Değerli yazarımız Hüseyin Sadıç, rahatsızlığı nedeniyle ara verdiği yazılarına yeniden başladı. Kendisine, Dedektif Dergi olarak aramıza hoş geldiniz diyor, sağlıklı günler diliyoruz.

Yeşim Sağ – Dilsiz
Yazarı tanımıyorum. Hakkında bir bilgiye de ulaşamadım. Kadına uygulanan şiddeti konu olan pek çok roman ve öykü var. Bazıları gerçekten çok iyi kurgulanmış. Tüm dünyada var olan bu şiddet ülkemizde cezasız kalması, hoş görülmesi nedeniyle artık tahammül sınırlarını aşmış bir durumda. Bu şiddeti anlatan bir roman “Dilsiz”. Kadına uygulanan şiddet. Dokunmak, dikkat çekmek istediği konu son derece önemli ve can yakıcı. Ama iyi anlatıldığı konusunda ciddi şüphelerim var ne yazık ki. Kitap 383 sayfa. İlk 90 sayfa bir sürü karakteri, geçmişleriyle birlikte tanımakla geçiyor. Elbette karakterleri tanımak bir öykünün içine girebilmek açısından önemli ama bu kurgunun içine yedirilerek ustaca yapıldığında çok değerli. Bu kitapta ise bu böyle olmadı, hatta kitabı bitirdikten sonra bunun çok da gerekli olmadığını düşündüm açıkçası. Kitabın ana konusu olan cinayetin varlığını ancak 149. sayfada öğrenebildim. Yani kitap bir anlamda 149. sayfada başladı. Karakterlerin yaratılışını sevdim ama bence kurgu son derece sorunlu. Çok farklı bir şekilde anlatılabilir ve bu son derece önemli konuya çok daha iyi dikkat çekilmesi sağlanabilirdi. Yazar kurguyu hazırlarken pek çok akıl oyunu uygulayabilir, okuyucuyu ters köşe yapmak için ilginç yollar deneyebilir. Ama bir polisiyede yazar her zaman dürüst olmalıdır. İp uçlarını verir, olayları anlatır, okurun suçluyu bulup bulamaması okuma yeteneğine bağlı olmalıdır. Yazarın “ASLA” yapmaması gereken şey ise okuru yanlış yönlendirmektir. Son derece çarpıcı bir konu, farklı bir kurguyla çok daha iyi anlatılabilirdi. Yazım hatalarına girmiyorum.

Erdal Süsem – Kusursuz Cinayet
Bazen sayfa sayısı yüzünden elinize almaya korktuğunuz kitaplar olur. Kocamandır, ürkersiniz. Ama başladığınızda nasıl aktığını, ne zaman bittiğini anlamazsınız. Pek çok böyle kitap okuma şansım oldu. Bu kitap ise sadece 234 sayfa ama gitmedi, akmadı, yürümedi. Uzun zamandan beri ilk kez bir kitabı tamamlamadan bıraktım. Dört günde ancak 86. sayfaya gelebildim. Yok, yürümüyor. Ben de daha fazla zorlayamayacağım açıkçası. “Polisiye” tanımını hak eden bir anlatım göremedim. Bazen kurgu gerektirdiği için anlatı içinde iç ses kullanılabilir. Ama çok uzun ve sıkıcı olmamak şartıyla. Ben pek sevmem bu tarz anlatımı. Bu kitapta ise 86. sayfaya dek sürekli iç ses anlatımı okudum. Daha fazla ilerleyemedim ben. Yolu açık olsun.

Kerem Kaş – Kutsal Sır
Bir önceki kitaptan bahsederken, sayfa sayısı nedeniyle okuru ürküten kitaplardan bahsetmiştim. Okumaya başlar başlamaz akıp giden, sürükleyen, nasıl bittiğini anlayamadığınız kitaplar olur bazen bunlar. Kutsal Sır” kesinlikle böyle bir kitap. 464 sayfa neredeyse bir günde bitti. Kerem Kaş daha önce “İntikam” ve “Kayıp Cesetler” adlı romanlarıyla tanıdığımız bir yazar. Akıcı, sürükleyici, polisiyeden çok macera yönü ağır basan bir roman. Kurguyu, karakterleri, anlatımı çok beğendim. Okurken arada durup Google amcaya baş vurdum. Verilen ip uçlarında yer alan tablo ve ressamlar hakkında bilgi almak zorunda kaldım. Olmazsa olmazdı. Anlatıyı hakkıyla anlayabilmek için o tabloları görmek zorunda hissettim kendimi. Yazar, tarihi gerçekleri kurguya öyle güzel yedirmiş ki. Tarih ve macera içiçe, biraz “Indiana Jones” ama çokça “Da Vinci Şifresi” tadında harika bir roman. İstanbul’un eski hanlarından birinde 570 yıldır saklanan, neredeyse binlerce yıllık bir geçmişe sahip bir sır, kutsal bir sır. Bu sırra erişmek için öldürmekten, işkence etmekten çekinmeyen iki farklı fanatik grup. Soğukkanlı, acımasız ve son derece becerikli bir katil. Bir de bu sırrın peşine çok farklı nedenlerle düşen iki üniversite öğrencisi, Murat ve Ercan. Fanatik grupların işlediği cinayetleri çözmeye çalışan Başkomiser Aydın ve yardımcısı Komiser Sefer. Başkomiser Aydın’ı canından bezdiren adam kayırmalar, soruşturma açmaktan, arama izni vermekten korkan savcılar, devletin üst makamlarına sızmış, kimliğini ustalıkla gizleyen bakanlar, bürokratlar. Okumanızı öneririm. Seveceksiniz.

Tuna Serim – Masum Cinayetler
İlginç bir roman “Masum Cinayetler”. Çok acı yaralarımıza parmak basmıyor adeta kanırtıyor. Emekli olmak üzere olan bir komiserin karşı karşıya kaldığı acımasız bir cinayetler serisi. İstanbul’un son derece zengin insanların oturduğu yalılarında peş peşe işlenen vahşi cinayetler. Kurgu güzel ama gerçekleşmesi biraz uzak ihtimal gibi. Başından beri kafamı kurcalayan bir sorunun yanıtını alamadım bir türlü. O yüzden bir ayağı eksik kaldı sanki. Ama güzel bir roman, bazen ana temadan uzaklaşıp başka alanlara girse de vurucu bir roman olmuş.

Dark Polisiye 4
Yakından tanıdığımız usta yazarlar Ercan Akbay ve Cenk Çalışır’ın yayına hazırladığı “Dark Polisiye” giderek bir klasik olma yolunda ilerliyor. 4. kitap da, tıpkı diğerleri gibi, çok iyi yazılmış, kurgusu sağlam, karakterleri gerçekçi 15 öyküden oluşuyor. Her biri diğerinden değerli 15 farklı yazarımızın okurlara kazandırdığı harika kurgular okuyacaksınız. İçlerinde tek bir vasat ya da “olmamış” denebilecek öykü yok. Öykülerin güzelliği dışında kapak tasarımı, her öykünün girişinde yer alan olağanüstü çizimler ile Türkiye’de bir ilk. Aynı zamanda bir çizgi roman sever olarak her öykünün girişinde yer alan ve adeta o öykünün bir kapağı olan çizimleri gerçekten çok sevdim. Çizimler, hatta çizimlerde öykülerle ilgili minik ip uçlarının olması gerçekten takdire değer. Daha önce okumadıysanız mutlaka serinin tamamını edinip okumanızı öneriyorum.

Michael Connelly – Korkuluk (The Scarecrow)
Michael Connelly gazeteci, bir polis muhabiri geçmişine sahip olan bir yazar. Bu yüzden adli sistemin işleyişini çok iyi biliyor. Bir gazetenin yayın, haber verme, haber kovalama sürecini de çok iyi biliyor. Bu kitapta her iki konudaki bilgi birikimini çok iyi bir şekilde kullanmış. Anlatım, ayrıntılar, bağlantılar, ipuçları, karakterler, olay örgüsü, kurgu. Hepsi mükemmel. Aynı zamanda yine çok iyi bir TV dizisi de olan, başta Bosch olmak üzere yarattığı her bir karakter muazzam inandırıcı. Jack McEvoy, Clint Eastwood’un canlandırdığı Terry McCaleb, Mickey Haller (ki çok sonradan Bosch’un kardeşi olduğunu da öğrendik), ve son yıllarda öne çıkan, Bosch ile ortak maceraları da olan Renee Ballard. Bu karakterleri bazen solo, bazen birlikte aynı maceralarda okuduk. Daha Türkçe’ye kazandırılamayan çok kitabı var ama şu ana dek yayımlananlar muhteşem öyküler. 1996’da yazılan, bizim 2000 yılında Epsilon yayınları ile okuma fırsatı bulduğumuz “Şair” (The Poet) ile tanıdığımız Jack McEvoy ile ikinci karşılaşmamız “Korkuluk” (The Scarecrow). 2009’da yazılan romana biz ancak 2023’de Nemesis Yayınlarının çevirisi ile ulaşabildik. Gazetesinden kovulan McEvoy, kapıdan çıkmadan son bir büyük haber yapmaya çalışırken, basit bir cinayet ve ırkçı tutuklama gibi görünen olay, bir anda “Şair” den beri görülen en büyük seri katil hikayesine dönüşür. Başta inanmadığı bir iddiayı kendi çıkarına kullanabileceğini düşünerek çıktığı yol, olay ilerledikçe çok farklı bir hâl alır. Yıllardır hiç azalmayan Connelly ustalığı. Bitmesin diye yavaş okumaya çalışacağınız bir roman.

