“Hani bazı insanların heybetinden korkulur ya, işte onlardandı benim abim. Gözü kara, gönlü genişti. Gözü kara dediğime de bakmayın. Masmavi, gök gibi gözleri vardı. Bir gün bana,
‘Kardeşim, insan derdi kadar insandır, o yüzden bu hayatta derdin olacak.
Sorma bana senin derdin ne diye.
Herkesin derdi kendisi kadardır.
Kiminin derdi memleketin dağlarında, sokaklarında aç kuş bırakmamaktır.
Kiminin derdi vatandır, kimininki ise neyse kötü konuşturma beni.’ demişti.
Benim abim vatan sevgisini, canını vererek göstermiş koca bir küheylandı. Daha dün gibi hatırlarım, vatanın evlatları zehirlenmesin diye günlerce uyuşturucu sevkiyat güzergâhında yatıp kalktığını. Kendi ufacık, el kadar Kemal’ini kundakta, anasını da geceler boyu merakta bırakıp başkalarının çocukları için koşuşturduğunu. Çocukken de böyleydi bu herif. Afyonkarahisar’da büyümüştük. Her ne kadar Egeli deseler de Anadolu’nun bozkırlarından birinde, soğuğunun sertliğiyle terbiye olmuştuk. Anamın bize, o kar kıyamette, kuzine sobada yaptığı patates közlemelerini, mercimekli bükmelerini hatırlarım. Sırf ben çok seviyorum diye kendi patatesini de verir fısıldayarak ‘Anneme söyleme tamam mı?’ derdi. Ta o yaşta bile kendini düşünmez, önce hep başkalarını önemserdi. İşte ben, örnek aldığım bu koca yürekli polis sayesinde jandarma olmuştum. Ama hayatımda ilk defa kızmıştım ben bu adama. Hayatımda ilk defa nefret etmiştim ondan. Beni ve henüz yedi yaşındaki Kemal’ini bırakıp gittiği o gün. Daha evlenmemişken, âşık bile olmamışken, hem de hiç bilmezken, yeğenime babalık yapmak zorunda kaldığım o gün kızmıştım işte ona. Bugün hayatta en çok sevdiğim de en çok nefret ettiğim de abimdir benim için.”
Geçmişten, çok eskilerden çekip almıştı Halil öğretmenin sesi Ensar’ı. Kafasını toparlayıp neden orada olduğunu hatırlamaya çalışmış ve sonunda Kemal’in okulda arkadaşı ile kavga etmesi yüzden geldiğini hatırlamıştı. Okulun bahçesinde cıvıl cıvıl oynayan çocukların anılarına çıkardığı yolculuğa ara vermek zorunda kalmış ve Halil öğretmeni dinlemeye başlamıştı.
“Ensar Bey, Kemal okula başladığından beri benim öğrencim. Babası şehit olmadan kısa bir süre önce onunla da konuşmuştum bu konuyu. Kemal hiperaktif bir çocuk. Ama aynı zamanda çok da zeki bir çocuk. Tabi bir de anne ve baba eksikliğini de düşünürsek, tüm bunlar arkadaşlarıyla anlaşmasını olumsuz yönde etkiliyor. Benin fikrim onunla daha çok zaman geçirmeniz. Anne ve baba eksikliğini ancak siz azaltabilirsiniz. Çünkü her sohbetimizde babası gibi güçlü ve sizin gibi korkusuz olmak istediğini söylüyor. Hatta büyük bir polis olup tüm katilleri yakalayacakmış. Farkındasınızdır ki bu cümle bile baba özlemini apaçık belli ediyor. Biliyorum, size amca yerine baba diyor. Ve kaybettiği baba özlemini sizde arıyor. Bence onunla daha çok zaman geçirmelisiniz. Bu arada yeni görev yeriniz hayırlı olsun. Şaşırmayın, Kemal’den duydum. Dediğim gibi sizden ve babasından çok bahsediyor.”
“Hımm, anladım. Tepkim için kusura bakmayın. Şaşırdım biraz. Tavsiyeniz için teşekkür ederim. Ayrıca haklısınız Halil Hocam, daha çok zaman geçirmeye çalışacağım Kemal ile.”
***
Henüz oluşum aşamasındaydı Ensar’ın ekibi. İl Jandarma Komutanlığı Cinayet Büro Amirliğine atanmıştı. Teşkilatta bu birim yeni kurulmaya başlanmış ve alanında uzman kişileri atamışlardı. Teklif geldiğinde İstanbul’un her yerinde at koşturabileceğini öğrenince sorgusuz sualsiz kabul etmişti. Şimdi İstanbul kazan o kepçe, dönüp duracaktı içinde.
“Alo, Ensar Yüzbaşım!”
“Emredin Komutanım!”
“Beyazıt meydanında bir ceset bulunmuş. Olay polisin. Biliyorum, ekibin hala yeterli mevcuda ulaşmadı ama yardımcını da al git. En azından gözlemci olarak bulunun.”
“Anlaşıldı Komutanım.”
Sabahın yedisinde, İstanbul’un iliklere işleyen soğuğunda, ciğerlerine çektiği nefesle başlamışlardı yeni güne. Polis olay yerindeki işlerini neredeyse bitirmek üzereydi.
“Günaydın Sezai Başkomiserim.”
“Hayırdır Ensar Yüzbaşım? Hoş geldin.”
“Sağ olasın. Gözlemci olarak geldik. Nedir durum?”
“Alnından vurulmuş. 19 yaşında bir erkek. İstanbul Üniversitesi öğrencisi. Muhtemelen susturucu kullanılmış. Yoksa böyle bir yerde, bu kadar geç bulunmazdı ceset. Kapatmışlar bir de üstünü kartonla. Kimsede açıp bakmamış, muhtemelen evsiz sandılar. Bu iki arkadaş, hava aydınlanıp toprağa damlamış kanı gördüklerinde haberimiz oldu. Şimdilik bu kadar. Gelişme oldukça bilgi veririm sana. Beklemenize hiç gerek yok.”
“Eyvallah Sezai Başkomiserim. Eyvallah.”
Baştan savılmışlığın siniriyle ayrılmıştı Ensar. Yardımcısı Murat Üsteğmen bilirdi ki böyle zamanlarda sessiz kalmak can güvenliği için en makbul olanıdır.
“Görüyor musun Murat? Adam ayaküstü başından savdı bizi.”
“Biraz öyle oldu Komutanım. Bilirsiniz, yiğitliğe bok sürdürmek istemez Sezai Başkomiser.”
“Lan oğlum, eyvallah da insan nezaketen de olsa kalabilirsiniz der. Ezberlemiş üç beş kelimeyi, bir de gelişme oldukça bilgi veririm sana diyor. Neyse sistemden bakalım ne var ne yok diye. Allah’tan tüm bilgileri hemen sisteme girmek zorunlu oldu da beyefendinin keyfini beklememiz gerekmeyecek.”
“Telefonunuz çalıyor komutanım.”
“Ha tamam. Aloo, efendim babacığım. Tamam, gelirken alırım olur mu? Ben de seni seviyorum bir tanem. Hadi öpüyorum, güle güle.”
“Kemal mi komutanım?”
“Evet. Kerata pastel boya istiyor. Benim resmimi çizecekmiş.”
“Maşallah komutanım. Çok akıllı bir çocuk.”
“Öyle Murat. Kendi çocuğum olsa ancak bu kadar severdim herhâlde.”
***
Akşama doğru birçok bilgi sisteme girilmişti.
“Komutanım, sisteme neredeyse her şeyi girmişler. Gencin adı Aytekin Kestel. Anlından, yakın mesafeden tek kurşunla vurulmuş. Cüzdanı ve parası cebindeymiş. Bir de yanında ders kitabı varmış. Aslen Erzurumlu. 19 yaşında ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisi. Yurtta kalıyormuş. Annesin, babasının ve maktulü bulan iki kişinin de ifadesi alınmış. Kayda değer bir şey yok. Otopsi raporu henüz gelmemiş. Kamera kayıtlarında yüzü seçilmeyen, tamamen siyah giyimli, 1.75 boylarında, şapkalı bir herif var. Kamera ile sokak sokak takip etmişler ama izini kaybettirmiş. Hassiktir. Kusura bakmayın komutanım.”
“N’oldu lan?”
“Komutanım, maktulün üzerinden bir not çıkmış. Notta ‘MUHACİR’DEN ENSAR’A UFAK BİR HEDİYE.’ Yazıyor.”
“Bakayım bir. El yazısı değil bu. Çıktı alınmış. Acaba bir hediye notu falan mı?”
“Komutanım, buraya yazıyorum, Sezai Başkomiser bu olayı çözemez.”
“Tükürükledin lan her yeri.”
“Biraz öyle oldu komutanım. Ama doğru değil mi?”
“Hakkın var, var da bu Ensar ne lan. Töre cinayeti falan olmasın. Seri ise affedersin ortaya bırakırlar. Temizlemek de muhtemelen bize kalır.”
“İşlerine burnumuzu mu soksak acaba? Hem biraz baskı yaparsak belki bir şeyler öğreniriz. Ne dersiniz komutanım?”
“Gerek yok Murat. Zaten olay eninde sonunda bize dönecekmiş gibi geliyor.”
***
“Ensar Yüzbaşım, polisin elindeki olayda bir gelişme var mı?”
“Yok komutanım. Ek olarak otopsi raporu gelmiş sadece. Maktul sabaha karşı beş sularında öldürülmüş. Kanında ciddi oranda uyuşturucu maddeye rastlanmış. Zaten leş gibi alkol kokuyordu. Bir de üzerinden çıkan not var tabi. Polis tutanak tutmuş, maktulün çevresinde Ensar ya da Muhacir adında birisi olmadığına dair. Tabi katilin kastettiği isim olmaya bilir. Üç gündür uğraşıyorlar. Bizi de pek yaklaştırmıyorlar yanlarına. Elde ettikleri bir ipucu var mı bilemiyoruz.”
“Anladım Ensar Yüzbaşım. Bir dakika, bir dakika… Ensar bu sana bir mesaj olmasın?”
“Doğrusu bunu ben de düşündüm komutanım. Eski defterleri karıştırdım biraz. Ama mantıklı bir şey çıkmadı. Tabi abimin ve yengemin şehit edilmesini saymazsak.”
