Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Gece Gelen | 1

Diğer Yazılar

KÜP

ALKARISI

ECİNNİ

Dedektif Mehmet Yarar’ın sıra dışı vakalarının bugün tıpkı bir Nasreddin Hoca ya da Temel fıkraları gibi ağızdan ağıza büyüyerek efsane halini aldığı ve her efsaneleşen karakter gibi asla dahil olmadığı vakalar üzerinden hikayeleştirildiği, birbirleriyle ilintisi bulunmayan birtakım vakaların kendisine atfedildiği, olmadık karakteristik özelliklerin üzerine yapıştırıldığı bilinen bir gerçektir. Mehmet Yarar gençlik ve ihtiyarlık çağlarında, bir an için bile başından geçenleri kaleme alma düşüncesi içinde olmadığından bu vazifeyi genellikle en yakın dostları üzerine almıştır ki Dedektif’in sıra dışı vakalarının aslına en uygun olanları işte bu hikayelerdir.

Mehmet Yarar’ın dahil olduğu vakalar arasında çok azı, bizzat olay yerinde kendisi bulunurken yaşanmıştır. Birazdan okuyacağınız da işte böyle bir hadisedir ve bundan uzun yıllar önce vuku bulmuştur. Vakayı kaleme alan kişi adını vermediğinden, biz de bu sırrı muhafaza edeceğiz.

 

* * *

 

1

 

Mehmet Yarar asla bazı meslektaşları gibi her gittiği yerde ölüm hadiselerinin yaşandığı o uğursuzlardan değildi. Aksine, özellikle ilk yıllarında belanın kokusundan bile kaçar, az riskli bol paralı işleri tercih ederdi. İstanbul Anadolu yakasında ilk ofisini açtığında durumu o kadar kötüydü ki üç ay üst üste kira ödediği görülmüş şey değildi. Sık sık yer değiştirmek zorunda kalması nedeniyle kendisine danışmak isteyen az sayıdaki müşterisini kaçırır, bu sebeple yolu yanlışlıkla ofise düşen biri bile Dedektif’i geçici olarak sevince gark ederdi. Yıllar geçtikçe biraz olsun durumu düzelmişse de asla hayalini kurduğu hayata kavuşamamıştı.

Sezgilerinin edindiği bir takım tecrübeler sonucu geliştiğine inanan Dedektif, iç sesini hiçbir zaman yabana atmazdı. Mesleğinde beşinci yılını doldurduğu Kasım ayının o fırtınalı gecesi odasına damlayan adamı görünce de iç sesi ‘bela geliyor’ diye bağırmış, takım elbiseli adam karşısında purosunu dişlerken o da bu sesi bertaraf etmekle uğraşmıştı. “Hoş geldin Behçet” diyerek samimi biçimde karşılamaya özen göstermişti, uzun boylu, ince yapılı kıvırcık saçlı misafirini. “Senin yolun buraya düşer miydi yahu?”

Purosunu ince dudakları arasında yuvarlayan adam geniş geniş gülümsedi. “Vay Mehmet vay. Kaç yıl oldu görüşmeyeli.”

“Bilmem. Yedi sekiz yıl olmuştur herhalde. Adresimi nasıl buldun?”

“Hiç sorma. Mehmet, sen nasıl bir hayat sürüyorsun böyle. Herkes illallah etmiş. Kime sorsam arkandan küfrediyor haberin olsun.”

Dedektif arkadaşının puro teklifini reddederek sigarasını yaktı. “Bu mesleği seçtiğim güne lanet olsun. Resmen firari hayatı benimkisi. Üzerime aldığım bir iki vaka kiramı çıkarmaya bile yetmiyor. Cebimde beş kuruş yok inan.” Biraz dilenci ağzı yapmışsa da durumu aşağı yukarı böyleydi. “Şöyle zengin bir müşterinin etli, yağlı, sulu bir vakası elime geçmiyor ki…”

Misafiri kollarını iki yana açtı. “Duan kabul oldu işte. Eski dostun Behçet imdadına yetişti.”

Dedektif mahalleden ve ilk okuldan arkadaşı Behçet Karaman’ın ciddi olup olmadığını anlamak gözlerinin içine baktı. “Sahi mi?”

“Sahi tabi. Buraya nur yüzünü görmek için gelmedik herhalde. Vay Mehmet’im vay. Paran yok ama şöhretin yerinde. Adını gazetelerde gördüm. ‘Helal olsun lan’ dedim şu emlakçı adamın hikayesini okuyunca. Polisin haftalardır çözemediği vakayı üç günde çözmüşsün. Zaten senin kafanın çalıştığı okuldayken belliydi. Sende o ışık vardı oğlum, ta küçükken anlamıştım. Hiç tevazu gösterme şimdi.”