Paula Hawkins – İçin İçin Yanan Ateş
Tuhaf bir kitap Paula Hawkins’in “İçin İçin Yanan Ateş” (A Slow Fire Burning) kitabı. Okurken kafamı karıştıran geçmişe gidip gelmeler, bolca (benim hiç sevmediğim) iç ses anlatıları, hesaplaşmaları vs. Kitabın başında yer alan bir teknede işlenen kanlı bir cinayet. Çok farklı şekillerde bu cinayetle ilgisi olan üç kadın. Arızalı olarak nitelendirilen Laura, ikinci bir ölümle de bir şekilde bağlantısı olan maktulün teyzesi Carla ve teknenin komşusu bir başka teknede yaşayan ve polisle de başı pek hoş olmayan gizemlli yaşlı bir kadın Miriam. Az önce bahsettiğim bu geçmişe gidip gelmeler ve bitmek bilmeyen iç sesleri bu üç kadın için ayrı ayrı okuyoruz kitap boyunca. Her şeye rağmen oldukça iyi kurgulanmış bir öykü. Sona doğru ilerledikçe sık sık karşımıza ters köşeler çıkarmış yazar. Paula Hawkins daha önce “Trendeki Kız (The Girl in the Train) ve “Karanlık Sular” (Into the Water) kitaplarıyla tanıdık. Her ikisi de gerçekten başarılı romanlardı. Bence oldukça iyi bir kitap olmasına rağmen “İçin İçin Yanan Ateş” önceki kitapların seviyesine ulaşamamış gibi görünüyor. Sabırlı okuyuculara okumalarını öneriyorum.

Simon Beckett – Huzursuz Ölüler
Simon Beckett, yazar ve serbest gazeteci olarak çalışmaya başlamadan önce bina tamircisi, çeşitli orkestralarda perküsyon sanatçısı, İspanya’da İngilizce öğretmeni olarak çalışmış, 1968 doğumlu İngiliz bir yazar. Çok ses getirmeyen dört romandan sonra 2006 yılında yazdığı “Ölümün Kimyası” (Chemistry of Dead) ile başlayan ve bir adli antropolog olan David Hunter’ın vakalarını anlattığı seriyle dünyada 21 milyon kopya baskıya ulaştı. “Huzursuz Ölüler” de yazarın bu seriye ait olan 5. Kitabı. 2017 de basılan bu kitaba biz Haziran 2022 de Yabancı Yayınları’ndan ulaşabildik. Ağır bir bıçak darbesi ile yaralanan ve ve bir polis memurunun da öldüğü son vakasından sonra Hunter tüm polis departmanlarınca dışlanmış ve artık vakalara çağrılmamaya başalamıştır. Bu durum üniversitedeki yerini de tehlikeye sokmak üzeredir. Londra yakınındaki bir sahil kasabasında bulunan ve fena halde çürümüş bir cesedin kimliğine ulaşmak için yardımda bulunmak üzere davet edilir. Başlangıçta kurbanın kimliği hemen hemen belli gibidir ve kurbanın babası bile hemen dosyayı kapatma eğilimindedir. Ancak soruşturma ilerledikçe çok farklı kişilerin olaya dahil olduğu, neredeyse yirmi yıl önce yaşanan bir kayıp vakasının olayla ilişkili olabileceği, yine yedi ay kadar önce yaşanan başka bir kayıp vakasının da aslında göründüğü gibi olmadığı gibi pek çok olgu ortaya çıkar. Daha önceki Hunter romanlarından biraz daha farklı, bir tık üst seviyede diyebileceğim, pek çok adli antropoloji ayrıntısının verildiği ama okuyucuyu asla sıkmadığı usta işi bir polisiye-gerilim romanı. Seriyi daha önce okumamış olanlar dahil, türü seven herkese öneriyorum.