“Katil bulunamamıştı değil mi o olayında?”
“Maalesef Komutanım. Hala araştırıyorum, ama bir arpa boyu yol alamadım. O gün Beyazıt’a girmişler yengemle. Ekipçe yemek yemişler. Bir mekan kiralayıp saatlerce soba başında muhabbet etmişler. Sabaha karşı çıktıklarında, tenha bir sokakta ikisi de kalbine yemiş bıçağı. Ne kamera ne de görgü tanığı var. Ama gafil avlandıkları çok belli. Abim kendini iyi savunabilen birisi. Belki de tanıdığı biriydi bilemiyorum.”
“Ya aynı kişiyse bu herif? Ensar’dan kastı da sensen? Bence dikkatli olmakta fayda var. Özellikle de yeğenine dikkat et Ensar.”
“Haklısınız Komutanım. Bu yüzden lojmana taşınmayı düşünüyordum. Evli olmadığım için sıkıntı oldu. Yardımcı olabilir misiniz?”
“Tamamdır. Sen merak etme, yarın taşınmak için hazır ol sadece. Ayrıca Vali yarım ağızla polis halledemezse olayı size devredebiliriz falan dedi. Tabi Emniyet Müdürü ‘Biz hallederiz.’ diyor ama siz yine de hazırlıklı olun. Ben de senin ekibe deneyimli personel kaydıracağım.”
“Personel sayımızın artması çok iyi olur komutanım. Eğer soruşturma bize devredilirse kendimizi kanıtlamamız için iyi bir fırsat olur bu. Zaten olay çarşaf çarşaf haber oldu her yerde. Ayrıca lojman için teşekkür ederim. Müsaadenizle.”
***
Ensar ertesi gün vakit kaybetmeden taşınmış, en azından bu konuda endişelerinden kurtulmuştu. Artık rahat rahat olaya odaklanabilirdi. Ama olayın çözülemeyişi ve artan baskılar poliste büyük etki yapmış olmalı ki bırakın bilgi vermek, ucundan dahi baktırmıyorlardı dosyaya. Cinayetin beşinci günü bir gazetede atılan manşet bardağı taşıran son damla olmuştu. Katilin kameraya yansıyan görüntülerini göstererek ‘SUÇ BELLİ, KATİL BELLİ AMA ORTADA POLİS YOK’ yazılmıştı. Vali bu konuda bayağı sinirlenmiş olmalı ki soruşturmaya jandarmayı dâhil etme kararı almıştı. Bu sayede Ensar dosyayı ayrıntılı inceleme olanağı bulmuş ama sistemdekinin dışında bir şey göremeyince hayal kırıklığına uğramıştı.
“Komutanım bir ceset daha bulunmuş.”
“Cidden mi lan? Nerede bulunmuş?”
“Gülhane’de Komutanım. Ama ayrıntıyı bilmiyorum. Hakan Albay koridorda gördü beni. Size haber vermemi istedi. Telefonunuza ulaşamamış. Bir an önce olay yerine geçip beni bilgilendirsin dedi.”
“Tamam, hızlıca çıkalım.”
Ceset Gülhane Parkı’nda, alnından yediği tek kurşun ile sırtı ağaca dayalı halde, sabaha karşı bulunmuştu. Olaya dâhil olmanın heyecanı ve Sezai Başkomiserin başarısızlığını da göz önünde bulundurunca sanki ortak değil de soruşturmayı Ensar Yüzbaşı yönetiyormuş gibi gözüküyordu.
“Murat, kamera kayıtlarını inceleyelim. Öldürme şekline bakacak olursak katilimiz galiba aynı kişi. Tabi taklit de olabilir. Otopsi raporu gelince netleşir. Kim bulmuş cesedi?”
“Bekçiler bulmuş Komutanım. İki dürtmüşler, bakmışlar kalkmıyor, başı da aşağıda olunca sızdı sanmışlar. Tabi hava karanlık olduğundan anlayamamışlar. Yana devrilince alnındaki izi ve yerdeki kanı fark etmişler.”
“Aman ne güzel. Koca parkta onca bekçi var ama ne olmuşsa kimsenin ruhu duymuyor.”
“Anlaşılan yine yakın mesafeden yemiş kurşunu Komutanım.”
“Evet. Bu maktulde leş gibi alkol kokuyor. Kimliğini ver bakayım. Emir Zengin. Yirmi bir yaşında. Bu da İstanbul Üniversitesi Hukuk öğrencisiymiş.”
“Komutanım, bence de katil aynı kişi. Olay seriye mi gidiyor? Ne diyorsunuz?”
“Ağzını hayra aç oğlum.”
“Emredersiniz Komutanım.”
“Yerdeki kana bakılınca burada öldürüldüğü anlaşılıyor. Zaten başka yerde öldürüp getirebileceği bir yer değil Gülhane. Diğer çocuk da Hukuk öğrencisiydi. Belki tanışıklıkları vardır. Araştıralım.”