Dedektif’in böyle bir niyeti yoktu. Maddi anlamda huzura kavuşamasa da bu tarz ego tatminleri işini sürdürmesini sağlıyordu işte. Behçet ile geçen okul yıllarını hatırladı. Tam dört yıl boyunca aynı sınıftaydılar. O zamanlar hırslı, azimli bir çocuktu Behçet. Ama eğitim-öğretim konusunda değil. Bir an önce ticaret hayatına atılmak istiyordu. Atıldı da… Kendisi üniversiteye hazırlanırken Behçet müteahhit olan babasının da yardımıyla altıncı binasını dikiyordu, şimdilerde İstanbul’un göbeği diye reklamları yapılan semtlere. O sıralar müteahhitler nereye ev dikiyorsa ora bir anda İstanbul’un göbeği oluveriyordu. Dedektif şehrin anatomik yapısını alt üst eden bu aç gözleri sevmezdi ama Behçet başkaydı. Neşeli, enerjik, içinden geldiği gibi davranan bir çocuktu, hatırladığı kadarıyla. “Behçet, ben de en son duyduğumda Anadolu yakasının yarısını kapatmıştın. Üç dört yıl önce gazetenin reklam sayfasında görmüştüm şirketinin adını. Şimdi işlerin nasıl?”

“İyi iyi. Yakanın diğer yarısına dadandım. İmara açılmasını beklediğim bir yer var. Ama yeni seçilen başkan uğraştırıyor bizi.”

“Yemeyi sevmeyen biri çıktı ha?”

“Bazısı böyledir. Midesi almaz. Biz de sindirsin diye mama haline getiririz.”

Dedektif, Behçet’in parıldayan dişlerine, sivri çenesine ve belli ki uzun yıllardır iş dünyasında biriktirdiği ego ile rakiplerini ezmek için kullandığı kibirli yüzüne baktı. “Demek arkadaşını şu sefil hayattan kurtarmak için geldin,” dedi alayla. “Mesele ne?”

“Sorma. Başımda öyle bir bela var ki… Boğazıma kadar boka batmış durumdayım.”

“Zaten genelde buraya öyleleri gelir. Hatta bokun içinde yüzerler de nefes alamayacak duruma gelene kadar beklerler. Neymiş bu bok?”

Behçet’in gözleri içinde eşya namına pek de bir şey bulunmayan sekiz metrekarelik odayı taradı. Puroyu çivi parmakları arasında maharetle yuvarladı. “Kumar meselesi.”

“Kumar mı?”

Dedektif’in gözlerinin önüne gazetelerde okuduğu birkaç haber başlığı geldi. İstanbul’da Kumarhane baskını: Aralarında ünlü iş adamları ve siyasetçilerinin de bulunduğu on sekiz kişi, kumarhane olarak kullanılan lüks villada yakalandı.

Son günlerde gazeteler sık sık bu ve buna benzer gelişmelere yer veriyor, kiralık villa bazen lüks bir ev bazen bir otel odası hatta yalı bile olabiliyordu. Fakat hiçbir haberde bu ünlü iş adamlarının ve siyasetçilerin kim oldukları açıklanmıyordu.

“Mehmet, eski arkadaşını bir kumarbaz olarak düşünebiliyor musun?”

“Genellikle eski arkadaşlarımı düşünmemeye çalışırım.”

Behçet acı acı güldü. “İtiraf ediyorum. Maalesef kontrol altına alamadığım bir bağımlılık bu. Neyse, buraya sana zaaflarımdan bahsetmeye gelmedim. Bak, benim kafada dört beş kişi daha var… İki tanesi Kıbrıs tayfasından… Bir şekilde birbirimizi bulduk işte. İstanbul’da denetimler sıkılaştığı için yıllardır kalabalık oynamayı bırakmıştık. Beş yıl önce kendimize bir yer kiraladık. Şehir dışına yakın, metruk bir bölgede… Eskiden bir fabrika deposu olarak kullanılıyordu. Kirasını her yıl birimiz üstleniyor. Bu yıl o iş bende. Neyse, bu grupla senede birkaç kez toplanıp oyun çeviriyoruz. İşte poker moker… Ama bayağı bir yüklü oynuyoruz. Ekip sağlam. Bir tanesi benim gibi müteahhit. Diğerinin Ege tarafında özel hastaneleri var. Öbür ikisi desen yine o taraflarda beş yıldızlı otelleri var.”

“Şimdiye kadar pek sorun varmış gibi gelmedi bana.”

“Geçen seneye kadar öyleydi aslında.” Behçet ilk kez duraksadı. Arkadaşının gözlerinin içine baktı. “Bundan sonra biraz derin sulara giriyoruz. Hazır mısın?”

Dedektif başını sallamakla yetindi. “Boy ver.”

