Kan Rüyayı Bozar – Süleyman Baş
Bildiğim kadarıyla yazarın ilk kitabı olan “Ölülere Güvenme” Mayıs 2019’da Paradigma Yayınlarından çıkmıştı. Okumuş ve oldukça beğenmiştim. “Kan Rüyayı Bozar” ise 2022 yılın ilk aylarında, Herdem Kitap etiketiyle okurlarıyla buluştu. 682 sayfalık dev bir roman. Ben bir okur olarak kitaplarda uzun uzun anlatılan psikolojik çözümlemeler, sayfalar süren iç ses çatışma-tartışmalarını pek sevmiyorum. Bu kitapta her ikisinden de bol bol olmasına rağmen okurken çok sıkılmadığımı söyleyebilirim. Her şeyden önce yazar belli ki çok ciddi araştırmalar ve çalışmalar yapmış romanı yazarken. Bunların sonuçlarını da kurguya çok iyi yedirmiş. “Arızalı” denebilecek kadar çok psikolojik sorunları olan polis Doğa’nın etrafında kurgulanan bir roman. Kitabın son sayfasını da çevirip masanın üzerine bıraktığımda kendimi sadece bir değil adeta üç roman bitirmiş gibi hissettim. Zaman zaman okuması zor olsa da akış gayet iyi kurgulanmış. Kurgu akışı sırasında da en deneyimli okuru bile birkaç kez ters köşeye yatırmayı da başarmış diyebilirim. Polisiyenin duayeni, üstat Erol Üyepazarcı’nın arka kapaktaki deyimiyle “Bu romanı okuyacakların polisiye romandan beklediğimiz “kaçış zevkini” bol bol tadacaklarını umuyorum.” Ben beğendim. Öneriyorum.
Ürkek Kadınlar – Ayhan Pala
“Ürkek Kadınlar” yazarın yayınlanan dördüncü, benim okuduğum ilk kitabı. 1978, Eskişehir doğumlu yazar benim okuduğum iki kitabında da olayların geçtiği mekan olarak bu güzel şehrimizi seçmiş. Polisiye romanlarımızda genel olarak mekan hep İstanbul seçildiği için hoş bir değişiklik okuyan için. Adından da anlaşılacağı gibi, toplumuzda kanayan ve içi acıtan bir yara olan kadına yönelik şiddeti konu almış yazar. Normal koşullarda birbirleriyle hiç ortak noktaları olmayan ve her biri eşlerinden, iş verenlerinden ağır şiddet gören üç kadının bu korkunç durumdan kurtulmak amacıyla bir araya gelmelerini anlatıyor hikaye. Eylemlerini gerçekleştirdikten sonra peşlerine takılan, emekliliğine çok az bir zaman kalan, inatçı bir polis de hikayenin bir başka kahramanı. Kurgunun akışında bir boşluk göremedim. Okumaya başladıktan sonra su gibi akıp gidiyor. Çok karmaşık bir kurgu değil. Güzel, basit bir anlatıma sahip, iyi bir polisiye roman. Patricia Highsmith’in ünlü romanı ve Alfred Hitchcock’un yine ünlü bir filmi olan “Strangers on a Train”e de güzel bir selam olmuş diyebilirim.
Yazarın diğer kitapları da şunlar: Son Muhteşem Koca (2005), Satılık Güller (2010) ve Bremenli Theresa-Küvetteki Ceset (2013).
Bremenli Theresa-Küvetteki Ceset – Ayhan Pala
Yazar Ayhan Pala’nın yayınlanan üçüncü, benimse okuduğum ikinci romanı. Küvette, bilekleri kesilmiş olarak bulunan Alman vatandaşı Theresa’nın, intihar olarak görülen ölümünü araştıran bir polis ekibinin hikayesini okuyoruz bu kez. Kurguyu ve anlatılış tarzını sevdim. Karakterlerin derinliği ve bunun hikayeye yediriliş biçimi biraz eksik gibi geldiyse de yine su gibi akıp giden, okuması kolay ve boşluk barındırmayan ve en önemlisi mantık hataları olmayan bir hikaye. Bulabilirsem yazarın ilk iki romanını da okuyup aktarmaya çalışacağım.
Ölümcül Yetenek – Bilal Özbay
Tanıtımında “Polisiye” ibaresini görüp aldığınız bir romanın, polisiyeyle hiç ilgisinin olmaması, okurun hem verdiği paraya hem de okumak için harcadığı zamana üzülmesine neden oluyor. Yazar kendince farklı bir tarz deneyip biraz bilim-kurgu, biraz doğaüstünü polisiyeyle harmanlamaya çalışmış ama olamamış bence. Arka kapak tanıtımında haritada işlenen cinayetlerin bir satranç tahtasındaki oyun hamlelerine benzediğinin anlaşılması ve iki farklı seri katilin birbirlerine karşı bir rekabet içinde oldukları anlatılıyordu. Konu ilginç geldiği için alıp okumuştum. Ama bu olay 280 sayfalık kitabın 10 sayfasında sığdırılarak geçiştirilmiş. Bir süper örgüt var ortalıkta. O ana dek ne polis ne de istihbarat birimleri içine sızabilmiş ama örgüt üyelerinin özelliklerini biliyorlar örneğin. Ülkenin en gizli örgütünün en gizli bilgilerinden biri kitaptaki karakterlerden biri tarafından “tesadüfen” öğreniliyor. Anlatımda okura kitabı sevdiren o duygu aktarımı yok. Okurken olayların içinde hissedemedim kendimi bir türlü. Bir polisiyede (bence) asla olmaması gereken doğaüstü ögelerin bolca kullanıldığı, sevemediğim bir roman okudum.
Engel ve Nefret – Cem Kozok
1998 İstanbul doğumlu olan yazar Cem Kozok’un bu sanırım tek kitabı. Yüzde seksen beş görme engelli olan yazarın asıl mesleği müzisyenlik. Kitabı okuduktan sonra “keşke müzisyenlikte kalsaydı” dedim ister istemez. Youtube yayınlarını severek takip ettiğim gazeteci Ünsal Ünlü’nün sık sık dile getirdiği bir söz var: “Bu ülkede okurdan çok yazar var maalesef.” Çok haklı. Herkes kitap yazmak zorunda olmamalı bence. Tıpkı yazarın kendisi gibi %85 görme engelli olan psikopap bir seri katil olan Volkan Takoz’un hikayesini okuyoruz kitap boyunca. İşlediği birbirinden korkunç cinayetleri nasıl planladığını ve paçayı kaptırmamak için yaptıklarını takip ediyoruz. Ancak üzülerek söylüyorum ki ne anlatılan hikaye örgüsünün inandırıcı bir yönü var ne de kullanılan dil bir roman yazım diline uygun. Bir öğretmen olarak çalışma süremde çok daha iyi ve edebiyata uygun makaleler yazan öğrencilerim oldu benim. Öneremiyorum.
Labirent-İhanet Sarmalı – Vuslat Çatırlar
1966, Antalya doğumlu Vuslat Çatırlar’ın sanıyorum ki polisiye tarzında yazdığı ilk eser bu. Kendisinin aslında çok farklı bir mesleği var: Yazar, ağırlıklı olarak halkla ilişkiler alanında çalışıyor. Yıllar içinde biriktirdiği gözlem ve deneyimlerle oldukça iyi kurgu yaratmış. Profesör, Arapsaçı, Masumiyetin Yok Oluşu ve Sınırlar isimli dört farklı, uzun öyküden oluşuyor kitap. Başkomiser Tayfun ve ekibinin merkezinde yer aldığı her öykü kendi içinde gayet iyi kurgulanmış. Karakterlerin oluşturulması, hikâyelerde tuttukları köşeler ve öykülere katkıları başarılı bir şekilde verilmiş. Günümüzün toplumsal bazı sorunları, özellikle kadına şiddet, taciz, tecavüz gibi iç yakan sorunlar başarılı bir şekilde işlenmiş. Zaman zaman genel kabul gören adalet anlayışını da sorgulayabilirsiniz. Genel olarak beğendim ve polisiyesever dostlarıma öneririm. Eleştirim olursa bir tek şu yönden olabilir: Polis ekibimiz ve etrafındakilerin hepsi birer sevgi pıtırcığı; o kadar naif, o kadar sevecenler ki hiçbir olumsuz özellikleri yok. Bir tek bu yanı o kadar gerçekçi gelmedi bana ama önce de dediğim gibi kurgu, öykü ve anlatım şekli gayet başarılı.
