• Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Katkıda Bulunanlar
  • Hikayeler
    • Hikaye Dinle
    • Tüm Hikayeler
    • Bilim Kurgu
  • Makaleler
    • Tüm Makaleler
    • Kitaplar
    • Röportajlar
  • Bulmacalar
  • Blog
  • Sayılar
    • Dedektif 30. Sayı
    • 2020 Sayıları
      • Dedektif 29. Sayı
      • Dedektif 28. Sayı
      • Dedektif 27. Sayı
      • Dedektif 26. Sayı
      • Dedektif 25. Sayı
      • Dedektif 24. Sayı
      • Dedektif 23. Sayı
      • Dedektif 22. Sayı
      • Dedektif 21. Sayı
      • Dedektif 20. Sayı
      • Dedektif 19. Sayı
      • Dedektif 18. Sayı
    • 2019 Sayıları
      • Dedektif 17. Sayı
      • Dedektif 16. Sayı
      • Dedektif 15. Sayı
      • Dedektif 14. Sayı
      • Dedektif 13. Sayı
      • Dedektif 12. Sayı
    • 2018 Sayıları
      • Dedektif 11. Sayı
      • Dedektif 10. Sayı
      • Dedektif 9. Sayı
      • Dedektif 8. Sayı
      • Dedektif 7. Sayı
    • 2017 Sayıları
      • Dedektif 6. Sayı
      • Dedektif 5. Sayı
      • Dedektif 4. Sayı
      • Dedektif 3. Sayı
      • Dedektif 2. Sayı
      • Dedektif 1. Sayı
  • Reklam
  • Sık Sorulan Sorular
Dedektif | Polisiye Dergi

ipuçlarını takip edin!

Dedektif
  • Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Katkıda Bulunanlar
  • Hikayeler
    • Hikaye Dinle
    • Tüm Hikayeler
    • Bilim Kurgu
  • Makaleler
    • Tüm Makaleler
    • Kitaplar
    • Röportajlar
  • Bulmacalar
  • Blog
  • Sayılar
    • Dedektif 30. Sayı
    • 2020 Sayıları
      • Dedektif 29. Sayı
      • Dedektif 28. Sayı
      • Dedektif 27. Sayı
      • Dedektif 26. Sayı
      • Dedektif 25. Sayı
      • Dedektif 24. Sayı
      • Dedektif 23. Sayı
      • Dedektif 22. Sayı
      • Dedektif 21. Sayı
      • Dedektif 20. Sayı
      • Dedektif 19. Sayı
      • Dedektif 18. Sayı
    • 2019 Sayıları
      • Dedektif 17. Sayı
      • Dedektif 16. Sayı
      • Dedektif 15. Sayı
      • Dedektif 14. Sayı
      • Dedektif 13. Sayı
      • Dedektif 12. Sayı
    • 2018 Sayıları
      • Dedektif 11. Sayı
      • Dedektif 10. Sayı
      • Dedektif 9. Sayı
      • Dedektif 8. Sayı
      • Dedektif 7. Sayı
    • 2017 Sayıları
      • Dedektif 6. Sayı
      • Dedektif 5. Sayı
      • Dedektif 4. Sayı
      • Dedektif 3. Sayı
      • Dedektif 2. Sayı
      • Dedektif 1. Sayı
  • Reklam
  • Sık Sorulan Sorular
  • Dedektif Dergi 22. Sayı
  • Hikaye

Hikaye: Kelimelerin Efendisi – 2

  • Yeşim Yörük
  • 17 Mayıs 2020
  • 22 dakika okuma
hikaye kelimelerin efendisi bolum 1 yesim yoruk dedektif dergi
Beğeni
Tweet
Paylaş
Beğeni

Üçünün de Emniyet’e dönmesi akşamı bulmuştu. Feride ve Başkomiser Ahmet o günlük soruşturmada büyük bir ilerleme kaydedememiş olsalar da Selim için durum farklıydı. Bütün gün şehirde, Elinde kristal şişenin fotoğrafı o dükkan senin, bu dükkan benim dolaşmıştı. Arada nazlanmaya tam gaz devam eden Süheyla’sını da aramaktan vazgeçmemişti. Aşkta kaybediyordu ama işte durum iyiydi. Onları soruşturmada çok iyi yerlere getirebilecek bir delile ulaşmıştı.

Eminönü’nde hediyelik eşyalar satan eski bir dükkanda şişenin tıpatıp aynısını bulmuştu. Dükkanda sadece iki tane olan kristal şişelerin bir tanesinin, bundan bir ay kadar önce, yaşlı bir kadına satılırken görüntüleri vardı. Dükkan eski olsa da dükkan sahibi güvenliği elden bırakmamış ve kasaya bakan bir kamera sistemi kurdurmuştu. Bir ay önce şişeyi sattığı günü bir seferde nasıl hatırlamıştı, buna Selim de şaşmıştı. Belli ki yaşlı amca yaşından beklenmeyen bir hafızaya sahipti. Belki bunda şişeyi satın alan teyzenin de rolü olabilirdi. Dükkancı amca tanıştıktan iki dakika sonra dul olduğundan ve yalnızlığın nasıl canına tak ettiğinden bahsetmişti Selim’e. Yaşlı teyze ile hasbihal ettiği an aklına kazınmış olmalıydı.

Başkomiser Ahmet Feride ile Selim’in ardından Emniyet’ten çıkmış ve soluğu organizasyon şirketinde almıştı. İkisi erkek biri kadın üç garsonla yaptığı görüşme pek parlak geçmemişti. Üçü de üniversite öğrencisiydi ve hafta sonu cüzdanlarına girecek üç beş kuruşun peşindeydiler. Cinayeti haberlerde görmüşlerdi. Teras kapısı hakkında söyleyecek sözleri yoktu çünkü kapıya dokunmamışlardı bile. Parmak izi vermeleri için Emniyet’e gelmelerini tembihleyip oradan ayrılmaktan başka çaresi kalmamıştı.

Gün boyunca Firuze Devran’ın cinayet soruşturmasına öyle kaptırmışlardı ki kendilerini yemek yemeyi bile unutmuşlardı bu yüzden. Daha, Emniyet’e geldikleri anda bir polis memurunun ellerine tutuşturduğu, Firuze’nin evinde tespit edilen parmak izi sonuçlarının dosyasına bile bakamamışlardı. Günlerdir delil peşinde savrulup dururken kristal şişenin satıldığı dükkanı bulmuş olmak büyük bir ilerlemeydi. Selim kamera görüntülerinde Alpay’ı göreceğinden o kadar emindi ki yaşlı kadının kambur görüntüsü onu adeta şok etmişti.  Alpay’ın ortada olmaması katil olduğunu kanıtlar mıydı? Ya da olmadığını?… Herşey olabilirdi, herşey… Belki de Alpay yaşlı bir tanıdığını kullanmış olabilirdi bu alış veriş için.

Ailesini çocuk yaşta kaybetmiş olan Alpay’ı anneannesi büyütmüştü. Seneler önce anneannesinin de ölmesiyle hayatta hiç kimsesi kalmamıştı. Firuze ile on yıl önce ortak bir arkadaşlarının doğum gününde tanışmışlardı. O sırada bir Avukatlık bürosunda stajını yapan Alpay birkaç sene içinde mezun olup Avukat olmuştu. Bu sırada Firuze ile birlikte yaşamaya başlamışlardı. Uzaktan akrabaları ile yıllardır görüşmüyordu ve hiç biri de İstanbul’da ikamet etmiyordu. Alpay’ı kime soracaklarını bilmiyorlardı. Bahar’ın ve ulaşabildikleri birkaç arkadaşının Alpay hakkında anlattıkları yeterli bilgiler değildi. Adam buhar olup uçmuştu sanki. Hediyelik eşya dükkanındaki yaşlı kadını bulabilirlerse belki Alpay’a da ulaşabilirlerdi. Tabii, katil Alpay’sa…

Feride, Fulya Manolya’nın evinden çıktıktan sonra Emniyet’ti arayıp Deniz Sergi denen yazar kadının adres bilgilerine ulaşmıştı. Ne yazık ki Deniz Hanım, komşularının dediğine göre iki ay önce Amerika’ya yerleşmişti. Girip çıktığı partilerde tanıştığı zengin züppelerinden biriyle büyük aşklarına Amerika’da devam etme kararı almıştı. Havalimanı Pasaport Polisi de bu ifadeleri doğrulamıştı. Kadın bundan iki ay önce Türkiye’den çıkış yapmış ve bir daha giriş yapmamıştı. Böylelikle Firuze’nin yıllar önce mahkemelik olduğu Deniz Sergi katil olamazdı.

Başkomiser Ahmet yarım saattir çay ve simit eşliğinde Feride ile Selim’in anlattıklarını dinledikten sonra parmak izi dosyasını açtı. Boğazına takılan son yudum simiti çayla itekerken gözüne çarpan bir ayrıntı ile koltuğunda doğruldu. Feride ile Selim’in oturdukları koltuğun önünde duran sehpaya tokat atar gibi fırlattığı dosya, neye uğradığını şaşırmış bir ağız gibi aralanmıştı.

“Alın bakalım, bu ne şimdi?”

“Ne oldu Başkomiserim?”

Bu arada dağınık dosyayı eline alan Selim incelemeye koyuldu. Bir hayret nidası da ondan yükseldi.

“E, yuh artık! Pardon Başkomiserim. Vallahi bunu hiç beklemiyordum.”

“Ya ne var? Çatlatacak mısınız insanı? Ver bakayım şunu bana.”

“Buyrun Komiserim. Siz yorulmadan ben söyleyeyim. Firuze Devran’ın yatak odasında Tuğrul Şirvan’ın parmak izi tespit edilmiş. Hem de neredeyse odanın her yerinde. Mobilyaları kurmaya, boya badana  yapmaya falan yardım etmediyse, başı büyük belâda.”

Acilen ayaklanan ekibi kapının tıklaması durdurdu. Polis Memuru Aytekin kapının önünde dikilmiş, suratına mahçup bir tavır takınmış, rahatsızlık verdiği için kıvranır bir haldeydi.

“Başkomiserim, dışarıda üç hanım var. Sizi görmek istiyorlar. Sümer Genç’in bir internet dergisi mi ne varmış? Orada çalışıyorlarmış. Çok önemli bir bilgi paylaşacaklarmış sizinle. Hayat memat meselesi falan diyorlar.”

“Tamam Aytekin, gönder hanımları içeri. Feride, Selim, siz ikiniz Tuğrul’un evine gidin. Öğrenelim bakalım şu işin aslını astarını. Eğer zorlarsa da toplayın getirin Emniyet’e.”

Başkomiserin karşısındaki koltuklara kurulan hanımların telaşı yüzlerinden okunuyordu. Soruşturmaya ışık tutacak bir delil bulduklarından bahsediyorlardı. İçlerinden esmer olanı elinde bir dosya tutuyor, yanında duran orta yaşlı hanım da diğer genç hanıma bir şeyler fısıldıyordu. Esmer hanım konuşmaya başladı.

“Merhaba Başkomiserim. Ben Emel Kaplan, bu hanım Esra Gür Şen ve bu küçük hanım da Fatma Şahlı. Biz Sümer Bey ve Tuğrul Bey’in kurduğu  internet dergisinin yazarlarıyız. Aynı zamanda da editörleriyiz. Dergiye gelen yazıları okur, inceler, imlâ hatalarını düzeltiriz. Dergiye çok insan yazı gönderir. Biz içlerinden en iyilerini seçer ve yayınlanması için genel yayın yönetmenine göndeririz. Takdir edersiniz ki o kadar yazının içinden hepsini okumamız zaman alıyor. Şu elimde gördüğünüz öykü bir ay önce gelmiş. Fakat anca okuma fırsatımız oldu. Daha doğrusu Esra Hanım okudu. İsterseniz gerisini o anlatsın.”

“Evet, Başkomiserim. Yazıyı ben okudum. Tüylerim ürperdi okurken. Bir kadının nasıl öldürüldüğünü en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu. Fatma kızıma anlattım ne kadar etkilendiğimi. O da… Ay buradan sonrasını sen anlat Fatma’cığım.”

Fatma büyüklerinin arasında söz almaktan utanan küçük kız çocukları gibi koltukta huzursuzca kıpırdandı. Ardından hızlıca konuya girdi.

“Esra abla öykünün konusunu anlatınca şok oldum. Alıp okudum hemen. Böyle bir şey olamazdı. Firuze Hanım’ın cinayetiyle tıpatıp uyuşuyordu yazılanlar. Firuze Hanım’ın yardımcısı Bahar benim yakın arkadaşımdır. Cinayetin ayrıntılarını ondan dinlemiştim. Bahar’ın anlattıklarının hepsi öykünün içinde geçiyordu. Satır satır kadını nasıl öldürdüğü ve nasıl bıraktığı yazıyordu. Emel abla ile Esra ablaya da anlattım bunu ve soluğu burada aldık. Sanırım bu öyküyü yazan kişi katilin ta kendisi.”

“Bu çok iyi bir gelişme hanımlar. Elimizde bir isim, bir elektronik posta adresi, daha da önemlisi bir IP adresi var demektir bu.”

“İsim yok. Açık adını göndermemiş. Sadece iki harf var. Y.Y… Elektronik posta adresinden de ismi anlaşılmıyor ama bunu bulmak zor olmaz sanırım.”

“Evet Esra Hanım. Doğru söylediniz bunu bulmak zor olmaz. Bilişim polisleri için bu çocuk oyuncağı. Tabii sahte adres değilse.”

***

“Siz ne demek istiyorsunuz ya? Üstüme iyilik sağlık. Ne işim varmış benim Firuze’nin yatak odasında?”

Tuğrul Şirvan’ın Etiler semtindeki ultra lüks dairesinin salonunda bağırıp duran adamın sesinden yer gök inliyordu. Feride ve Selim onu sakinleştirmekte zorlanıyorlardı. Daha fazla bağırmasına izin veremezlerdi. Adamın sesini bastırmak için daha yüksek sesle bağıran Feride’nin sesi ciyaklama gibi çıkmıştı.

“Susun artık!… Boşuna inkâra yelteniyorsunuz Tuğrul Bey. Yatak odasının her köşesinde bol bol parmak izinize rastladık. Daha fazla uğraşmayın isterseniz. Her şey apaçık ortada.”

“Neymiş efendim ortada olan. Firuze benim kardeşim gibiydi. En yakın arkadaşımdı. Daha onu toprağa bile veremedik, siz kalkmış bana yatak odası ve Firuze diyorsunuz. Bu durumda ben ya Firuze’nin sevgilisi oluyorum ya da katili. Alpay nerede? Onu hâlâ bulamadınız. Kalkmışsınız bana parmak izi hesabı soruyorsunuz.”

“Alpay’ı siz dert etmeyin Tuğrul Bey. Siz kendi derdinize yanın bence.”

“Bana bakın Komiser Hanım. Siz haddinizi iyice aşıyorsunuz. Ben Firuze’nin yatak odasına ne davet gecesi ne de bir başka zaman girdim. On yıldır tanışırız o evin üst katına üç kez çıkmamışımdır. Yatak odasının hangi kapının ardında olduğunu bile bilmem. Nasıl bir oyunun içine çekildiğimi anlamıyorum doğrusu.”

Tuğrul Şirvan’ın çırpınışları faydasızdı. Yatak odasında olmadığını söyledikçe daha çok batıyordu. Feride ve Selim’in  onu Emniyet’e götürmekten başka çareleri kalmamıştı. Gözaltına alınmalıydı. Şu andan itibaren cinayet zanlısıydı. Sümer Genç’i aramasına izin verdikten sonra birlikte çıktılar evden.

***

Daha Feride ve Selim Tuğrul’u getiremeden Sümer Genç Emniyet’e gelmiş ve Başkomiser Ahmet’in odasında ikna çalışmalarına başlamıştı bile. Ona göre Tuğrul asla katil olamazdı. Onu daha çocuk yaşlarından beri tanıyordu. Varlıklı, iyi bir aileden geliyordu. Firuze ile aralarında asla bir gönül ilişkisi olmamıştı. Olsaydı bunu mutlaka bilirdi. Ara sıra atıştıkları, küstükleri, birkaç ay görüşmedikleri olurdu ama bunun dışında çok iyi geçinirlerdi. Anlaşamadıkları, tartıştıkları konular da çoğunlukla iş ile alâkalı olurdu.

“Yanlış yapıyorsunuz Başkomiserim.”

“Bunu zaten on sefer söylediniz Sümer Bey. Rica ederim, bırakın da işimizi yapalım. Tuğrul katil değilse, bu er geç ortaya çıkacak zaten. Tuğrul’un katil olduğunu söylemiyorum ki ben size. Yatak odasındaki parmak izlerini açıklayabilmesi çok önemli. Katil olmadığını bize o ispat edecek, siz değil.”

“Katil olamaz o… Onda katil olabilecek hiç bir vasıf yok.”

“Neymiş Sümer Bey,  katillik vasıfları? Kitap yazmıyoruz burada. Roman kahramanı değiliz biz. Gerçek hayattaki katiller o yazdığınız romanlardakilere hiç benzemez. İnanın sizin katilleriniz bizimkilerin yanında çok masum kalırlar. Hem, elimizde başka şüpheliler de var. Bir iki güne kadar Tuğrul’un durumu aydınlık kazanır. Bugün derginizin üç yazarı geldiler buraya. Sizi defalarca aramışlar fakat ulaşamamışlar. Dergiye bir ay önce gelen bir öyküyü getirdiler.”

“Ah evet, telefonum kapalıydı. Açınca gördüm aradıklarını fakat geri dönmeye vaktim olmadı. Bütün gün asistanım Özden Solak ile birlikte yeni kitabımın baskıdan önceki düzeltmeleriyle uğraştık. Telefonu açar açmaz Tuğrul aradı ve buraya geldim. Ne öyküsüymüş bu?”

“Birisi dergiye Firuze’nin cinayetiyle tamamen aynı bir öykü göndermiş. Ben öyküyü okudum. Buyrun, işte bu dosyada. Siz de okuyun. Her şey aynı. Firuze’nin odasındaki eşyaların tanımı, üzerindeki elbise, kristal şişedeki siyanür… Öyküde katil maktulü eter ile bayıltıyor. Sonra onu giydirip, hazırlayıp ağzından zehiri akıtıyor. Adli Tıp raporlarına göre Firuze Hanım da önce eterle bayıltılmak istenmiş fakat gerçek hayat romanlardaki kadar kolay olmadığından, dozu fazla kaçan eter kadının ölümüne sebep olmuş. Yazar bu kadarını düşünememiş olacak. Neyse, sonuç olarak Tuğrul Bey katil olmayabilir. Bakalım elekronik posta adresinden ve IP adresinden ne çıkacak. Şimdi müsterih olun ve gidin. Gidin ve Firuze Devran’ın cenaze işlemleriyle ilgilenin. Yarın defnedilmek üzere Adli Tıp’tan almanız gerek meftanızı.”

***

Sabahın ilk ışıklarıyla Emniyet’in yolunu tutan Başkomiser Ahmet odasına varamadan koridorda bilişim polisi ile karşılaşmıştı. Ne yazık ki eline tutuşturduğu dosyada iç açıcı bilgiler yoktu. Elektronik posta adresi bundan dört sene önce ölmüş bir adama aitti. IP adresine göre öykü bir internet kafeden gönderilmişti. Odasına uğramadan internet kafeye gitmek üzere yola koyulmuştu. Feride ve Selim Tuğrul’u konuşturmaya bugün kaldıkları yerden devam edeceklerdi.

Şehrin neredeyse öteki ucundaki internet kafeye ulaşana kadar iki kez kaza tehlikesi atlatmıştı Başkomiser. Bu şehirde ne çok araba kullanabildiğini sanan insan vardı. Ehliyeti nereden aldılar acaba, şeklindeki bilindik sözleri ağzından çıkmadan yutkundu. Bu soruna çare yoktu ne de olsa.

Elektronik posta yoluyla gönderilen öykünün dergiye ulaştığı tarihin ve saatin kamera görüntülerine göre öykü küçük bir çocuk tarafından gönderilmişti. Görüntülere göre o esnada kafede o çocuktan başka hiç kimse yoktu.

“Bu görüntüleri almam gerek. Hazırlayın lütfen. Bir de bu çocuğu tanıyor olabilir misiniz acaba?”

“Tanıyorum tabii. Bizim Emre bu. Bizim mahallenin çocuğudur. Bu kafenin de daimi müşterisidir. Kaç kez babası gelip topladı bunu,  bana da tembihledi sokma şunu şuraya, dedi ama çocuk işte rahat durmuyor. Çağırtayım istersen. Yalnız… Bir haltlara bulaşmamıştır inşallah. Vallahi babası bu sefer gebertir.”

“Bulaşıp bulaşmadığını şimdi anlarız. Çağırt sen önce şu Emre’yi.”

Daha yarım saat bile olmamıştı ki kafenin kapısında on iki on üç yaşlarında, ergen mi çocuk mu olduğuna kendi bile karar verememiş bir çocuk belirdi. Kahverengi gözleri fal taşı gibiydi. Korkudan çok, merak vardı bakışlarında. Nasıl bir oyunda oynatıldığının farkında değildi yavrucak.

“Buyur Başkomiser amca. Beni çağırtmışsın, emret.”

“Estağfirullah Emre Bey oğlum, ne emri? Ricamız olur sadece. Şimdi sana bir kaç soru sormam gerek. Yalnız, önce bana bir söz vereceksin. Tamam mı?”

“Ne sözüymüş o?”

“Doğruyu söyleyeceğine bana söz vereceksin evlat. Tamam mı?”

“Bizde yalan olmaz Başkomiser amca. Doğru yoldan çıkanı Allah çarpsın.”

“İyi… Sana güvenebilirim o zaman.”

Çocuk o gün olanı biteni bir bir anlattı. Mahallede arkadaşlarıyla top koştururken yanına gelen yaşlı bir kadın ona bir teklifte bulunmuştu. Öyle çok para vermişti ki Emre bütün arkadaşlarına ziyafet bile çekmişti hatta arta kalan parayla daha bir hafta ziyafet çekebilirdi onlara.

Nereden geldiğini anlamadığı bu kadın, para teklifinin karşılığında ondan çok kolay bir iş istemişti. Tek şart bundan hiç kimseye bahsetmemekti. Emre bu şarta uyacağına söz vermişse de ailesi hariç tüm arkadaşlarına anlatmıştı olayı. Hatta o gün bu gündür diğer arkadaşları da böyle bir teklifle biri çıkar gelir diye tetikte bekliyorlardı.

Kadın, Emre’nin eline iki e-mail adresi tutuşturmuştu. Biri derginin adresiydi. Bir adresten diğerine bir dosya yollamasını tembihlemişti. Çocuk oyuncağıydı Emre için bu iş. Sonunda da iyi para vardı. Alan razı veren razıydı. Dosyanın içeriğine hiç bakmamıştı Emre. Yaşlı kadının tembihi üzerine isim olarak iki harf yazmıştı sadece. Y.Y. Tuhaf bulduysa da bu ismi, kurcalamamıştı. Havadan gelen harçlığın hayalini kurmakla meşguldü o esnada.

Mahallede mobese kamerası olmaması Başkomiseri şaşırtmamıştı hiç. Nedense suç oranının yüksek olduğu mahallellerde hiç kamera olmazdı. Olsaydı da hediyelik eşya dükkânından kristal şişeyi alan yaşlı kadınla bu kadının aynı kişi olduklarından emindi.

***

Emniyet’e geri döndüğünde Feride ve Selim Tuğrul’un yanından yeni çıkmışlardı. Adam nuh diyor, peygamber demiyordu. O odaya girmemişti hiç. Hiç bir zaman…

Başkomiserin odasında elinde öykünün çıktısı bulunan dosyaya bakan Selim, kendini kaptırmış sessizce öyküyü okuyordu. Feride ise internet kafedeki görüntüleri tekrar izlemek için CD’yi bilgisayara yerleştirmeye çalışıyordu. Odanın ortasında duran seyyar tahtanın önünde, elindeki kalemin çıkardığı iç gıcıklayan sese aldırmadan notlar alan Başkomiser Ahmet kapının tıklatılmasıyla kendine geldi. Kapıda yine Aytekin dikiliyordu. “Yine ne haberler getirdi acaba,” diye düşünmeden edemedi Başkomiser. Son günlerde Firuze Devran cinayetine ışık tutacak haberlerin genellikle Aytekin’le beraber odasına girdiği düşünülürse, şu anda iyi bir haber duymalıydı.

“Başkomiserim bir genç kız sizi görmek istiyor. ‘Garsonlardan biriyim,’ dedi. Adı Yeliz Yöreli’ymiş.

“Gardonlardan biri mi? Tamam, çağır gelsin bakalım.”

Kızıl saçları belli ki doğal renginden çok uzak olan bu renge boyanalı çok olmamıştı. Saç diplerindeki kırmızı boya hala duruyordu. Şimdiki gençlerin saçlarının kıymetini bilmemek için bu kadar ısrarcı olmalarını hiç anlamıyordu Feride. Doğal hallerinden ne kadar da rahatsızdılar. Karşısındaki bu,  yirmi beş yaşında bile olmayan genç kızın abartılı makyajı, baharatlı parfümü doğallıktan çok uzaktı. “Ah gençlik,” diye düşündü,  “Kıymetini bilemeyenlerin eline veriliyor…”

Yeliz Yöreli, Başkomiserin işaret ettiği koltuğa oturmadan önce çantasından iki orta boy sarı zarf ve bir mektup zarfı çıkarıp masaya bıraktı. O otururken zarflardan birini eline alan Başkomiser Ahmet soran gözlerle baktı genç kıza. İki sarı zarfın içinde deste deste para vardı. Mektup zarfında yazanlara inanamadı Başkomiser.

“Çok utanıyorum Başkomiserim. Dün sizinle konuştuğumdan beri çok rahatsızım. Bu kadar kötü bir olaya bulaştığımı bilseydim daha kapımın önünde şu zarfı bulduğum an size gelirdim. Firuze Devran’ın davetinin olduğu günün sabahı kapımın önüne konmuş bu zarflardan biri. İçinde  bin lira para ve yanında da şu mektup vardı. Mektupta, Firuze Hanım’ın evinde teras kapısını açık bırakırsam bu paranın iki mislini ertesi gün kapımın önünde bulacağım yazıyordu. Anladığınız üzere istenileni yaptım ve gerçekten de ikinci zarf ertesi sabah kapımın önündeydi. Maddi sıkıntılarımın arasında böyle bir teklifi kimin ve neden yapmış olacağına fazla kafa yormadım açıkçası. Fakat iki gün önce haberlerde kadının ölmüş olduğunu duyunca çok tedirgin oldum hatta korktum. Hele dün bunun bir intihar değil de cinayet olduğunu öğrendiğimde kendimi çok kötü hissettim. Patronun önünde bundan bahsedemezdim size. Neden bir gün beklediğime gelince, korktum… Katille işbirliği içinde olduğumu düşünmenizden korktum. Fakat bekledikçe suçluluk duygum arttı. Daha fazla dayanamadım. Beni tutuklasanız da fark etmez. Gerekirse, bilmeden de olsa bu cinayete yardım ettiğim için beni tutuklayabilirsiniz.”

***

“Buraya bakın! Memur Bey!.. Neredesiniz yahu?.. Biriniz buraya bakın!…”

Nezarethanenin demir parmaklıklarına ellerini dolamış var gücüyle polis memuruna seslenen Tuğrul’un Başkomiser Ahmet’e anlatacakları vardı. Apar topar Başkomiserin odasına götürülürken bu işin buralara nasıl vardığını düşünüyordu. Keşke en başından söyleyip kurtulsaydı.

“Sonunda konuşmaya karar verdiniz demek Tuğrul Bey. Anlatın bakalım. Firuze’nin sevgilisi misiniz yoksa katili mi?”

“Sevgilisi… Sevgilisiydim yani. Yıllar önceydi. Daha Alpay denyosu yoktu ortada. Çok kısa bir süre sevgili olduk. Ben ona sırılsıklam aşıktım ama o bana aynı duygularla bağlı değildi. Bir maceraydım sadece onun için. Yeni tanışmıştık ve birbirimizden ilk görüşte etkilenmiştik. Fakat iki ay bile sürmedi birlikteliğimiz. Sümer abi bile bilmez ilişkimizi. O günlerden kalma yanak yanağa bir fotoğrafımız vardı. Yıllar önce o fotoğrafı yaktığını söylemişti bana. Geçenlerde muhabbet arasında ağzından kaçırdı yakmadığını. “Babamın köşkünde duruyor hâlâ o fotoğraf,” dedi. Maksadım o fotoğrafı bulmaktı. Parti gecesi bir ara kimseye görünmeden üst kata çıktım ve odalarda fotoğrafı aradım.”

“Buldunuz mu bari?”

“Buldum… Yatak odasındaki rafların birinde yıllar önce ona hediye ettiğim polisiye bir romanın arasından çıktı. Orada olduğunu bulana kadar odada aramadığım, dolayısıyla da parmak izimi bırakmadığım yer kalmadı. Fakat neden bunu sakladım sizden, inanın bunu ben de bilmiyorum. Suçsuz olduğu halde polis görünce hazır ol vaziyetine geçer ya insan, o psikolojiyle belki de… Dedim ya, bilmiyorum. Katili olamayacak kadar çok seviyordum ben Firuze’yi Başkomiserim.”

***

Tuğrul’un inadı bırakıp en sonunda yaptığı itirafla, onu daha fazla Emniyet’te tutmaya gerek kalmamıştı. Birazdan Feride ve Selim’le birlikte Firuze Devran’ın cenaze törenine katılmak üzere çıkacaklardı. Bilişim uzmanları Firuze’nin sosyal medya hesaplarını ve evindeki bütün bilgisayarlarını baştan sona taramışlardı ancak şüpheli bir duruma rastlamamışlardı. Sosyal medyada saygısızlık edenler çok fazlaydı fakat içlerinde işi ilerletenler, tehditler savuranlar, göz korkutmaya çalışanlar yoktu. Telefon kayıtları da incelenmişti. Komşu kadının bahsettiği konuşmada Firuze Devran ankesörlü bir telefondan aranmıştı. Üstelik o günkü arama ilk değildi. Aynı ankesörlü telefondan onlarca kez aranmıştı. Biri tarafından tehdit edildiği kesindi fakat bundan neden hiç kimseye bahsetmemişti?  Neden saklama gereği duymuştu? Başkomiser Ahmet bir yandan masasının dağınıklığını toplarken bir yandan da aklına üşüşen bu sorulara yanıt arıyordu, bu arada yine kapısı tıklatıldı ve yine Aytekin kapıda dikiliyordu.

“Aytekin! Allah aşkına oğlum, biliyorsan söyle şu katilin kim olduğunu da hepimiz rahatlayalım. Sen şu kapıyı ne zaman açsan bir tanık getirdin. Artık iyiden iyiye şüphe etmeye başladım. Sen bu katili çoktan buldun da bize söylemiyorsun.”

“Anlamadım Başkomiserim?..”

“Yok bir şey oğlum. Ne oldu, yine ne var?”

“Firuze Devran’ın yardımcısı Bahar Hanım geldi. Sizi görmek istiyor. Cenazeye yetişecekmiş acelesi varmış, gitmeden size bir şey vermeliymiş.”

“İyi ya, versin bakalım.”

Bahar telaş içinde odaya girdiğinde Firuze’nin cenaze törenine uygun kıyafeti ile yas tutmaya şimdiden başlamış gibi görünüyordu. Aceleyle cebinden çıkardığı mutfak poşetinin içinde sarı renkte, yuvarlak bir cisim, ne olduğunu fazla belli etmeden duruyordu. Sözü uzatmaya meraklı olan Bahar, bu sefer direkt konuya girerek Başkomiseri şaşırtmıştı.

“Başkomiserim ben bu sabah Firuze ablamın öldürüldüğü eve gittim. Ortalığı darma duman etmişti sizinkiler… Şeyy afedersiniz, öyle demek istemedim. Yani ev çok dağınıktı. Toparlayıp anahtarı bugün Sümer abiye teslim edecektim. Malum Alpay Bey ortada yok. Terasta bahçe mobilyaları duruyordu, onları içeri almak için terasa çıktım. Bahçedeki otların arasında şu düğmeyi buldum. Delil melil olur diye çantamdan çıkardığım cımbızla şu poşete koydum ve derhal size getirdim. Umarım işe yarar.”

***

Bahar’ın getirdiği delili kriminolojiye teslim ettikten sonra soluğu Zincirlikuyu Mezarlığı’nda, Devran ailesi için ayrılmış mezar yerinde aldılar. Mezarlık, Firuze’nin yazar dostları ile dolup taşıyordu. Hızlı bir merasimle gömüldükten sonra, hocanın ellerini semaya açmasıyla herkesin elleri de gökyüzüne açıldı. Sümer Bey ve Tuğrul’un hemen yanında tüm zarafeti ile duran Fulya Manolya’nın gözlerindeki yaşlar akmamak için direniyordu. Hocanın duasını bitirmesiyle herkesin ağzından, toplu halde hüzünlü bir “Amin,” sözü çıkmıştı. Başkomiser ve ekibinin, mezarın kenarında taziyeleri kabul eden Sümer Bey’e tekrar başsağlığı dileyip oradan ayrılmaktan başka çareleri yoktu. Başkomiser gider ayak kenarda dikilen garson kızı gördü. Zavallı kız, suçluluk duygusu ile kıvranıyordu.

“Merhaba Yeliz Hanım. Sizi burada göreceğimi sanmıyordum.”

“Bu kadın belki de benim yüzümden öldü Başkomiserim. Ben bu yükle nasıl yaşayacağım, bilmiyorum. O parayı kabul etmemeliydim ve o kapıyı asla açmamalıydım. Üzüntümü anlatacak kelime bulamıyorum.”

Feride, genç kızı teselli edecek bir kaç söz söyledi. Ağlamaklı olan genç kıza sarılmasıyla Yeliz’in hıçkırarak ağlaması bir olmuştu. Bir süre öylece kaldılar. Sonunda Yeliz yavaş yavaş sakinleşti ve oradan ayrılamak üzere uzaklaştı.

“Hadi bakalım çocuklar, Emniyet’e geri dönelim. Bakalım düğmenin üzerinden parmak izi çıkmış mı?”

Feride Firuze Devran’ın mezarına ve etrafındaki kalabalığa bir kez daha bakıp cevap verdi.

“Çıkması gerekmiyor Başkomiserim. Çünkü ben katili buldum.”

***

Bahar’ın getirdiği düğme cinayet soruşturmasına son noktayı koymuştu. O cenazeye gitmeselerdi, Başkomiser ve ekibi belki de aylarca Firuze’nin katilini arayacaklardı. Anlamadıkları Yeliz Yöreli ortadan kaybolmak varken neden cenazeye gelmişti dahası neden Emniyet’e gelip kendisine rüşvet verilerek teras kapısının açtırıldığı yalanını uydurmuştu.

Feride mezarlıkta Yeliz’e sıkıca sarılmış onu teselli ederken Yeliz’in paltosunun yakasına gözü ilişmişti. Düğmeleri iliklendikten sonra yakası dışa doğru kıvrılabilen, deve tüyü rengindeki paltonun kocaman sarı düğmeleri gözüne tanıdık gelmişti. Sarılma bittikten sonra, belli etmeden hızlıca incelediği paltonun kıvrık yakasının altında kalan düğmesi eksikti. Sarı renkte minik bir iplik aşağı doğru sarkıyordu. Yeliz bunu ya fark etmemişti ya da düğmenin cinayet mahallinde düştüğünü bilmiyordu bile.

Daha mezarlıktan çıkamadan apar topar yakalanan Yeliz elbette ki inkâra yeltenmişti. Emniyet’in sorgu odasında yalnız başına oturmuş Başkomiseri beklerken evi alt üst edilmişti bile. Yakalanmayacağından çok emin olmalıydı çünkü yaşlı kadın kostümü, beyaz renkte bir peruk ve plastik makyaj malzemeleri ortalık yerde duruyordu. Siyanür ve eter şişelerini bile saklama gereği duymamıştı. Deliller Yeliz Yöreli’yi gösteriyordu. Sırada itiraf ettirmek vardı.

Başkomiser Ahmet sorgu odasında Yeliz Yöreli’nin karşısındaki sandalyede yerini aldı. Feride, odanın kapısına sırtını dayamış böyle gencecik bir kızın neden katil olduğunu düşünüyordu. Selim ise köşede duran sandalyeye ellerini dayamış, katilin Alpay olmadığını sindirmeye çalışıyordu. Artık tüm soruların yanıtlarının alınacağı, Firuze Devran cinayetinin aydınlanacağı an gelmişti.

“Firuze Devran’ı sen mi öldürdün?”

“…”

“Cevap vermeyecek misin? Kabul ediyor musun yani işlediğin cinayeti?”

“…”

“Susmakla eline hiç bir şey geçmeyecek, bunu biliyorsun değil mi? Artık konuş! Neden öldürdün Firuze’yi?”

Yeliz, dudak kenarlarının gül yaprağı gibi kıvrılmasına yol açan şeytani bir gülümse takındı. Yüzünde ne üzüntüden ne de pişmanlıktan eser vardı. Aksine kendisiyle gurur duyuyor gibiydi. Sırtını yasladığı sandalyeden çekip dirseklerini masaya dayadı. Yumruk yaptığı sağ eline yanağını dayadı. Diğer elinin parmaklarını masada tıkırdatıyordu. Aniden tıkırdaması kesildi ve kendinden emin bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Ben onu öldürmedim Başkomiser.  Ölümsüzleştirdim…”

“İnsanları öldürerek mi ölümsüz yapıyorsun sen? Sen kimsin de kendinde bu hakkı görüyorsun?”

“Kim olduğumu tahmin bile edemezsin Başkomiser. Ben en sevdiğim yazara efsane olma şansını verdim. Yazdığı her satırı tarihe kazıması için ona en büyük fırsatı verdim. O bunu kabul etmek istemedi. Kalemine olan tutkumu ciddiye almadı. Önceleri telefonlarıma içtenlikle yanıt veren kadın sonra benden sıkılmaya başladı. Onu boğduğumu söyledi. Numarasını değiştirdi ama ben yenisini de buldum. Sadık bir okur olmak bunu gerektirirdi çünkü. O anlayamasa da ben ona unutulmama fırsatı verdim. Hafızalara Firuze Devran’ın kazınmasını sağladım. Bu güne kadar o yazmış ve ben soluksuz okumuştum. Şimdi yazma sırası bende. Ben yazacağım siz okuyacaksınız. Bu hikayenin yazarı benim Başkomiser. Firuze’nin kaderini ben yazdım. Kimbilir, belki senin kaderini bile ben yazıyorumdur… Emeklilik yakındı değil mi Başkomiserim? Feride Komiser de neler çekti bunca zamandır. Yazık kadına, başına neler neler geldi. Hayal de bulunmuş öyle mi?”

“Herkes kendi kaderini yazar Yeliz. Herkes de kendi kaderini yaşar. Sen bırak şimdi benim emekliliğimi, Feride’nin dertlerini, Hayal’i falan da cevap ver! Alpay’ın ortadan kaybolmasıyla da ilgin var mı?”

“Aslında Alpay’ı öldürmeye niyetim yoktu. O sonradan katıldı gruba. İstemeyerek oldu yani. Firuze’yi öldürdükten sonra sessizce evden çıktım ve ne göreyim, Alpay arabasında demleniyor. Firuze’nin attığı tekmeyi hazmetmeye çalışıyor. Daha kapıdan çıkar çıkmaz gördü beni. Arabadan inerken sallanıyordu. Zil zurna sarhoştu. Paketlemek zor olmadı. Aslında çok iyi oldu kapıda beklemesi, sayesinde şehre kadar yürümekten kurtuldum. Adamı tortop edip bagaja tıktım ve… Neyse, fazla ayrıntıya gerek yok. O şimdi denizin derinliklerinde balıklarla hoşbeş ediyor.”

“İki cinayet ha? Gözün dönmüş senin. Sırf merakımdan soruyorum, Emniyet’e gelip o pişman, zavallı garson kız rolüne ne gerek vardı.  Ya dergiye gönderdiğin öyküye ne demeli?  Bu riske kendini neden attın? Yazarı olduğun hikayeyi cinayetin ardından bitirmiş olsaydın belki de yakalanmazdın. Hata yaptın Yeliz.”

“Onlar da işin heyecanı oldu. Beni yolladığım öyküden bulmanıza imkan yoktu Başkomiser. Bunun için bütün önlemlerimi almıştım zaten. Emniyet’e geldiğim gün benden hiç şüphelenmediğinize göre, ondan da korkmama gerek yoktu.  Bu cinayet kusursuzdu, hatasız… Tek hatam cenazeye o paltoyla gelmekti. Bir düğmenin, romanlara konu olacak cinayetimi berbat edeceğini hesaba katamadım. Hatalıyım.”

Gözlerini Feride’ye dikip devam etti konuşmaya.

“Çok dikkatlisin Komiser. Ama bundan sonra daha dikkatli olman gerekebilir. Benden söylemesi.”

Feride bir süre öfkeyle baktığı Yeliz’e, sıktığı dişlerinin arasından bir küfür salladı. Selim daha fazla dayanamayarak elindeki sandalyeyi kenara itip bağırdı.

“Hastasın sen! Hasta! Tımarhaneye kapamalı seni.”

Yüzünden bir türlü düşürmediği sinir bozucu gülüşü, şimdi kahkahaya dönmüştü.  Aniden başladığı kahkahasını yine aynı hızla aniden sonlandırıp Feride ve Selim’e aldırmadan Başkomiser Ahmet’e dönüp konuşmaya devam etti.

“Fulya Manolya Hanım’a selamlarımı söyleyin. Sırada o vardı. Ne yazık ki sizin yüzünüzden ölümsüzlüğü kıl payı kaçırdı. Efsane olmak ona da çok yakışacaktı. Neyse, belki başka bir hikayede…”

***

Akşam olmuş, hava soğumuştu. Evine gitmek için Emniyet’ten çıkan Feride soğuk havaya aldırmadan aracının yanında dikildi ve ciğerlerine derin bir nefes çekti. Günlerdir ilk kez eve erken gidecek ve kızı Hayal’i uyumadan görebilecekti. Bir cinayet soruşturması daha bitmişti. Yeliz Yöreli’nin, daha dikkatli olmasını, söylerken gözlerinde gördüğü korkunç bakışı savuşturmaya çalıştı aklından. Aracına binmeye yeltenirken ardından gelen bir sesle irkildi.

“Feride!”

“Celal? Sen ne arıyorsun burada?”

Eski kocası Celal’i en son bir ay önce kızı Hayal kaçırıldığında görmüştü. O gün kızı için esip gürleyen Celal, sonrasında onu yine şaşırtmamış ve bir kez bile arayıp kızını sormamıştı. Bu yorgunlukla bir de Celal’le uğraşamazdı. Azarlar gibi bir ses tonuyla sordu.

“Sana soruyorum Celal! Ne istiyorsun?”

Celal’in kendisine attığı bakış ona çok yabancıydı. Onu bu zamana kadar gülerken, ağlarken, neşeli, sinirli, üzgün görmüştü ama bu bakışını hiçbirine benzetemedi. İçine bir korku doldu. Nefesini tutup Celal’den çıkacak sese kulak kabarttı. Duyduğu cümle, Celal’e bir ay önce söylediği sözü tokat gibi çarptı yüzüne.

“Kızımı istiyorum… Hayal bulunduğunda onu senden alacağımı söylemiştim…

Yorum Bırakın:

yorum

Yeşim Yörük

Yeşim Yörük

Önceki Yazı
fatma şanlı hikaye tefrika dedektif dergi makberden malumatlar
  • Dedektif Dergi 22. Sayı
  • Hikaye

Makberden Malumatlar- 3. Bölüm Düğüm Çözülüyor

  • Fatma Şanlı
  • 17 Mayıs 2020
Oku
Sıradaki Yazı
  • Dedektif Dergi 22. Sayı
  • Makale

Erkek Seri Katiller/9

  • Arkın Gelişin
  • 17 Mayıs 2020
Oku
Mutlaka Oku
kaçış hikayeleri
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Tilda ve Diğerleri: Bangkok’ta Kalmak İsteyeceğiniz Son Yer: Bangkok Hilton | 27

  • Tuğba Turan
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Beni Güzel Hatırla | 1

  • Derin Gezmiş
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Niyazi

  • Yeşim Yörük
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Taş, Kağıt, Makas!

  • Gamze Yayık
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

İnsta’ndan Öptüm Seni

  • Güneş Barguş
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Yeşil Kapılı Ev | 1

  • Esra Gürel Şen
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Ne Bileyim Ben

  • Deniz Öztürk
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

3 Aylık Ceza

  • Yasin Yıldız
  • 16 Ekim 2020
about
Dedektif Dergi’de

Sizin de yazılarınız yayınlanabilir:

Dedektif Yazarı Olmak İçin Tıkla
30. Sayıyı Şimdi Okuyabilirsin:
dedektif sayı 30 kapak gencoy sümer

Dedektif'in yeni sayısını ücretsiz, PDF olarak okumak için lütfen e-mail listemize üye olunuz:

* gerekli bilgi
Dedektif | Polisiye Dergi
  • Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Bize Ulaşın
  • Dedektif Dergi Sayıları
  • Türkiye Polisiye Yazarları 🇹🇷
  • Dedektif’te Yazar Olmak
  • Sık Sorulan Sorular:
  • Hakkımızda
Polisiye Dergi Dedektif’in yayınlandığı dedektifdergi.com sitesinin ve yazarlarının hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda belirtilen hükümlerle korunmaktadır. Dedektif’de yer alan içerikler kopyalanamaz, değiştirilemez ve diğer dijital alanlarda (web sitesi, blog, vb.) yayınlanamaz. Dedektif’de yer alan öykü ve makalelere link verilerek atıf yapılabilir, içerikler kaynak olarak gösterilebilir.Alıntı yapmak için, izin almak, yazarın adını belirtmek ve yazının yayınlandığı bu sitedeki sayfaya link vermek, hem yasal hem de etik açıdan zorunludur. Alıntılarda kesinlikle değişiklik yapılamaz.

Aradığınızı yazıp enter'a basın. Bakalım sitede var mı.