“Mehmet, Barbacole nedir bilir misin? Peki, anlatayım. İtalya’da ortaya çıkışı Ortaçağ’a kadar uzanan daha sonra buradan pek çok Avrupa ülkesine sıçrayan bir kart oyunu. Fakat bu oyunun seleflerinden ayrılan tarafı şu: Bahisler sınırsız. Yani masaya ne koyabilirsen koy, limit yok. Oyun kısa sürede Avrupa’da popüler olmuş. Fakat bahisler o denli büyümüş ki, bir süre sonra oyunu yalnızca aristokratlar, zengin tüccarlar ve toprak ağaları gibi kimseler oynayabiliyormuş. Fransa’da da yaygınlaşan oyun yüzünden insanlar evlerini, topraklarını kaybetmeye başlayıp soylular bile unvanlarının sökülmesi tehlikesi ile karşılaşınca, Kral 14. Louis tarafından yasaklanmış. Bunu şundan dolayı anlatıyorum. Bizim önceleri masum bir şekilde başlayan oyunlarımız da bir süre sonra Barbacole’u andıran ‘tehlikeli’ bir havaya büründü. Sadece iki yıl önce masada bir gecede dönen para üç milyon dolardan fazlaydı. Aslında bu durumdan şikayetçi değiliz. En azından kendi adıma… Neticede herkes hür iradesi ile oynuyor.”

“Bilirim o hür iradeyi.”

Dedektif’in şans oyunları ile arası olmamasına karşın, kumarbazları gözlemleyebilecek kadar da işin içine girmişti. Kumarhanelerde birkaç gün takılınca, oradaki garip tiplerle karşılaşmıştı: Masa başlarında sürekli teoriler geliştiren, istatistikler, ihtimaller ve formüller üzerine atıp tutan bir dolu insan… Parasını kaybedenler, başkalarına akıl vermek üzere masalarda dolaşıp duruyor, hangi rakamın üzerine oynanırsa kazanma ihtimalinin yüzde kaç artacağı üzerine dair bir dolu matematiksel izaha kalkışıyorlardı. O kadar ki ilk kez oralara giden biri oyuncuların tamamının istatistik ve ekonomi profesörlerinden oluştuğunu, bir sempozyumda olasılık üzerine verdiği konferanstan sonra iki el barbut atmak için mekâna uğradıklarını zannederdi. Dedektif’in gözlemlerine göre gecenin sonu ise hep aynı bitiyordu: Şanslı bir azınlık dışında herkes estetik bir kaybetme duygusunun verdiği huzur ile mekândan ayrılıyordu.

“Geçen yıl üzücü bir hadise yaşandı” diye devam etti arkadaşı. “Yine bir Cumartesi gecesiydi. Saat gece üçü geçiyordu ve oyunda bahisler o kadar artmıştı ki, gözü korkanlar oyundan çekilmiş, meydan iki arkadaşa kalmıştı: Naim ile Celal. İkisinin de önünde neredeyse birbirlerinin yüzünü görmek için şöyle bir doğrulmalarını gerektirecek kadar banknot desteleri yığılmıştı. Bu ikilinin araları biraz limoniydi kaç zamandır. Bu yüzden oyunlarımız bir noktadan sonra ikisinin restleşmesi şeklinde ilerliyordu. Uzatmayayım, toplamda birkaç saat süren oyun sonunda tüm parsayı Celal toplamış; Naim ise sadece yedi yüz bin dolardan değil, Üsküdar’daki evi ve bankadaki hisselerinin bir kısmından da olmuştu. Normalde masaya nakit dışında bir şey koymak adetimiz yoktu. Ama dedim ya isteyen istediği gibi oynayabilirdi ve Naim hırs yapmış, parasını geri almak için yaptığı her hamlede biraz daha batmıştı. İlk kez oyun bittikten sonra kimse kimseyle konuşmuyor, normalde bira ile kafayı bulup sarmaş dolaş depodan çıkıp araçlarına binen arkadaşlar bu kez sus pus oturmuş birbirlerini süzüyorlardı. Naim mosmor bir suratla çek yazmakla meşguldü. Ama nasıl yazmak… Sanki kalemini bir bıçak gibi kâğıdın böğrüne saplıyordu. Celal ise yarı gurur yarı utanç mı desem, bir acayip yüz ifadesi ile bizi süzüyor, ‘ben ne yapayım’ dercesine ellerini kaldırıyordu. Kumarın böyle boktan bir tarafı var işte. Karşılığında mal veya hizmet aldığın bir işyerinde, dükkân sahibinin meşru hakkından kısmak için pazarlığa tutuşursun ama ortada somut hiçbir şeyin olmadığı kumar masasında milyonları karşı tarafa devrederken bir kuruş eksik veremezsin. Kumarın namusu!”