Yeni Şehrin İnsanları-Acı Bal – Hüseyin Adil Dönmez
1963, Kastamonu doğumlu yazar, yükseköğrenimini yarıda bırakarak 1989’da yerleştiği Antalya’da 2014 yılına dek sürecek muhabirlik ve gazetecilik dönemi yaşamış. 2014 yılında döndüğü Kastamonu’da öyküler, tiyatro oyunları ve kitaplar yazmış. Yeni Şehrin İnsanları bir kitap dizisi olacak. Bu serinin ilk kitabı da Acı Bal. Aralık 2021’de Memento Mori yayınlarından çıkan kitap, yazarın 5. kitabı, Acı Bal ve Elektrikçi isimli iki uzun öyküden oluşuyor. 1970’lerin başlarında Karabük’te geçiyor. Ortalama zekanın biraz altında ve yakışıklı Komiser Erol var olayların peşinde. Ancak olayları asıl çözen, çok kıvrak bir zekaya sahip, kültürlü bir kadın olan annesi İğneci Sevim. Annesi İğneci Sevim ve Teyzesi Örgücü Meral ile yaşayan, ulaşamayacağı Nevin’e aşık olan ve komşu kızı Ayten tarafından umarsızca sevilen Komiser Erol. Annesinin zekasıyla çözdüğü olaylar sayesinde başarılı bir polis olarak bilinen ve tanınan Komiser Erol. Hafif bir Miss Marple havası da taşıyan rahat, kansız, gürültüsüz ama okumaya değer bir roman.
İsimsiz – Necmi Şen
Ön çalışması 3 yıl, yazılması ise 2.5 yıl süren, 700 sayfalık bir romandan söz ediyorum. Üstelik bir üçlemenin ilk kitabı İsimsiz. Çok ciddi bir emek harcanmış ve iyi çalışılmış olduğu kurguda hiçbir boşluk olmamasından anlaşılıyor. Dantel işçiliğiyle örülmüş, çok ince detaylarla güçlendirilmiş çok güçlü bir ilk roman. Oldukça oylumlu bir kitap olmasına rağmen, başladıktan sonra su gibi akıp gidiyor. Hali vakti yerinde bir babanın küçük bir ihmali sonrasında, canından çok sevdiği küçük kızının komaya girmesiyle başlayan roman, acılı babanın kızını bu hale sokanları araştırma öyküsüyle devam ediyor. Sonrasında bisküvi ile beslenen, otomobilde uyuyan, cesetlerle konuşan ve aşktan zerre anlamayan değişik karakterli bir başkomiser dahil oluyor olaylar zincirine. İki farklı koldan ilerleyen ve neredeyse sonuna dek nasıl kesişeceği belli olmayan bir kurgu. Bir babanın acısı ve öfkesiyle nasıl değiştiği, takıntılı bir baş komiserin, gereksiz bir kahramanlaştırma içine girilmeden son derece zekice kurgulandığı harika bir öykü. Kendisi polisiyedurumlar.com adresinde değerli yazar Turgut Şişman’la yaptığı söyleşide romanını “polisiye tadında olmasına rağmen bir suç romanı” olarak tanımlamayı tercih ediyor. Çok çok lezzetli bir okuma oldu. 700 sayfalık kitapta lüzumsuz iç sesler, uzatılmış boş tahlil ve analizlere hiç yer verilmemiş. Kesinlikle öneriyor ve üçlemenin ikinci kitabını sabırsızlıkla bekliyorum.
Size Kucak Dolusu Kurşun Getirdim – Muhammed Yıldırım
Yazarın ilk kitabını çok fazla basit bulduğum için beğenmemiş ama yine de ikinci kitaba bir şans vereyim demiştim. Hata etmişim açıkçası. 155 sayfalık bir kitap yerine bu kez 269 sayfalık bir kitap vardı elimde. Mükemmel işlenebilecek bir konuyu, gereksiz iç sesler, Shakespeare’den 1. Dünya Savaşı’na varan ve sayfalarca süren sıkıcı ve gereksiz detaylar, gereksiz tarih dersleri boğmuş da boğmuş ne yazık ki. İçim daraldı okurken bazı yerlerde. Soru: “Bir komiser ‘nasılsa bilişim ve kriminal laboratuvardan sonuçlar daha çıkmadı’ diye kafasına göre kendisine izin verip resim sergisine gidebiliyor ve daha da ilginci orada ipucu bulabiliyor mu gerçekten? Soru: Ben bile ikinci cinayetten sonra aradaki bağlantıyı anlamışken deneyimli(!) komiserler bunu nasıl anlamıyor? Karakterlerin yetersizliği, konuyu gereksiz tarih dersleri ile boğması çok mükemmel olabilecek bir kurguyu mahvetmiş bence. Hele bir de en tahammül edemediğim şey: “Tarih boyunca Yahudiler Hristiyanları, Hristiyanlar Müslümanları öldürmüş” gibi son derece ön yargılı, yakışıksız ve ayrımcılık kokan cümleler. Ya Müslümanlar? Onlar hep masum ve mağdur mu? Kitabın sonunda bir de sayfalarca kaynakça var. İyi, güzel çalışılmış araştırılmış bir roman ama bu, polisiye yazmak için yeterli mi gerçekten?
Perinin Ölümü – Tuna Kiremitçi
Tuna Kiremitçi’ye karşı başlangıçta oldukça ön yargılı olduğumu ifade etmeliyim. Geçen yıl Kristal Kelepçe adayı olan “Mezun Cinayetleri” kitabını çok güvendiğim bir dostun tavsiyesiyle okumuştum. Gerçekten okuduğuma pişman olmadığım bir polisiye olmuştu ve muhteşem bir karakter olan Perihan Başkomiser ile tanışmıştım. Perihan Başkomiserin ikinci macerası olan “Peri Cinayetleri” de yine çok iyi bir polisiye. Öncelikle yazar, Türkçeye çok hakim; dili çok iyi kullanıyor. Çok iyi kelime seçimleriyle çok iyi cümleler kurmuş. Cümle aralarına ülkemizde yaşanan sorunları, gözümüze sokmadan, çok incelikli bir dille sıkıştırıvermiş. Edebiyat, sanat gibi pek çok konuda çok iyi bir birikime sahip olduğu ya da bu ve benzeri konularda çok sağlam araştırma yaptığı her cümleden rahatlıkla anşılıyor. Daha önce bir başka kitap için sarf ettiğim “okurken konuyu hissedemiyor, kurgunun içine giremiyorum” demiştim. Bu kitap ise bunun tam tersi. Her satırda okurun kendisini olayların içinde hissedeceği, kurguyla birlikte akıp gittiğini hissedebileceği bir roman. Alman vatandaşı 84 yaşında bir kadının evinde ölü bulunması ile başlayan kurgu aksaksız ilerleyerek, uyuşturucu, fuhuş, emlak mafyalarına uzanan ve hafif bir ters köşe ile biten iyi bir polisiye.