Kalabalığı yarıp, koşarak gelen bir kadının ‘Oğluum’ diyen sesiyle inlemişti koca park. Bir ananın yaşarken ölüşünün feryadını işitmiş, ciğerlerinin parçalandığı, canından canının gittiği ana şahit olmuştu herkes. Tıpatıp aynısını, sanki bir yıl öncesinin tekrarını yaşıyor, kulaklarında kendi anasının feryadını, kapıya gelen polislerde abisinin şehitlik nişanını duyuyordu Ensar. Murat Üsteğmenin sesiyle irkilmiş, toparlanmıştı.
“Komutanım, iyi misiniz?”
“İyiyim, iyiyim kardeşim.”
“Valla Allah sabır versin kadıncağıza. Dayanmak çok zor komutanım.”
“Âmin âmin kardeşim.”
“Komutanım, eğer böyle giderse bir ceset daha bulacağız.”
“Öyle de Murat. Bu herifin derdi ne? Niye öldürüyor. Hadi ilkinde ufak bir hediye dedi. Tabi ya not, bak bakalım maktulün üzerine bir not var mı?”
“Bir kâğıt var komutanım. Buyurun.”
“VAKİT DOLMAK ÜZERE ENSAR. BU SANA MUHACİR’DEN SON HEDİYE!”
Notu görünce endişeyle Kemal’in öğretmeni Halil Hoca’yı aradı Ensar. İyi olduğunu öğrenince rahat bir nefes aldı.
“Komutanım, bir sıkıntı mı var? Ne yazıyor notta?”
“Bu herif her kimse anlaşılan kafayı bana baya takmış Murat. Sen buradaki işleri hallet. Ben Kemal’i okuldan alacağım. Bir müddet evde kalsa iyi olacak. En azından içim rahat eder.”
“Anlaşıldı komutanım. Siz burayı merak etmeyin. Gelişme olursa sizi haberdar ederim.”
***
Yıllar önce harçlıklarını biriktirip bir pikap satın almıştı Ensar. Arada Cem Karaca’nın, Barış Manço’nun plaklarını koyar, dinlerdi. Aslında abisi çok iyi bilirdi ki kafası karışık olduğunda ya da stresliyken çalardı o pikap. Yine odayı Cem Karaca’nın o şahane sesinden bir sesleniş doldurmuştu. Koca üstat ‘Sen de başını alıp gitme!’ diyordu. Ensar bir yandan bu seslenişe kulak veriyor, bir yandan da iki cinayetin de fotoğraflarını inceliyordu. Kapının kenarından Kemal’in kendisini izlediğini fark edince fotoğrafları kapatmış, Kemal’e bakmadan ‘Sanki bir maymuncuk beni izliyor.’ demişti. Ayıcıklı mavi pijamasıyla, elleri arkasında bir şeyi gizlerken yavaş yavaş yaklaşmıştı. Ensar Kemal’in gözlerindeki yaşları görünce sordu:
“Oğlum, sen ağladın mı? Gözlerin neden yaşlı?”
“Babacığım, buna bakalım mı?”
Kemal cevap verirken arkasında sakladığı harici belleği çıkarmıştı. Abisinin tüm fotoğraf ve videoları bu bellekte sakladığını bildiği için görünce gözleri dolmuştu Ensar’ın. Fark etmesin diye de hızlıca silmişti gözyaşlarını. Ne zaman anne ve babasını özlese kapar gelirdi belleği Kemal. Gözü gibi bakardı, hatta saklayabilmek için kilitli dolap bile yaptırtmıştı Ensar’a.
Ensar Kemal’i kucağına almış, o küçücük başını boynuna dayamıştı. Fotoğrafları geçtikçe eline Kemal’in babası gibi mavi gözlerinden boncuk boncuk yaşlar düşüyor, derin derin nefes alışını hissettikçe, içi kahroluyordu. İşte o fotoğrafa gelince dur demişti Kemal. Dünyadaki en mutlu ailenin gülümseyişi vardı o fotoğrafta. Küçücük eliyle Ensar’ın başparmağını kavramış, yüzlerinin en ince ayrıntısını ezberleyene kadar bakmış ve uyuya kalmıştı. Yavaşça yatağına götürüp yatırmıştı Ensar. Parmak uçlarında yürüyüp sessizce kapatmıştı kapıyı. Baba olmak zordu evet. Ama kalbi kırık bir yeğene baba olmak daha zordu sanırım. Kendini koltuğa bırakmış, gözlerinden gelen yaşlara mani olamamıştı. Telefonu çalınca hızlıca toparlanıp cevap verdi.
“Efendim Murat.”
“Kusura bakmayın Komutanım, rahatsız ettim.”
“Önemli değil Murat. Bir gelişme mi var?”
“Evet Komutanım. Otopsi raporu geldi. İlk cinayetle aynı her şey. Sabaha karşı saat beş sularında öldürülmüş. Kanında uyuşturucu maddeye rastlanmış. Ölüm sebebi alnından yediği kurşun.”
“Kamera kayıtlarından bir şey çıktı mı? Cesedin bulunduğu yeri gören bir kamera vardı sanki?”
“Aslında bunun için aradım sizi. Kamera kayıtları geldi. Katil 1.75 boylarında, şapkalı ve yüzü seçilmiyor. Ayrıca iki maktulde aynı silahla öldürülmüş. Kısacası katilimiz aynı kişi ve maalesef, kamerayla takipte yine izini kaybettirmiş.”
“Yarın sabah ilk işimiz maktullerin bir tanışıklığı var mı onu tespit etmek olsun. Sosyal medyada arkadaş olabilirler, ortak arkadaşları olabilir veyahut uyuşturucuyu aynı kişiden alıyor olabilirler. Her şeyi tek tek araştıralım. Tabi katilimiz hala bir gölgeden ibaret olduğu için onun hakkında bir şey diyemiyorum.”
“Komutanım ya yeni ceset bulursak. Bu polis kadar bizi de zorlayacaktır.”
“Merak etme Murat. Yeni bir ceset çıkmayacak. Neyse hadi çok yorma kendini. Git uyu. Yarın daha çok yorulacaksın.”
“Anlaşıldı komutanım.”
Murat’ın kafası karışmıştı. ‘Anlaşıldı komutanım.’ demişti ama aslında hiçbir şey anlamamıştı. ‘Nasıl yeni bir ceset çıkmayacak, nasıl bu kadar emin olabilir ki?’ diye kendi kendine sormuştu. Acaba kendisinden önce neyi keşfetmişti ki? Hangi ipucunu yakalamıştı da bu kadar rahattı. Hâlbuki iyi tanırdı Ensar Yüzbaşıyı. Gece gündüz uyumaz o şerefsizi yakalamak için elinden gelen her şeyi yapardı. Aklındaki sorular merakını artırırken kafasını da iyice karıştırıyordu. Yarın sabah alacağı cevapları düşünüp uyumanın daha isabetli olacağına karar verdi.
“Günaydın Murat. Hazırlan emniyete gidiyoruz. Sezai Başkomiser aradı. Emir Zengin’in Cemil diye bir arkadaşı varmış. Çocuğun annesinin yanına gitmiş bu Cemil. Abuk sabuk sorular sormuş. Annesi de ‘Oğlumu kesin bu çocuk öldürdü.’ diyormuş. Polisle beraber çocuğu alacağız.”
Sivil polis ekipleri ile beraber Ensar ve Murat da çocuğun kapısının önüne gelmişlerdi. Ev müstakil ve bahçeliydi. Bahçe çeşitli meyve ağaçlarıyla doluydu. Cemil perdeyi kaldırıp aradan bakmış ve hızlıca kapatmıştı tekrar. Ensar bunu fark edince kaçma ihtimalini de düşünüp Murat’ı evin arka tarafına göndermişti. Polis kapıyı üç kez çalmış ama cevap veren olmamıştı. Murat’ın bağırışıyla herkes dikkat kesilmişti.
“Komutanım, kaçıyor.”
Ensar sesi duyunca hızlıca evin etrafını dolaşıp Murat’a yetişmişti. Murat’ın yanına geldiğinde, arkada ne amir ne de memuru kalmıştı.
“Murat koş oğlum, nerde senin komandoluğun?”
“Valla ben yaşlanmışım komutanım da maşallah siz bayağı iyisiniz.”
“Ben gencim oğlum, sen kendi derdine yan.”
“Lan Cemiiil, lan veleeet!! Olum kaçabileceğini düşünüyorsan sıçtın. Ama yakalayınca bu kadar kibar olmayacağım.”
“Tamam, tamam durdum. Ateş etmeyin. Ben bir şey yapmadım.”
“Ne ateşi lan. Durmasaydın seni harbi döverdim. Ama akıllı çocukmuşsun.”
Sorgu odasında, korkusunu belli etmemek için ayaklarını sallayıp duran, yirmi bir yaşında uyuşturucu madde bağımlısı olduğu her halinden belli bir gençti Cemil. Kendini bu belaya kaptırmış, yitmeye yakın bir genç. Kendini suçlamıştı Ensar. Sorgu odasına girerken ‘Vatan evlatlarını nasıl kurtaracağız bu beladan?’ diye söylenmişti.
“Nasılsın Cemil?”
Cemil kendisini tazı gibi kovalayan bu jandarmayı karşısında görünce tedirgin olmuştu.
“İyiyim.”
“Ne kadar zamandır uyuşturucu kullanıyorsun?
“Kullanmıyorum komutanım.”
“Lan si* Tövbeee. Oğlum salak mısın? Niye yalan söylüyorsun?”
“Şey komutanım, üç yıldır.”
“Niye kaçtın bizden?”
“Korktum komutanım. Satıcı diye suçlarsınız diye.”
“Kafada hikâyeyi de yazmışsın oh.”
“Yok valla komutanım.”
“Nerden tanıyorsun sen bu Emir’i?”
“Emir benim okul arkadaşım komutanım. Öldüğünü duyuca çok şaşırdım. Hele öldürüldüğünü duyunca daha çok…”
“Niye şaşırdın? Burası İstanbul oğlum. Bu şehirde her gün kaç kişi öldürülüyor biliyor musun?”
“Valla bilmiyorum komutanım. Ama Emir kendi halinde sakin birisiydi. Dediğim gibi ben üç yıldır uyuşturucu kullanıyorum. Emir daha geçen sene başlamıştı. Aynı sınıfta olduğumuz için uyuşturucuya başlamadan önce de tanırdım onu. Bağımlı olduktan sonra bayağı agresif oldu. En son, malı Kesik Parmak’tan aldığını duyunca işte bu salak çok yaşamaz dedim.”
“Nerden vardın böyle bir kanıya? Hem Kesik Parmak da kim? Adı neymiş?”
“Valla komutanım, herkes Kesik Parmak diye bilir onu. Adını bilmiyorum. Bu Kesik Parmak kimseyi idare etmez. Acımaz vurur parasını vermezsen. Emir’in maddi durumunun iyi olmadığını da bildiğim için öyle demiştim. Dediğim gibi de çıktı. Zaten birkaç gündür gören de olmamış bu Kesik Parmak’ı.”
“Aytekin Kestel diye birini tanıyor musun?”
“Tanımıyorum Komutanım. Valla ilk defa duydum adını.”
Ensar sorgu odasından çıktığında Murat çoktan Kesik Parmak hakkında bilgi toplamıştı.
“Komutanım, herifin dosya bayağı kabarık. Ama aradığımız kişi değil. Emir’i öldürmüş olamaz. Çünkü Emir ölmeden bir gün önce uyuşturucu satarken suçüstü yakalanmış. Şu an hapiste.”
“Zaten bu olay bu kadar basit olmamalı Murat. Katil uyuşturucu satıcısı çıksaydı hayal kırıklığı olurdu.”
“Komutanım, sizin bildiğiniz bir şeyler var değil mi? Kafam allak bullak. Lütfen bana da söyleyin.”
“Aslında senden fazla, hatta katilin bilmemizi istediğinden başka bir şey bilmiyorum.”
“Dün gece başka bir ceset çıkmayacak dediniz. Bunu nereden biliyorsunuz?”
“Katil söyledi.”
“Komutanım, kafa bulmayın benimle.”
“Oğlum ne kafa bulacağım. Son notta ne yazıyordu? ‘Vakit dolmak üzere Ensar. Bu sana Muhacir’den son hediye.’ Hatırladın mı? Bu ceset benim göreceğim son ceset. Belki sen görürsün. Ama ben görmeyeceğim.”
“Ne demek istiyorsunuz Komutanım?”
“Diyorum ki, bana biçtiği vakit dolmadan onu bulamazsam diğer ceset ben olacağım. Yani şimdiki hedef benim ya da aklıma bile getirmek istemiyorum o ihtimali ama Kemal’de olabilir. Anladın mı?”
“Allah korusun Komutanım.”
“İşte o yüzden katil bulunana kadar Kemal’i okula göndermiyorum. Sağ olsun Hakan Albay da lojmandaki güvenliği artırdı.”
***
Ensar yine geri sayımın pençesinde, eli boş dönmüştü eve. Bu sefer Kemal’in değil de kendi burnunda tütmüştü abisi. Öyle bir çıkmazın içindeydi ki, abisinin fotoğraflarıyla dertleşmek istemişti. Dün geceden odasında kalan harici belleği takmış tek tek döndürmeye başlamıştı fotoğrafları. Her geçen fotoğrafta biraz daha doluyordu gözleri. Kemal’le bakarken sonuna varamadığı binlerce fotoğrafı bu sefer bitirecekti. Çünkü fark etmişti ki abisinin fotoğraflarına baktıkça verdiği öğütleri hatırlıyordu. Sabaha kadar binlerce fotoğrafa bakmıştı. Kendi çocukluklarından bu yana tüm fotoğraflara.
En son karşısına çıkan fotoğraf yıkmıştı Ensar’ı. Not olarak yazılmış bu fotoğrafta
‘BU SANA İLK VE SON HEDİYEM. VAKİT DOLMAK ÜZERE. BENİ BULAMAZSAN ÖLÜRSÜN’
yazıyordu. Kanı donmuştu adeta. Not çıktı olarak alınmış ve üzerine abisinin ölümünden on gün öncesinin tarihi yazılmıştı. Abisi daha önce hiç bu konudan bahsetmemişti kendine. Anlaşılan dikkate de almamıştı. Çünkü çalışma arkadaşları bile böyle bir konudan bahsetmemişlerdi. ‘Vakit dolmak üzere’den kastının abisine verdiği on günlük süre olduğunu anlamıştı. Evet, artık çok uzun zamandır aradığı o katil, şimdi kendisini hedef olarak seçmişti. Muhtemelen kendisine verdiği süre de aynıydı ve üç gün çoktan geçmişti. Soruşturmaya abisinin dosyası da dâhil edilerek genişletilmişti. Artık dört cinayet işlemiş ve sıradakinin kendisi olduğu bir soruşturmayı yürütüyordu Ensar. Zaman hızlıca geriye doğru akmaktaydı.
Hiç uyumadan İl Jandarma’ya gitmiş, konuyu hızlıca özetlemişti ekibine. Toplantı sonuna doğru bilişimden Aytekin Kestel ve Emir Zengin’in dijital materyallerinin ayrıntılı inceleme sonuçları gelmişti. İkisine de her biri ayrı hesaplardan olmak üzere ikişer e-posta atılmıştı. İlk e-posta maktullerin ölümünden on yedi gün önce gelmiş ve içinde ‘BENDEN SANA UFAK BİR HEDİYE’ notuyla beraber alnı delinmiş bir ayıcık fotoğrafı vardı. İkinci e-posta ise ölümlerinden on gün önce gelmişti ve şöyle yazılıydı: ‘VAKİT DOLMAK ÜZERE. BU SANA SON HEDİYE.’
Yine gün boyu hiçbir ilerleme kaydedemeden eve dönmüştü. Tüm gün evde durmaktan sıkılmış Kemal’le oyunlar oynamış ve çizdiği resimlere bakmışlardı. Her resmi tek tek anlatmaya başlamıştı Kemal. Ne kadar güzel şeyler hayal edip de kâğıda aktarabilmişti bunları Kemal. Yeteneği olduğu her halinden belliydi.
“Orman mı çizdin oğlum? Bu resimde çok güzel olmuş.”
“Burası orman değil baba. Burası Gülhane parkı. Bak bu da ceviz ağacı. Cevizleri görüyor musun?”
“Görüyorum oğlum. Çok güzel çizmişsin.”
Ensar’ın gözünün önüne gelen Gülhane’deki cinayetin görüntüleri ve kulağında çınlayan o şarkı her şeyi bir bir anlamasını sağlamıştı. Sabahı beklemeden apar topar İl Jandarma’ya gitmiş, mesai başlarken gür sesiyle bağırmıştı. “Herkes toplantı odasına!” Murat Üsteğmen dâhil hepsindeki şaşkınlık gözle görülebiliyordu.
“Komutanım, bir şey mi oldu?”
“Oldu Murat.”
Evet, bir şeyler olmuştu. Her şey netleşmeye başlamış, profilleme için yeterli bilgi edinilmişti. Ensar kendinden emin ve sanki tanıyormuş gibi anlatmaya başlamıştı katili.
“Evet arkadaşlar. Herkesin bildiği gibi katilimizin şimdiki hedefi benim. Bundan önce de işlediği cinayetleri vardı. Ve eğer biz bir hata yaparsak muhtemelen sıradaki de ben olacağım. O yüzden herkes dikkatini bana versin. Katilimiz, orta yaşlarda ama çevik ve kuvvetli birisi. Cinayetlerin hepsinin sabaha karşı işlendiğini düşünürsek, katilimizin bekâr ve mesai saatleri içinde çalışabildiği bir işi olmalı. Dış görünümü ise tamamen sıradan. Eğer son iki cinayetten yola çıkarsak bağımlı ve özellikle de hukuk öğrencilerini, silahla öldürerek imzasını attığını biliyoruz. Ama biz katilin görünümü gibi imzasının da alışageldiğimiz tarzda olduğunu düşünerek yanıldık. Evet, katilimizin alışagelmedik ama zekice bir tarzı var. En önemlisi de kendisi saplantılı derecesinde Nazım Hikmet hayranı.”
“Komutanım bizimle dalga geçmiyorsunuz değil mi?”
Murat’ı gözlerinin içine bakarak azarlamıştı Ensar. Kapının çalmasıyla bakışlarının yönü değişti.
“Komutanım, böldüğüm için üzgünüm ama Halil Özner diye birisi geldi. Öğretmenmiş. Size ulaşamamış. Oğlunuzun okula devamsızlığı hakkında görüşmek istiyormuş.”
“Tamam, buraya gönder.”
“Buraya mı?”
“İstersen bir daha tekrarlayayım.”
“Özür dilerim. Emredersiniz komutanım.”
Kısa bir sessizlikten sonra salona Halil Öğretmen girmişti.
“Ensar Bey, kusura bakmayın böldüm sanırım.”
“Olur mu öyle şey, buyurun oturun lütfen. Ama sizi biraz bekleteceğim.”
“Problem değil, beklerim.”
Ensar kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı.
“Aranızda Nazım Hikmet’in ‘Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü’ şiirini bilen var mı? Cevap veren olmadığına göre yok.”
“Valla ilk defa duydum komutanım.”
“Tahmin edebiliyorum Murat. Bu biraz ilgi meselesi.”
Halil Öğretmen bu söze biraz tebessüm etmişti.
“O zaman daha kolaydan başlayalım. ‘Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.’ Bu mısra ile başlayan şiiri, hadi şiir kısmını geçelim şarkısını Cem Karaca’dan dinlemeyen yoktur. Varsa durmasın zaten bu odada.”
Ensar bu sözü söylerken tebessümle Murat’a dönmüş, bunun üzerine salonda ufak bir gülüşme olmuştu. Ortam tekrar sessizliğe kavuşunca Ensar ciddiyet ile konuşmasına devam etti.
‘Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.’
“Ne Emir Zengin bunun farkındaydı ne de biz. Hangimiz dikkat ettik ki cesedin bir ceviz ağacı altında olduğunu. Katil bize Nazım Hikmet’tin dizeleriyle sesleniyor arkadaşlar. Diyor ki:
Bir ölü yatıyor
On dokuz yaşında bir delikanlı
Gündüzleri güneşte
Geceleri yıldızların altında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
.
.
.
Bir ölü yatıyor
Vurdular
Kurşun yarası
Kızıl karanfil gibi açmış anlında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
“Size bir şeyler anımsattı mı bu şiir? Alnından, şafak sökmeden önce, karanlıkta vurulup, gün doğumunda bulunan 19 yaşında ki Aytekin Kestel. Şaşırmayın arkadaşlar. Daha da ileri gidelim mi? Gidelim gidelim, durmanın bir manası yok.
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
Dalga dalga aydınlık oldular,
Yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zapt ettiler yine.
Beyazıt’ta şehit düşen
Silkinip kalktı kabrinden,
Ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
Yıktı Şahmeran’ın mağarasını.
Gözleri dolmuş, boğazı düğümlenmişti. Yutkunmak mı? Şu an en zor şeydi o. Masadaki şişeden iki yudum aldığı su bıçak gibi delip geçmişti kursağını.
“Katilin üçüncü cinayetinde anlatmak istediği bu şiirdi işte. Beyazıt Meydanı’nda bıçaklayarak şehit ettiği abim ve yengemle bu şiiri anlatmak istedi. Ve eğer devam edebilirse başka bir şiiri benim cesedim ile anlatacak. Evet, arkadaşlarım, bugünün en büyük dersine şimdi başlıyoruz.”
İlk şaşkınlığı atamadan ikinci şaşkın bakışlar dolaşmaya başlamıştı salonda. Hışma uğramak istemediklerinden sadece susuyordu herkes.
“Bir kolluk olarak suçluyu küçümserseniz, bir adım, belki de on adım geriden gelmek zorunda kalırsınız. Her biriniz bunu gayet iyi biliyorsunuz. Peki, katil gibi düşünün şimdi. Ya kolluğu küçümsemek? Hahaha! En zevk aldığım kısım burası işte. Çok severim böyle suçluları. Ahhh tabi şunu unutmamak lazım ki en kötüsü de meraktır. Bazen katilin merak duygusu kendisine düşman olur çıkar. Karşı tarafa, yani kolluğa hizmet etmeye başlar. Ahh bu merak yok mu? Bazen öyle çok artar ki düşmanın evine kadar getirir o ayakları. Çok uzattım sanırım değil mi Halil? Ayaklarının seni buraya kadar getirecek şeyin ne olduğunu bende merak ettim doğrusu.”
Halil afallamıştı. Tüm konuşma boyunca kendinden o kadar emindi ki ibre birden kendine dönünce çok şaşırmış, tek kelime dahi edememişti. Cinayetlerin baş şüphelisi olarak gözaltına alınmıştı.
“Komutanım, neye dayanarak bu adamı gözaltına alıyoruz? Siz iyi misiniz?”
“Ben iyiyim Murat. Aklım da gayet başımda. Halil üç cinayette de hava aydınlandıktan bir saat sonra kameralara yakalanıyor. İlkinde kamera kaydında tesadüfen gördüm. Çok da önemsemedim doğrusu. Ama Kemal’e, hatta tüm sınıfa resim dersinde Gülhane Parkı’nda ceviz ağacı çizdirince şüphelenip tüm kayıtlara baktım. Hatta abim ve yengemin cinayetinde polisin olay yerinde kalabalığı çektiği videoya bile baktım. Her olayda da kameralara yakalandığını görünce şüphelerimi doğrulamış oldum. Tabi bunlar yine de tek başına yetmez. Çünkü şu an elimdeki tek şey şüphe. Bu şüpheyle Halil’i sadece 24 saat gözaltında tutabiliriz. O yüzden evinde, okuldaki odası, masası ya da her neyse hepsine bakacağız. Muhakkak bir şeyler çıkacaktır.”
“Emredersiniz komutanım.”
Halil’in evinde, okulundaki masa ve dolabında yapılan aramalarda bir adet Sarsılmaz Kılınç 2000 Mega marka silah, bir adet susturucu, beş adet şarjör ve 20 kutu fişek bulunmuştu. Bununla beraber zincirle kolye haline getirilmiş iki adet boş kovan ve evin her yerine, cesetlerin üzerlerine bırakılan notların benzerleri, buruşturulup top haline getirilerek atılmıştı. Ensar aradığı tüm delillere ulaşmıştı. Halil’in sorgusuna girdiğinde tek bir soru sormuştu. “Abimi neden öldürdün?!” alabildiği cevap ise adeta mide bulandırıcıydı. “Şiirleri yaşatmak için.” demişti.
Adliye koridorundan cezaevine götürülürken Ensar’a şu dizeleri sıralamıştı Halil:
Belki ben
O günden
Çok daha evvel,
Köprübaşında sallanarak
Bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.
Belki ben
O günden
Çok daha sonra,
Matruş çenemde ak bir sakalın izi
Sağ kalacağım…
Ve ben
O günden
Çok daha sonra:
Sağ kalırsam eğer,
Şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
Duvarlara
Son kavgadan benim gibi sağ kalan
İhtiyarlara,
Bayram akşamlarında keman
Çalacağım…
Ensar Halil’e bakarak kahkaha atmaya başlamıştı.
“Sağ kalmak ha? Dur ben de sana bir şiir okuyayım. İyi dinle Halil.”
Şişman adamlar kolları alabildiğine uzun,
Omuzlarında altın çuvalları
Rap rap yürüyorlar…
Ne çok insan öldürüyorlar.
“Dikkat et kendine Halil, dikkat et. Maazallah bir gece ranzanda ölü bulurlar seni.”