– 2430 merkez!
– Merkez 2430, devam et!
– Teşvikiye Mahallesi, Ahmet Fetgari Sokak 31 numara, Senar Apartmanı’na acil ekip yönlendirin. Silahlı çatışma halindeyiz! Bir silahlı saldırgan var, birinci kattan aşağı ateş ediyor!
– Anlaşıldı. Şişli, Teşvikiye civarındaki tüm ekipler, Ahmet Fetgari Sokak 31 numara Senar Apartmanı’na! Silahlı çatışma var! Tekrar ediyorum: Şişli, Teşvikiye civarındaki tüm ekipler, Ahmet Fetgari Sokak 31 numara Senar Apartmanı’na! Silahlı çatışma var!
– 2250 merkez!
– Merkez 2250, devam et!
– Ahmet Fetgari Sokak’a intikal ediyoruz.
– Anlaşıldı 2250! Dikkat edin! Bir takviye ekip daha yönlendiriyorum.
…
Gece geç saatte eve gelip, kafayı vurup yatmıştım. Henüz iki saat bile geçmemişken telefonum ötmeye başladı. Mesleğimden ötürü, iyi bir olayın habercisi olmadığını bilirdim bok yiyenin. Yine bir cinayet vardı belli ki.
“Buyur evladım” diyerek açtım, arayan Bertan’dı.
Sesi telaşlıydı.
“Amirim cinayet var. Nişantaşı’ndayız. Delinin biri kardeşini öldürmüş. Adamı yakaladık.”
“Eee? Adamı yakalamışsınız, beni neden arıyorsun evladım?” diye sordum.
“Amirim konu basına yansır diye bilgilendirmek istedim.”
“Yansırsa yansısın kardeşim, cinayetlerin birçoğu yansıyor zaten!” Evet, bağırdım. Beni aramasına harbiden anlam verememiştim.
“Öyle değil amirim, öldürülen kişi Raci Çeşmeli!” dedi heyecandan sesi titreyerek.
Teyit ihtiyacı hissettim: “Ne? Şu bildiğimiz Raci Çeşmeli mi? Raci firarda?”
“Evet amirim! Sağolsun gazeteciler peşinde dolaştığından, hemen haberleri oldu! Birkaç dakikaya televizyonlar verir! Yarın sabaha da tüm gazetelerin manşetlerinde olur!”
Anlaşılmıştı. Emir komuta bilgi zincirini başlatmam lazımdı.
“Anladım evladım, ne diyeyim, başımız sağolsun. Emniyet Müdürü’ne haber vereyim hemen, haberi Bakan Bey’e kadar bildirmek isterler muhtemelen.”
“Var mı bir emriniz amirim?” Artık sorumluluğu bana devrettiğinden, rahatlamıştı.
“Olay Yeri geldi mi?”
“Evet amirim, incelemelere başladılar.”
“Peki. Zanlıyı merkeze götürsün ekipler. Senin yanında kim var?”
“Merve burada amirim.”
“Tamam, sen zanlıyla merkeze git. Merve olay yerinde beni beklesin. Oralar karışacak belli ki. Az sonra çıkıyorum.”
“Anlaşıldı amirim.”
Senar Apartmanı’nın sokağı ana baba günüydü. Bir televizyon kanalı ve iki ayrı haber ajansına ait minibüsler sokağı kapatmak suretiyle, yol ortasına park etmişti. Gecenin 02:00’ında televizyonu kim izleyecek diye düşünmeksizin, ulusal TV kanalı canlı yayına geçmişti. Apartmana girerken kapıdaki ekibe yolu açmaları talimatını verdim. Binada en az on polis memuru vardı. İşi olmayanların apartmanın dışında beklemesini ve dış güvenliği sağlamasını istedim. Apartman dışarıdan göründüğünden daha eskiydi. “Herhalde dış cepheyi kaplatmışlar” diye düşündüm. Dik merdiven taşlarında yükselirken burnuma rutubet kokusu geldi.
Merve, açık kahverengi kahküllerinin altındaki koyu renk kaşları çatık vaziyette, ikinci kattaki dairenin kapısında beni bekliyordu.
“Hoş geldiniz başkomiserim” dedi.
“Hoş bulduk evladım, nedir durum?”
“Olay Yeri İnceleme içeride, maktulün başında amirim. Başından tek el ateş edilerek öldürülmüş. Cinayet silahı ruhsatsız bir Beretta! Zanlı Salih Çeşmeli kardeşini öldürmüş, sonra dışarıya sekiz el ateş etmiş. Civardaki ekipler olay yerine intikal edince, zanlı ile çatışmaya girmişler. Çatışma on beş dakika kadar sürmüş. Mermisi biten zanlı, aşağı inip teslim olmuş. Şunu da eklemeliyim ki zanlının hal ve tavırları, şok etkisinden ya da ruhsal bir hastalığı olduğundan, çok garipmiş.”
“Nasıl yani?”
“Delirmiş gibi çığlık çığlığa kardeşimi öldürdü diye bağırıyormuş.”
“Ee? Belki adam doğru söylüyordur? Biri gelip öldürmüştür belki Raci’yi?”
“Öyle değil amirim. Adamın kafayı sıyırmış bir hali varmış. Öldüren kişinin yukarıda dairede olduğunu söylüyormuş. Maciiiit, neden yaptın Macit diye bağırıyormuş yukarı! İşte orada bakın camdan bakıyor diyormuş, ama camdan bakan ya da dairede kimse yokmuş amirim.”
“Komşularla konuş bakalım. Bu Salih’in akli dengesi yerinde miymiş? Bir sıkıntısı olabilir. Bir de bu saatte olmaz ya, görgü tanığı var mı soruştur bakalım. Duyan eden vardır, çatışma ile uyanan, ne bileyim işte sor soruştur. Civardaki MOBESE kayıtlarını da al, Bertan’la beraber inceleyin.”
“Tamam amirim, ben ilgileniyorum.”
Daireden içeri girdiğimde beni Olay Yeri İnceleme Ekibi’nin emektar amiri Taylan Başkomiser karşıladı. Kalın kaşlarını yukarı kaldırıp “hoşgeldin Emir” dedi. Yine ekip olarak çok hızlı intikal etmişler, incelemelere başlamışlardı. Beraber, maktulün bulunduğu salona girdik. Meşhur Raci Çeşmeli yerde sırtüstü yatıyordu. Başının altında ufak bir kan birikintisi vardı. Tek bir kurşunla şakağından vurulmuştu. Eğilip inceledim, gözleri açık vaziyette tavana bakıyordu. Gözlerinde garip bir şaşkınlık ifadesi yer etmişti. Kurşunun çıkış yerini aradım, bulamadım. Kurşun içeride kalmıştı. Otopside çıkarıp inceleyeceklerdi nasılsa ama Taylan Başkomiser ilk izlenimini paylaştı.
“Emir, burnuma pis kokular geliyor” dedi.
“Hayırdır Taylan?” diye sordum.
“Maktulün cildinde duman isi, alev yanığı ya da tutuaj bulunmamasından dolayı, yakın mesafeden ateş edilmediği anlaşılıyor, ayrıca en ufak bir barut artığı da yok. Bir de giriş deliği çizgi şeklinde. Bu iz, en az beş metreden ateş edildiğine işaret ediyor. Etrafa sıçrayan kan yok. Tabii kurşunun kafatasına saplanıp dışarı çıkmaması da bunda etken. Ancak gördüğün gibi yerde de pek kan yok.”
“Yani diyorsun ki cinayet başka yerde işlenmiş, maktul buraya taşınmış, öyle mi?”
“Evet, kesinlikle…”
Yere sızmış kana baktım. Taylan’ın dediği gibi cesetten sızan kan miktarı oldukça azdı. Olay ilk anda görüldüğü gibi değildi. Belki de deli deli bağıran Salih doğru söylüyordu. Raci’yi o öldürmemişti.
Savcı da aramıza katıldıktan sonra, evdeki incelemelere devam ettik. Maktulün ayakkabıları ayağında değildi. Girişteki iki çift ayakkabıdan biri ona ait olabilirdi. Muhtemelen katil, maktulün ayakkabılarını çıkarıp girişe koyarak bizi yanıltmak istemişti. Katil her kimse, pek profesyonel olmadığını düşündüm. Ayakkabıların, incelenmek üzere ekip tarafından alındığına emin oldum.
Daha sonra Merve’ye dönüp “ben zanlıyı görmeye merkeze geçiyorum. Burası sana emanet” dedim.
Apartmandan çıktım. Etrafı saran basın ordusu epey kalabalıklaşmıştı. Kameralar kayıttaydı. Görevli memura güvenlik koridonunun sokağın başına taşınması talimatını vererek merkezin yolunu tuttum. Yolda gelirken Raci’nin kız kardeşini de merkeze çağırttım. Kendisini abisinin TV kanalında sunduğu bir spor programından hatırlıyordum.
Salih’i sorgu odasına almak için beni beklemişti Bertan. İçimden aferin dedim.
Adamı ürkütmeden, sakin sakin konuşmak istediğimden, sorguya yalnız girmeye karar verdim.
Öncesinde Raci’nin kız kardeşi Yasemin Çeşmeli ile görüşmek istedim. Kendisini bekleme salonunda ağlarken buldum. Yanında bir adam vardı. Erkek arkadaşıymış. Yasemin Hanım bekardı ve annesi ile yaşıyordu. Erkek arkadaşı haberi duyar duymaz onu almaya gelmiş. O arada ben aramışım. Bu sebeple dosdoğru Emniyet Müdürlüğü’ne gelmişler.
“Yasemin Hanım, kaybınız için çok üzgünüm, başınız sağolsun” dedim.
“Dostlar sağolsun” dedi. Bunu derken dost musun düşman mısın sorusuyla beni tartar gibi süzdü.
“Ben Başkomiser Emir, Cinayet Büro Amiri’yim. Abinizin dosyası ile ben ilgileniyorum. Sizi fazla yormak istemiyorum. Çok kısa birkaç soru soracağım, sonra gidebilirsiniz, ancak sizi tekrar çağırmamız gerekebilir” dedim.
Kendisini rahat ve sessiz bir odaya alarak bir kahve ısmarladım.
“Abiniz Raci Bey ile yakın mıydınız?”
“Tabii, beraber çalışıyorduk zaten. Her gün görüşürdük. Görüşemezsek mutlaka telefonda konuşurduk.”
Sesi epeyce ağlamış olduğundan çatallı çıkıyordu. Kalemle çizilmiş gibi görünen estetik harikası küçük burnunu çekerek derin derin nefesler alıyor, elleri ile güzel iri gözlerinden ara ara süzülen yaşları siliyordu.
“Bildiğiniz bir düşmanı ya da kendisini tehdit eden birileri var mıydı?”
“Bilemiyorum ki. Aklıma kimse gelmiyor. Bizim piyasa biraz karışıktır. Elbet hoşlaşmadığı kimseler vardır. Ama Raci çok eli açık biriydi. Herkesin yardımına koşardı.”
“Kendisini Salih Bey’in evinde bulduk. Kardeşinizin elinde cinayet silahı vardı. Onu kardeşiniz öldürmüş olabilir mi?”
Gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi oldu. Şaşkın vaziyette bana baktı.
“Nee?! Hayır tabii ki!”
Bir an sustu, düşündü. İlk şoku atlatıp konuşmaya devam etti.
“Salih böyle bir şey yapmaz. Yapamaz. Kendisi şizofreni hastası. Yatılı bir bakıcı ile yaşıyor. Ayrıca Raci’yi çok severdi. Birlikte sık vakit geçiremeseler de, iki haftada bir mutlaka birlikte dışarı çıkarlardı.”
Şaşırmıştım ama taşlar yerine oturuyordu. Şizofreni hakkında az çok bilgi sahibiydim.
“Demek Salih Bey şizofren. Peki ne tip bir davranış bozukluğu var? Halüsinasyonlar mı görüyor? Biraz anlatır mısınız?”
“Evet, önceleri, yirmili yaşlarda, gerçekte var olmayan sesler duyardı. Bir anlam veremezdik. Sonra bunların boyutları arttı ve görsel halüsinasyonlar da hayatına girdi. Ara sıra hayali birileri ile konuştuğuna şahit oluyoruz. Kendisine on yıl kadar önce psikoz teşhisi konmuştu. O zamandan beri ilaç tedavisi görüyor. İlaçları sayesinde epey bir gelişme gösterdi. Ancak hiç evlenmedi. Sosyal bir çevresi de yok. Biz de hem o sıkılmasın, hem de ona mukayet olsun diye yatılı bir bakıcı tuttuk birkaç yıl önce. Salih’in hayatında, sadece bizler, bakıcısı Süleyman ve bir de abimin menajeri Macit vardır. Sahi Salih nerede şimdi? Macit’le beraber mi?”