“Ben bilirim o namusu…” dedi Dedektif. Sonra didaktik bir havaya bürünmenin gereksiz olduğunu düşünerek sustu.

“Naim’i sakinleştirmek istedik ama nafile. Ağzından ‘oyuna devam etmek istiyorum’ dışında bir şey çıkmıyordu. Celal ise sadece nakdi varsa oyuna devam edeceğini, gayrimenkullerin daha fazla ortaya konulmasını istemediğini söylüyordu. Artık vicdana mı gelmişti Allah bilir. Naim bize dönerek yalvarır bir sesle, ‘borç verir misiniz’ dedi. Hiçbirimiz yanaşmadık. Geri ödemeyeceğinden değil, hayır! O hırsla oynadığı her oyunu kaybedeceğini biliyorduk. Kimse sinirleri laçka, psikolojisi alt üst olmuş bir halde iken Celal’in karşısında tutunamazdı. Fakat gel de anlat! Küfredip duruyordu. Bizim gibi arkadaş olmaz olsundu. Kendisi bizim pozisyonumuzda olsa çıkarır bütün parasını verirdi, vesaire vesaire… Sonunda yüz bin dolarlık çek vermeye razı oldum. Fakat ne oldu tahmin et? Yarım saat içinde hepsini kaybetti. Ondan sonra da yine borç istedi. Vermeyince de sinirlendi. Borcunu hemen ödeyecekti. Suadiye’deki evini yakında satışa çıkaracaktı. Ona daha fazla saçmalamaması gerektiğini, hırsını bir sonraki sefere saklamasını söyledim. Durumu içler acısıydı. Kimsenin kendisine para vermeyeceğini anlayınca, hiç umulmadık bir şekilde cebinden altıpatını çıkardı ve başına dayadı. Gözlerimiz fal taşı gibi açılmıştı tabi.” Behçet aniden konuşmasına ara verdi. Sonra purosunu dudaklarına götürdü.

“Eee, anlatsana?”

“Mehmet sizin meslekte de böyle Hipokrat yemini ya da papazların, psikologların sessizlik yemini gibi bir şey filan var mı?”

“Dökül bakalım, dökül. Bende on kilisenin papazına bedel sır saklı.”

“Şimdi o gecenin atmosferini sana ne kadar anlatsam da mümkünü yok anlayamazsın. Celal’in o tavırlarını, yüz ifadesini, Naim’in çıldırma raddesine gelmesini, Ali’nin, Volkan’ın ve Haldun’un saatlerdir oyun oynamaktan ve birkaç elde bir yüzbinlerce dolar kazanıp kaybetmekten dağılan psikolojisini, benim gece bir an önce bitsin de bu kabustan uyanalım diye iç çekişimi… O yüzden arkadaşını sakın yargılama. Sadece dinle. Naim kafayı yemişti. Evet. Bir cinnet, delilik haliydi onunkisi. Tetiğe basar diye korktuğumuzdan, silahı almak için hiçbir hamle yapamıyorduk. ‘Dur! Saçmalama. Tamam borç verelim’ gibisinden geçiştirme cümlelerimize aldırmıyor, Celal’in gözlerinin içine bakarak sanki kendi başına dayadığı silahla onu tehdit ediyordu. Sonunda Celal ‘gel seninle bir anlaşma yapalım’ dedi. Gariptir, bize itibar etmeyen Naim, ona kulak verdi. Celal önündeki para yığınından bir kısmını masanın ortasına doğru sürdü. ‘Bunlar senin olacak. Behçet’e yaptığın borcu da ödeyeceğim. Tek bir şartla. Silahını ver.’ Yüzünde gururlu bir bakış vardı. Biz helal olsun, ne cömert çocuk diye iç geçirirken, Celal Naim’den aldığı altıpatın içindeki fişekleri masaya döktü. Sonra bunlardan bir tanesini silindire yerleştirdi ve parmak ucuyla tokat atar gibi silindire vurdu. Tabancanın topu fırıldak gibi dönüyordu. Hepimiz şaşkın şaşkın izliyorduk sahneyi. Naim de bizim gibi olan biteni anlamaya çalışıyordu. Celal silindiri yuvasına yerleştirdi ve silahı sahibine uzattı. ‘Şimdi… Sen kumarbaz adamsın Naim. Yüzde seksenin üzerinde şansın olduğunu hatırlatmayacağım. Koyduğum para ortada, ihtimaller de ortada.’ Dehşetle karşılıklı oturan iki arkadaşın hareketlerini izliyorduk. Celal gayet ciddiydi. Naim de öyle… Silahı aldığı gibi tereddütsüz başına dayadı. Sanki bir rüyadaydım. Birinin gelip dürtmesini ile bitecekti bu işkence. Ama rüya değildi. Gözümüzün önünde bir tür Rus ruleti oynanıyordu.”

“Siz de bu sahneyi maç gibi izliyordunuz.”

“Evet! İster dejenere olmuş ahlakımız, ister olayın şaşkınlığı ve birkaç saniye içinde olup bitmesi, istersen birisinin hayatını ortaya koyarak meydan okumasının yozlaşmış kumarbaz zihniyetimiz üzerinde yarattığı o tuhaf haz de… Ben de bu olayı başkasının ağzından duysam tepki gösterirdim ama bizzat yaşadığım için biliyorum, o an hiç kimse hiçbir şey yapamazdı. Sanki elimiz kolumuz bağlanmıştı. Kader bizi meçhul bir yola sürüklüyordu adeta. Benim açımdan işin tek rahatlatıcı ve kabul edilebilecek yönü, Naim’in altıda beş ihtimalle parasının bir kısmını alabileceği düşüncesiydi. Biraz olsun morali düzelecekti. Hatta ne yalan söyleyeyim, şu Celal ne acayip adam, ben olsam asla paramı böyle riske etmezdim diye geçirdim içimden. Çünkü iki yüz bin dolara yakın bir para söz konusuydu ve Naim’in kaybetmesi Celal’e bir şey kazandırmayacaktı.”

“O halde neden böyle bir şey yaptı?”

“Naim’i bizim önümüzde küçük düşürmek istiyordu sanırım. Sırf para için ne hallere düştüğünü göstermek… Dedim ya, aralarında husumet vardı.”

“Ne iş yapıyorlar?”

“Naim’in Ege tarafında özel hastaneleri var. Son yıllarda işleri kötü gidiyordu. Bayağı bayağı batmıştı. Zaten psikolojisinin bozuk olmasının asıl sebebi buydu. Celal’in de yine aynı bölgede dört yıldızlı üç oteli var.”

“Daha sonra neler yaşandı?”

“Altıpatı şakağına dayayan Naim’i izliyorduk hepimiz. Nefes alıp verişlerimiz deponun öbür ucundan duyulurdu desem abartı olmaz. Haldun’dan cılız bir ses yükseldi. ‘Hayır hayır, doğru değil bu’ gibisinden. Volkan sanki yanındaki adama uzanmak ister gibi elini kaldırdı. Ali ve ben birbirimize bakıyordu. Celal ve Naim ise sanki kumara başka bir formatta devam ediyorlarmış gibi gözlerini birbirlerinden ayırmıyordu. Naim’in göbeği şamyel gibi şişip sönüyor, titreyen elleri silahı zor tutuyordu. Yüzü gözü terden sırılsıklamdı. Sonra… Sonrasını anlatmak kolay değil. Sadece… o gece şans Naim’in yanında değildi.”

“Ne yani? Adam gözlerinizin önünde öldü mü?”

Behçet kaşlarını kaldırdı. “Maalesef. Hiçbirimiz altıda biri hesaba katmamıştık. Bize milyonda bir gibi uzak geliyordu.”

Dedektif’in zihninde, aylar önce üzerinde ekmek arası peynir yediği bir gazetenin sarı sayfası kıpraşıyordu şimdi. İstanbul’da kanlı kumar. Ünlü iş adamı Naim Cilagöz kumar borcu yüzünden oyun masasında intihar etti.

“Naim Cilagöz” diye tekrarladı Dedektif gözleri uzaklara dalmış vaziyette.

“Evet. Soy adını nereden biliyorsun?”

“Ben bu haberi gazetede okumuştum geçen yıl. Ama bana anlattığın gibi değildi.”

“İfademizde Naim’in silahı başına dayayarak intihar ettiğini söyledik. Aslında bir nevi intihardı bu. Neticede Naim’i o silahı tetiklemeye kimse zorlamamıştı. Paranın cazibesine kapıldı.”

“Evet, şu az önce bahsettiğin hür irade… Naim’i öldüren buydu, değil mi?”

Behçet, Dedektif’in alayını duymazdan geldi. “Silah öyle bir patladı ki, kumar masası ayaklandı yürüdü sanki. Gürültü adeta somut bir hal alıp, yüzümüze çarptı. Naim’den sıçrayan oluk oluk kırmızılık, tek eli halen havada asılı kalan Volkan’ın yüzünü boyadı. Oyun masası baştan aşağı kana bulanmıştı. Naim yere düşünce, önce bomboş gözlerle seyrettik manzarayı. Sanki piyes sahneleniyordu. ‘Senin Allah belanı versin’ diye Celal’e bağırdı Haldun. Onu net hatırlıyorum. Celal ise yerde uzanmış cesedin gözlerinin içine bakıyordu. Kaşları çatılmıştı. Herhalde eyleminin cinayet sayılıp sayılmayacağını düşünüyordu o sıra. Bense aptal gibi ‘talihsizlik bu, talihsizlik’ diye sayıklıyordum kendi kendime. Volkan başını ellerinin arasına almış masanın üzerindeki kanlı silaha bakıyor, içimizde en panik olan Ali ise alnında biriken terleri silerek ‘şimdi ne yapacağız, işimiz bitti, mahvolduk’ naralı atıyordu. Yine en dirayetlimiz Volkan çıktı. Naim’in başını kaldırarak dizine dayadı. Yapış yapış olmuş saçlarını çekince, şakağındaki siyah delik ortaya çıktı. Önce bileğine gitti eli, daha sonra kalbine doğru eğildi. ‘Yapılacak bir şey kalmadı’ dedi Celal’e bakarak. Sonra da bize döndü. ‘Polisi çağırsak iyi olacak.’ Fişekleri tek tek silaha doldurup, altıpatı cebine attı. Yine de Naim’i en yakın hastaneye götürdük. Oradaki ilk ifademizde arkadaşımızın borcu yüzünden intihar ettiğini, onu önlemeye çalıştığımızı ama başaramadığımızı söyledik.”

“Ne arkadaşlık, ne arkadaşlık” dedi Dedektif izmariti kül tablasında ezerek.

“Mehmet sen papaz değilsin, ben de buraya günah çıkarmaya gelmedim. Evet, hepimiz Celal’i ağır kusurlu görüyorduk ama davranışının cinayet sınıfına girip girmediği üzerinde mutabık kalamamıştık. Belki Celal’in o hareketi olmasa da Naim yine ölümü seçecekti. Zaten sana psikolojisinin allak bullak olduğunu söyledim az önce. Celal’in teklifi öncesi silahı çıkarıp başına dayaması da ruh dünyasının ne halde olduğunu göstermiyor mu?”

“Hayır Behçet, korktunuz. Olayı izlediğiniz ve sesinizi çıkarmadığınız için suçlu bulunacağınızı, o lüks, şatafatlı hayatınızın içine edileceğin düşündünüz.”

“Doğru. Sana yalan söyleyecek değilim. Hepimizin koruması gereken itibarı vardı.”

“O itibarı iyi bilirim” dedi Mehmet. “Sana ahlak dersi verecek değilim. Ben de şimdi hatırladıkça utanç duyduğum pek çok şey yaptım. Sizi yargılamıyorum. Sadece olayları yerli yerine koyalım, gerçekleri saklamayalım ki daha hızlı yol alabilelim.”

“Her şeyi açıkça anlatıyorum işte sana. Polis soruşturması sona erdi. Yasa dışı oyun yüzünden para cezasına çarptırıldık ve mesele böylece kapandı. O günden sonra bir daha toplanmadık. Birkaç kez gündeme geldiyse de bazı arkadaşlar istekli değillerdi. Açıkçası ben de pek istemiyordum. Ama bak, bu mektup geçen hafta geldi. Gençten bir çocuk masama bırakıp gitmiş. Kim olduğunu soruşturdum ama bulamadım.”

Dedektif arkadaşının uzattığı küçük kâğıt parçasını okumak için eğildi. “Sayın Behçet Karaman’a” diye başlıyordu mektup. “Geçtiğimiz günlere kadar, Naim Cilagöz’ün borçları yüzünden kendi isteği ile ölümü seçtiğini zannediyordum. Bugün artık ona oynanan oyunun farkındayım. O eski deponun kumar oynamak için kiralandığını öğrendim. Şimdi sizden ricam Kasım ayının ikinci Cumartesi gecesi, Naim Cilagöz’ün hayatını kaybettiği gece masada bulunan tüm arkadaşlarınız da dahil olmak üzere, hadisenin gerçekleştiği yerde toplanmanız. O gece orada olanların kimler olduğunu biliyorum. Bu yüzden bana oyun oynamaya kalkışmayın. Bu mektuptan onlara haberdar etmemeniz lehinize olur, aksi takdirde gelmek istemeyebilirler. Sakın mazeret sunmayın. Hepinizi o gece oraya bekliyorum. Ben de misafiriniz olacağım. Kim bilir, belki bir iki el de ben atarım! Size tam bir saat veremiyorum. Bu yüzden deponun kapısını açık bırakmanızı istirham ederim. Eğer dediklerimi yaparsanız, sadece hesap vermesi gerenler hesap verir. Yapmazsanız… Hayır hayır, yapacaksınız! Sizin makul bir insan olduğunuzu biliyorum. İmza: Gece gelen

“Gece gelen” diye tekrarladı Dedektif, dudağını büzerek. “Bu iş hakikaten iyice boka sarmış. Herif meseleyi nereden öğrenmiş acaba? Ekipten biri sızdırmış olabilir mi?”

“Bilmiyorum. Ağızdan ağıza dolaşır böyle şeyler. Kimse çenesini tutamaz!”

“Mektubu yazan Naim’in yakın akrabalarından ya da dostlarından birisi olabilir.”

“Naim’in yurtdışında yaşayan iki çocuğu var. Cenaze için birkaç gün gelmişlerdi. Onlardan biri olacağını sanmıyorum. Nimet adında eşi var bir de. Dostlarını bilemem. O kadar yakından tanımıyorum. Zaten artık araştıracak vakit de yok.”

“Şimdi ne yapmayı planlıyorsun?”

“Yaptım bile. Mektup elime ulaşınca, birkaç saat boyunca nasıl hareket edeceğimi düşündüm. Sonunda ekibi tek tek aramaya karar verdim. ‘Son oyun’ dedim bizimkilere. Kulağa ne kadar korkunç geliyor bu ifade şimdi.”

“Firesiz geliyorlar yani?”

“Evet. Volkan ile Haldun mırın kırın ettiler ama sonunda razı edebildim. Kumar işte! Öyle bakma Mehmet. Ne yapabilirdim başka? Polise gidemem. Zaten polise gitmekle bu herif bizi tehdit ediyor. Geçen yıl yaşananlar açığa çıkarsa mahvoluruz. Hem kaçmak bir çözüm mü? Nereye kadar?”

“Mektuptan bahsettin mi arkadaşlarına?”

“Hayır tabi ki. Bu yüzden sana geldim.”

“Oğlum ben ne yapabilirim?”

“Şşşeyy… Aslında benim bir planım var.”

“Behçet, şu fani dünyada beni bundan fazla korkutan bir cümle yoktur, inan bana. Özellikle de başı belada bir adam tarafından söyleniyorsa.”

İki adam da bir süre konuşmadılar. Behçet planından bahsetmeye cesaret edemiyor, Dedektif ise mektupta yazılanları etraflıca düşünüyordu. “Bana bak” dedi sonunda. “Adam Naim’e oynanan oyundan bahsediyor. Kumarda hile mi vardı? Doğru söyle.” Behçet’in birden yüzü asılınca “evet evet” diye ısrar etti Dedekti. “Söyle, bir şeyler var bu işin içinde. Bak yalanlarla, sırlarla bu davayı üzerime alamam. Her şeyi açıkça anlatmalısın.”

“Oğlum valla yok öyle bir şey. Hile yapan varsa da şimdiye kadar hiç yakalanmadı öyle söyleyeyim. Duraksamamın sebebi, o mektubu okuyunca benim de dikkatimi çekmişti bu cümle. Poker oynaya oynaya insanların karakteri hakkında pek çok şey öğreniyorsun. Celal normalde çok temkinli bir adamdır. Oyunlar sırasında ağzından rölansdan başka kelime çıkmazdı eskiden.”

“Ben kumardan anlamam. Basit anlat.”

“Eli güçlüyken bile garantiye giderdi. Riskli hamleler yapmazdı. Çoğu kez onunla dalga geçerdim senin satranç oyuncusu olman lazım diye. Ama son iki senedir blöflü oynuyor. Sürekli bahis yükseltiyor. Açmaz ellerde bile çekilmiyor. Yani bunlar tek başına hile yaptığına işaret etmez tabi. Celal iyi bir oyuncudur. Taktik değiştirmiş olabilir.”

“Kazancı nasıl?”

“Aramızda en çok kazanan o. Ondan sonra da ben geliyorum. Naim sonuncu. Tabi Celal’in son yıllarda üzerine oynaması yüzünden… Celal hakikaten iyi bir kumarbazdır. Haldun da liste olması lazım. Kim ne kazanmış ne kaybetmiş kuruşu kuruşuna yazıyordu. İstersen getiririm.”

“Mektupta hesap vermesi gerekenler demiş. Celal’in oyunda bir suç ortağı vardı belki de?”

“Dediğim gibi hile yaparken yakalanan yok. Zaten öyle bir şey olsa, aramızda barınamaz. İlla bir suç ortağı varsa, bu ben değilim. Yemin edebilirim. Naim de olamayacağına göre geriye Volkan, Ali ve Haldun kalıyor. Ali’nin kaybettiği aşağı yukarı kazancına denk. Haldun desen o da öyle sayılır. Volkan sanırım kazanan tarafta. Ama onun da çok kara geçtiğini sanmıyorum. Yani bunlardan biri hile yaptıysa bile, pek kazançlı çıkmadı.”

“Öyle deme. Belki de Celal’le anlaşmışlardır. Masada kaybediyordur ama daha sonra parsayı toplayan Celal ile kazancı bölüşüyorlardır.”

“Olabilir. Yine de ihtimal vermiyorum. O kadar oyun oynadık, bir kez bile şüphe çekici hadise yaşanmadı. Hepimiz çok dikkatliyizdir, gözümüzden kaçmazdı. Milyonlar söz konusu.”

“Bir de işin şu yönü var tabi: Mektubu yazan şahsın Naim’e oynanan oyundan kastı Celal’in teklifi ise, seyirci kaldığınız için onun gözünde hepiniz suçlusunuz.”

“İtiraf edeyim, beni korkutan da bu. Hesap vermesi gerekenler diyerek gerçek amacını gizliyor olabilir. Yani o gece hepimizi öldürebilir bu manyak.”

“Bana değil, polise başvurman gerek.”

“Yapamam. Bu işi burada bitirmemiz gerek. Ekibe silahınızla gelin dedim. Zaten normalde de silah taşırlar. Bilirsin bizim işler biraz sıkıntılıdır. Celal ile Haldun korumasız gezmezler mesela. Celal’e iş yerinde ulaşmak için beş kişinin kontrolünden geçiyorsun öyle söyleyeyim. Birkaç kez saldırıya uğramıştı.”

Dedektif yeni bir sigara yaktı. “Ulan Behçet,” dedi başını sallayarak. “Beni neye davet ettiğinin farkında mısın? Hem, bu nasıl iş yahu, herif sana mektupla talimat vermiş, sen de ne demişse harfiyen uygulamışsın, sonra da bana gelip diyorsun ki Mehmet gel beni bu boktan kurtar.”

“Mehmet gel beni bu boktan kurtar.”

“Nasıl oğlum nasıl?”

Behçet’in elini cebine atıp çıkarmasıyla masanın üzeri bir anda yüz dolarlık banknotlarla doldu. Üzerlerine lastik geçirilen desteler, kemerini son deliğine kadar sıkmış bir şişkoyu andırıyordu. “O gece benimle birlikte depoya gelmeni istiyorum senden. Bak burada on bin dolar var.”

“Hayatıma karşılık on bin dolar? Sen Celal’den de cimri çıktın. O Naim’in hayatına karşılık iki yüz bin dolar sürmüş ortaya.”

“Bu, davayı üzerine alman için vereceğim para değil. Aramıza kumarbaz olarak gireceksin. Başka türlü seni depoya sokamam. Kıllanırlar.”

“Bu kadarcık parayla mı geleceğim?”

“Misafirsin. İki el oynamaya geldin. Zevkine.”

“Ben kumardan anlamam ki.”

“Zar atarsın.”

“Kaybederim.”

“Zaten kaybetmen gerekiyor. Çünkü senin görevin biz oynarken, gece boyunca çaktırmadan aralık bırakılan kapıyı dikizlemek olacak. Evet, mektuptaki o talimata da uyacağım.”

“Yani arkadaşlarının ve benim hayatımı iyice tehlikeye atacaksın? Katile gel bizi öldür diyeceksin.”

“Hayır tabi. Her şey bizim kontrolümüzde olacak. Kapıyı kontrol ettiğin yer, yansıtıcı görevi gören bir ayna sayesinde depoya giren biri için kör nokta olacak. Merak etme, her şeyi ayarladım. Sen kapıda en ufak bir kıpırdanma gördüğünde bana sesleneceksin, sonrasını bana bırak.”

“Yani bu durumda senin cinayet işlemene aracı olacağım.”

“Etkisiz hale getirebilirsek buna gerek kalmaz. Benim amacım adamın kimliğini öğrenmek. Ondan sonra polise tehdit mektubunu da gösterebiliriz. Nefsi müdafaa bu.”

“Bu kağıdın izini sürsek daha iyi olmaz mı?”

“Nafile. İki günümüz var. Daha depoya gidip hazırlık yapacağım.”

Mehmet Yarar bir süre bocaladı. “Kabul ediyorum” dedi içinde bu mesleği seçmesini sağlayan macera ve gizem aşkı ile maddi zorlukların getirdiği ihtiyaçlar yüzünden.

“Helal olsun. Senin cesur biri olduğunu biliyordum Mehmet.”

“Bırak gaz vermeyi. Kabul ettim. Neden biliyor musun? Ben de senin gibi bağımlıyım da ondan. Adrenalin bağımlısı! Bu şimdiye dek üzerime aldığım en büyük ve en tehlikeli dava.”

“Öyle. Kendin de dahil olmak üzere altı kişinin hayatı sana bağlı. Davayı üzerine aldığın için seni şimdiden tebrik ederim.” Behçet elini uzattı. Dedektif samimi biçimde el sıkıştıktan sonra masadaki para destelerini cebine doldurdu. “Bu paralar benim bir yılımı çıkarırdı.”

“Bu işi halledelim, bunun üç katını eline sayacağım. Söz!”

-DEVAM EDECEK-

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar