Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Selam Anne

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Esma Fethiye Güçlü
Esma Fethiye Güçlü
İstanbul’da doğdu. 2003 yılında İngilizce Tarih, 2014’te İ.Ü. İtalyan Dili ve Edebiyatı, 2019’da İ.Ü. Fransız Dili ve Edebiyatı, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümlerinden mezun oldu. 2003-2018 yılları arasında çeşitli eğitim kurumlarında öğretmenlik yaptı. İngilizce ve İtalyancadan çeviriler yapıyor.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?”

Genç kadın, önce gölgesiyle yüzünü gizleyen şapkasını sonra sol elindeki eldiveni yavaşça çıkardı. Saçlarını düzeltip kafasını dedektife doğru çevirdi.

“Bana en iyisi olduğunuzu söylediler. Çok titiz çalışıyormuşsunuz. Büyük sırları, çözülmez denen davaları bile çözüyormuşsunuz. Gözünüzden hiçbir şey kaçmıyormuş.”

Dedektif sessiz kaldı.

“Öncelikle paranın benim için hiç önemli olmadığını bilmenizi istiyorum. Emeğinizin karşılığını fazlasıyla alacağınızdan emin olabilirsiniz.”

Paranın kadın için sorun olmayacağını zaten anlamıştı. Kıyafetleri, jestleri, konuşması varlıklı olduğunu ele veriyordu. Ölçülü hareketleri, sakin ses tonu, karşısındakinde kendine çekidüzen verme ihtiyacı uyandırıyordu.

Kadın derin bir nefes alarak devam etti.

“Bir adam var,” dedi ve yeniden duraksadı. Nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi.

Her zaman bir adam vardır, diye düşündü dedektif. Kadını biraz cesaretlendirmek için “Rahat olun lütfen,” dedi.

“Bir adam var. Ona yardım etmek istiyorum. Biri ona zarar verecek… Ve ben…”

“Zarar vermek derken neyi kastediyorsunuz?”

“Onu öldürecek. Ne zaman olduğunu bilmiyorum ama çok yakında bunu yapacak.”

“O halde buraya gelmek yerine—”

“Polise gidemem. Adamın nerede yaşadığını bilmiyorum. Aslında hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Polise gitmek sadece zaman kaybı olur.”

Dedektif, oturduğu koltuğa yaslanıp gözlerini ovuşturduktan sonra yeniden masaya yaklaştı. Hafifçe çenesini okşarken genç kadına baktı.

“Ben insanlara, gizli kalması gereken kişisel konuların çözülmesinde yardım ederim. Aldatılan eşler, ailevi sorunlar, velayet davalarında bir tarafın lehine delil toplamak, kayıp kişileri bulmak, finansal sahtekârlık ve bunun gibi başka konular üzerinde çalışırım. Cinayet benim işim değil.”

“Ben sizden bir cinayet için yardım istemiyorum ki. Tam da söylediğiniz konularda yardıma ihtiyacım var: gizli kalması gereken ailevi bir sorun ve kayıp bir kişiyi bulmak. Bu yüzden özel bir dedektife, size geldim. En azından anlatacaklarımı dinlemenizi rica ediyorum.”

Dedektif, genç kadının kararlı ve sakin bir tavırla söylediği bu sözlere itiraz etmedi. Böyle bir davaya karışmak istemiyordu, bu işi kabul etmeyeceğinden de emindi. Yine de genç kadının nazik talebini geri çevirmek istemedi. Derin bir nefes alıp verdikten sonra yerinden kalkarak masanın solunda kalan küçük tezgâha doğru ilerledi.

“İçecek bir şey ister misiniz? Kahve ya da bitki çayı? Bir sigara içsem sorun olur mu sizin için? İsterseniz size de ikram edebilirim.”

Kadın başını salladı.

