3. BÖLÜM
Kriminolog gece on ikiye on kala buz gibi fabrika deposundaydı. Binanın iç yapısını tamamen ezberlediğinden, kumar masasına neredeyse gözü kapalı ulaştı. Küçük tabureye oturarak misafirini bekledi. Etraf öylesine sessizdi ki aralık bıraktığı kapının ardında nadiren geçen araçların motor sesleri bile duyuluyordu.
Bulunduğu odada bir yıl önce bir adam kendi başına sıkmış, kafasından boşalan kanlar kendisini seyreden arkadaşlarının ve hayatını ortaya koyduğu kumar masasının üstünü boyamıştı. Ve bir yıl sonra yine aşağı yukarı aynı yerde, bu kez neredeyse gözü önünde bir adam öldürülmüş, diğeri ise aracında kanlar içinde kaldıktan sonra günlerce yoğun bakımda yatmış, biraz da sayesinde ucu ucuna yırtmıştı.
Az sonra katilin odaya gireceğini, onunla hesaplaşacağını düşündükçe, ensesinden sırtına doğru inen bir ürperti ile doluyordu içi.
Nihayet kapı gıcırtılarla açıldı. Kriminolog masa üzerindeki silahın hemen uzanacağı bir noktada olup olmadığını yeniden kontrol ettikten sonra derin derin nefes aldı. Gecenin yıldızı diğer silah da cebindeydi.
Ayak sesleri giderek şiddetini artırırken o da kendine güvenen adam pozlarına bürünmeye çalışıyordu. Sonunda takım elbiseli katil, karanlıklar içinde yolunu buldu. Hakan Haznedar, karşısındakinin elinde silah olmadığına emin olduktan sonra tepesindeki bakır kabloya bağlı düğmeye basıp ortamı loş bir ışıkla aydınlattı. Misafiri bu sırada melon şapkasını ve beyaz eldivenlerini çıkarmış, sakin sakin karşısındakini süzüyordu.
“Yine çok şıksın,” diye takıldı Kriminolog.
“Tüm bu tiyatro da ne oluyor Hakan Bey?” dedi, nezaketinden ödün vermeyen adam.
“Senin gibi kumarbaza yaraşır bir gece olsun istedim. Bu yüzden burayı seçtim. Birazdan bir el atacağız. Sadece sen ve ben. Umarım sadece sen ve bendir. Sana yazdığım gibi, ölümüm halinde itirafnamem avukatım tarafından açılacak ve bu senin sonun olacak.”
“Merak etmeyin. Yalnız ve silahsızım.”
Kriminolog elinde silahıyla birkaç adım attı. Ayakkabısının burnuyla hasmının ayakuçlarını dürttü. Katil, otuz santim kadar açtı bacaklarını. Ellerini ensesinde birleştirdi. Kriminolog tepeden tırnağa kontrol etti. “Dürüst insanları severim. Seninle anlaşacağa benziyoruz.”
Takım elbiseli adam gülümsedi. Fakat bu öfke ile karışık bir gülümsemeydi. “Demek kumar oynamak için çağırdınız beni buraya. Ama siz benim kalibremde biri değilsiniz. Kumarbaz bile değilsiniz. Daha sizi Behçet’in yanında görür görmez anlamıştım. İkincisi, züğürtsünüz. Evet, bunu da öğrendim. Ne iş yaptığınızı, geçmişinizi, her şeyinizi biliyorum.”
“Ne yazık,” dedi Kriminolog. “Senin benim hakkımda öğrendiklerin yalnızca egona hizmet ederken, benim senin hakkında öğrendiklerim seni parmaklıklar ardında çürütecek. Tabii akıllıca davranmazsan… Evet, ben usta bir kumarbaz değilim. Sen ise kendinin öyle olduğunu iddia ediyorsun. Bakalım, gecenin sonunda anlayacağız?”
“Yine Rus batağı mı?” dedi, aşağılayan bakışlarıyla. “Sanırım bildiğiniz tek oyun o.”
Kriminolog silahını masanın üstüne bıraktı. “Hayır. Rus ruleti.”
“Ne? Siz saçmalamaya başladınız.”
“Haklısın. Bu yüzden bu gece çok saçma bir şekilde ölebilirsin.”
“Tehdit?”
“Uyarı. Unutma, bu masada geçen yıl bir adam öldü. Tam şu anda benim oturduğum sandalyede kafasına kurşunu sıktı.”
“Kendi seçimiydi.”
“Doğru. Ama Volkan’ın ölümü kendi seçimi değildi. Bu yüzden eğer işler ters giderse, bu depo üçüncü bir kişiye daha mezar olabilir.”
“Buraya boş tehditlerinizi dinlemeye gelmedim. Sadede gelin.”
“Geleceğim ama görüyorum ki çantan yanında değil. Oysa senden istediğim miktar, ceplerine sığmaz.”
“Çünkü ikna olmadım.”
“Bence çoktan oldun. Yoksa gelmezdin. Ama bildiklerimi öğrenmek hakkın. Zaten ben biraz egosantriğimdir. Bu olayı nasıl çözdüğümü anlatmazsam bir yanım hep eksik kalacak. Gel şimdi seninle olay yerine gidelim. Bakalım her şeyi biliyor muymuşum yoksa blöf mü yapıyormuşum kendin karar ver.”
Birlikte arka bölmeye geçtiler. “Bu meseleyi çözmek için ne kadar kafa patlattığımı bilemezsin” dedi Kriminolog. “Gariptir, polis işin içine girmeseydi belki doğruya çok daha çabuk ulaşacaktım. Çünkü polisin olay hakkındaki düşüncesi beni bir süre için ikna etti. Bu da bana vakit kaybettirdi. Katilin sen olduğunu anladığımda bile harekete geçemedim. Çözümümün doğru olduğunu biliyordum fakat cinayetin nasıl ve neden gerçekleştiğini anlayamıyordum. Polis ise cinayetin nasıl ve neden gerçekleştiğini açıklayabiliyordu fakat onların da vardığı sonuç yanlıştı.”
“Katilin ben olduğumu neden düşünüyorsunuz?”
“Çünkü sen ölmedin. Evet, komik ama sana ulaşmamda en büyük ipuçlarımdan biri buydu. Katilin madem ki Volkan’ı ve seni hedef almıştı. O halde neden seni öldürmemişti?”
“Denedi ama başaramadı.”
“Neyi başaramadı? Midesine kurşun yedikten sonra yaralı halde arabasına binen bir adama tekrar ateş etmeyi mi? Görüyorsun ya, şimdi anlattığımda bile kulağa inanılmaz geliyor. Ama senin iddian bu. Polise verdiğin ifadede, rakip firma tarafından tehdit edildiğini açıklamışsın. Önünü yaralı taklidiyle kesen saldırganın robot resmini bile çizdirmişsin. Kim bilir hangi alakasız kişiyi arıyor zavallılar!”
“Anlamadım. Yani kendi kendimi vurduğumu mu iddia ediyorsunuz? Komaya girdim ben. Hatta bana kan vermeseydiniz o gece ölecektim.”
“Hayır. Kendini vurmadın.”
“O halde?”
“Her şeyi anlatacağım Celal. Ama dinle önce. Şu soru en başından beri zihnimi kurcalıyordu: Neden tek kurşun? Volkan’ı başından vuran katil diğer hedefi olan seni neden midenden vurmuştu ve neden tek kurşunla yetinmişti? Üstelik polise verdiğin ifadeyi duyunca büsbütün şaşırdım. Çünkü ifadende adamın sokakta aracıyla önünü kestiğini, yaralı numarasıyla yerde yattığını, ona yardım etmek için aracından inince de kurşunlandığını söylemişsin. Hemen sonra da aracına atlayıp kaçmışsın. Adam da seni takip etmek istemiş ama izini kaybetmiş. Diyelim ki katil seni aracından iner inmez vurmak gibi bir hata yaptı. Ve bir suikastçıya yaraşmayacak biçimde başını hedef almak yerine midenden vurdu. Öyle olsa bile, neden daha sonra sen araca binerken ve bindikten sonra motoru çalıştırmakla meşgulken kurşunlamaya devam etmedi? Elinde susturuculu silahı vardı. Üstelik bolca da zamanı… Mermi manyağı olman gerekirdi. En azından aracının… Ama adam tek bir kurşun sıkmış ve sonra gözü önünde senin kaçmanı seyretmişti. Bu, bana çok inanılmaz geliyordu. Sıradan biri bile arkasında görgü şahidi bırakmazken, seni öldürmek için görevlendirilmiş biri nasıl böyle hareket edebilirdi? Meselenin çözümünün burada yattığına emindim. Sonunda anladım: Volkan cinayetinin rakip firmalarla ve tartışmalı ihalelerinizle filan hiçbir alakası yoktu. Polisi yanlış iz üzerinde koşturuyordun.”
“Gerçekten uçmuşsunuz siz. Ölümden döndüm ben! Günlerce yoğun bakımda kaldım. Eğer o gece polis aracı oradan geçmese ya da sizin verdiğiniz kan olmasa şimdiye toprağın altında çürümüştüm.”
“Doğru. Seni ekip otosuna biz bindirdik. Hatta seni omuzlarından tutarak ben götürdüm arabaya kadar. Ceketinin iç tarafını yani astarını sırılsıklam eden kan, pantolonumun diz kapağına kana buladı. Bak halen izleri duruyor. Anladın mı?”
“Neyi? Bir şey mi anlatıyorsun şu anda?”
“Ceketinin astarı sırılsıklamdı, pantolonumu kana buladı diyorum. Tuhaflığı fark etmedin mi? Ben de aptallık edip, uzun süre fark edemedim gerçi. Üstelik polisin bilmediği yalnızca benim bildiğim bazı gerçekler vardı, meseleyi daha erken çözmeliydim. Galiba yaşlanıyorum.”
“Hakan Bey, insanlar kurşunlanınca, damarlarından kan boşalır. Basit bir anatomi bilgisidir bu.”
“Ben de sana basit bir bilgi vereyim o halde: Ceketinin önü açıkken vurulan birinin ceketinin astarı kana bulanmaz. Kan damlaları biraz yayılsa bile sırılsıklam etmez. Ama seninki öyleydi. O gece iddiana göre katil silahına davranınca sen de ceketinin önünü açıp silahına uzanmışsın. Adam seni vurunca aracına binip uzaklaşmışsın. Fakat aracını gazladıktan kısa bir süre sonra da kendinden geçip bayılmışsın. Bu durumda ceketini ilikleyecek zamanın hiç olmamıştı. Vurulduktan sonra alelacele araca bindin. Peşinde bir katil varken ceketini ilikleyecek halin yoktu. Hadi diyelim ki şimdi sırf paçayı kurtarmak için bunu iddia edeceksin. O halde neden biz seni baygın olarak bulduğumuzda ceketinin önü açıktı? Peşinde bir katil varken arabanın içinde önce sebepsiz yere önünü ilikledin ve sonra yine sebepsiz yere açtın mı? Gördün mü, kendi yalan ifadene göre bile bu kanın mantıklı açıklamasını yapamıyorsun. Bütün mantık kuralları beni destekliyor.
“Senin mevcut durumunu haklı çıkaracak tek bir seçenek vardı kısacası. Bunu o anda düşünemedim. Polis de üzerinde durmadı. Gerçek şuydu: Sen aslında arabana binmeden çok önce, üzerinde ceket yokken veya ceketinin önü açıkken vurulmuştun ve kurşunlandıktan sonra ceketini iliklemiştin. Ve astardaki kanın bolluğundan anlaşılacağı üzere, uzun süre de ceketinin önü ilikli kalmıştı. Neden önü ilikliydi? Çünkü vurulduğunun öğrenilmesini istemiyordun. Demek ki birileri tarafından fark edilme ihtimalin varken vurulmuştun. Ve yine demek ki kurşunlandığını insanlara duyurmamak için nedenlerin vardı. Sonra yanımıza geldin, midenin bozulduğunu iddia ederek depodan ayrıldın. Arabaya bindikten sonra da durumunu kontrol etmek için önünü açıp gömleğine baktın. Tabii benim görüş açımdan çıktıktan sonra. Zaten ondan sonra da fazla ilerleyemedin. Acıya daha fazla dayanamadığından için mi? Yoksa seni kan mı tutuyor?”
“Bu saçma sapan ithamlarınıza cevap vermeyeceğim.”
“İsabet olur. Tam hızımı almışken konuşmamın bölünmesini hiç sevmem. Dediğim gibi artık nerede ve ne zaman vurulduğunu öğrenmiştim. Bu depoda, kumar oynandığı sıralarda vurulmuştun… Ama gece boyunca üzerinde ceket olduğunu biliyorum. Hatta seni arabana kadar uğurlarken de yine ceketin üzerindeydi ve önü kapalıydı. Geriye tek bir seçenek kalıyordu: Tuvalet! Evet, sadece ve sadece tuvalette vurulduğun şekli açıklayabilecek durumda olabilirdin. Yani ceketini çıkarmış veya ceketinin önünü açmış biçimde, ihtiyacını giderirken… Mantık silsilesini takip edebiliyorsun değil mi? Beni sana ulaştıran ve nasıl vurulduğunu anlamamı sağlayan bu zincir oldu. Tuvalete girince muhtemelen hepimizi gibi ceketini o çiviye astın. Ve hacetini giderdiğin o saniyeler içinde de vuruldun. Ardından ceketini giydin ve önünü ilikleyerek yanımıza geldin.”
“Bir dakika. Doğruladığımdan değil ama sırf ne kadar kaba bir yöntemle ilerlediğinizi göstermek adına… Belki de tuvaletten çıkarken ceketimi omzuma attım ve koridorda, arkadaşlarımın yanına gelmeden hemen önce vuruldum. Susturucudan çıkan ses kumar masasının oradan yine de duyulmazdı. Nasıl tuvalette vurulduğumdan emin olabiliyorsunuz.”
“Daha sonraki olaylar sayesinde… Dediğim gibi sadece ve sadece tuvalette hacetini giderirken vurulabilirdin. Hatta şunu söyleyeyim: Senin nasıl, nerede, ne zaman ve hatta hangi mesafeden vurulduğunu anlamama rağmen yine de kurşunun nasıl sıkıldığını uzun süre çözemedim. Dediğim gibi tuvalette işini görürken vurulmuştun. Kurşunun midene giriş açısı ve vurulma mesafen sana kurşun sıkan adamın kapının dışından bu işi yaptığını ortaya koyuyordu. Onun kim olduğunu biliyordum. Ama aranızda sürgülü bir kapı varken seni vurmayı nasıl başarmıştı bunu bir türlü çözemiyordum? Tuvaletin kapısını dakikalarca inceledim. Ne ev kapılarındaki gibi bir gözetleme deliği vardı ne de herhangi bir yerinde en ufak gedik. O halde kurşun nasıl sıkılmış olabilirdi?
“Dediğim gibi kafamda sorular vardı. Bazı meslekler için erdem sayılsa da bizim meslekte maalesef soru sormak yeterli olmuyor. Her birini cevaplamamız şart. Bu yüzden bu depoya geldim ve incelemeler yaptım. Artık her soruma cevap bulmuş durumdayım. Yalnızca nasıl vurulduğunu değil sana saldıran kimsenin neden tek kurşunla yetindiğini bile biliyorum. Katil, daha doğrusu potansiyel katil, seni tek kurşunla vurdu, çünkü ikinci kurşunu sıkamazdı. Midenden vurdu, çünkü vurduğu yeri kendi seçemezdi!
“Evet, biraz şiirsel biraz da tuhaf geliyor kulağa değil mi? Şimdi aklını karıştırmadan, sana her şeyi kısaca anlatayım: Arkadaşım Behçet, bir süre önce elinde bir tehdit mektubu ile bana geldi. Bunda, geçen yıl Naim’in öldürülmesinde oynanan oyunun farkına yeni yeni vardığını iddia eden biri, aynı ekibin tekrar burada buluşup kumar oynamasını istiyordu. Kendisi de gecenin bir noktasında depoya gelecek ve Naim’in intikamını alacaktı. Bunu ileri sürüyordu mektubunda. Hatta Behçet’ten kapının açık bırakılmasını da istemişti. Behçet daveti ret etmenizden korktuğu için sizlere mektuptan bahsetmedi. Hem sizin adınıza hem kendi adına korkuyordu. Çünkü katilin Naim’in ölümünde seyirci kalan herkesi öldüreceğini düşünüyordu. Amacı, katil harekete geçmeden benim de yardımımla onu enselemekti.”
“O gece bu yüzden mi depodaydınız?”
“Kesinlikle. Yine de cinayete engel olamadım. Volkan ölmüş, sen de yaralanmıştın. Daha sonra polis hem Volkan Bey’in hem de senin mahkemelik olduğun ihaleleri araştırdı. Katili rakip firmalardan birinde aramaya başladı. Behçet bunu öğrenince, mektubun şaşırtma amaçlı olduğunu düşündü. Ona göre iş dünyasındaki rakiplerinizden biri, cinayeti Naim’in intikamını almaya ant içmiş birinin işleyeceği izlenimini uyandırmak amacıyla o mektubu yazmıştı. Kısa bir süre ben de böyle düşündüm. Çünkü Behçet bana etrafınızın güvenlik duvarı ile örülü olduğunu, yani sizi öldürmek için en iyi anın korumasız olarak bu depoda kumar oynayacağınız zaman olduğunu söyledi. Bu hakikaten iş dünyasındaki rakipleriniz tarafından ayarlanmış güzel bir şaşırtmaca gibi gelmişti bana. Yine de pek çok soru halen yanıtlanmamış biçimde önümde duruyordu. Mesela Volkan Bey’in öldürülmesinin amacını tam olarak anlayamıyordum. Evet, senin arkadaşındı ve bir ihale sonrası diğer firmalar ihaleye fesat karıştırdığını ileri sürerek seni dava etmiş, o ise seni savunmuştu. Ama bu yeterli bir sebep miydi? Böyle kabul etsek bile sorunlar bununla kalmıyor. Az önce dediğim gibi sen ölmemiştin. Ve bu benim canımı hayli sıkıyordu. Çünkü ister rakip firmalar teorisini kabul edelim istersek Naim’in ölümünü düşünelim, her iki olayda da baş aktör sendin. Ve rahatlıkla öldürülebilecekken, kurtuldun. İşte bütün bunlar tüm olaya tersten baktığımı anlamama yetti. O mektup şaşırtma amaçlı yazılmamıştı. Hakikaten Naim’in intikamını almak için o gece burada bulunmak isteyen bir kişi yazmıştı o mektubu. Amacı seni öldürmekti.”
“Öyle mi?” dedi Celal, renk vermemeye çalışarak. “Kimmiş bu?”
“Volkan Bey?”
“Volkan. Rahmetli arkadaşım Volkan mı? Hah. Saçmalık. Baştan aşağı zırva. Her şeyi geçtim. Volkan beni istediği an istediği yerde öldürebilirdi.”
“Evet, ama rahmetli arkadaşın seni burada öldürürse cinayetten yırtacaktı. En azından öyle düşünüyordu. Çünkü zekice bir oyun tasarlamıştı. Daha önce de bu depoda çokça oyun oynadığınız için, bu hileyi kafasında ne zaman kurdu bilemiyorum. Ama hazırlıklarını yakın zamanda yaptığını biliyorum. Evet, seni öldürmeyi kafasına koymuştu. Fakat bir sorunu vardı. Naim’in ölümü yüzünden tam kadro bir araya gelmiyordunuz. Bu yüzden Behçet’e mektup yazdı ve herkesin burada toplanmasını sağladı. Yazdığı mektup şimdi bende.”
Kriminolog mektubu göstermek için istekliydi ama Celal Çimen umursamadı. Onun yerine “Naim’in ölümü bir kazaydı,” dedi. “Kimse kafasına silah dayaması için baskı yapmadı. Üstelik bu meseleye seyirci kalanlar arasında Volkan da vardı. Neyin intikamı?”
“Evet, haklısın. Zaten Volkan Bey’in mektubu yazan kimse olduğunu anladığımda, meselenin ‘Naim’in ölümüne seyirci kalmak’ olmadığını da anladım. O mektupta Naim’e bir oyun oynandığından bahsediliyordu. Önce kumarda hile yaptığını düşündüm. Sonra bazı sebeplerden dolayı eledim bu ihtimali. Volkan Bey, Naim’e oynanan oyundan bahsederken başka bir şeyi kast ediyordu.”
“Bütün bunlar masal” dedi Celal Çimen, öfkeyle. “Beni bu ipe sapa gelmez konferansınızı dinlemem için mi çağırdınız?”
“Biraz daha dinleyeceksin maalesef. Evet, Volkan Bey intikam almak için buradaydı. Az kalsın alacaktı da… Önce o gece yaşananları anlatayım. Hata yaparsam müdahale et. Volkan Bey oyun gecesi erken saatlerde tuvalete girerek kilitli zannedilmesini sağlamak amacıyla pencerenin kilit yuvasına kâğıt benzeri bir şey sıkıştırdı. Böylece pencere kapanmadığı halde kapalı görünecek, istediği zaman bu kâğıdı yerinden çıkarıp, pencereyi dışarıdan açabilecekti. Polis de zaten bu mekanizmayı havalandırma penceresinin önünde buldu. A, senin bundan haberin yok değil mi? Olsaydı yok ederdin zaten. Nerede kalmıştım? Volkan Bey ardından tuvaletin kapısını açarak göbeğin kapıya montelenmesini sağlayan vidasını söktü. Göbek artık boştaydı. İstediği zaman bunu yerinden çıkarabilecek, böylece kapı kapalıyken bile ortaya bir silahın susturucusunun girebileceği kadar boşluk çıkacaktı. Dediğim gibi bu hile onun ne zaman aklına geldi bilmiyorum. Herhalde bir gün yine burada tuvalette ihtiyaç giderip tam karşısına denk gelen bu kapıya boş boş bakarken… Çok zekice bir fikir olduğunu düşünmekten kendini alamamış olmalı. Durumu kimse anlamayacaktı. Hem anlaşılsa ne zararı var? Cinayeti işlemediği müddetçe planını değiştirme şansı vardı.
“Şimdi gelelim işin can alıcı kısmına. Volkan Bey’in seni bu şekilde öldürdüğünü anladığımda bile büyük bir problem vardı ortada. Çünkü göbeklerin güvenlik mekanizmaları vardır. Kapıya montelenmelerini sağlayan vidaları çıkarılsa bile, anahtar göbek deliğine yerleştirilip hafifçe sola çevrilmeden yerlerinden çıkarılamazlar. Ortalarında bulunun küçük siyah çıkıntı buna engel olur. Kısacası göbek, anahtarı yerine yerleştirilmeden kapıdan sökülemez. Eğer Volkan Bey seni öldürmek için göbeğin anahtarını çalmış olsa, durum kendiliğinden çözülecekti. Oysa Behçet bana o göbeğin yıllardır kullanılmadığını, anahtarını da hiç olmadığını söylemişti. Yıllardır sürgüyü kullanıyormuşsunuz. Ee Volkan Bey yıllar sonra cinayet işleyeceğini düşünerek anahtarı çok önceden çalmış olamayacağına göre durum nasıl açıklanabilirdi? Volkan Bey’in harekete geçmeye yeni karar verdiğine emindim. Çünkü Naim geçen sene öldürülmüştü ve Volkan Bey de intikamını almaya mektubu yazdığı sıralarda karar vermişti. Yani çok yeni bir zamanda. O halde anahtarı yıllardır kullanılmayan hatta belki anahtarı hiç olmayan bir göbeği yerinden nasıl çıkarmıştı?
“Bazen insan gözünün önündeki gerçeğe kör olabiliyor işte. Oysa çok bariz bir cevap vardı: Volkan Bey kısa bir süre önce bu depoya belki tek belki de bir çilingir ile gelmiş, göbeği kırmış ve yerine ikinci el bir göbek takmıştı. İkinci el takmıştı ki göbeğin yeni olduğu anlaşılmasın. Ve tabii ki artık göbeğin anahtarı kendisindeydi. Düşüncelerimi doğrulamak için Volkan Bey’in eşinin evine gittim. O gece cesedin cebinden çıkan anahtarlarını görmek istedim. Bir tanesi depo tuvaleti kapısına uymak zorundaydı. Çünkü Volkan Bey ölmüştü ve polis cebinden çıkan anahtarların evine, iş yerine ve varsa kasasına ait olduğunu düşünmüştü tabii. Kimsenin aklına, cesedin cebinden çıkan anahtarlardan birinin, tuvalet kapısının göbeğine ait olacağı gelmezdi. Zaten gelseydi ne olurdu ki? Tuvalet kapısının anahtarının Volkan’da olması ne mana ifade ederdi?
“Ve karısının nereye ait olduğunu bilmediği anahtarı alarak buraya geldim. Göbeğe uyuyor. Kısacası artık nasıl vurulduğunu biliyorum. Volkan Bey o gece, ilerleyen saatlerde tuvalete girmeni bekledi. Saatler süren oyun sırasında er ya da geç orayı kullanacaktın. Hem belki birden fazla. Ama ne kadar geç harekete geçerse o kadar iyiydi. Nitekim sen tuvalete girince de peşinden geldi. Tuvalet kapısının sürgüsü çektin. Tuvalete oturdun. Volkan Bey de kimsenin o tarafa doğru gelmediğine emin olunca, daha önce vidasını söktüğü göbeğin anahtarını usulca soktu ve hafifçe sola çevirerek göbeği yerinden çıkardı. Artık kapının tam karşısına denk gelen alafranga tuvalette oturan birini rahatlıkla görebileceği küçük bir delik çıkmıştı ortaya. Zaten seni de oturur vaziyette gördü o an. Susturucu taktığı silahın ucunu deliğe denk getirdi ve kurşunu sıktı. Fakat ikinci kurşunu sıkmadı. Sıkamazdı. Zira kurşunu yer yemez devrilme ya da şöyle yana doğru kaykılma ihtimalin vardı ki bu durumda ikinci kurşun alafranga tuvaletin sırt dayama noktasına isabet edecekti ve bu da kurşunun nereden sıkıldığının polis tarafından tespit edilmesi anlamına gelirdi. Bütün hile ifşa olurdu o zaman. Göbek deliği aynı anda hem kurşun sıkıp hem de seni görmesine imkân sağlayacak kadar geniş değildi. Susturucunun ağzı bunu neredeyse tamamen kapatıyordu. Bu denemeyi ben de yaptım. Amacım o tuvalete oturan birinin hakikaten vücudunun kapının tam karşısına denk gelip gelmeyeceğiydi.”
“Siz madde filan kullanmıyorsunuz değil mi Hakan Bey?”
“Hayır.”
“O zaman tebrik ederim. Ayık kafayla zırvalama rekoru kırıyorsunuz. Ya gece boyunca büyük tuvaletim gelmeseydi? Volkan planını sıçma ihtimalime göre mi ayarlamıştı?”
“Fark etmezdi ki? Ayakta da tuvaletini yapsan yine aynı planı uygulayacaktı. Neticede amacı işini tek kurşunda bitirmek değildi. Zaten oturur vaziyette midene kurşunu sıktıktan sonra da delikten durumunu kontrol etti. Görüş açısından çıkmıştın. Yani yere düşmüştün. Ölüp ölmediğini bilmiyordu ama bu konuda endişe etmesine gerek yoktu. Zira biraz sonra binanın arka tarafını dolaşacak, tuvaletin havalandırma penceresinden girerek seni başından vuracak, böylelikle hem ölümünü garanti altına almış olacak hem de kurşunun kapıdan sıkıldığı ihtimali tamamen akıllardan çıkmış olacaktı. Çünkü ikinci kurşunu sıkmadığı halde, tuvalette tek kurşunla midenden vurulmuş halde bulunman, polisi kurşunun sıkıldığı yer konusunda yine de doğruya ulaştırabilirdi. Ayakta ve arkan dönük vaziyette seni vurması da yine aynı amaca hizmet edecekti. Seni bir süreliğine yaralı vaziyette orada tutmak… Fakat çok güçlü bir yapın varmış doğrusu, zaten işleri arapsaçına döndüren ve Volkan Bey’in hayatını kaybetmesine neden olan da bu yapın. Ha bu arada Volkan Bey’in seni vurduktan sonra pencereden girmek istemesinin bir başka sebebi daha vardı: Vidayı tekrar kapının göbeğine montelemek… Bunu ancak kapı açıkken yapabilirdi. Bildiğin gibi göbeğin vidası kapının yan kısmından takılıyor. Seni vurduğunda kapının sürgüsü çekili olduğu için mecburen pencereden girip kapıyı açmak zorundaydı. Seni vurduktan hemen sonra kafasında tüm bu düşüncelerle göbeği yerine koydu. Artık boşluk kapanmıştı. Görünürde tuvalet kapısı tıpkı eskisi gibiydi. Anahtarı çıkardı ve cebine attı. Artık göbek vidalı değil ama güvenlik dolayısıyla dışarıdan anlaşılamayacak biçimde sağlam bir şekilde yerinde duruyordu. İşi olduğu bahanesiyle yanınızdan ayrıldı. Böylece arkadaşları polise cinayet sonrası ifade verirken o olay saatinde evinde ya da yolda olduğunu söyleyecekti. Fakat onunla birlikte kapı önüne çıkmakta ısrar ettim. Zira mektuptaki talimata uyarak ana kapıyı itince açılacak vaziyette hafif aralık bırakıyorduk ve ben bunun anlaşılmasını istemiyordum. Hem aklım fikrim gelecek olan katildeydi. Ne bileyim katilin içeride olduğunu…
“Kısa bir süre sonra Volkan Bey benim bakışlarım altında arabasına binmek zorunda kaldı. Ben depoya girince de arabasını ileride bir yere park edip geri döndü. Havalandırma penceresinin bulunduğu tarafa yöneldi. Ben, kaçarken o pencereyi kapattığını düşünüyorum. Aksi takdirde Volkan Bey pencereyi açık görecek, senin oradan kaçtığını düşünecek ve içeri girmeyecekti. Demek söylemek istemiyorsun, o halde ben bu tahmin üzere devam edeyim. Volkan Bey, pencereyi mekanizma sayesinde açıp kendini tuvalete attı. Aradaki o duvarı geçince, gördükleri karşısında hayatının şokunu yaşadı. Daha doğrusu görmedikleri karşısında… Zira az önce midesinden vurduğu ve yerde ölü vaziyette ya da en azından can çekişir vaziyette olmasını umduğu adam yoktu! Senin yaralı halde pencereden kaçtığını düşündü doğal olarak. Büyük bir şaşkınlık yaşadı. Fakat fazla vakti yoktu. Ne olursa olsun planını uygulamak zorundaydı. Hemen kapıyı açarak cebinden çıkardığı vida ile göbeği yerine monteledi. Bu sırada az önce vurduğu adamın havalandırma penceresinden içeri girerek arkasında beklediğini ise fark etmemişti. Arkasını döndü ve ikinci şok! Daha elini silahına götürmeden saldırıya uğradı.”
“İlk düzeltmeyi yapayım o halde,” dedi Celal Çimen, karşısındaki adamın olayı sahne sahne çözdüğünü görünce. “Ona saldırmadım. Nazikçe silahımı çıkardım ve cebindeki silahı istedim. Galiba onu polise teslim edeceğimi düşündü. Açıkçası ben de kendimden beklenmeyen bir hamle yaptım diyebilirim. Onu orada kendi silahı ile öldürdüm. Ama bu anlaşılabilir bir durum. Ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti. Nefsi müdafaa.”
“İş birliği yapmana sevindim Celal. Olayı bu kısmına kadar maktul Volkan’ın bakış açısı ile anlattık. Şimdi de senin bakış açına geçelim. Tuvalette ihtiyacını giderirken midene kurşunu yedikten sonra olayın şoku ile bir süre kendine gelemedin sanırım.”
“İnsan gözleri tavana dikili hacet giderirken birden midesinde büyük bir acı hissedip yere yığılınca biraz tuhaf oluyormuş” dedi Celal. Suratına acı bir gülümseme yayıldı. “Vurulduğumu önce anlamadım bile. Kendime geldiğimde ise midemde bir delik vardı. Gömleğimde küçük bir kan lekesi vardı. Nasıl vurulduğumu çözemedim önce. Karşımdaki kapıya baktım aptal aptal. Hiçbir delik, gedik yoktu. Duvar gibi dikiliyordu önümde. Tuvalette benden başka kimse de yoktu… ‘Ee nasıl olabilir’ dedim kendi kendime. Nereden geldiği belli olmayan bir kurşun… Neredeyse geçmişte işlediğim suçlardan ötürü ilahi olarak cezalandırıldığımı düşünecektim. Yine de midemdeki kurşunun varlığı, meseleye mantıklı bir açıklama getirmem gerektirdiğini düşündürüyordu bana. İkinci bir ihtimal gelmiyordu aklıma. Birisi kapının ardından bir şekilde beni vurmanın bir yolunu bulmuş olmalıydı.”
“Bu yüzden katilin halen kapı arkasında bekliyor olma ihtimaline karşılık pencereyi kullandın.”
“Evet. Zaten katilin kim olduğuna dair fikrim yoktu. Bizimkilerden biri mi, dışarıdan biri mi? İki ihtimal de saçma geliyordu. Arkadaşlarımdan birisi beni neden öldürmek istesin. Tam o sırada Haldun kapı arkasından ‘Oyuna gelmeyecek misin?’ diye seslendi. Panikledim. Yoksa katil o muydu? Ölüp ölmediğimi anlamak ya da tuzak kurmak mı istiyordu? Kapının karşısından çekilmiştim ne olur ne olmaz. Sonra ‘Siz oynayın ben midemi üşütmüşüm’ dedim. Ben bunu demeden biraz önce de Volkan arkadaşlara benim hakkımda aynı yalanı söylemiş meğer. Bunu o an bilmiyordum tabii. Denk gelmiş.”
“Bu büyük bir tesadüf değil. İkiniz de kendi amaçlarınız doğrultusunda hareket ediyordunuz. Düşününce, bir insanın tuvalette uzun süre kalmasını mazur gösterecek pek fazla bahane yoktur. Volkan Bey’in seni vurduktan hemen sonra içeri gelip kumar masasındakilere mideni bozduğunu, bir süre daha tuvalette kalacağını söylemesinin sebebi kumarbazlar yeni bir partiye başlasın ve kimse tuvaleti bu sırada kullanmasın diyeydi. Zira dediğim gibi tuvaletle henüz işi bitmemişti. Fakat kader ona da acı bir oyun oynadı. Öldürmek istediği adam tarafından öldürüldü. Hatta kurbanının cebine koyacağı Naim’in hesabı görüldü notu da böylece kendi cebinde kalmış oldu. Biz doğal olarak bu notun katil tarafından Volkan Bey’in cebine konulduğunu düşündük. Polis halen öyle sanıyor. Bu davayı çözmekte gecikmeme sebep olan şeylerden biri de buydu.”
“O nottan hiç haberim yoktu. Ben tuvalette iken, kapının dışından bana seslenen Haldun’u savdıktan sonra ceketimi giydim, pencereden çıktım. Volkan’ın pencereye düzenek kurduğunu da şimdi sizden duyuyorum. Tabii uydurmuyorsanız.”
“Evet, öyle bir mekanizma vardı. İstersen polise sorabilirsin. Çünkü planına göre o pencereden muhakkak surette girmek zorundaydı. Senin işini bitirip kilidin göbeğini de yerine monteledikten sonra, pencereden son kez çıkacak, mekanizmayı da cebine atacaktı. Fakat tuvalette iken senin tarafından öldürüldü. Ve senin de o mekanizmadan haberin olmadığı için daha sonra alınmak üzere yere bırakılan küçük düzenek polise delil olmuş oldu. Ama sen boş ver şimdi bunları. Anlatıyordun, devam et bakalım.”
“Ön tarafta, kapı önünde, Volkan’ın aracına binip uzaklaştığını gördüm. Kapı önünü görebilecek pozisyonda olmadığımdan sizi görmedim o sıra. Kafam karışmıştı. Neler döndüğünü anlayamıyordum. Midemdeki ağrı şiddetlenmişti ama o an fazla kan akmıyordu. Bir süre ne yapmam gerektiğini düşündüm. Yeniden depoya girmeye karar verdim. Ama pencereyi kapattığım daha doğrusu kapattığımı sandığım için mecburen binaya ana kapıdan girecektim. Kapıyı tıklatmak zorundaydım tabii. İşin komik tarafı aslında kapı da kapalı değilmiş, siz açık bırakmışsınız. Bunu şimdi öğreniyorum. Gerçekten hayat tuhaf. Her neyse. Amacım kapıyı tıklatıp içeri girmek, içeridekilere de durumu olduğu gibi anlatmaktı. Yani tuvalette biri tarafından vurulduğumu ve içeridekilerden şüphelendiğim için pencereden kaçtığımı söyleyecektim. Tabii beni önce hastaneye yetiştirmelerini de söyleyecektim. Fakat ben bu düşünceler içinde iken her şeyin seyrini değiştiren olay yaşandı. Volkan sinsice depoya doğru yürümeye başladı. Arabasını göremiyordum. Yakınlarda bir yere park etmiş olmalıydı. Bir köşeye sinip onu izledim. Sürekli sağı solu keserek yürüyor, arada bir deponun kapısını kontrol ediyordu. Sebebini bilmediğim halde bana saldıranın o olduğunu anlamıştım. Hareketleri kendini ele veriyordu.”
“Şu anda yalan atıyorsun Celal. Volkan’ın sana saldırma sebebini o anda tahmin ettin. Emindin demiyorum. Ama aklından ‘Volkan geçen sene olanları anladı mı acaba’ diye geçirdiğine eminim. Ama şimdilik üstüne gitmeyeceğim. Çünkü ben ispat edene kadar sen bunu kabul etmeyeceksin. O yüzden devam et.”
“Havalandırma penceresine yürüdü. Aa evet, şimdi hatırlıyorum. Camı itince pencere açıldı. Şaşırmıştım. O mekanizmayı filan görmedim, arkası bana dönük olduğundan hiçbir şey anlamadım. Aslında hemen orada saldırmak vardı aklımda ama neler döndüğünü o kadar merak ediyordum ki… Her şeyi öğrenmek istiyordum. Üstelik onu kendi silahı ile öldürmenin daha iyi olacağına karar vermiştim. Bu yüzden pencereden içeri girdikten sonra aradaki duvarı aşarak tuvaletin bulunduğu alana geçmesini bekledim ve sessizce ben de peşinden içeri atladım. Duvarı siper edinerek ne yaptığını seyre koyuldum. Önce tuvaletin sürgüsünü çekti ve kapıyı açtı. Daha sonra koridoru kontrol etti. Ardından cebinden bir tornavida ve vida çıkardı. Vidayı kapının kilidine monteledi. Nasıl vurulduğumu anlamıştım artık. Her şeyi öğrendiğime göre harekete geçebilirdim. Silahımı çıkardım ve eğer eli cebine giderse onu vuracağımı söyledim. Silahını cebinden çekip aldım. Daha sonrasını biliyorsunuz… Onu öldürdüm. Silahını ve tornavidasını cebime attım. Madem ki beni böyle bir hile ile vurmuştu. O halde onun hilesini kendi aleyhine kullanacaktım. Tuvalet kapısından çıkarak oyun oynayanlara katıldım. Buna mecburdum çünkü geride bir ceset vardı ve pencereden kaçıp gitmem şüpheleri direkt bana yöneltecekti. Midemde kurşunla bir süre rol yapmak zorunda kaldım. Yeni bir partiye başladıkları için korkum yoktu. Ama sizin tuvalete gitme ihtimaliniz korkutuyordu beni. Ne bileyim o gece orada nöbet tuttuğunuzu ve yerinizi terk etmeyeceğinizi… Bu yüzden cesedin tarafınızdan bulunması korkusu ile hızlıca mekândan ayrıldım. Fakat benimle kapı önüne kadar geldiniz. Mecburen ben de Volkan gibi aracıma atladım ve sizin içeri girmenizi bekledim. Tıpkı Volkan gibi geri döndüm. Çünkü yapacağım birkaç ufak iş kalmıştı. Pencereden tuvalete girdim. Kapının sürgüsünü çektim. Böylece kapı içeriden kilitlendi. Daha sonra tekrar pencereden dışarı çıktım ve pencereyi kapattım. Arabama atladım. Yolda silahı ve tornavidayı nehre attım. Fakat artık takatim kalmamıştı. Ceketimi açıp kontrol ettiğimde yaramın iyice açıldığını, kanın gömleğimi kırmızıya boyadığını fark ettim. Ambulansı aradım ama o sırada kendimden geçmişim. Ne dediğimi bile hatırlamıyorum. Ağaca çarptığım anı da…”
“Bazı detaylar hariç ben de kafamda aşağı yukarı böyle kurmuştum sahneyi. Beni şüphelendiren şeylerden biri de Volkan Bey’in kafatasından akan kanın bolluğu… Polis cinayetin dışarıda işlendiğini, katilin cesedi tuvalete bıraktığını düşünüyor. Ama cesedin etrafında oluşan kan göleti beni şüphelendirdi. Eğer onların teorisi doğru olsaydı, tuvaletteki cesetten akan bunca kanı nasıl açıklayabilirdik? Bence polis de teorisinin sağlamlığından şüphe ediyor. Peki, buraya kadar her şeyi anladık. Fakat Volkan Bey neden seni öldürmek istemişti? Mektubunda neden bugün Naim’e oynanan oyunun artık farkındayım diye yazmıştı. Naim ile olan ilişkini biliyorum. Bir ihale yüzünden aranız bozulmuş. İki yıldır kumarda Naim’in üzerine oynadığını da biliyorum. Kazanç tabloları elimde. Önceleri acaba kumarda hile mi vardı, Volkan bunu mu anladı diye düşündüm az önce de söylediğim gibi. Eğer böyleyse Volkan’ın gözünde sen, Naim’in zaten işleri yüzünden bozulan psikolojisinin mahvolmasına ve kendi canına kıymasına direkt olarak sebep olan adamdın. Fakat bu teori içime sinmedi. Çünkü olaya senin yönünden bakarsak, Naim’in hileyle bile olsa kumarda bolca para kaybettikten sonra kendini öldürmek isteyeceğini hesaplamış olamazdın. Bu çok dolaylı ve tasarlanması neredeyse imkânsız bir hamle olurdu. Zaten Naim’i asıl mahveden iş dünyasındaki başarısız hamleleriydi. Neticede kumar oynamayı bırakabilirdi. Ya da en azından seninle oynamayı… Bunlar hep ihtimal dâhilindeydi. O halde Volkan Bey mektupta Naim’e oynanan oyun derken daha kesin bir şeyi kast ediyor olmalıydı. Onu ölüme götürecek direkt bir hamle…”
“Evet, Hakan Bey. Çünkü biliyorsunuz şu ana kadar anlattığınız her şey bir varsayım. Hepsini rahatlıkla reddedebilirim. Az önceki sözde itiraflarım da sizin bu deli saçması teorinizi anlatmaya teşvik etmek içindi. Ne kadar ileri gidebileceğinizi görmek istedim. Delil namına elinizde tek bir şey yok. Bana güzel bir masal anlattınız o kadar. Açıkçası ben de sizinle biraz eğlenmek istedim.”
“Sert kumarbazsın ha! Peki. Masaya gel o halde.”
Celal Çimen içinde kopan fırtınaları dışarıya aksettirmeme konusunda usta olduğu kadar, hangi hamleyi ne zaman yapacağı konusunda da mahirdi. Pokerde kazanmasının yollarından biri de buydu. Fakat karşısındaki adamın da yabana atılır cinsten olmadığını anlamıştı. Evet, muhatabı kumardan belki pek anlamıyordu ama elini açık etmemek gibi doğal bir yatkınlığı olduğu da aşikârdı. Bu gösterişsiz herifin kafasında ne var diye geçirdi içinden. Eli gerçekten güçlü mü, blöf mü yapıyor? Bildikleri çok fazla. Anlattıkları doğru… Ama bildiklerini anlatarak, bilmediklerine de vakıf olduğu izlenimi mi yaratmak istiyor? Tabii. Böylece itiraf etmemi sağlayacak. Avucunu yalar. Bu gece bu kumarı kaybetmeyeceğim.
Çıplak ampulün zayıf ışığı altında aydınlanan masaya oturdular. İkisi de birbirini süzüyordu şimdi. Kriminolog nihayet cebinden ana oyuncuyu çıkardı. “Bu altıpatı tanıdın mı?”
Celal öne doğru eğildi. “Hmm. Naim’in silahına benziyor.”
“Nasıl da numara yapıyorsun. Benziyormuş… Hah! O silahın ta kendisi olduğunu buz gibi biliyorsun. Parasının birazını olsun geri kurtarmak için senin önerinle başına dayadığı silah bu… Mahvolan bir adamın aylarca üzerine oynayarak ruh dünyasını mahvettiğin ve sonra kendi eliyle ölüme götürdüğün silah… Sırf bu delili ele geçirmek için bir adam tutarak karısından satın almaya çalıştığın silah… Görüyorsun ya, bunu da biliyorum.”
Celal Çimen’in düşünceleri ilk kez yüzüne aksetti. Fakat toparlanması birkaç saniyeden fazla sürmedi.
“Biliyor musun” diye devam etti Kriminolog. “Volkan Bey’in seni öldürmek istemesinin sebebi, biraz da senin hatan. Eğer adamını silahı satın almak için Naim’in eşinin yanına göndermeseydin, Volkan Bey meseleyi anlamayabilirdi. Evet, belki bazı şeylerden şüpheleniyordu ama Nur Hanım silahın kendisinden satın alınmak istendiğini söyleyince şüpheleri tetiklendi. Silahı kontrol edince de seni öldürmeye karar verdi. Silahı Nur Hanım’dan ödünç aldım. Zavallı kadın anlam veremiyor bir türlü. ‘Ne var bu silahta?’ deyip duruyor. Nur Hanım gönderdiğin adamdan ürkerek silahı yok ettiği yalanını atmasa, senin açından hiçbir sorun kalmayacaktı. Bir daha kadınlardan bir şey istemek için yanlarına adamlarını gönderirken, at hırsızı tipler seçmemeye özen göster.”
Celal Çimen sıkılı dişlerinin arasından konuştu. “Bunlar hep sözler. Altı boş birtakım iddialar…”
“Bu ziyaret sırasında yaşananlardan haberin olsaydı, Volkan Bey’in işini çok önceden bitirirdin değil mi? Onun meseleyi kavraması benden çok daha çabuk oldu. Ne de olsa Naim’in öldüğü gece oradaydı. İster istemez hepinizin hareketleri, mimikleri, davranışları bilinçaltına kaydolmuştu. Ben ise geceyi Behçet’ten duyabildiğim kadarıyla kafamda kurmak zorunda kalmıştım. Neyse, sen yılların kumarbazısın Celal. Bu yüzden şanına yakışır bir son hazırladım sana. Şimdi birkaç seçenek sunacağım. İlk seçenek şu: Sana yolladığım talimat mektubunda olduğu gibi o bir milyon doları bana veriyorsun ve kumar burada bitiyor. Burada anlatılanları ikimiz de unutuyoruz.”
“İlk duyduğumdan beri iğrendiğim bir seçenek.”
“Peki. İkinci seçenek: Tıpkı senin Naim’e yaptığın gibi ben de bu silahın içine bir kurşun koyacağım…”
“Ne? Benden Naim gibi silahı başıma dayayıp, tetiğe basmamı mı isteyeceksiniz yoksa?”
“Kusura bakma ama sana güvenmiyorum. Bunun yerine o vazifeyi kendim göreceğim. Merak etme. Altıda beş şansın var. Eğer şansın yaver giderse, bana beş kuruş para vermeden bu işten yakayı sıyırırsın. Söz veriyorum, hile yapmayacağım. Tek atış. Eğer kurtulursan, yine aramızda kalacak bu mesele. Sana daha sonra şantaj yapmayacağım.”
“Ama altıda bir ihtimal denk gelirse… O zaman beni vurmuş olacaksınız.”
“Hayır. Sen, kendini vurmuş olacaksın. Öyle düşün.”
Celal Çimen sandalyesinde gerildi. “Biliyordum,” dedi sigarasına sarılarak. “Elinizde delil yok. Bu yüzden benden parayı ancak böyle sefil bir tehditle koparacağınızı zannediyorsunuz.”
“Eğer duruma böyle bakıyorsan sen bilirsin. Bildiğim her şeyi polise anlatırsam, artık deliller onlarla senin arandaki bir mesele halini alır. Avukat ordun belki seni kurtarabilir. Ama unutma Behçet’e yollanan bu tehdit mektubunun Volkan tarafından yazıldığı ispatlanırsa, cinayetin Naim olayı ile ilgisi olduğu açığa çıkar ve polis artık katili rakip firmalar arasında değil kumarbazlar arasında aramaya başlar. Sonra kime ulaşırlar dersin?”
“Hem sürekli şantaj yapmayacağınızı nereden bileyim? Şantajcılar sülük gibi yapışırlar adama. Siz de buradan bakınca, bir sülüğe benziyorsunuz doğrusu.”
“Olayın maddi delillerinden biri elimdeki bu anahtardı. Üzerindeki izleri sildim. Yine tuvaletin göbeğinde Volkan Bey’in bırakmış olduğu parmak izlerini de yok ettim. Dolayısıyla polis artık tuvalet hilesini anlasa bile bunu kimin yaptığını ispatlayamaz. Geriye senin için tehlike olarak yalnızca bu mektup kalıyor. Bunu sana teslim edeceğim. Böylece teorim bir varsayım olarak kalmaya devam edecek. Senin deyiminle onlara güzel bir hikâye anlatırım en fazla. Ama bunu da yapmayacağıma söz veriyorum.”
“Yani hayatımı ortaya koyma karşılığı, bir kuruş bile almadan mektubu bana vereceksiniz ve bu iş burada bitecek.”
“Aynen.”
“Neden? Benim kendimi öldürmemin size ne faydası dokunacak? Ben Naim’e karşı hınç besliyordum diyelim. Ya siz?”
“Volkan’ı nefsi müdafaa için öldürdün. Bu yüzden seni suçlamıyorum. Naim’e gelince… O da ölümü kendi eliyle seçti. Yani iki ölüm de aslında taammüden cinayet değil. Suçsuzsun demiyorum ama adi bir cani de değilsin. Bu yüzden altıda beş gibi bir şans bırakıyorum sana. Ya da şansıma hiç güvenmiyorum dersen, bir milyon dolar kefaletle serbest kalacaksın. Nasıl, adil bir insanım değil mi?”
“Adil mi? Fazlasıyla. En azından bir harfin fazla olduğuna eminim.”
“Sana hile yapmadığımı görmen için silahı gözünün önünde dolduracağım” dedi Kriminolog. “Ama eğer ani bir hareket yaparsan, diğer silahımla işini bitiririm. O yüzden uslu uslu otur ve beni seyret.” Celal’in tam karşısına geçti ve silahı adamın rahatlıkla görebilmesi için yaklaştı. Tabanca sarı ışık altında parıldıyordu. Kriminolog, cebinden çıkardığı kurşunu silindirin içindeki deliklerden birine yerleştirdi. “Bak hile yapmadığımı kendi gözlerinle görmeni istiyorum” dedi silindiri yuvasına itip topa vurarak. Demir top dönmeye başladı. Her yavaşladığında parmağıyla vurarak hız kazandırıyordu. Bir süre sonra müdahale etmeyi bıraktı. Kurşunun hangi delikte olduğu koruma demiri yüzünden görünmüyordu. Ağır ağır dönen top birkaç tur sonra iyice yavaşladı. Kriminolog bir parmak hareketiyle devinimini kaybetmeye yüz tutan silindiri durdurdu. Silahı Celal’in de bu sahneyi net biçimde görebilecek şekilde tutuyordu. İkisi de ışığın altında parıldayan silaha bakıyordu şimdi. “Ne diyorsun Celal? Kumara var mısın?”
Bir gözü silahta olan adamın yağlı yüzünde soğuk terler parıldadı. “Sizin gibilere pabuç bırakmam ben. Evet, şansıma güveniyorum. Hadi davranın silaha. Hodri meydan!”
Kriminoloğun kahkahası karanlık depoda yankılandı. “Son ana kadar blöf ha! Kumarbaz diye buna derim. Gerçi altıda bir göze alınmayacak bir ihtimal değil. Yine de cesurmuşsun. Kumarda kazanmana şaşmamalı.”
“Eğer namusluysanız, tek bir kere basarsınız o tetiğe. Anladınız mı beni? Tek bir kere!”
Kriminoloğun suratında tek bir kas oynamıyordu şimdi. “Yemin ederim sadece bir kere basacağım tetiğe.” Silahı adama doğru tuttu. Aralarındaki mesafe o kadar azdı ki, tabancanın namlusu neredeyse Celal’in alnına değecekti.
İki adam gözlerini kırpmadan birbirine baktı. Kriminolog önce tetiğe basar gibi yaptı. Ardından başparmağı horozu kurmak için silahın tepesine gitti. Güçlükle ezdi horozu.
“Bir dakika” diyerek namlu hizasından çekildi Celal Çimen. “Vazgeçtim.”
“Bu dakikadan sonra vazgeçmek diye bir şey yok. Tercihini yaptın Celal.” Kriminolog silahı yeniden hasmına doğru tuttu. Kumarbaz sağa sola hareket ettikçe, o da silahını o yöne doğru tutuyordu.
“Vazgeçtim diyorum size, anlamıyor musunuz? Parayı vermeye karar verdim. Duyuyor musunuz? Parayı vereceğim.”
“Neden? Altıda beş oldukça yüksek bir ihtimal. Şansına güvenmiyor musun?”
“Hayır, basmayın tetiğe. Vazgeçtim! Parayı vereceğim. Sadece gerçekten yapıp yapmayacağınızı görmek istemiştim. İndirin silahı. İndirin şu silahı diyorum size.”
“Aşağılık yalancı. Altıda beş ha! Ortada altıda beş şans filan yok.”
“İndir şunu diyorum. İndir. Ne istiyorsan vereceğim.”
“Piç kurusu! O gece Naim’e silahı uzatırken, tıpkı benim şimdi yaptığım şeyi yaptın değil mi? Silindirin ucundaki küçük çatlağı esas alarak, kurşunu yerleştirdin. Daha sonra silindiri çevirip bir süre Naim’le konuşmayı sürdürdün. Bu sırada silindirin çatlağı, gözle seçebileceğin kadar yavaşladı. Ve silahı Naim’e uzatırken parmağını hızlıca bastırarak topu durdurdun. Bunu o kadar ustaca yaptın ki kimse durumu anlayamadı. Silah eski model olduğu ve silindiri de çok hızlı dönmediği için yeterince çalışan biri için çok zor değil. Parmaklarına senin gibi hâkim bir kumarbaz için özellikle… Yapılabilir olup olmadığını anlamak için gece saatlerce uğraştım. Tıpkı senin bir zamanlar yaptığın gibi… Aslında silindir üzerindeki çatlağı fark ettiğim an o gece oynadığın oyunun farkına varmıştım. Ama ne zaman emin oldum biliyor musun? Deneyip ne kadar kolay yapılabileceğini kendi gözlerimle gördüğüm zaman.
“Bu silaha erişimin vardı. Naim’den istediğin an alabilirdin. Gerçi onu öldürmek fikrinin kafanda olduğunu sanmıyorum. Sadece o gece adamın cinnet getirip silahı başına dayadığını görünce, o anda kafanda bir şimşek çaktı. Durumdan faydalanmak istedin. Ondan nefret ediyordun. İyi bir fırsat çıkmıştı önüne. Her şeye doğal sürecinde ilerlemiş süsü verebilirdin. Zaten dünyadaki kötülerin çoğu, önceden tasarlayanlar değil önüne çıkan fırsatı kaçırmak istemeyenlerdir. Senin gibi…
“Hadi diyelim ki o gece silindiri istediğin noktada durduramadın. Bu durumda ‘Şaka yaptım’ ya da ‘Vazgeçtim’ diyerek ortaya sürdüğün parayı geri alma ihtimalin daima masadaydı. Ama başarmıştın. Seni Volkan cinayeti için suçlamıyorum. Kaderin bir cilvesi olarak o da senin silahın silindiri detayından faydalanmak istediğin gibi tuvalet kapısının kilit detayından faydalandı. Nefsi müdafaa sayılır…
“Naim’in ölümü sadece düşük ihtimalin gerçekleşmesi şansızlığına bağlı olsaydı seni yine suçlamayacaktım. Hatta sana şöyle söyleyeyim, o silindirdeki çatlağı görüp, sahneyi kafamda kurduğum zaman bile seni tam manasıyla suçlamadım. Senin aşağılık bir katil olduğuna ne zaman hükmettim biliyor musun? Silahı Naim’e uzatırken horozu kurduğunu öğrendiğim an…
“Çünkü Naim’e silahı uzatırken adamın silahı senden aldığı gibi mi ateşleyeceğini yoksa önce horozu kurup mu sonra tetiğe basacağını bilmiyordun. İkinci seçenek silindiri bir kurşun sağa kaydıracağından ölüm ihtimali yüzde elli olacaktı. Bu yüzden silindiri, mermiyi silahın namlusuna denk gelecek şekilde değil bir soluna gelecek şekilde durdurdun ve silahı Naim’e uzatırken horozu kurmak için çekice bastın. Böylece kurşun namlunun ağzına yerleşti. Naim için sadece tetiğe basmak kalıyordu. Ve ölümü garantiydi. Namussuz adam! Bırak altıda beşi, ona ikide bir ihtimal bile tanımadın.”
“Sakin olun” dedi, uzun süredir konferans dinleyen adam. “Anlaştığımızı varsayıyorum. Buraya bunun için geldiniz sonuçta, değil mi? Varsayımlarınızı doğrulamak için.”
“Haklısın. Silahtaki o küçük çatlağı görünce Volkan’ın kast ettiği Naim’e oynanan oyun bu muydu acaba diye düşündüm? Daha sonra Volkan’ın silahı incelemek için Nur Hanım’ın yanına gittiğini öğrenince şüphelerim güçlendi. Yine de emin olmam gerekiyordu. Bu yüzden bu geceki deneyi yaptım. Mermiyi gözünün önünde silindire yerleştirdim. Ve topu çevirerek tam da senin o gece yaptığın gibi mermiyi namlunun ağzına değil de bir soluna düşecek şekilde durdurdum. Bütün bunları senin yanında yapmam, görmeni sağlamak içindi. Zaten gözün hep silahtaydı. O çiziğe dikkatle bakıyordun. O sırada sözde cesur kumarbazımız, ‘hayatını riske atarak’ tetiğe basmama razı oldu. Nasılsa ortada bir tehlike yoktu. Dolarları cebinde kalacaktı. Fakat ben horozu kurunca iş değişti. Hemen vazgeçerek para teklifimi kabul ettin. Çünkü artık ölümün garantiydi. Demek ki her şeyi biliyordun. Yani katildin. Bu yüzden senden para alıp bu olayı unutmak, Naim’in ölüsüne ihanet gibi geliyor bana.” Kriminolog silahı yeniden kaldırarak omuz hizasında tuttu.
“Tamam, sakin olun” dedi yeniden telaşlanan adam. “Anlaşabiliriz. Kabul. Kabul ediyorum diyorum sana. İndir şu silahı. İstediğini vereceğim.”
“Şanslısın ki Volkan kadına silahtaki detayı söylemedi. Muhtemelen kocasının intiharına zaten zar zor alışmış kadını bir de onun aslında öldürüldüğü haberi ile yıkmak istemediğinden… Volkan Bey’i de anlıyorum. Nasılsa Naim’in intikamını kendisi bizzat alacaktı, bu yüzden kadına meseleyi anlatmamaktan dolayı vicdanı rahatsız olmadı. Hatta kadına kocasının senin teşvikinle silahı beynine dayadığını da söylememiş. Zavallı kadın, olayı tamamen kocasının şanssızlığı ile açıklıyor. Belki de böylesi daha iyi.” Kriminolog tek gözünü kapattı. Boynunu hafifçe eğerek nişan aldı.
“Tamam, itiraf ediyorum. İndir şunu! Hayır! Yapma! Bir milyon yüz! Bir milyon yüz bin dolar! Anlaştık mı? Bak, bir milyon iki yüz! Tamam. Tamam di mi?”
“Polis olayın intihar olduğunu düşündüğü için silahı hiçbir zaman detaylı incelemedi. İncelese bile ne olacaktı ki? Böyle bir şeyi ispat edemezlerdi. Ben de ispat edemezdim. Geriye tek bir yol kalıyordu: Sana itiraf ettirmek. Şimdi seni bu silahla vurunca ne olacak biliyor musun Celal? Hemen Nur Hanım’a gidip, kocasını kimin öldürdüğünü anlatacağım. Daha sonra kocasının intikamını aynı silahla aldığımı belirteceğim. Ve sonra şöyle diyeceğim kadına: Polise gidin. Birkaç gün önce Celal Bey’in evinize gelerek Naim’in silahını almak istediğini söyleyin.’ Tabii kocasının intikamını aldığım için kadın benimle iş birliği yapacaktır. Ardından Behçet’e baskı yapıp, Naim olayının perde arkasını polise anlatmasını sağlayacağım. Şimdi gazete başlıklarını görebiliyor musun? Kaza değil cinayet! Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden iş adamı Naim Cilagöz’ün cinayete kurban gittiği anlaşıldı. Katili Celal Çimen, bir yıl önce arkadaşını öldürdüğü depoda, aynı sandalyede, aynı silahla intihar etti! Ne kadar trajik değil mi? Şimdiden gözlerim yaşardı.”
“Söylediğimi duymuyor musun? İstediğin paradan fazlasını veriyorum.” Celal’in yüzü gözü ter içinde kalmış, sık sık yutkunmaktan boğazındaki damarlar belirginleşmişti. “Bir buçuk milyon dolar! Bir buçuk milyon diyorum! Bak bir milyonu zaten yanımda. Mektupta yazdığın gibi… Hatta gel birlikte gidelim arabama kadar. Bana güvenmiyorsan aracın anahtarını vereyim. Çantalar bagajda. Gerisini de yarın veririm.”
Kriminolog bir masanın üzerine konulan anahtara bir de katilin terli yüzüne baktı. Silahını indirdi. Dudağında alaylı bir kıvrımla anahtarı cebine attı. “Gerisine gerek yok. Arabanı beş yüz bine sayıyorum. Şimdi def ol!”
Olay yerini fare hızında terk eden adamın arkasından bakakaldı. O gece kan vererek hayatta tutmasının kendisi için bu kadar yararlı olacağını hiç tahmin etmediği katilin…