“Hayır Yasemin Hanım, Salih Bey burada. Kendisi şimdilik nezarethanede konuğumuz. Birazdan onu sorguya alacağım. Bana Salih Bey’in doktorunun ve arkadaşı Macit’in telefon ve adreslerini verebilir misiniz?
Solgun yüzünde kocaman bir soru ifadesi ile bana baktı.
“Tabii hemen vereyim. Yalnız Salih’i sorgulayıp ne yapacaksınız? Kendisinin bu işle bir ilgisi olamaz ki?”
Sesi titriyordu. Halen kardeşinin olayın bir numaralı şüphelisi olduğunu kavrayamamıştı. Biraz alttan almaya karar verdim.
“Lütfen endişelenmeyin Yasemin Hanım. Kendisini büyük bir dikkatle sorgulayacağız. Eğer gerçekten masumsa, serbest kalacak.”
Yasemin Çeşmeli, aile avukatlarını çağırmak istediğini söyledi. “Hay hay” dedim, “buyursun.”
Avukatı gelmeden az da olsa Salih’i görmek istiyordum. Sorgu odasına aldırdım.
Salih Çeşmeli kırklı yaşların başında, uzun temiz yüzlü, esmer, ablası Yasemin ve abisi Raci’ye göre daha boylu poslu biriydi. Tip olarak her ikisine de pek benzemiyordu. Bitkin durumdaydı.
Önce, hızlı ve patavatsız bir giriş ile yoklama çektim.
“Abini neden öldürdün?”
Yere bakan gözlerini bana dikti. Bakışları sert ve kaygılıydı.
“Ben öldürmedim abimi” dedi.
“Evde sizden başka kimse yokmuş” dedim, “üstelik cinayet silahı da elindeydi, önce abini vurmuş, sonra etrafa ateş açmışsın!”
“Hayır” dedi bağırarak, yerinden kalkmak için doğrulacak oldu. Ondan önce davranıp kalktım, omzundan bastırdım. Olduğu yerde kaldı.
“Bana bak” dedim, “akıllı uslu dur, bozuşmayalım!”
Bir anda sandalyeye sindi. Çatık kaşları gevşedi. Yere doğru anlamsızca bakmaya başladı.
Sesimi yumuşatıp devam ettim.
“Madem sen öldürmedin, silah ne arıyordu sende?”
Beni duymadı sandım. Hiçbir tepki vermeden öylece yere bakmaya devam ediyordu. Sorumu biraz yüksek sesle tekrar ettim.
Yavaşça bakışlarını yerden kaldırdı. Bana baktı.
“Silah Macit’indi” dedi, “abimi o öldürdü.”
“Abinin menajeri olan Macit mi” diye sordum sakince.
“Evet. Abimin menajeri.”
“Nerede öldürdü abini? Sen gördün mü öldürürken”
“Hayır görmedim. Gece ben yatağımdayken geldi eve, elinde devasa bir bavulla!”
“Devam et” dedim.
“Beni uyuyor sandı yatakta. Ben de onu Süleyman sandım, ses etmedim.”
“Bakıcın Süleyman mı?”
“Ev arkadaşım.”
“Peki. Ev arkadaşın olsun. Nerede şimdi Süleyman?”
“Bilmiyorum. İzne gitmişti. Eve erken döndü sandım. Meğerse gelen o değilmiş.”
Duraklaya duraklaya konuşuyordu. Sakinliğimi korudum.
“Eee? Sonra?”
“Yatarken gözlerimi hafifçe aralayıp baktım. Macit’i tanıdım. Ses etmedim. Bakalım ne yapacak…”
“Ne yaptı?”
“Cebinden ufak bir sprey çıkardı. Bana sıkacağını anladım. Uyuyor numarası yaparken gözlerimi sıkı sıkı yumdum, nefesimi tuttum.” Sanki o anı yaşar gibi gözlerini yumdu.
Yine de nefesini tutmayı akıl etmesi, Salih’in sandığımdan akıllı olduğunu gösteriyordu. O an aklıma şizofren matematik dahisi John Nash geldi.
“Spreyi sıkıp gitti mi?” diye sordum.
“Hayır, spreyi sıktıktan sonra elime tabanca tutuşturdu.”
“Yaa.. Sonra?”
Sesi ağlamaklı devam etti.
“Sonra içeri gitti. Çaktırmadan doğrulup odamın kapısından baktım. Dev bir bavulu güç bela salona sürükledi. İçinden abimi çıkarıp yere yatırdı. Ayakkabılarını çıkadı. Ayağıyla şöyle bir sarsaladı. Abim bayıldı sandım, onu uyandırmaya çalışıyor gibi geldi. Sonra bavulunu alıp, hızlıca kapıyı çekip gitti.”
“Devam et.”
Salya sümük ağlamaya başladı. Mendil uzattım. Kendisini toparlaması için birkaç dakika bekledim.
“Sonra ne oldu?” diye sordum.
Burnunu çeke çeke anlatmaya devam etti.
“Hemen abimin yanına koştum. Başından vurulmuştu. Kulağımı kalbine koydum, ses yoktu! Ölmüştü. Camdan aşağı baktım. Macit dışarıdaydı. Elimdeki silahla ateş ettim. Apartmanın içine kaçtı.”
“Sonra da polisler geldi herhalde?”
“Evet, onları Macit’in adamları sandım. Birkaç el de onlara ateş ettim. Mermim bitince polis olduklarını fark ettim. Teslim oldum.”
“Onlara Macit yukarıdan bakıyor demişsin?”
“Evet, Macit üst komşunun camından aşağı bakıyordu. Bağırdım. Polislere anlatmaya çalıştım ama beni dinlemediler. Arabaya tıkıp buraya getirdiler.”
Onu daha fazla yormanın bir anlamı yoktu. Nezarete geri gönderdim. Sabahı etmiştik. Odama geçtim. Ayaklarımı masanın üzerine uzatıp, sandalyemde hafifçe kaykılıp biraz uyukladım.
Masa telefonumun çalışı ile uyandım. Saat 08.00’i gösteriyordu. Arayan Asayiş Şube Müdürü’ydü. Emniyet Müdürü ile beraber basın açıklaması yapmadan önce benimle görüşmek istiyorlardı.