“Teşekkür ederim. Belki bir su alabilirim. Varsa tabii…”

“Elbette,” diye cevap verdi dedektif ve tezgâhın altındaki mini buzdolabından bir şişe çıkararak uzun cam bardağı ağzına kadar doldurdu. Kadına bardağı uzatıp yerine oturdu. Çekmeceden küçük bir kutu çıkardı. Kapağını açıp içindeki sigaralardan birini alarak çakmağı yaktı.

“Sizi dinliyorum. Bahsettiğiniz adamı kim, neden öldürmek istiyor?”

Kadın biraz daha rahatlamış gözüküyordu. Hiç vakit kaybetmeden anlatmaya başladı.

“Annem, bizi ben çok küçükken terk etti. Babam kısa bir süre sonra intihar etti. Bir sabah kalktığımda onu salonun ortasında, tavanda sallanırken gördüm. O günü asla unutamam. İkiye bölünmüş gibiydim. Ağlamak, çığlık atmak istedim. İçimde büyük bir öfke duyuyordum…”

Duraksadı. Karşısındaki camdan dışarı baktı. O anı yeniden yaşıyormuş gibiydi.

“Bir yandan da tuhaf bir şekilde sakin hissediyordum. Uyuşmuş gibi. Ağlamadım. Sessiz kaldım. Sadece yere, odadaki kırmızı koltuğun yanına oturdum ve gözlerimi hiç ayırmadan onu izledim. Üç gün boyunca. Evet, tam üç gün.”

Dedektif, az önce yakıp bir nefes çektikten sonra kül tablasına bıraktığı sigarasını yeniden eline almanın uygun olup olmayacağını düşünüyor, bir yandan da bu korkunç hikâyenin nasıl ilerleyeceğini merak ediyordu.

“Yaz mevsimiydi. Babamın cesedi çürüyordu. Babam çürüyordu. Odada dayanılmaz bir koku vardı. Yine de yerimden kıpırdamadım. Annemi düşünüyordum. Bizi neden bırakıp gittiğini merak ediyordum. Odaya sinekler dolmaya başlamıştı. Ama ben sadece annemi düşünüyordum. Sonra babam kafasını çevirip bana baktı. Gözlerimin içine. ‘Annen,’ diye başladı ve annemin neden gittiğini anlattı. Başka şeyler de söyledi. Anlattığı her şeyi dikkatle dinledim. Ağlıyordu. O kadar çok ağlıyordu ki gözyaşları, bozuk bir musluktan akan su damlaları gibi parkeye düşüyordu. Yere düşen damlaların çıkardığı ses hâlâ kulaklarımda. Pıtt… Pıtt… Pıtt… Sonra kafası tekrar göğsüne düştü. Ama gözyaşları bir süre daha yere damladı.”

Dedektif, gözlerini kadından ayırmadan, hiçbir şey söylemeden dinlemeye devam etti.

Kadın bir iç çekip ona döndü, kafasını hafifçe yana eğerek gülümsedi.

“Deli olduğumu düşünüyorsunuz. Merak etmeyin, bugün bunun küçük bir kız çocuğunun hayal dünyasının ürünü olduğunun farkındayım. Çok çabuk büyüdüm. İnanın bana,” dedi arkasına yaslanarak. “İnsan sevdiği birinin gözünün önünde çürüdüğünü görünce hemen büyüyor. Birileri ne zaman çocuklarının bir türlü olgunlaşmadığını söylese onlara sevdikleri birini öldürüp çocuğu onun karşısına oturtmasını öğütleyesim gelir.” Eliyle saçını kulağının arkasına özenle yerleştirirken yüzünde gözlerini de içine alan geniş bir gülümsemeyle dedektife baktı. “Ama insanlara bu tür şeyler söyleyemezsiniz.”

Dedektif belli belirsiz kafasını salladı. Genç kadının hikâyesini soğukkanlılıkla hatta gülümseyerek anlatmasını garipsemiş olsa da bunu belli etmek istemiyordu. Rahat olduğunu göstermek için durduğu yerde yarısına kadar yanan sigarasına bir fiske vurdu, onu baş parmağıyla işaret parmağı arasına alarak dudaklarına yaklaştırdı. Bir nefes çekip üfledikten sonra yeniden arkasına yaslandı.

