlere taşımış. İnsanlık hiç pes etmemiş. Bizim görevimiz de dünyamızı aynı güçle yarınlara taşımak. Ben tarihe biraz bu gözle bakıyorum. Hayat şartları değişse de sonuçta insan aynı insan. Geçmişten öğrenebileceğimiz ve bugün bize güç verecek çok şey var bence. Örneğin, bahsettiğiniz öyküm ‘Kırmızı Gerdanlık’ın; Direnen İstanbul, Mısır’a Giden Gemi, İskenderiye gibi bölümlerinde hırsları için katil olan bir adamın hikayesini anlatırken arka planda Birinci Dünya Savaşı öncesinde İstanbul’da ve Mısır’da hayat nasılmış, savaş başlayıp koca bir imparatorluk parçalanıp İstanbul işgal edilince ne hale dönüşmüş onu anlatmaya çalıştım. Yine aynı şekilde ‘Mavi Çiniler’de 1200’lü yılların Anadolu’sunda sanatın ve devlet düzeninin işleyişini mekanlar ve tablolar halinde göstermeye çalıştım. Dönem hikayelerini yazarken okuyucumun o devrin havasını koklayabilmesi için yazım dilimi anlaşılırlığımı bozmadan o dönemde kullanılan Türkçe ile zenginleştirmeye çalışıyorum. Hikayelerim kurmaca ama geri planda anlattığım her şeyi o devre birebir sadık kalarak yazmaya özen gösteriyorum. Tarihe olan tutkum devam ettikçe umarım dönem hikayeleri de yazılmaya devam edecek.
2020 yılında Herdem Polisiye’den yayınlanan Gündelik Cinayetler öykü seçkinizi beğeniyle okuduk. Okurlarınıza yeni bir seçki sunacak mısınız?
Gündelik Cinayetler, kitap anlamında benim ilk göz ağrım. Bu kitabın okuyucuyla buluşmasında Gencoy Sümer ve Dedektif Dergi’nin desteklerini unutmam mümkün değil. Bu vesile ile tekrar teşekkür ederim. Bir değil birkaç kitap projem var. Düzeltmeleri üzerinde çalıştığım yine polisiye öykülerden oluşan bir kitap projesi ile yakın zamanda tekrar okuyucumla buluşmayı hedefliyorum. Ayrıca daha önce söylediğim gibi ailemin tarihini örnek alarak yazdığım bir dönem romanım var. En kısa zamanda onu da basılı hale getirmeyi istiyorum. Yine aynı şekilde yazdığım bir polisiye romanın düzeltme ve yenileme çalışmalarına devam ediyorum. Ayrıca torunum ve çocuklar için bir masal kitabı hazırlamaya çalışıyorum. Gücüm ve aklım elverdiği sürece de üretmeye ve gerek karma eserlerle gerek bireysel eserlerle olsun okuyucumla buluşmaya devam edeceğim.
Öykülerinizi nerede ve nasıl yazıyorsunuz? Bir yazma rutininiz var mı?
Öykülerimi yazmak için bir rutinim hiç olmadı. Hareketli ve yoğun bir hayatım var. Nerede ve nasıl zaman bulabilirsem yazabiliyorum. Özel bir hazırlık yapmam veya özel bir mekâna ihtiyaç duymam. Örneğin Dedektif Dergi’nin 48. sayısında yayınlanan Meraklı Fikri’nin Talihsiz Serüveni isimli öykümü İstanbul- Eskişehir arasında yaptığım bir tren yolculuğumda yazmıştım. Yazabilmek için tek ihtiyacım yazabileceğim bir şey. Bu telefon olabilir, dizüstü bilgisayar olabilir veya sadece bir kâğıt ve kalem olabilir. Yeter ki yazmayı isteyeyim.
Tiyatro için yaptığım dramaturji çalışmaları, okuduğum kitaplar, seyrettiğim filmler ve diğer bütün uğraşlarım benim beslenme kaynaklarım. Provada duyduğum bir replik, oyuncunun bir hareketi, okuduğum kitaptaki bir cümle, filmdeki bir sahne ya da anlattığım masaldaki bir karakter beni yazma konusunda tetikleyebildiği gibi yolda yürürken gördüğüm bir tabela, bir kamyon arkası yazısı, dinlediğim bir müzik parçası ya da yeni tanıştığım bir insan da bir hikâye oluşturabilir içimde. Bazen de yazamıyorum, o zaman durup biraz zaman tanıyorum kendime ve farklı uğraşlara yöneliyorum sonra bir bakıyorum köşe başından bir çocuk gülümsüyor bana ve içimde bir hikâye yazılmaya başlıyor yeniden.
Yaşadığınız şehir, sosyal ve sanatsal gereksinimlerinizi karşılıyor mu? İnternet sayesinde her şey elimizin altında olsa da neyin eksikliğini duyuyorsunuz?
Her ne kadar şu anda İstanbul’da bulunsam da ben aslında Eskişehir’de yaşıyorum. Eskişehir sosyal ve sanatsal anlamda çok gelişmiş özel şehirlerimizden biri. Benim Eskişehir’e yerleşmek konusunda aklımı çelen şeylerden biri de buydu ve taşındığım günden bu yana hiç pişman olmadım. Eskişehir Büyük Şehir Belediyesi Senfoni Orkestrası konserleri olsun, Şehir Tiyatroları oyunları olsun, şehrimize gelen özel tiyatrolar olsun, vizyona girer girmez seyrettiğimiz filmler olsun, dünya çapında sanatçıların eserlerini görebilme şansına ulaştığımız sergiler olsun pek çok sanat etkinliği ile tüketici olarak beni doyuran bir yer Eskişehir. Bir sanat üreticisi olarak da şehrin sunduğu imkanlara ve halkının sanat ve sosyal anlamdaki aktifliğine, değer bilirliğine ve destekleyici gücüne hayranım.
Hayatta iyi şeyler olduğu gibi üzüntüler de yaşıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda önemli kayıplar yaşadınız, torun kucakladınız. Tüm bu uç duygular yazın hayatınızı ne yönde etkiledi?
İnsan hayatı zaman zaman köşe noktalarına ulaşıyor ve o köşeyi dönünce karşılaştıklarınız sizi olumlu ya da olumsuz şekilde etkiliyor. Ben, 2020 yılından bu yana pek çok insanın uzun aralıklarla yaşayabileceği ya da belki hiç yaşamayabileceği olumlu ve olumsuz şeyleri art arda yaşadım. Ayrıca bu sadece benim kişisel hayatımla da sınırlı değildi, ülkemizde ve Dünya’da da başımıza gelmeyen kalmadı desek yeridir. Yanlış anlaşılmasın bu kesinlikle bir şikâyet veya serzeniş değil. Sadece bir durum değerlendirmesi. Hayat insana bazen koşa koşa, bazen gülerek, bazen de vurarak gelir. Elbette etkilenmiyorum ya da bir şey hissetmiyorum demek mümkün değil ancak ben her yaşanmışlığın insanın duygu dünyasına olgunluk anlamında büyük katkılar sağladığı, bizi büyüttüğü inancındayım. Kaybettiklerim bana boşa geçirilecek zamanımın olmadığını, ben kaybolduğumda ardımda bırakacaklarımı hazırlamak için günlerimi gecelerimi iyi değerlendirmem gerektiğini öğretti. Son kazanımım yani torunum ise hayatın hâlâ ne kadar güzel olduğunu gösterdi. Kızıma da söylediğim gibi torunum Sare, benim ruhumda açılmış bütün boşlukları doldurdu sanki. Elbette duygularımı bu denli etkileyen bir sevinç yazılarımı da olumlu yönde etkileyecektir. Bütün olumsuzluklara rağmen umut hala devam ediyor. O zaman yazmaya, üretmeye ve elimizden gelen neyse onunla Dünya’ya katkıda bulunmaya devam etmeliyiz.
Esra Şen bir okur olarak neleri okumaktan hoşlanır? Beğendiğiniz polisiye yazarları bizimle paylaşır mısınız?
Bir okur olarak pek çok şeyi okumayı seviyorum. Tarihe merakım, polisiye sevdam, bilimkurguda duyduğum heyecan beni bu türlere yönlendirse de aslında merakımı uyandıran her şeyi okurum.
Pek çok polisiye yazarını beğeniyle okuyorum. İsim vermem gerekirse Agatha Christie, Arthur Conan Doyle vazgeçemediklerim arasında. Kaçar kere okudum eserlerini bilmiyorum. Dan Brown, Tess Gerritsen, Harlan Coben ve Jean Christophe Grange’ ı çok beğenirim. John Le Carre’yi de unutmamak lazım. İngiliz edebiyatında casusluk romanlarını okumaktan en keyif aldığım yazarların başında gelir. Türk yazarlarını çok sıkı takip ederim. Celil Oker okumayı çok severim mesela. Gencoy Sümer, Ahmet Ümit ve Dedektif Dergi yazarları hep merakla beklediklerimdir. Son zamanlarda İskandinav polisiyesi dikkatimi çekiyor ve beğeniyorum. Henning Mankel, Steig Larsson, Jo Nesbo gibi isimler bunlar arasında ilk aklıma gelenler.