Üst kata çıkıp amirlerime rapor verdim. Salih Çeşmeli’nin elimizdeki deliller dahilinde halen birinci şüpheli konumunda olduğunu, ancak işin içinde bir pislik olabileceğini, tüm detay bilgiler ile beraber anlattım. Şimdilik fail ile ilgili bir açıklama yapmamalarını tavsiye ettim.
Bana faili hemen kesinleştirip savcıya teslim etmemi söylediler. İki gün içinde dosyayı çözemezsem basın üzerimize gelip bizi mahvedebilirdi. Sonuçta, Türkiye’nin en tanınır televizyon yapımcısı öldürülmüştü.
Ofisime inince hemen ekibi topladım.
“Arkadaşlar” dedim, “muhtemelen yılın haber değeri en yüksek cinayeti ile karşı karşıyayız.”
Ekipten çıt çıkmıyordu. Herkes pür dikkat beni dinliyordu.
Tahta kalemini alıp, Merve’ye verdim. “Yaz evladım” dedim, “akşam 19.00’a kadar şu sorularımın cevabını istiyorum.”
“Bir; Salih’in ev arkadaşı ve bakıcısı olan Süleyman nerede?”
“İki; Raci’nin menajeri Macit nerede?”
“Üç; MOBESE kayıtlarından ne çıktı?”
“Dört; Raci’yi dün en son kim görmüş? Ne yapıyormuş?”
“Beş; servis sağlayıcısından aldığınız Raci’nin cep telefonu kayıtlarından bir şey çıktı mı?”
Merve hızlıca soruları not etmişti.
“Bir ve iki Merve’de, üç Bertan ve Merve’de, dört Bertan’da, beş Caner’de!”
Yardımcılarım kafalarını teyit amaçlı salladı.
“Şimdi herkes işinin başına” dedim. Ekip dağıldı.
Bertan, Raci’nin ortağı Bekir Büyükhan’ı da merkeze çağırtmış. Toplantımızdan hemen sonra gelmesi isabet oldu.
Adamcağız haberi alır almaz Almanya’daki iş gezisini yarıda bırakıp ilk uçakla İstanbul’a gelmişti. Ellili yaşların sonunda gösteriyordu. Sarışın, seyrek uzun düz saçlı, mavi gözlü, yuvarlak yüzlü, boylu poslu, oldukça şık bir beyefendiydi.
Raci’nin iş nedeniyle çok fazla kişi ile görüştüğünü, elbette işin içinde zaman zaman anlaşmazlıklar da olabildiğini, ancak cinayet işleyebilecek kimsenin aklına gelmediğini söyledi.
Biraz daha düşünmesini istedim.
Bir süredir boşandığı eski eşiyle takıştığını söyledi. Raci oğlunun velayetini aldıktan sonra kadıncağız oğlundan ayrı kalmak istemediğinden ara sıra Raci’yi arayıp tehdit ediyormuş. Magazinel boyutu yüksek olduğundan, Raci’nin eski eşi ile kavgası hakkında az çok bilgi sahibiydim. Şule Hanım’ın bu işe bulaşma ihtimalini pek olası görmesem de bu konuyu notlarıma ekledim.
Çeşmeli ailesinin kalantor kılıklı avukatı Rüştü Altınok gelince üçlü bir görüşme yaptık. Salih’in cezai ehliyetinin olmadığına dair psikiyatrist profesörden imzalı bir rapor ile beraber gelmişti. Müvekkilini sandığı kadar hızlı salıvermeyeceğimizi bile bile, raporu hemen savcılığa sunup Salih’i çıkarmak istediğini belirtti. Adamın ensesi kalın, arkası sağlam olsa da, bürokrasinin çarklarını yavaşlatarak birkaç gün kazanabilirdim.
Avukatı eli boş yollayıp tekrar ekibi topladım.
Tahtadaki soruların cevaplarının üzerinden geçtik.
“Bir” dedi Merve, “Salih’in ev arkadaşı ve bakıcısı olan Süleyman kayıp, telefonundan da bir gündür sinyal alınamıyor. En son Salih’in evinde sinyal alınmış.”
“İki” diye ekledi, “Raci’nin menajeri Macit’e ulaştık, az sonra burada olur.”
“Üç” diyerek devam etti Bertan, “en yakın MOBESE bir arka caddede. Kayıtları Merve ile beraber inceledik, şüpheli bir kayda rastlamadık.”
Bozulduğumu anladığından yutkunmadan devam etti.
“Yalnız” dedi, “sokağı gören iki dükkanın dış güvenlik kameraları kayıtlarına da ulaştık, Salih ile çatışma başlamadan yarım saat önce sokağa bir taksi giriyor, arka koltukta bir yolcu var ama teşhisi zor. İyi haber; taksinin plakasını tespit ettik. Şoför yolda.”
“Aferin size” dedim, “dört?”
“Dört” diye devam etti Bertan, “şirketinden Raci’nin günlük programına ulaştık; dün öğleden sonra Yeteneğini Göster yarışması için kanalın stüdyolarına gelip çekimlere katılmış, ardından 18.00’de tek başına çıkıp Bebek’te Macit ile buluşmaya gitmiş. 21.00’de yine Bebek’te Sadi Ulu isimli yönetmen ile bir akşam yemeği randevusu varmış. Yemekten sonra programı yokmuş. Arabasını kendi kullanarak evine doğru yola çıkmış olduğunu söylüyor asistanı.”
“Yönetmen” dedim.
“Yönetmen” dedi Bertan. “Sadi Ulu’yu aradığımda Ankara’daydı, sabah uçağı ile bir görüşme için gitmiş. Şu an uçakta, İstanbul’a dönüyor.”
“Doğruca buraya gelsin” dedim.
“Doğruca buraya geliyor amirim” dedi.
Güzel dedim içimden. “Sonra” dedim Caner’e dönüp.
“Amirim Raci’nin telefonu oldukça aktifmiş. Gün içinde en az yirmi telefon görüşmesi oluyormuş. Görüşme yaptığı numaraların kayıt listesini çıkardım” diyerek listeyi bana verdi.
Ben listeye göz gezdirirken devam etti: “Telefonu gece yarısına kadar açıkmış, son görüşmesini Salih ile yapmış, bizler olay mahalline intikal etmeden üç saat önce sinyal kesilmiş. Son olarak Sarıyer’de bir yerde bulunmuş görünüyor.”
Uzun kayıt listesini incelerken algıda seçicilik yaparak Şule Bescel, Sadi Ulu, Salih Çeşmeli, Yasemin Çeşmeli, Macit Kurddan ve Rüştü Altınok isimlerine gözüm ilişti. Diğerleri bana bir şey anımsatmadı.
Tahtaya şunları not ettirdim:
Şule Bescel – Eski eş, çocuk velayeti nedeniyle kavgalı
Sadi Ulu – Yönetmen, son yemek
Salih Çeşmeli – Kardeşi, şizofren, baş şüpheli, son telefon konuşması
Yasemin Çeşmeli – Kardeşi, kanalda çalışıyor
Macit Kurddan – Menajer, Salih’e göre Raci’yi eve ölü olarak o getirdi
Rüştü Altınok – Avukat
Bekir Büyükhan – Raci’nin ortağı
Hepsinin yakın zamanda çekilen fotoğraflarının bastırılıp tahtaya isimlerinin yanına asılmasını istedim. Salih hariç hepsi medyatik tipler olduğundan fotoğraflarına ulaşmak çok kolay olacaktı. Salih’inkini de aşağıda çekerlerdi.
Şule Bescel’in nerede olduğunu bulmalarını isteyecektim ki Merve, Şule Hanım’ın Instagram’daki son gönderisinden kendisinin yüksek olasılıkla Miami’de olduğunu söyledi. “Ona bir an önce ulaşın” dedim.
Sonra aklıma takıldı; bizimkiler Salih’i götürürlerken “Macit yukarı kattaki camdan bakıyor” demiş. Fakat üst kattan bakan kimse yokmuş. Merve’ye sordum. Apartman sakinleri ile o görüşmüştü. Şüpheli kimse olduğunu düşünmediğini, dört dairelik apartmandaki diğer üç dairenin ikisinde yaşlı kimseler oturduğunu, bir tek Salih’in üst katındaki dairenin sahibinin altı ay önce vefat ettiğinden ve kimsesi de bulunmadığından, dairenin boş olduğunu söyledi. Bir gidip göz atmakta fayda vardı. Taksi şoförü ve Sadi Ulu’nun sorgu işlerini Merve ve Bertan’a bıraktıp çıktım. Macit’in sorgusunu ben döndüğümde halledecektim.
Senar apartmanı girişindeki olay yeri bandı, yoldan geçenlere içeride sıkıntılı bir olayın cereyan ettiğini anlatıyordu. Kaldırıp altından geçtim. Rutubet kokusu eşliğinde Salih’in dairesinin bir üst katına çıktım. Daireyi yoldan bölge karakoluna telefon edip açtırmıştım. Kapıdaki memur arkadaşa selam verip içeri girdim. Daire oldukça havasızdı. İçeride epey eski ve tozlu eşyalar vardı. Salona, banyoya ve mutfağa göz attım. Kayda değer bir şeye rastlamadım. Arkada iki göz oda vardı. Birinde hiç eşya yoktu. Diğerinde ise ceviz ağacından yapılma eski bir yatak ve takımı gardırop vardı. Mesleki sezilerim bana gardırobu açmamı söyledi. Beni kaldır, altımda bir ceset var diye bağıran kalın kırmızı battaniyenin altından, Süleyman’a ait olduğunu sonradan anlayacağımız, ellili yaşlarda, beyaz saçlı, boz bıyıklı, çelimsiz bir ceset çıktı. Cesedi Olay Yeri İnceleme’ye teslim edip, merkeze dönerken Merve aradı.
“Amirim şimdi taksici ile görüştük. Kendisine tahtadaki fotoğrafları gösterdim. Macit’i teşhis etti. Kendisini dün gece cinayetin işlendiği sokağın başında indirmiş. Oldukça büyük bir bavulu varmış.”
“Hadi ya” diye bağırdım, “işin rengi değişti, Macit geldi mi?”
“Amirim o da geldi, kendisini sorgu odasına aldık, kapıda bir memur nöbet tutuyor. Sorgu için sizi bekliyoruz.”
“Harika” dedim, “az sonra oradayım.”
Merkeze geldiğimde önce tahtanın başına geçtim. Fotoğraflara bakınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
“Bir dakika” diye bağırdım, “bu Macit değil ki!”
“Hayır, Macit bu” dedi Bertan, kendinden emin bir şekilde, “adam az önce geldi, sorgu için bekletiyoruz.”
“Tamam da, ben bu adamı sabah Yasemin Çeşmeli’nin yanında görmüştüm. Erkek arkadaşıymış. Adı da…” hatırlayamadığım için cümlenin sonunu getiremedim.
Hemen Yasemin Hanım’ı aradım. Sabah yanında bulunan kişiyi sordum. “Sacit Kurddan” dedi. Aynı zamanda Macit’in ikiz kardeşi olurmuş kendisi.
Aralarında bir gönül ilişkisi olduğunu öğrendim. Pek önemsememiş gibi yaparak kendisini telaşlandırmadan, beraber merkeze gelmelerini, Macit ile ilgili bir hususta ifadelerine ihtiyacım olduğunu ilettim.
Macit’in yanına girdiğimde, yüzü solgundu. Birkaç gündür gözüne hiç uyku girmemiş bir hali vardı. Kendisine Raci’yi en son ne zaman gördüğünü ve önceki gece nerede olduğunu sordum. Soruları sorarken sesim biraz sert çıkmış olacak ki, üzüntüsü gerginliğe dönüştü, avukatını çağırmak istedi. Yumuşayıp sadece bilgi almak istediğimi söyleyince gönülsüz de olsa avukattan vazgeçti.
En son Bebek’te ayrıldıklarını, Raci’nin yönetmen Sadi Ulu ile yemekte buluştuğunu, kendisinin de eve dönüp geç vakte kadar eşiyle dizi izlediğini söyledi. Evden hiç çıkmamış. Elinde bir bavulla Salih’in evine falan gitmiş olması söz konusu olamazmış. Şahidi eşi de olsa, sonuçta bir şahidi vardı. Ayrıca güvenlikli bir sitede oturduğunu, giriş çıkışlarının kamera kayıtlarında mutlaka olacağını söyledi.
Sacit’i sorduğumda fazlasıyla gerildi. Bir süredir kavgalılarmış. İkiz kardeşinin, kendisinin aksine bencil ve tembel bir yapıda olduğunu, pek bir iş güç sahibi olmadığını, kendisinin sırtından para kazandığını söyledi. Yasemin’e de para için yanaştığını, daha önce de zengin kadınları kendisine hedef seçerek kendisini Raci’nin menajeri olarak tanıtıp, kısa süreli ilişkiler yaşadığını anlattı. Ayrıca dolandırıcılıkla ilgili bir sabıkası olduğunu söyledi. Bir de esrar satmaktan göz altına alınıp serbest kalmış. Kısacası ne kadar pis iş varsa bulaşmayı görev edinmiş. Sacit artık ana şüphelimiz konumuna gelmeyi başarmıştı.
Macit’e kendisini bir süre daha misafir etmek istediğimi söyledim. Avukatını istedi. “Hay hay, buyursun” dedim.
O arada Yasemin Hanım geldi. Sacit’e ulaşamamış ama kendisi hızlıca gelmiş. “O beni arar birazdan, aramadan duramaz” dedi.
Yasemin Hanım’a belli etmeden, Sacit’in tüyme ihtimaline karşın ekibi teyakkuza geçirdim. Telefonunun da takibe alınması için gerekli işlemi başlattım.
Önceki geceyi sordum. İfadesiz bir şekilde Sacit’le beraber evde olduklarını söyledi. Gece geç saatte Sacit spor için yürüyüşe gitmiş. Döndüğünde çoktan uyumuş olduğundan, tam olarak kaçta eve geldiğini bilemiyormuş. Bir süredir beraber yaşıyorlarmış. Sacit’in gece yürüyüşlerine alışıkmış.
Sacit’ten zerre kadar şüphelenmediğini fark ettim. Ona aşıktı belli ki. Böyle şeytan tüylü herifler vardı hayatta. Saf buldukları kadınlara yanaşır, etkileri altına alırlar. Yüzlerine bakıp, kendilerinden emin tavırlar takınarak kırk yalan söylerler. Hep aynı hikaye…
Böyle adamların maskesinin nasıl düşürüleceğini çok iyi biliyordum. “Bir elime geçirsem…” dedim içimden.
O esnada Yasemin Hanım’ın telefonu çaldı. Arayan Sacit’ti. Yasemin Hanım sakin olmaya çalışarak polis merkezinde olduğunu, ifade verdiğini anlattı. Kendisini de çağırdığımızı iletti. Telefon o anda suratına kapandı. Geri arayınca da Sacit’e ulaşılamadı. Adamın o anlık zaman kazanma eğilimi olmalıydı bu. Gerekirse sonradan şarjım bitti tarzı bir numara yapabilirdi. Yasemin Hanım’ı fazla endişelendirmemeye çalışarak Sacit’e ulaşınca bizi aramasını söyleyip yolcu ettik.
Ben Yasemin Hanım ile konuşurken yönetmen Sadi Ulu da emniyete teşrif etmiş. Fotoğrafına tıpatıp benzeyen, kırklı yaşlarda, orta boylu, oldukça esmer, kavruk, göbekli bir adam olduğunu söyledi Bertan. İfadesine göre gece 21.00’de Bebek’te bir lokantada buluşup 23.00’te ayrılmışlar Raci Çeşmeli ile. Yemekten sonra Raci kendi arabasına yalnız olarak binmiş. Şoförü yokmuş. Yemekte önümüzdeki sezon için planlanan bir proje hakkında konuşmuşlar. Sadi Ulu yemekten hemen sonra eve gidip yatmış. Sabah da erkenden kalkıp iş için uçakla Ankara’ya gitmiş. Tüm gece evde olduğunu eşi ve çocukları doğrulayabilirmiş. Bunun yanında oturduğu apartmanın 7/24 güvenlik kameraları kayıttaymış. İstendiği takdirde güvenlik şirketinden alınabilirmiş.
Akşama doğru tüm oklar Sacit’i işaret ederken Olay Yeri İnceleme’den Raci Çeşmeli’ye ait otopsi raporu geldi. Kesin bulgular, Raci’nin evin dışında bir yerde öldürülüp eve taşındığını gösteriyordu. Kıyafet ve derisi üzerindeki toprak ve bitki kalıntıları, ormanlık bir arazide öldürülmüş olabileceğine dair fikir yürütmemizi sağladı. Telefonundan son sinyal alınan yer Sarıyer-Bahçeköy yolu üzerindeki Mehmet Akif Ersoy Milli Parkı’ydı. Bir şekilde Bebek’ten Bahçeköy’deki evine dönerken yol üzerinde bir yerde cinayete kurban gitmişti. Maalesef otopsi raporunda, olay yerindeki tespitlerimizin dışında faydalı bir ek bilgi yoktu. Yaklaşık 6-7 metreden Beretta ile ateş edildiği, 7.65 mm’lik tek bir merminin başına isabet edip, kafatasına saplanmak suretiyle çekirdeğin içeride kaldığı yazıyordu. Maktulün üzerinde başka birine ait bir deri parçası, saç teli ya da kana rastlanmamıştı. Evde kapı önünde bulunan iki çift ayakkabıdan biri Raci’ye, diğeri Salih’e aitti. Üzerlerinde başka birine ait bir parmak izi ya da kalıntı bulunmuyordu. Yalnız her iki ayakkabıda da toprak ve bitki kalıntısına benzer kalıntılara rastlanmıştı. Sacit’in yatağının altındaki zulada ise sekiz dal esrarlı cigara bulunmuştu.
Dirseklerimi masaya koyup, kafamı iki elimin arasına almış düşünürken, Merve geldi. Şule Bescel’in Miami’den ilk uçakla döndüğünü, sabaha merkezde olacağını söyledi. İfadesi sonrası, otopsi nedeniyle geciken cenazaye de yetişmiş olacaktı.
Taylan’ı aradım. Süleyman’ın otopsisini ve olay yeri raporunu sordum. “Neredeyse hazır” dedi. Israr edince telefonda bilgi verdi: Adama önce eter koklatıp bayıltmışlar. Dolaptan minik bir eter spreyi de çıkmış. Maktulün boynu kırılmış. Daire içinde parmak izine rastlanmamış. Bir tek odanın cam kenarına sıkışmış bir izmarit bulmuşlar. Tükürük kalıntısındaki DNA, sistemdeki kişi verileri ile uyuşmamış ama faili bulursak DNA karşılaştırması yapılabilecekmiş.
Geç vakit olmuştu. Sacit’ten ses yoktu. Eve gidip kafayı vurup yattım. Her insan gibi, benim de uykuya ihtiyacım vardı.
Sabah merkeze gelince Raci’nin arabasının Mehmet Akif Ersoy Milli Parkı’nda terk edilmiş şekilde bulunduğunu söylediler. Araç acemice gizlenmeye çalışılmış. Olay Yeri İnceleme Ekibi, aracın bulunduğu yere intikal etmiş. Bakalım rapor bize ne söyleyecekti?
Tahtanın başına geçtim, büyük harflerle kocaman “SACİT” yazdım. Diğer isimler onun yanında küçük kaldı. Olması gerektiği gibi… Sacit’in fotoğrafına gerek yoktu, Macit’in aynısıydı neredeyse. Macit’in fotoğrafından Sacit’e bir ok çıkardım. Yanına “Macit’in ikiz kardeşi, baş şüpheli” yazdım.
Öğlen vakti Şule Bescel geldi. Odama girişiyle birlikte az şekerli bir bahar esintisi burnumun direğini bayram ettirdi. Yas tutmak, güzel kokmaya engel değil demek ki dedim içimden. Yüzünün yarısını kaplayan koyu renk güneş gözlükleri, fotoğraflarda göründüğünden çok daha güzel olduğunu saklamaya yetmiyordu. Havaalanından kendisini getiren taksinin şoförü, moda dergisine poz vermeye mi, emniyet müdürlüğüne ifade vermeye mi gittiğini tam kestirememiş olabilirdi. Üzerindeki kırmızılı siyahlı ipek elbisenin, aylık maaşımın üzerinde bir değere sahip olduğuna yemin edebilirdim. Ne yalan söyleyeyim, onu sorgu odasına almaya çekindim. Odamda ifadesini alıp derhal gönderme niyetindeydim. Haline tavrına bakılırsa, onun da burada uzun vakit geçirme gibi bir isteği yoktu.
Ben daha tam konuya giremeden, gözlüğünü çıkarıp bal rengi gözlerini bana dikti. “Raci’yi öldüreni bulun lütfen, o benim her şeyimdi” dedi ve tek eli ile yüzünü kapatarak ağlamaya başladı.
Biraz kendine gelince kafamdaki birkaç soruyu yönelttim. Cinayetin işlendiği gün Miami’deymiş. Raci ile oğullarının velayeti konusunda kavgalılarmış. Ancak Raci’yi, ayrılmış da olsalar, çok sevdiğini, onun çok iyi bir insan olduğunu, herkesin iyiliği için çabaladığını söyledi. Ayrıca Salih’i iyi tanıdığını, değil Raci’ye kıymak, elini dahi kaldıramayacak kadar naif bir karakteri olduğunu ve abisini de çok sevdiğini belirtti. Sacit’i ise pek tanımazmış. Raci ve Yasemin’in de bulunduğu sınırlı sayıda ortamda bir araya geldikleri olmuş. Eğer “Oscar”lık bir rol sergilemiyorsa, bu kadının kimseyi cinayete azmettirmek gibi bir niyeti olamayacağı aşikardı. Kendisini daha fazla alıkoymak istemedim ve yurtdışına çıkmamasını söyleyerek uğurladım.
Camı açtım. Yüzüme hafif bir esinti vurdu. Gökyüzüne bakıp “neredesin Sacit” diye bağırdım. Telefonum çaldı. Birileri beni duymuştu sanki. Zekeriyaköy Jandarma Karakol’undan arıyorlardı. Yolda çevirme esnasında ismi ve fotoğrafı ekiplere dağıtılan Sacit Kurddan’ı tanıyıp alıkoymuşlar. Karakolda nezarette bekletiyorlarmış. Şans yüzümüze gülmüştü. Bertan ve Caner’i yollayıp Sacit’i aldırdım.
Adamı resmen kapıda bekledim. Bir saate, elleri kelepçeli ve başı öne eğik vaziyette merdivenlerde görüldü. Bertan yine kendine hakim olamayıp iki şaplak indirmiş olmalıydı ki adamın yüzü kıpkırmızıydı. Hemen sorguya başladım.
“Taksici seni teşhis etti” dedim. “Elinde yüklü bir bavulla Sarıyer’den binip Ahmet Fetgari Sokak’ın başında inmişsin?”
“Evet” dedi, “Salih’e gidiyordum, o yüzden bindim taksiye.”
“Raci’yi ruhsatsız Beretta marka tabancanla vurduğunu ve bavula koyup taksi ile Salih’in evine götürdüğünü biliyoruz. Sonra Salih’i sprey ile bayıltıp, ihaleyi onun üzerine bırakmaya çalıştın. Ancak bunu fark eden Salih nefesini tuttu ve bayılmadı. Bu yüzden seni teşhis edebiliyor. Bavuldan Raci’nin ölüsünü çıkarıp gitmişsin, Salih seni fark edince ateş etmiş. Apartmana saklanmışsın. Salih’in üst katı uzun süredir boşmuş. Muhtemelen bunu biliyordun. O gece daha az kişiyle uğraşmak için Süleyman’ı bir şekilde öldürüp üst kata sakladın. Tahminimce işler yatıştıktan sonra onu da bir bavul ile alıp bir yerlere gömecektin. Yalnız anlamadığım bir şey var. Raci’yi neden öldürdün? Yasemin Hanım ile resmi bir bağın yok. Miras desem hakkın yok. Sebebini söyle! Neden öldürdün onu?”
Bu sözler makineli tüfek hızında ağzımdan döküldü. Rengi iyice atmıştı. Gözlerini kocaman açıp bana dik dik baktı.
“Bu bir komplo, onu ben öldürmedim” dedi.
“La bütün oklar seni işaret ediyor” diye bağırdım. Tokadı patlatmama ramak kalmıştı ki kapı açıldı. Merve beni dışarı çağırdı. Sacit ucuz kurtulmuştu, ama birkaç dakika sonra, yarım kalan hesabımı tamamlayacaktım.
“Ne oldu Merve” dedim.
“Amirim Süleyman’ın ölü bulunduğu dairedeki izmaritteki tükürük kalıntısındaki DNA ile Salih’in DNA’sını karşılaştırmışlar. Birebir uyum gösteriyormuş” dedi.
Önce kafam karışmıştı. Sonra “peki, Salih’i yan odaya al geliyorum” dedim. Dönüp Sacit’in yanına girdim tekrar.
“Şu komployu bir anlat bakalım” dedim.
Öne eğdiği kafasını kaldırdı. Gözünde bir umut ışığı parladığını gördüm.
“Yalan söylemezsen iyi edersin, yoksa seni fena pataklayacağım” dedim.
Kekeleyerek “yalan söylemiyorum” dedi ve anlatmaya başladı.
“Salih’e arada sırada cigara tedarik ediyordum. O gün de geç vakitte benden cigara istedi. Ertesi gün getirebileceğimi söyledim ama laf anlatamadım. Çok ısrar etti. İki kat para vereceğini söyledi. Spor yapma bahanesi ile çıktım. Bir taksiye atladım. Yoldan beni arayıp, Sarıyer’de bir adresten bir bavul teslim almamı, içine bakmadan getirmemi istedi. Sarıyer’de mevcut taksimi bırakıp, yeni taksi çağırmamı da söyledi. Kıllandım. Küfür ettim. Tam suratına kapatacakken bavulu getirirsem taksi parasına ek olarak Bin Lira vereceğini söyledi. Bu işte bir pislik olduğunu düşündüm ama yine de gittim. Adamın kafa gidip geliyordu. Delidir ne yapsa yeridir dedim ama işin ucunda cinayet olabileceğini anlamamıştım. Valizi köhne bir gecekondudan teslim aldım. Hikmet diye bir adam verdi valizi. Salih’in pek arkadaşı olmaz ya, neyse dedim, bir yerden tanıyordur.”
“İçine baktın mı bavulun?”
“Hayır, bakmadım. Minik bir asma kilit ile mühürlenmişti. Sanki taş doldurulmuş gibi de ağırdı.”
“Bavulda ne olduğunu bir daha sormadın mı?”
“Sordum, sormaz mıyım! Dekoratif taş ticareti dahilinde Çin’den çok özel bir malzeme getirmiş.”
“Sen de yuttun?” Sesimi yükseltmiştim.
“Yuttum tabii. Ne yapayım? Hem bavulda ne olduğunu halen bilmiyorum. Taş maş olabilir hakikaten.” Kendine olan inancını yitirmiş gibi güvensizce çıktı sesi.
“Sen benimle kafa mı buluyorsun lan” diye bağırdım.
İrkildi ama üstelemedim. Sonunu acizce bekleyen bir mahkum gibi gözlerini yere dikti.
“Yemin ediyorum doğru söylüyorum komiserim” dedi, “Raci’yi ben öldürmedim.”
Buna bir yorum yapmadım. “Bavulu eve mi bıraktın” diye sordum.
“Hayır” dedi, “Salih apartman girişinde teslim aldı.”
Kapıyı çekip çıktım. Salih’in yanına geçtim.
Kendinden emin vaziyette “buldunuz mu Macit’i” diye sordu.
Hedef saptırmaya mı çalışıyordu, yoksa samimiyetle mi soruyordu ayırt etmek zordu.
“Sacit’i demek istedin sanırım” dedim.
“Sacit ya da Macit” dedi, “ikisinden biri katil olabilir”.
“Hayır” dedim, “katil sensin!”
Kaşlarını çattı, yüzüme bakıp “hayır” dedi, “yanılıyorsunuz.”
Olayı kısaca özetledim:
“Abin Raci’yi ve ev arkadaşın Süleyman’ı önceden planlayarak sen öldürdün. O gece, Raci’yi aradın ve Sarıyer’de buluştunuz. Onu tek el ateş ederek ormanlık arazide vurdun. Arabasını gizleyip, kendisini bavula koydun. O civarda bir arkadaşına bıraktın. Ardından Salih’e cigara ısmarladın. Gelirken bavulu da aldırdın. Hatta taksi değiştirmesini de söyledin. Bavulu ve cigaraları apartman kapısında teslim aldın. Raci’yi bavuldan çıkarıp yere serdin. Sonrası için anlattığın gibi bir senaryo tasarladın. Raci’yi Macit’in öldürdüğünü söyledin. Okların öncre Macit’e, sonra Sacit’e yöneleceğini, taksicinin Sacit’i teşhis edeceğini biliyordun. Peki Süleyman’ı neden öldürdün? Dur söyleme. Ben tahmin edeyim. Amacın Raci’yi öldürmekti ama kusursuz sandığın planını gerçekleştirmek için Süleyman’ın izne gitmesini bekledin. Düzmece senaryonda söz ettiğin üzere Süleyman iznini yarıda bırakıp geldi. Sacit’ten bavulu almadan, Süleyman’ı eter spreyi bayıltıp boynunu kırdın. Üst kattaki dairenin boş olduğunu biliyordun. Onu dolabın içine sakladın. Belki de orada hemen bulamayız sandın. İşler durulunca, biz Sacit’i falan tutuklayınca, Süleyman’ı alıp, bir yere gömecektin, ya da ne bileyim kaybedecektin adamı.”
Sesini çıkarmadan, ama ara ara yutkunarak ve gözlerini yere dikerek beni dinledi. İtiraz etmedi. Sadece başını salladı.
“Peki neden” dedim, “neden abini öldürdün?”
“Şule’yi sevmiştim! Ama o abime aşıktı. Bu yüzden…” dedi. Cümlesini bitiremeden ağlamaya başladı.
Çıkıp kalantor avukatını aradım, “Salih yapmış, itiraf etti, savcıya gönderiyorum, artık itirazlarınızı oraya yaparsınız” dedim.
Amirimi, emniyet müdürünü ve savcıya bir solukta olayı özetledim. Hayretler içinde dinlediler.
Daha sonra gelen Sarıyer olay yeri raporunda, Raci’nin terk edilen arabasının direksiyonunda Salih’in parmak izine rastlanması, arabanın yüz metre ilerisinde Raci’nin kanı ile örtüşen kalıntıların, hemen yanında da Salih ve Raci’nin ayak izlerinin bulunması, somut deliller olarak rapora geçecekti.
Salih’in akli dengesi ve cezai ehliyeti artık benim sorunum değildi. Konu mahkemeye havale edildiği anda, benim işim çoktan bitmişti. Aklımda yalnızca şu şizofren matematik dahisi John Nash’in hayatını anlatan meşhur filmi tekrar izlemek vardı.