“Devam edin, lütfen.”

“Evet, babamın konuşması hayal ürünüydü. Ya da öyleydi, diyelim. Ama kesin olan bir şey vardı. Her şeyin sorumlusu annemdi. Dördüncü gün eve gelen bir komşu sayesinde herkes olanları öğrendi. Çığlıklar, polisler, hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken sorular… Sonunda kendimizi yetimhanede bulduk. Kardeşim ve ben.”

“Kardeşiniz?” diye sordu dedektif bir kaşını kaldırarak.

“Evet, kız kardeşim.”

“Bu olaylar olurken o neredeydi peki?”

“Onu komşu geldiğinde gördüm. Birkaç gün komşuda kalmış olmalı. Bazen komşumuzda kalırdık. Tam hatırlayamıyorum ama onu bu olay sırasında ilk kez o an gördüğüme göre böyle olmalı.”

Dedektif bir şey söylemedi.

“Ne diyordum… Evet, yetimhane. Güzel bir yerdi. İnanmayacaksınız belki ama orada mutluyduk. En azından ben öyleydim. Olanları unutmamıştım ama bir şekilde her şeyi geride bırakmıştım. Oysa kardeşim için durum farklıydı. Kendi kabuğuna çekilmişti. Çok fazla konuşmuyordu. Konuştuğunda da sadece annemden bahsediyordu. Ondan ne kadar nefret ettiğini, zamanı geldiğinde onu bulup intikam alacağını söylüyordu. Bunları söylediğinde sözünü kesip güzel şeylerden bahsediyordum. İkimiz de babamız gibi doktor olmaya karar vermiştik. Bunun için çok çalışmamız gerekiyordu. Bir yıl sonra hayatımızı baştan aşağı değiştiren bir olay olmasaydı herhalde bu hedefimiz de çocukluk hayallerinden öteye gitmezdi. Evlat edinildik. Kuzeydeki bir ülkede yaşayan çok zengin bir karı kocaydı. Yıllar önce bir erkek çocukları olmuştu. Çocuk iki yaşını doldurmadan hayatını kaybetmişti. Bir daha çocuk sahibi olmamaya karar vermişlerdi ama yıllar sonra fikirlerini değiştirip bizi evlat edinmişlerdi. Eğitimimize çok önem verdiler. Biz de çok çalıştık. Ve hedefimize ulaştık.”

Genç kadın, o ana kadar hiç dokunmadığı su dolu bardağı alıp dudaklarına yaklaştırdı ama dedektifin sorduğu soruyla eli havada kaldı.

“Ya anneniz? Ondan bir daha haber almadınız mı?”

Kadın bardağı sehpaya bıraktıktan sonra kafasını sağa sola salladı.

“Hayır. İzini kaybettirmişti. Onu bulamadılar.”

“Peki siz? Yani daha sonra kardeşinizle birlikte onun nerede olduğunu, neler yaptığını öğrenmeye çalışmadınız mı?”

“Onun babamın ölümünden sorumlu olduğunu hiç unutmadım ama bir insan olarak ya da bir kadın, bir anne olarak varlığını tamamen unutmuştum. Beni seven bir annem ve babam vardı. Çok güzel bir ülkede yaşıyordum…”

Gözleri havadaki görünmeyen bir noktaya daldı.

“Soğuğu öyle severim ki!” dedi birden. “Yaşadığım yerde, dışarı çıktığınızda rüzgâr olmasa bile yüzünüze buz gibi bir hava çarpar. Yılın büyük bir kısmında her yer karla kaplıdır. Dışarı çıkarsınız, iliklerinize kadar üşürsünüz. Soğuk, omuzlarınızı titretir, bütün vücudunuzda dolaşır. Isınabilmek için sık sık, hızlı hızlı nefes alırsınız. Yaşadığınızı hissedersiniz. Hep canlı kalırsınız. En önemlisi de soğukta kolay kolay çürümezsiniz. Gömmeye ya da yemeye niyetli olmadığınız ölü bir hayvan günlerce korunur… Affedersiniz, çocukluğumun güzel anılarına daldım bir an.”

Yüzündeki neşe yerini endişeli bir ifadeye bıraktı. Camdan dışarı bakarak devam etti.

“Ben unutmuştum ama kardeşim asla unutmadı. Gizlice annemizin izini sürdü. Başlangıçta bunu çok umursamadım çünkü onu bulamayacağını düşünüyordum. Polis bile ona ulaşamadığına göre kimliğini değiştirmiş olmalıydı.”

Kafasını çevirip dedektifin gözlerine baktı. “Belki ölmüştür, diye düşünüyordum.”

Dedektif eliyle boynuna masaj yaparken gözlerini kaçırdı.

“Affedersiniz, hikâyemi uzatıp canınızı sıktıysam özür dilerim. Bütün bunlar birbiriyle bağlantılı olduğu için anlatmam gerektiğini düşünüyorum.”

“Yo, hayır. Hikâyenizin sonunu merak ediyorum. Sadece yorucu bir gündü. Bir kahve alacağım. Siz de ister misiniz?”

“Hayır, teşekkür ederim.”

Dedektif, yan taraftaki tezgâhta kahvesini hazırlarken odada sadece kaynayan suyun sesi duyuluyordu.

“Peki onu buldu mu? Annenizi?” diye sordu yerine oturduktan sonra.

“Evet buldu. Evli olduğunu, mutlu bir hayat sürdüğünü ve artık buna son vereceğini söyledi. Onun da bizim gibi sevdiği birini kaybetmesi gerektiğine, mutlu olmaya hakkı olmadığına inanıyordu. Evli olduğu adamı öldüreceğini söyledi. Yıllardır intikam almak istediğini söylüyordu ama ben bunun geçici bir öfke olduğuna inanıyordum. Hastanede, evde, birlikte vakit geçirdiğimiz her yerde onunla konuşup öfkesini dindirmeye çalışıyordum. Geçmişi geride bırakmasını istiyordum. İstediğimiz her şeye sahip olduğumuzu, bizi umursamayan bir kadını düşünüp yıllarımızı boşa harcamamamız gerektiğini söylüyordum.”

“Aynı hastanede mi çalışıyorsunuz?” diye sordu dedektif merakla.

“Ah, evet,” dedi kadın iç çekerek, “hiç ayrılmadık biz. Birlikte okuduk. Çalışmak zorunda değildik. Bu yüzden ikimizi birden kabul edecek bir hastane bulana kadar bekledik.”

“Benden bulmamı istediğiniz kişi annenizin eşi mi?”

“Evet,” dedi kadın. “Kardeşim onları birkaç hafta önce buldu. Bana adamı öldüreceğini, başının derde girmeyeceğini çünkü bunun bir cinayet olduğunu hiç kimsenin anlamayacağını söyledi… Onu zehirleyecek. Ne yaptığını bilen biri için bir insanı iz bırakmadan öldürmek çok kolaydır.”

Dedektif hafifçe başını salladı.

“Bana onların nerede olduğunu söylemedi. Ona engel olmak isteyeceğimi biliyordu.”

Ellerini iki yana açıp yüzünde çaresiz bir ifadeyle dedektife baktı.

“Onu takip etmek istedim. Eşyalarını karıştırdım. Hiçbir şey bulamadım. O kadını seviyor değilim ama bir insanı öldürmek… ölümüne sebep olmak çok fazla değil mi sizce de?”

Bu soruya gerçekten cevap almak istiyor gibiydi.

“Lütfen bana yardım edin,” dedi birden. “Çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyım. Henüz harekete geçmediğini biliyorum…”

“Onları bulmak çok zor olmayacaktır. Ben yine de bu koşullar altında polisten yardım istememizin daha—”

“Lütfen…” diye mırıldandı genç kadın, “en azından cevap vermeden önce biraz düşünün.”

Bu defa yüzünde yalvaran bir ifade, koyu renkli gözlerinde dedektifin bir türlü çözemediği tuhaf bir pırıltı vardı. Neden olduğunu bilmiyordu ama başından beri bu işe bulaşmamaya kararlı olduğu halde bu genç kadını geri çevirmeye gücü yetmiyordu. Çok güzeldi. İnsanı çeken, ilgi uyandıran garip bir havası vardı.

Dedektif, izini kaybettiren kişi bir kadın olduğunda her zaman temkinli davranırdı. Hayatta ve mesleki yaşamında karşılaştığı olaylar bir kadının sebepsiz yere iz bırakmadan ortadan kaybolmayacağını öğretmişti ona. Daha fazlasını bilmeye ihtiyacı vardı. Ama şimdi değil. Çok yorgundu. Uzun bir gün olmuştu. Genç kadın, tam ofisten çıkmak üzereyken gelmişti. Hayır, buna şimdi karar veremezdi. Kafasını toplaması, olan biteni gerçekten ve doğru şekilde anlayabilmek için ona başka sorular sorması gerekiyordu. Hafifçe öksürdü.

“Şimdilik hiçbir şey için söz vermiyorum. Çok geç oldu. Sizi bir kez daha görmek, bu işi alıp almayacağıma da o zaman karar vermek istiyorum.”

Genç kadın, dedektife defalarca teşekkür ettikten sonra eldivenini ve şapkasını taktı, mantosunu omuzlarına aldı. Kapıya yönelip bir iki adım attıktan sonra birden arkasına döndü.

“Ah, size telefonumu bırakmayı unuttum!” dedi neredeyse neşeli bir tavırla.

Masada bulduğu küçük bir kâğıda numarayı yazdı. Sonra bir kez daha teşekkür ederek odadan ayrıldı.

Dedektif, pencereden yola doğru yürüyüp karanlıkta gözden kaybolan kadını izledi. Sonra masadaki küçük kâğıdı alıp cebine koydu. Işıkları söndürdü.

Eve gitmek üzere ofisten çıktı.

 

Yirmi beş dakika sonra evine ulaştı. Holdeki ışığı açtı. Yukarı çıkmadan önce kedinin mama kâsesinin boş olduğunu fark etti. Dolaptan mamayı alıp kâseyi çabucak doldurdu. Merdivenlerden çıktı. Üzerindekileri çıkarıp banyoya girdi ve hızlı bir duş aldı. Kısa saçlarını sadece havluyla kurutarak yatağına uzandı. Bu akşam ofisine gelen kadını unutamıyor, gözlerindeki ifadeyi aklından çıkaramıyordu. Kendi kendine bu konuyu yarın düşüneceğini söylese de gözünü kapadığında yüzü, bakışları gözünün önünden gitmiyordu.

“Bir insanın ölümüne sebep olmak çok fazla değil mi sizce de?”

Dakikalar ilerliyor, ara sıra dalacak gibi olsa da bir türlü derin uykuya geçemiyordu. Sonra birden gözünün önünde dört sayı belirdi. 2 6 6 3. Onları bugün görmüştü. Bundan emindi. Sadece ne zaman, nerede olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu. Kredi kartı değildi. Bir dosya numarası? Hayır.

Yerinden kalktı. Komodinin üzerindeki abajuru yaktı. Hiç düşünmeden mekanik adımlarla gardırobun önüne geldi. Yere eğildi. Banyoya girerken alelacele çıkarıp yerde bıraktığı pantolonu aldı. Cebindekileri eline alıp içlerinden aradığı küçük kâğıdı buldu. Yatağına, abajurun yanına dönerek ikiye katlanmış kâğıdı açtı. Sayıları okudu.

735-262-663.

Bu bir telefon numarası değildi. Aslında son dört sayının ne olduğunu biliyordu. Sadece henüz kendine bunu itiraf etmemişti. Üç gruba ayrılmış sayıları birleştirip zihninde ikiye ayırdı.

