Villa, Emirgan’da boğazı gören yüksek bir tepede inşa edilmişti. Oldukça ihtişamlı, üç katlı, dış cephesinin bir kısmı gri taşlardan oluşmuş beyaz renkli bir yapıydı. Komiser Pertev Bora, bahçesinde meyve ağaçlarının yer aldığı, çiçeklerle bezeli, yüzme havuzlu villaya girince derin bir nefes aldı. Çevresine bakındıktan sonra, herkesin hayallerini süsleyecek kadar güzel bir ev olduğunu düşündü.
Binanın kapı girişinin yanında duvara yapılmış yüzleri farklı taraflara bakan üç kadın heykeli bu yapıya mistik bir görünüm veriyordu.
Giriş katındaki salonun döşemesi pembe mermerdendi. Ortası ise mozaiklerle süslenmişti. Dikkatle bakınca kapıdaki heykellerin aynısı bu kez yere mozaiklerle işlenmişti. Komiser, bu heykellerin ne olduğunu merak etmiş; öğrenmek üzere aklının bir köşesine yazmıştı.
Salonun sağ tarafında yukarıya bir yılan gibi kıvrılarak çıkan yarı ahşap bir merdiven yer alıyordu. Komiser merdivenleri çıktı. Yukarıdan giriş katının döşemesine bakınca ortası camdan yapılmış tavandan yansıyan ışık, mozaiklere işlenmiş ellerinde meşalelerle farklı yönlere bakan üç kadını daha belirgin gösteriyordu.
İş adamı yatak odasında yerde boylu boyunca sırtüstü yatıyordu. İlk belirlemelere göre adamın ölüm nedeni zehirlenmeydi. İthalat ve ihracatçı Engin Tezkan koca evde tek başınaydı. Hizmetçisi sabah saat yedide gelmiş ve onu yatağının kenarında yerde bulmuştu. Hemen ambülansı aramış, daha sonra da eşini aramıştı. Eşi Gülsen, o gün evde yoktu. Nişantaşı’nda hasta annesini ziyarete gitmiş, gece de orada kalmıştı.
Adli tabibin ilk incelemelerine göre vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmamıştı. Bu ya bir cinayet ya da bir intihardı. Tabii kaza sonucu ölmüş de olabilirdi. Adli tabibe göre ölüm şekli solunum yoluyla zehirlenmeye benziyordu. Vücutta kiraz rengi bir görünüm vardı ve cilt morarmaya başlamıştı. Ama gerçek neden otopside anlaşılacaktı.
Eşi Gülsen, olayı duyar duymaz gelmiş, girişteki büyük salonda hüngür hüngür ağlıyordu. Komiser yanına gelir gelmez, kırklı yaşlarındaki kadın zembereğinden boşanmış saat gibi konuşmaya başladı.
“Ben aylardır, yıllardır söylüyorum, burası lanetli bir ev diyorum, dilimde tüy bitti. Ama dinletemedim. Burayı satıp gidelim dedim. Beni dinlemedi; işte lanet sonunda ölümüne yol açtı. Ah Engin ah!”
Komiser merak etmişti. “Başınız sağ olsun hanımefendi?” dedi. Kadın, “Dostlar sağolsun!” dedikten sonra ağlamasını sürdürdü.
“Neden lanetli dediniz bu ev için?”
“Affedersiniz, siz polis misiniz?”
“Özür dilerim kendimi tanıtmayı unuttum. Cinayet Büro’dan Komiser Pertev Bora.”
“Cinayet Büro mu dediniz? Cinayetten mi şüpheleniyorsunuz?”
“Her ihtimali ele alıyoruz hanımefendi.”
“Bakın Komiser Bey, sorunuza gelirsek, çünkü bu ev konuşuyor; acayip sesler çıkarıyor. Zaten lanetli olmasaydı daha önceki sahipleri satar mıydı hiç bu güzelim evi?”
Komiser daha da meraklandı. “Nasıl sesler bunlar?” diye sordu. “Garip garip sesler geliyor evden. Özellikle geceleri, korkunç sesler işitiliyor. Tabii her zaman değil. Her zaman olsa kafayı yer insan, dayanamaz. Engin de biliyordu bunu ama rahat adamdı, pek aldırmıyordu. ‘Aman canım boş ver, sesler dışarıdan geliyordur. Yat uyu böyle lanet malet gibi saçmalıklara aldırma,’ deyip tekrar horul horul uyuyordu. Bu kadar gamsız, rahat, umursamaz bir adam görmedim. Al işte sonuç.”
Bu arada çevrede araştırma yapan komiserin yardımcısı Esin Gürler, amirine işaret ederek yanına gelmesini istedi. Komiser izin isteyerek acılı eşin yanından ayrıldı. “Komiserim, maktulün, eşiyle yani görüştüğünüz Gülsen Hanım’la araları pek iyi değilmiş. Sürekli kavga ediyorlarmış, ayrılmanın da arifesindeymişler, komşuların verdiği bilgilere göre… ‘O adamı öldürse öldürse karısı öldürmüştür,’ diyorlar. Ayrıca kadının sevgilisi varmış ama söylediklerine göre maktul de karısını aldatıyormuş. Kadınla konuşurken belki bu bilgiler de işinize yarayabilir diye düşündüm o nedenle sizi çağırdım.”
Komiser, yardımcısına teşekkür ettikten sonra tekrar Gülsen’in yanına döndü. Gülsen, evin ilk sahibi olan iş adamı Şeref Atik’in kızı Nermin Candemir’in ev hakkında bilgisi olduğunu ve ara sıra evi görmek için ziyarete geldiğini söyledi. Komiserin isteği üzerine kadının adresini ve telefon numarasını verdi. Komiser ayrıca evin girişindeki ve salondaki üç kadın heykeli hakkında bilgisi olup olmadığını da sordu.
“Onu da en iyi Nermin Hanım bilir Komiser Bey. Bunlar arkeolojiye meraklı bir aile. Özellikle evi yaptıran Şeref Bey çok meraklıymış. Benim bildiğim sadece uğursuz bir tanrıça olduğu ama ilgimi çekmediği için yanlış bir şey söylemek istemiyorum, siz en iyisi Nermin Hanım’la konuşun bu konuyu…”
“Sizden önce oturanlar ve neden sattıkları hakkında bilginiz var mı?”
“Onu da lütfen emlakçıya sorun. Bildiğim bizden önce ilk sahiplerinden burayı yalnız yaşayan dul ve zengin bir kadın almış. Ama ölünce mirasçıları satışa çıkardı; biz de onlardan aldık. Onların telefonları bende yok. Emirgan Emlak’tan Hüseyin Bey bilir. O aracılık etmişti sanırım. O kadın da bu evde ölmüş ama neden öldüğünü tam bilemiyorum. Mirasçılarının evi satabilmek için biraz ketum davrandıklarını biliyorum sadece. Dediğim gibi siz Hüseyin Bey’i bulup onunla görüşün, ayrıntıları o bilir.”
Komiser emlakçının adını ve telefonunu not ettikten sonra sadede geldi. “Kocanızla aranız nasıldı Gülsen Hanım?” diye sordu. Kadın bu soruya hazırlıklı gibiydi. “İyi olmadığını herkes bilir. Ama onu ben öldürmedim sorunuzun sonunu buraya bağlayacaksanız.”
“Neden aranız iyi değildi?”
“Geçinemiyorduk. Beni aldattı; ben de onu aldatmaya başladım. Boşanmak üzereydik zaten. Engin zor bir adamdı. Yine de üzülmedim desem yalan olur. Güzel günlerimiz de olmadığı değil. Ne olursa olsun ölmesini istemezdim. Allah rahmet eylesin!”
“Annenizde miydiniz dün gece?”
“Evet, dün sabahtan beri annemdeydim. Kendisi rahatsız olduğu için ona bakmaya gitmiştim.”
“Tanığınız var mı?”
“Elbette var. Annem var, kardeşlerim var.”
“Çocuklarınız var mı Gülsen Hanım?”
“Benim yok ama Engin’in ilk karısından iki çocuğu var, ikisi de yurt dışında yaşıyor.”
“Peki Gülsen Hanım size ulaşabileceğimiz bir adres ve telefon numarası bırakabilir misiniz? Tabii eğer burada kalmayacaksanız.”
“Elbette bırakırım, merak etmeyin. Bu evde de artık kalamam.”
Pertev komiser, yardımcısına kadının ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmasını söyledi. “Esin ayrıca Gülsen Hanım’ın ve ölen şahsın sevgililerini bulun ve onlarla da görüşün, dün neredeymişler, tanıkları var mı öğrenin. Gülsen Hanım’dan isimleri alın. Vermek istemezse zorlayın,” dedi.
“Tamam komiserim.”
***
Komiser evden ayrıldıktan sonra telefonunu çıkarıp Gülsen’in verdiği evin ilk sahibinin kızı Nermin’in numarasını tuşladı. Kendini tanıttı ve acil olarak görüşmek istediğini söyledi.
Yarım saat sonra Boğaz’ın bir diğer semtinde Bebek’te başka bir villada almıştı soluğu. Emirgan’dakinden daha mütevazı bir villaydı. Nermin, komiseri giriş kapısında karşıladı. Ellili yaşların başında, bakımlı, sarışın bir kadındı. Komiseri turuncu renkli kanepelerin olduğu sade ama şık salona buyur ettikten sonra, “Bu kadar acil olan nedir Komiser?” diye sordu, Komiser ona Engin Tezkan’ın zehirlenereköldüğünden söz etti.
“Ayy! İnanamıyorum. Gerçekten çok üzüldüm. Evin şimdi lanetli olduğuna inanacağım neredeyse,” dedi. “İnanmıyor muydunuz?” diye sordu Pertev komiser.
“Elbette inanmıyorum böyle şeylere, siz inanıyor musunuz yoksa?”
Komiser bu soruya gülümseyerek karşılık verdi. “Engin Bey’in eşi Gülsen Hanım evin lanetli olduğundan söz etti. Zaten ara sıra da evi ziyarete gidiyormuşsunuz. Evin laneti konusunda da sizin bilginiz olduğunuzu söyledi. Ayrıca babanızın ölümünden de biraz bahsetti.”
“Evet, evi çok seviyordum ama annem satmaya mecbur etti. Yaklaşık üç buçuk yıl önce babam yaptırdı evi. Arsa babamındı. Oraya bir villa yaptırmayı düşünüyordu ve sonunda yaptırdı. Alp Aydoğan isimli bir mimarla anlaştı. Mimar bölgenin yani Emirgan’ın yapısına uygun bir ev inşa etmek istedi. Arkeoloji eğitimi de almış biriydi ayrıca. Babam da öyleydi. Hatta Yunan mitolojisine hayrandı. Babam bir araştırma yapıp Emirgan’ın antik çağlarda isminin Kiparodes* olduğunu ve başka bazıbilgiler edinmişti. Emirgan’in antik dönemde lanetli bir yer olarak anılması gibi… Mimar da araştırmasıyla bilgileri teyit etmişti.
Hatta arsada bulunan bazı sütun kalıntılar babamı ve mimarı heyecanlandırmıştı. Rivayete göre Emirgan Kiparodes iken orada üçlü bir tanrıça olan Hekate’ye adanmış bir tapınak varmış. Arsasındaki bu kalıntılar babama göre o tapınağın kalıntılarıydı. Babam buna inanıyordu. Belki de inanmak istiyordu. Hekate, üç yüzlü, eli meşaleli, büyücülüğün, cehennemin, uğursuz kavşakların, peşinden uluyan köpekleri çeken, gece vakti kara bulutlar şeklinde gökyüzünde dolaşan ejderhaların tanrıçası olarak bilinir. Büyücülüğün ve hayaletlerin gizemli tanrıçası, üç yüzlü tasvir ediliyor. Binaya girerken görmüşsünüzdür. İşte o heykel Hekate’yi temsil ediyor.”
“Girişte kapının yanında ve ana salonda yere mozaiklerle işlenmiş.”
“Bravo, görmüşsünüz.”
“Evin yapımı bir yıl sürdü. Tanrıça Hekate’den izler taşıyordu. Bu durum babamın hoşuna gidiyordu. Eseriyle gurur duyan bir sanatçı gibiydi. Çünkü mimar, babamın isteklerine uygun yapmıştı projeyi. İlk iki yıl her şey çok iyi gitti. Ama iki yılın sonunda bazı gariplikler olmaya başladı. Annem evin içinden birtakım sesler geldiğini söylemeye başlamıştı. Babam da duyduğunu söylüyordu ama bu onu korkutmak yerine heyecanlandırıyordu. Hatta bu durum hoşuna bile gidiyordu. Kıs kıs gülerdi annem bu endişelerini söyleyince. Belki bu konuda bir şeyler biliyordu ama sadece gülüyordu. Sonra bir gün babam merdivenden inerken ayağı kaydı ve düştü. Beyin kanamasından öldü. Annem bunu evin lanetli oluşuna bağladı. Aslında bir kazaydı. Sonuçta merdiven basamaklarına yağ dökülmüş, babam da kaymıştı. Annem evin hemen satılmasını istedi. Zaten baştan beri evden hiç hazzetmemişti. Biz istemedik ama o satılmazsa, ‘Hakkımı sizlere helal etmem!’ deyip durdu. İnadı inattı. Sonunda satışa çıkarmak zorunda kaldık.”
“Sattınız mı?”
“Önce mimar Alp Bey talip oldu.”
“Yani binanın mimarı mı?”
“Evet. Ama parası yetmedi. Yüksek bir fiyattan çıkarmıştık. Sonra garip bir şey oldu. Gazetelerde lanetli evin satılığa çıkarıldığına dair bir haber okuduk. Haberde, ‘Evin hanımı kocasının ölümünden sonra evin lanetli olduğunu inandığı için satışa çıkardı’ diye yazıyordu. Bunu gazetecilere evi ucuza kapatmak için kimin uçurduğu tahmin etmek zor değildi. Ancak Alp Bey kendisinden kaynaklanmadığına dair yeminler etti. Evi, Servet Bahçecioğlu adında dul, yaşlı, sanat tutkunu bir kadın aldı. Ama beş ay sonra evde o da babam gibi düştü, kalçasını kırdı. Yapılan ameliyata dayanamadı ve hayatını kaybetti. Yani o da evin mürüvvetini göremedi. Sonra mirasçıları evi yeniden satılığa çıkardı.”
“Sonra?”
“Mimar Alp Bey tekrar teşebbüste bulunmuş ama pahalı geldiği için yine alamamıştı. Evin uğursuz olduğuna dair haberler çıkmış, söylentiler yayılmıştı. Uzunca bir süre satılamadı. Haberler etkili oldu ve fiyatın biraz düştü. Sonunda evi Engin Tezkan adlı bir iş adamı aldı. Ben evi çok sevdiğim için ara sıra görmeye gidiyordum. Gülsen Hanım’ı da sevdim. Aradan bir yıl geçti, şimdi de siz gelip Engin Bey’in zehirlenerek öldüğünü söylüyorsunuz. Gerçekten annemin dediklerine inanacağım. ‘Hekate’nin Laneti’ derdi rahmetli annem.”
“Anneniz hayatta değil mi?”
“Evi sattıktan sekiz ay sonra kanserden kaybettik maalesef.”
“Başınız sağ olsun, peki siz hiç evdeyken birtakım garip sesler duydunuz mu?”
“Ben bir şey duymadım. Erkek kardeşim de eşim de duymadı; sadece annem ve babam duyuyorlardı. Artık her ne hikmetse…”
“Anlıyorum, mimarın telefonu var mı sizde?”
“Alp Bey artık Türkiye’de yaşamıyor. Londra’ya yerleşmişti bildiğim kadarıyla. Yani evin peşini bırakmıştı anlayacağınız.”
***
Komiser Emirgan Emlak’a gitti ve Gülsen’in adını verdiği emlakçı Hüseyin ile görüştü. Emlakçı, Nermin ile Gülsen’in anlattıklarını onayladı. Servet Hanım’a en yakın kişi olan yeğeni Melike’nin de telefonunu verdi. Melike de komisere farklı şeyler anlatmadı. O da teyzesinin evin içinde birtakım sesler duyduğunu söyledi. Hatta sesler o kadar korkunçmuş ki, Servet Hanım bir gece bütün ışıkları yakmış, polisi aramış ve evde arama yaptırmış. Ama hiçbir şey bulamamışlar. Bu sesleri birkaç kere daha duymuş. Sesler oldukça ürkütücüymüş. Servet Hanım bu gizemi çözmek için karar vermişken o talihsiz kaza meydana gelmiş ve on beş gün sonra da hayata gözlerini yummuş.
“Evin lanetli olduğunu biliyorduk ama teyzem inanmazdı öyle şeylere… ‘Saçmalamayın, bunlar zırva şeyler, hayalet falan öyle şeyler olmaz. Bu işte olsa olsa başka bir bit yeniği vardır,’ diyordu. Satmasını istedik ama satmaya yanaşmıyordu,” dedi Melike.
Komisere göre artık evde birtakım seslerin duyulduğu kesinlik kazanmıştı. Komiser ertesi gün Sarıyer Belediyesi’ne giderek evin projesine baktı. Ancak gözüne çarpan farklı bir şey göremedi. Belediyedeki mimarlara da danıştı, onlar da dikkate değer herhangi bir şey bulamadılar. Evin inşaat mühendisliğini yapan Yusuf Bartın’ı buldu. Mühendis, “Valla komiserim ben sadece mühendis olarak bir kere inşaatın yapım aşamasında, bir de inşaatın bitiminde kontrolünü yaptım ve imzamı attım. Benim işim doğrusunu söylemek gerekirse biraz formaliteden ibaretti. Ancak asıl evi yapan, her şeyiyle ilgilenen mimar Alp Aydoğan’dır. Siz onunla görüşmelisiniz. Onun bir de çok iyi bir ustası vardı. Adem Hazar’dı adı. Ancak o evi bitirdikten altı ay sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetti,” dedi.
Komiser Pertev, evin hanımı Gülsen’den nezaketen izin alıp bir gece evde kalarak bazı gözlemler yapmak istediğini söyledi. Gülsen de bunu kabul etti. Pertev akşam saat altı gibi gelip incelemeye başladı. Kapıdan girer girmez içine bir kasvet çöktü. Evin içini gezdi. İç duvarlar genellikle koyu renklere boyanmıştı. Belki de insanın içine kasvet çökmesine neden olan bu koyuluktu. Tavandaki aydınlatma penceresinden gelen ışığın dışında, evin pek ışık aldığı söylenemezdi. Pencereler genellikle normalden küçük yapılmıştı. Bunun nedeni de kışlık olarak da kullanılacağı için, kuzey rüzgarlarının getirdiği soğuğa karşı biraz daha ısı tasarrufu sağlamak olsa gerekti. Ancak oldukça modern, hem tabandan hem tavandan kurulmuş olan aydınlatma sistemi vardı. Yine de seçilen ışık, loş ve gün ışığı rengindeydi.
Duvarda evin mistik konseptine uygun monte edilmiş meşaleler, cadı heykelcikleri yer alıyordu. Yine konsepte uygun Hekate’yi simgeleyen irili ufaklı anahtar zinciri, köpek, siyah dişi kurt,kurbağa bibloları ve heykelcikleri çeşitli yerlere serpiştirilmişti.
Komiser kitaplıktan tanrıça Hekate’nin detaylı şekilde anlatıldığı bir kitap buldu, salondaki geniş rahat kanepeye oturup okumaya başladı.
“Hekate, ay ve geceyle ilişkilendirilmiş bakire tanrıçadır. Türkiye’de Muğla’nin Yatağan ilçesine bağlı Turgut beldesinde bulunan Lagina Antik Kenti, tanrıçanın başlıca kült merkezidir. Perses ve Asteria’nın kızıdır. Ay ve gecenin dışında ölüler, yeraltı ve büyücülükle ilişkilendirilmiştir. Korkuyla karışık bir saygı uyandırır. Mitolojide çok ön planda olmayan Hekate’ye, özellikle erken Hristiyanlık döneminde birçok olumsuz anlam yüklenmiştir. Günümüzde Neopaganizm’de sevilen bir tanrıçadır.
Özellikle Karyalılar tarafından sevilen tanrıça, Anadolu ya da Trakya kökenlidir. Tanrıça, Artemis ve Apollon ile anne tarafından kuzendir. Baş tanrı Zeus, dünyayı, kendisi gökyüzünü, kardeşleri Poseidon denizleri, Hades ise yeraltını alacak şekilde paylaştırır ama tanrıça Hekate’ye ise bu üç alanda da yetki verir. Mitolojide Persephone’nin kaçırılışı efsanesinin bazı varyasyonlarında yer alır.
Hekate’nin alanı ay, yeraltı ve büyücülük olarak bilinir. Başlıca sembolleri, köpek, ay ve meşale, görünüşü genelde üç yüzlü şekilde betimlenir.”
Komiser, kitaplıktan Hekate’yi anlatan bir başka daha kitap aldı. Ona da göz attı.
“Hekate en çok büyü, büyücülük, gece, ışık, hayaletler ve ay tanrıçasıydı. Ayrıca, giriş yollarının tanrıçası ve koruyucusuydu. Kavşaklarla güçlü bir şekilde ilişkiliydi. Yeraltı dünyasından fiziksel dünyaya kolaylıkla geçebilen bir eşik tanrıçası olarak tasvir edilmiştir. Sınırsızlığı, bir tanrıça olarak konumu arasında hareket edebildiği babası ve mitolojisinden kaynaklanıyordu. Bu benzersiz özelliği; ‘kavşakların müdavimi’ gibi unvanları almasını sağlamıştır. Sınırlar, kapılar ve giriş yolları ile ilişkilendirildiği için Hekate koruyucu bir rol üstlenmiştir. Evlere, şehirlere geçişe izin veren yerleri gözetlediği için bir tür koruyucu gibi davranmıştır. Yunanca ‘geri çevirmek’ kelimesinden gelen ‘apotropaik büyü’, kötülüğü uzaklaştırdığı savunulan büyüdür.
Hekate’nin en iyi hayvan arkadaşlarından biri ve en sık birlikte tasvir edildiği siyah bir köpekti. Hekate, daha çok bir ‘büyü tanrıçası’ olarak hatırlanır. Onun büyü ile olan ilişkisi, aynı zamanda bir yeraltı tanrıçası olarak tanımlanmasına da bağlıdır. Yaşam ve ölüm arasındaki sınırda hareket etmek, Hekate’nin hem hayaletlerle, hem de büyücülükle olan bağlantısını açıklamaktadır. Dünya ve yeraltı dünyası arasındaki sınırdan kimin geçtiğini kontrol etmek, ona ruhları çağırmak ve ölüleri diriltmek için eşsiz bir güç vermiştir.
Yunan mitolojisindeki en ünlü cadı, bilgisini Hekate’den almıştır. Onun, Hekate’den şifalı bitkiler ve büyü öğrendiği söylenmektedir…”
Komiser gömüldüğü kanepede Hekate’nin bu ürpertici mitolojik öyküsünü okurken saat ona geliyordu. Ev sessizdi. Dışarıda rüzgârın uğultusu duyuluyordu; gökyüzünde çakan şimşekler evin içini ürkütücü bir şekilde aydınlatıyordu. “Tam da gecesini bulmuşum; bir korku filmi platosu gibi bu ev,” dedi komiser içinden. Üst kattan hızla çarpan bir kapı sesi duyulunca komiser istemsizce yerinden sıçradı. Yine yukarıdan bir yerlerden hışırtılar gelmeye başladı. Komiser ürkmüştü. Hemen gayri ihtiyari silahına sarıldı vedikkatlice her yeri kontrol ederek yukarı çıktı. Odalardan birinin kapısı açıktı. Kapıya yaklaştı ve odaya göz gezdirdi. Bir pencere açık kalmıştı. Perdeler rüzgârda savruluyor ve içeri yağmur damlaları giriyordu. Pencereyi kapatırkenince yağmur damlaları yüzüne kırbaç gibi vurarak canını acıttı. Tam o arada bir gümbürtü daha koptu; komiser yine irkilmişti. “Galiba bu evin büyülü ve lanetli olduğuna ben de inanmaya başlayacağım,” diye mırıldandı.
Merdivenlerden inerken sanki bir yerden birinin ağlama sesi geliyordu. Sonra güçlü bir köpek havlaması duyuldu. Ses bu sefer en üst kattan geliyordu. Tam üst kata çıkmaya hazırlanırken alt katın salonundaki meşaleler yanıp sönmeye başladı. Tuhaf bir durumdu. Bu ev ya gerçekten lanetliydi ya da birisi veya birileri bu evin lanetli, hayaletli olduğuna inandırmak için bir sistem kurmuştu. “Hayalet, paranormal zırvalıklar olmayacağına göre bu eve birileri bir şeyler yapmış. Ortama ürkütücü bir hava verilmeye çalışılmış. Bu ya bir oyunya da başka bir nedeni var. Bir oyunsa çok pahalıya ve cana mal olduğu kesin,” diye düşündü.
Komiser artık evden gitme vaktinin geldiğini düşündü. Zehirli gaz aklına gelince daha da ürktü. Bu evde daha fazla kalamazdı. Sistem her neyse ya otomatik olarak ya da birileri tarafından harekete geçirilmişti. Burada kalmak tehlikeli olabilirdi. Pertev’e göre bu ev ciddi anlamda incelenmeli, anormal hareketlerin nasıl olduğu ortaya çıkarılmalıydı. Bahçeye çıktı. Dış kapıdan çıkarken yanından hızla siyah bir otomobil geçti. Komiser park ettiği aracına bindi, sahile indi. Aracın camını araladı ve boğaz havasını ciğerlerine çekti. Düşüncelerinde, kurgulanmış bir ev fikri ağır basıyordu.
***
Ertesi sabah büroda bir toplantı yaptı. Arkadaşları komisere gece evde neler yaşadığını sordular merak içinde. Komiser tek tek anlattı. Herkes ilgiyle dinliyordu.
“Sence nedir bu olayların sebebi?” diye sordu bir dedektif.
“Evde birtakım gizli ses düzeneği kurmuşlar sanırım. Korkutma üzerine kurgulamışlar evi. Lunaparklardaki korku tünellerini düşünün. Ama onun gibi değil de daha çok ürkütücü sesler duyulan bir korku tüneli. Tabii ışıkların yanıp sönmesi, ürkütücü sembollerin evde yer alması olaya biraz daha heyecan ve gizem katıyor hiç kuşkusuz. Yani bir tür lanetli ev havası verilmiş. Lanet ve hayalet gibi saçmalıklara inanmadığım için aklıma gelen tek seçenek bu. Böyle şeylere inanan biri için o ev gerçekten lanetli, uğursuz bir ev sayılabilir. Bence işin düğümü evin mimarında bitiyor. Onu bulup sorabilseydik, lanetin sırrını, evin gizemini çözebilirdik.”
Yardımcısı Esin, Gülsen ve Engin’in sevgililerini bulmuş, onlarla görüşmüş ama her ikisi de iş adamı öldüğü sırada şehir dışında olduklarını söylemişlerdi. Esin bunu tanık ifadelerine dayanarak da teyit etmişti. Maktulün karısı Gülsen’in de annesinde olduğu tanıklarla doğrulanmıştı. Adli Tıp’tan gelen rapora göre de iş adamının ölümü gece saat ikiyle üç arasında gerçekleşmişti. Ölümün karbonmonoksit zehirlenmesinden olduğu anlaşılmıştı. Ancak daha önce evde yapılan araştırmada tesisatlardan herhangi bir gaz sızıntısına rastlanmadığı da saptanmıştı.
Esin, “Bence katil Gülsen komiserim. Amacı çok belli. Kocasını öldürüp mirasına konmak ve sevgilisiyle gününü gün etmek için sevmediği adamı öldürdü. Gece bir vakit herkes uykudayken habersizce annesinin evinden ayrılıp kendi evine gelmiş, kocasını zehirleyerek öldürmüş, sonra tekrar geldiği gibi annesine gitmiş olabilir. Bence bunun başka bir izahı yok,” dedi.
Bir başkası, “İntihar da olabilir, adamın işleri pek iyi gitmiyormuş,” diye araya girdi.
Komiser, başkomisere evde detaylı inceleme yapılması gerektiğini söyledi. Ancak savcılık evde detaylı arama yapılmasına gerek olmadığına karar vererek izin vermedi ve dosya intihar olarak rafa kaldırıldı. Başkomiser de işlerin yoğunluğunu bahane ederek Pertev Komiser’i bu dosyayla ilgilenmemesi konusunda uyardı.
İş adamının bu gazı nasıl soluduğu ve zehirlendiği sır olarak kaldı. Ölümün, henüz tespit edilemeyen bir yerden büyük olasılıkla doğal gaz sızıntısından kaynaklanmış olabileceği ileri sürüldü ve daha fazla araştırmaya gerek olmadığına karar verildi. Yeni bir gelişme olduğu takdirde yeniden dosyanın ele alınacağı kaydedildi.
***
Altı ay sonra aynı evde yeni bir zehirlenme vakası meydana gelince Komiser Pertev Bora, hemen soluğu Emirgan’da aldı. Bu kez zehirlenen uzun zamandır evi satın almak isteyen mimar Alp Aydoğan’dı. Mimar ölmemiş son anda kurtulmuştu, hastaneye kaldırılmış tedavisine başlanmıştı. Hayati tehlikeyi de atlatmıştı.
Komiser mimardan bilgi alamayacağını öğrenince evin satışıyla ilgili konuşmak için Gülsen’i aradı. Bu arada hastanedeki mimarın tek bir yakını vardı. O da kuzeni Cahit Aydoğan’dı. Ama o da olayla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını söyledi. Çünkü mimar ambülansı kendisi arayıp zehirlendiğini bildirmişti. Kuzeni ise olayı öğrenince hastaneye sonradan gelmişti.
Gülsen evi satışa çıkardığında iki alıcının kıyasıya yarıştığını ve bu rekabet sonucunda evin fiyatının daha da arttığını, kendisi için bunun sevindirici olduğunu anlattı Komiser’e. Alp’in evde zehirlendiğini öğrenince de çok üzüldü.
“Eve iki kişi talip oldu Komiser Bey. Biri hiç tahmin etmezdim ama Nermin Hanım, diğeri de evin mimarı Alp Bey. Nermin Hanım çok istiyordu evi almayı, hatta bana epey baskı yaptı ama sonunda parayı daha çok veren Alp Bey’e satmak zorunda kaldım. Nermin Hanım çok bozuldu ama yapacak bir şey yoktu.”
Komiser, Nermin’le görüşmek yerine Maslak’ta kardeşi Murat Atik’in bulunduğu işyerine gitti. Elektrik ve elektronik malzemeler üreten bir şirketin baş ofisiydi burası. Şirketin genel müdürlüğünü Murat yapıyordu. Babası ölünce işin başına o geçmişti. Komiseri biraz beklettikten sonra odasına buyur etti. Murat, kırk yaşlarında, güler yüzlü, yakışıklı biriydi.
“Buyurun komiserim ne öğrenmek istemiştiniz?”
“Ablanız Nermin Hamın’ın sizin eski evi satın almak istediğini biliyor muydunuz?”
“Evet. Affedersiniz ama bunu neden Nermin’e sormuyorsunuz, öğrenebilir miyim?”
“Nermin Hanım’la daha önce görüştüm. Kendisi bana oldukça yararlı bilgiler verdi. Ama bir de sizin ağzınızdan duymak istiyorum,” dedi komiser ve daha önce Nermin’in verdiği bilgileri özetledi.
“Benimle konuşarak Nermin’in bilgilerini teyit etmek istiyorsunuz anlaşılan, değil mi?”
“Aynen öyle. Evi satın alan mimar Alp bir gün önce zehirlendi. O nedenle yeniden bu lanetli ev dosyasına geri döndük. Ablanız da o evi satın almak istemiş ama alamamış. Sizinle de konuşmak istedim.”
“Anlıyorum. Ablamın evle ilgili verdiği bilgiler doğru. Nermin o evi çok seviyordu ve babam ölünce epey ilgilenmişti o evle. Evdeki seslere gelince, o gizem babamla birlikte mezara gitti.”
“Babanızın işi miydi sizce?”
“Valla babam biraz muzip bir adamdı. O evdeki sesler de onun yaptığı muzipliklerden biri olabilir. Mimarı da elektronikten anlayan biriydi; sanırım onların yani babamla mimarın bir tür oyunuydu bu… Eğleniyordu babam. Ama annem ve evin sonraki sahipleri lanetli olduğuna inanmışlardı.”
“Babanız hiç konuşmuyor muydu konu açıldığında?”
“Babam gizemi severdi, sadece gülüp eğlenirdi bizimle. Ortaya çıkmasını istemiyordu. Böylece evin şöhreti yayılıyordu. Kısaca babamın evde kurduğu bir düzendi. Biz üstüne fazla gitmedik. Nermin babamın ölümünden sonra epey araştırdı. Sonra işin ucunu bıraktı. Babam çılgınlık yapmayı seven biriydi. Evin o haliyle ilgi çekeceğini, tam tersine fiyatının artabileceğini düşündüğümüz için fazla kurcalamadık doğrusu. Nermin bu konuyla ilgili fazla bilgi vermek istemiyordu. Annem satmak istiyordu. Babamın ölümünden evin lanetini sorumlu tutuyordu. Uğursuz olduğunu düşünüyordu ve karşı çıkmamıza rağmen zorla sattırdı. Nermin çok üzülmüştü. Çünkü o evle ilgili birtakım projeleri vardı. Otele dönüştürmek gibi… Sanırım mimar Alp’in de böyle bir arzusu vardı hatırlayabildiğim kadarıyla. Nermin, babam hayattayken eve pek gelmezdi. Çünkü babamla araları iyi değildi.”
“Neden?”
“Ailevi bir sorun ama nasıl olsa öğrenirsiniz, o yüzden anlatmakta bir sakınca yoktur sanırım.”
“Lütfen!”
“Biz baba tarafından üvey kardeşiz Nermin’le. Babam onun annesine deli gibi aşık olmuş, üstelik evliyken ve Nermin küçük bir kızken. Nermin’in babası muhterem bir insanmış ama annesi de babama aşık olmuş. Babam ilk karısından o da kocasından ayrılıp evlenmişler. Ancak Nermin’in babası bunu hazmedememiş, çok üzülmüş. Ayrıldıktan kısa bir süre sonra hastalanmış ve ölmüş. Nermin bu olayı unutmamış, annesini suçlamış. Ama annesi onu ikna etmiş bir şekilde. Sonra ben doğmuşum. Yani Nermin’le annemiz bir. Babam onu kızı gibi sevip bağrına bastı. Kendi oğlundan yani benden ayrı tutmadı. Ama Nermin hep mesafeliydi. Annesiyle babasını ayırdığı için babamdan hep kaçtı; hiçbir zaman onu sevemedi.”
“Ne iş yapıyor ablanız?”
“Nermin babamı sevmemesine rağmen çok tuhaftır ki babamın mesleğiniseçti. Yani Elektrik Elektronik Mühendisliği okudu. Kocasıyla da aynı fakültede tanışıp evlendiler. Karı koca meslektaşlar. Babam onların şirket kurmalarına büyük destek verdi. Akıllı bina tasarımı yapan bir şirket. Ama Nermin çalışmıyor, daha çok işleri kocası Şükrü eniştem yürütüyor, şimdi işin başında o var. Karısının bir dediğini iki etmez .ne derse onu yapar…Karısına deli gibi aşıktır.”
“Mimarla babanız nasıl tanışmışlar?”
“Sanırım Emirgan’ın anlatıldığı bir konferansta tanışmışlar Alp Bey’le babam. Mimar antik çağda Emirgan’ın nasıl bir yer olduğunu anlatmış, Tanrıça Hekate adına yapılan tapınaktan falan söz etmiş. Babam da arsasındaki kalıntılardan yola çıkarak ‘Tapınak benim arsamda olabilir,’ demiş mimara. Böylece aralarında bir iletişim ağı kurulmuş. Sonra babam Alp Bey’e evi yapması için tam yetki vermiş. Oturup birlikte planlarını yapmışlar. Sonra Alp Bey, babam vefat edince bu evi almayı çok istedi ama parası yetmedi. Amacı bir otel yapmaktı. Adını da Hekate Oteli koyacaktı. Özellikle İngiliz turistleri çekmek istiyordu. İngilizler hayalet öykülerine bayılır ve inanırlar da.”
“Çok yardımcı oldunuz Murat Bey, teşekkür ederim. Yarın sabah evde detaylı bir arama yapılacak. Belki bu aramada bir şeyler tespit edebiliriz.”
Komiser ayrıldıktan sonra yardımcısı Esin’i aradı. “Esin yanına Selçuk’u da al ve evi kimselere çaktırmadan gözetleyin, kim giriyor kim çıkıyor izleyin. Eğer gece eve birileri girerse takip edin, belki suç üstü yakalayabiliriz,” diyerek talimat verdi ve sonra hastaneye gitti. Pertev, Murat Atik’in, yarın evin aranacağı bilgisini ablasına vereceğini tahmin ediyordu. Eğer ablası bu işin içindeyse onu uyaracağını düşünüyordu. Bu bir yemdi; eğer işin içinde ablası varsa belki yemi yutabilirdi. Yardımcısına eve gelecek kişinin ismini de vermişti. “Bu Nermin Hanım olabilir, dikkatli olun,” demişti.
Mimar Alp’in kendine gelmesini umdu. Doktorlarla görüştü ve fazla rahatsızlık vermemek koşuluyla mimarla konuşabileceğini öğrendi. Mimar yoğun bakımdan çıkarılıp tek kişilik odaya alınmıştı. Zayıf, uzun boylu, kırk yaşlarında biriydi. İyi görünüyordu. Geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra konuya girdi.
“Siz bu evde neler yaptınız Alp Bey?”
“Bakın komiser evin ilk sahibi Şeref Bey evde bir düzen kurulmasını istedi. Yani eve mistik ama uğursuz bir atmosfer verilmesini istedi. İlgi çekmeyi seven biriydi Şeref Bey.
Şakacı ve muzip bir adamdı. Emirgan’ın antik çağlarda büyücülük merkezi olması, Hekate Tapınağı falan bunlar onu etkiledi. Mitolojiye hayrandı. Kendisi arkeoloji okumuş ama yarım bırakmak zorunda kalmış.İçinde bir ukde olarak kalmış arkeoloji. Bu nedenle hemen aklına bir fikir gelmiş. ‘Öyle bir ev yapalım ki korku evi olsun. Ama aramızda kalsın, sen elektronikten anlıyorsun ben de elektrik, elektronik malzemeleri üreten bir adamım. Sen iste ben malzeme vereyim, hemen işe koyulalım. Dediğim gibi bu ikimizin arasında sır olarak kalacak’ dedi. Ben de bunun üzerine evin bazı duvarlarının içine bir ses sistemi yerleştirdim. Yani tamamen uzaktan kumandalı elektronik bir sistem kurduk. Uzaktan kumandayla evde istediğiniz sesi verip istediğiniz ışık ayarlamasını yapabiliyordunuz. Ancak Şeref Bey talihsiz bir kaza sonucu ölünce eve ben talip oldum ama ne yazık ki çok pahalı olduğu için alamadım. Şimdi fırsat doğdu aldım ama az kalsın ben de ölüyordum.”
“Peki Şeref Bey’in evde kaza sonucu ölümü, yine ondan sonraki sahibi Servet Hanım’ın da kaza geçirmesi, Engin Bey’in gazla ölümü… Ve siz, şansınız varmış ki kurtuldunuz, ölebilirdiniz de… Bunları nasıl açıklayabilirsiniz?”
“Valla hiç bilmiyorum. Doğrusunu isterseniz belki eve başkaları da bir sistem kurmuş olabilir; ya da sonradan Şeref Bey’in kendisi bunu yapmış olabilir. Bir kere evden sızan bir gaz var. Bu sanırım uzaktan kumanda ayarlıolabilir. Yani birileri bu eve gelenleri kaçırmak, zarar vermek, hatta öldürmek istiyor sanki.”
“Bunu kim yapar?”
“Hiçbir fikrim yok, kimseyi suçlayamam. Bu sizin işiniz Komiserim.”
“Belki de siz yaptınız, kendinizi de şüphe çekmemek için zehirlemiş olabilirsiniz.”
“Ben yapmadım Komiserim. Ben bu ölümlerin bazılarında yurt dışında yaşıyordum. Belki bu evi isteyen başkaları da vardır. Eğer evin içindeki öldürücü sistem bulunabilirse kimin yaptığı da ortaya çıkabilir. Kullandığı malzemeler ele verebilir suçluyu.”
“Şeref Bey’in ölümünde de bir sistem işleme geçmiş olabilir mi? Bunu izah edebilir misiniz?”
“Olabilir. Merdiven basamaklarına iyi bakmak lazım, belki kazaya yol açmak için yağ akıtan bir sistem kurulmuş olabilir. Evden birisi yapmış da olabilir. Ona zarar vermek isteyen, hatta öldürmek isteyen birisi. Tam merdivenden ineceği sırada uzaktan kumandanın düğmesine basmıştır. Basamaklardan sızan yağın üzerine basan Şeref Bey de pekâlâ kazaya uğramış olabilir. Biz sadece korkutmak üzerine bir sistem kurduk, öldürmek üzerine değil.”
“Peki Nermin Hanım yapmış olabilir mi?”
“Bildiğim kadarıyla Şeref Bey onun üvey babasıydı. Nermin’in gerçek babasını Şeref Bey’in öldürdüğü veya öldürttüğü ya da ölümüne bir şekilde sebep olduğu söylenmişti. İntikam amacıyla olabilir.”
“Gazetelere evin lanetli olduğu haberlerini kimin sızdırdığı konusunda bilginiz var mı?
“Ben sızdırmadım. Fiyat düşürmek için benim yaptığımı, evi lanetli gibi gösterdiğimi iddia ettiler ama ben değildim. Kim yaptı bilmiyorum. Ama Atik ailesinin çevresi geniştir; birileri uçurmuştur bilgiyi. Bu çok anormal bir durum değil. Sonuçta sosyetik bir aile, dedikodusu çoktur böylelerinin.”
“Peki sizin bu evi almak istemenizin nedeni nedir Alp Bey?”
“Şeref Bey’in zevk için yaptığı işi ben ticari olarak yapmayı düşünmüştüm. Tek neden buydu. İngilizlerle aram iyidir. Böyle hayaletli evleri severler. Bu ev onlar için biçilmiş kaftan. Eğer sağ salim buradan çıkarsam bu hayalimi gerçekleştirmek niyetindeyim hala.”
***
Komiser, “Size iyi şanslar,” diyerek mimarın yanından ayrıldığında pek ikna olmamış, yine de anlattıklarını samimi bulmuştu. Aracıyla emniyete giderken saat yediye geliyordu. Hava kararmıştı. Tam binaya girerken telefonu çaldı. Arayan yardımcısı Esin’di. Sesi heyecanlı geliyordu.
“Suçluyu yakaladık Komiserim.”
“Ne, nasıl?”
“Komiserim sizin söylediğiniz gibi Nermin’i bekliyorduk ama bir erkek geldi. Yüzü maskeliydi. İçeri girdi. Üst kata çıkıp doğruca yatak odasına gitti. Biz de sessizce arkasından izledik. Yatak odasındaki abajurun içinden ince bir boruya bağlı ve gaz sızdıran bir sistem kurmuşlar. Kıskıvrak yakaladık zanlıyı suç üstü.”
“Kimi yakaladınız Esin?”
“Adı Şükrü Candemir Komiserim; Nermin Hanım’ın kocası…”
Böylece olayın faili bulunmuştu. Nermin’i çok sevdiği için, bütün bu sistemi, yani insanları evden kaçırmaya, korkutmaya, öldürmeye yarayan sistemi Şükrü kurmuştu. İfadesinde Nermin’in bütün bunlardan haberi olmadığını söylemişti. Basamaklara yağ akıtan bir sistem kurduğunu, Şeref Bey ölünce anlaşılmaması için sonradan düzeneği ortadan kaldırdığını anlatmıştı. Aynı şekilde Servet Hanım’ın da ölümüne neden olduğunu, iş adamı Engin Tezkan’ı ise gazla boğarak öldürdüğünü, kapıları ve pencereleri açmaması için onları kumandayla kilitleyen sistem kurduğunu tek tek itiraf etmişti. Son olarak mimar Alp Aydoğan’ı da öldürme teşebbüssünde bulunduğunu söylemişti.
“Şeref Bey’i karımın intikamını almak için öldürdüm. Diğerlerini de karım evi çok istediği için onları ürkütmek, kaçırmak için…”
***
Mimar sonunda hayalini gerçekleştirmiş Hekate’nin Oteli’ni hizmete açmıştı. Bir İngiliz turist üst kattan heyecanla aşağıya iniyordu. “Tavan arasında evin bir planını buldum. Belki ilginizi çeker,” dediği anda birden bir cızırtı koptu; ayağı kaydı ve merdivenlerden yuvarlandı. Neyse ki kazayı basit sıyrıklarla ucuz atlatmıştı, önemli bir şeyi yoktu.
Her şeye rağmen Hekate’nin laneti devam ediyordu!
* Giovanni Scognamillo – İstanbul Gizemleri – Büyüler, Yatırlar, İnançlar – Altın Kitaplar, Sayfa 33.