73526 2663.

Kalbi çok hızlı atıyordu. Telefonu aldı. Tuşlara baktı. Harfleri çözmeye çalıştı.

Yedi; dört sessiz harften biri olmalıydı. İkinci sayı sesli bir harf olmalı. Yani E. Üçüncü ve beşinci harfi de bir kenarda tuttu.

Kelimeleri anlamak çok zamanını almadı. Hayatını bulmaca çözmeye, ipuçlarını bulmaya ve gerektiğinde onları yok etmeye adamıştı. Kâğıt elinden düştü. Hızla yerinden kalkarken komodinin üzerindeki boş bardak yere devrildi. Kendini yatağın diğer tarafında buldu. Soluk soluğa kalmıştı. Terliyordu. Hızla yorganı kaldırdı. Elini adamın boynuna koydu. Aradığı şeyi orada bulamamıştı. Uykusundan uyanmayan adamı sarsarak bileğini kontrol etti. Sonra elini kalbine koydu.

Kalbi atmıyordu. Kocası ölmüştü.

 

***

 

Genç kadın, koltuğa başını yaslayıp gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Sonra aynı şeyi birkaç kez daha yaptı. Nefes almayı yeni öğreniyor ya da onu yeniden hatırlıyor gibi görünüyordu. Uzun süredir ilk kez bu kadar rahatlamış hissediyordu. Hafiflemişti.

“İçecek ya da yiyecek bir şey ister misiniz, efendim?”

Hostesin sesini duyunca gözlerini açtı. Kafasını koltuktan kaldırmadan kadına gülümsedi.

“Evet. Kakaolu kek alabilir miyim? Şu üstü çikolata kaplı olanlardan.”

“Tabii, buyurun,” dedi hostes gülümseyerek.

“Bir tane de kardeşim için alabilir miyim?”

Hostes, kadının yanındaki boş koltuğa baktı.

“Tuvalete gitti. Uçak onu biraz tedirgin ediyor, uçarken sık sık tuvalete gider.”

Hostes bir çikolatalı kek daha uzatıp ön koltuktaki yolcuyla ilgilenmek için servis arabasını geri çekti. O sırada koridordan ona doğru ilerleyerek kadının yanına oturan iri yarı, kel adamı görünce şaşırdı. Böyle bir adamın uçmaktan ya da herhangi bir şeyden korktuğuna inanamamıştı.

Genç kadın elindeki kalemle küçük bir not defterine birkaç sayı yazdı. 73526 2663. Sonra yüzünde kulaklarına kadar genişleyen bir gülümseme belirdi. Sayılarla yazı yazmayı bana o öğretmişti. Bulmaca yapmayı ve bulmaca çözmeyi de. Kalemin ucunu iyice bastırarak sayıların üzerine harfleri yazdı. Sonra onları daha da belirginleştirmek için üzerlerinden birkaç kez geçti. Not defterini hafifçe kaldırarak yazan iki kelimeye baktı. Altına adımı da yazsam daha mı iyi olurdu acaba? Hayır, anlayacaktır zaten.

Not defterini yeniden kucağına koydu. Kalemi yanında oturan iri yarı, kel adama uzattı. “Teşekkür ederim.”

Tekrar başını koltuğa dayadı. Karşısındaki ekranda oynayan filme baktı. Sahnedeki otel odasının kapısında üç yüz elli iki yazıyordu. Başını sağa sola sallayarak gülümsedi.

“Çöplerinizi alabilir miyim?” diyen hostese önündeki masada duran boş kek ambalajlarını verdi.

“Bir dakika,” diyerek not defterindeki kâğıdı çekip kopardı ve çöpe atması için onu da kadına uzattı.

Hostes, önündeki siyah torbaya atmadan hemen önce neredeyse kâğıdı delecek kadar sert yazılan yazıyı fark etmişti.

Kâğıdın üzerinde sadece iki kelime vardı.

Selam anne.

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU