Tüfekçi Hüseyin’in son karısı Alma’nın nikâhta takılan altınlarla kaçtığı haberi kahveye bomba gibi düştü. Oyuncakçı İsmail “Gördün mü bak,” dedi çayını hırsla karıştırırken. “Bu yaştan sonra dünya zevkine dalarsan işte böyle…” Bunları elbette Tüfekçi Hüseyin’in yüzüne karşı değil, kahvede beleş çay kovalayan emeklilere, boyuna taş dizen okeycilere söyleyebilirdi. Tüfekçi Hüseyin, bizim gibi her Allah’ın günü kahvede pineklemezdi, hatta bunca yıldır bir kez bile kapıdan içeri girdiğini görmemiştim. Pek az konuşan nemrut bir adamdı ve sabahın köründe açıp gecenin köründe kapattığı peynirci dükkânında akşama kadar sigaraların birini yakıp birini söndürürdü. Mahallenin yerlilerinden değildi ama epeydir buralardaydı. Her boktan haberi olan İmam Mahir Bingöl’ün dediğine göre ilk hanımının vefatından sonra bizim mahalleye taşınmış. Aslında çok da kötü bir adam değilmiş, nemrutluğu da talihsizliğindenmiş. Anası bunu kundaktayken bırakıp başka adama kaçmış. Yurtlarda, ıslahevlerinde, kabadayı ellerinde büyümüş. Nihayet kimsenin bulaşmak istemediği işlerden vurmuş voliyi, silah kaçakçılığı yapmış, bir zaman sonra da ununu eleyip eleğini asmış. Eee, kimle yiyeceksin sotelediğin onca parayı… Ondan sebep böyle genç karılarla nikâhlanıp duruyormuş.
Tüfekçi Hüseyin neyin nesi kimin fesi olduğunu bilmediğimiz yarı yaşındaki yabancı kadınları mahalleye getirmesiyle meşhurdu. İmam nikâhı kıydığı bu kadınları kimselere göstermeden eve sokar, birkaç ayını böylece sessiz sedasız geçirir, sonunda da kadınlar Tüfekçi’nin altınlarıyla birlikte ortadan kaybolurlardı. Hikâyenin sonu hiç değişmezdi. Buna rağmen Tüfekçi de vazgeçmezdi kaçanın yerine yenisini getirmekten, neden geçsin canım, herifte para bok…
Oyuncakçı İsmail buna da “Tazecik kızlar ne yapacak bu moruğu? Helal olsun iyi yapıyorlar,” deyip bıyık altından gülüyordu. Biz de Tüfekçi’nin parasını pulunu kıskandığından böyle ileri geri konuştuğunu sanıyorduk. Aslında mesele başkaymış, Tüfekçi’nin son gelini Priştineli Alma, Oyuncakçı İsmail’in köyden eski manitasıymış. Kızı, çulsuz diye İsmail’e vermemişler. Kendine sorsan katiyen öyle bir durum yoktu. Alma, te 65 kilometre ötedeki köydenmiş bir kere, nerede görüp tanıyacakmış da manitası olacakmış.İsmail’in lafına inanmak istesek de bu dedikoduları ayıptır, günahtır demeden keyifle dinliyorduk.
Alma sayesindeTüfekçi de mutluluğu nihayet yakalamış görünüyordu. Selamsız, sabahsız, kazulet herif kahvenin önünden geçerken bize “Günaydın,” der olmuştu. Alma da Alma’ymış ha… Ondan önce Bilecik-Rus melezi Yulia’yla, Azeri Gülcihan’la, Dimetokalı Elefteria Feride’yle hiç bu hâllere girmemişti. İmam Mahir Bingöl’ün dediğine göre kimsenin soyunu sopunu bilmediği bu kadınların gözü Tüfekçi’nin parasındaymış. Arkasız, çeyizsiz çüyüzsüz gelip nikâhta mehir istemekten, Tüfekçi’ye üç gün karılık yaptıktan sonra ortadan kaybolmaktan başka maharetleri de yokmuş. İmam neler duymuş neler, en az on burma bilezik, yedi sıra zincir, altı yakut işli künye, elmas taşlı gerdanlık… “Vallahi nikâhı kıymaya utanıyorum. Kaç yaşında adamsın, bul akranın bir hanım, namaz niyaz kısmına geç artık, ahirete hazırlan… Ama yok… İlla teneşirde paklanacak.”
Alma’nın kaçtığı haberinin geldiği, Oyuncakçı İsmail’in kahvede Tüfekçi hakkında ileri geri konuştuğu, İmam Mahir Bingöl’ün de bunu tasdik ettiği o günün gecesinde kapım dan dan vuruldu, yataktan fırladım. Delikten şöyle bir baktım ki kapının ardında iki polis memuru dikiliyor. “Hayırdır inşallah!” Allah’ım sen koru… Bir durum mu vardı Memur Bey?”
Elbette bir durum varmış, devletin polisi durduk yere bu saatte kapıyı çalar mıymış, gereksiz gereksiz konuşmayacakmışım. Dün gece hiç dışarı çıkmış mıyım, etrafta yahut Hüseyin Pekmez’in evinin oralarda şüpheli bir duruma şahit olmuş muyum, silah sesi filan duymuş muyum, Hüseyin Pekmez’le İsmail Dermansız’ı şahsen tanır mıymışım, aralarında bir münakaşa geçtiğine şahit olmuş muyum…
“Yok çıkmadım, bir şey de görmedim ama ikisini de tanırım,” dedim, “mahalleden.”
“Husumetliler miydi?” diye sordu polis sinirli sinirli. İşine yaramayan ayrıntılarla vakit kaybetmek istemiyordu.
“Yani bildiğim bir husumetleri yoktu da…”
“Da ne?”
“İsmail, Tüfekçi Hüseyin’den pek hazzetmezdi. Ne olmuş ki memur bey hayırdır?”
“Sana ne lan, ne olmuşsa olmuş, bak işine sen tamam.”
Polisler gittikten sonra camı açıp arkalarından baktım, tüm kapıları tek tek çaldılar. Evlerin ışıkları birer birer yanınca mevzu da ortaya çıktı.
Tüfekçi Hüseyin Oyuncakçı İsmail’i vurmuş a!
Gece yarısı Tüfekçi’nin evine girmiş İsmail, Tüfekçi evde yokmuş, Alma kaçınca kafasını toplamaya diye köyüne gitmiş, her ne hikmetse de gecenin bir vakti eve geri döneceği tutmuş…
Güya hırsız sanmış da basmış kurşunu…
Bu nasıl iş? Gece yarısı ne işi var senin Tüfekçi’nin evinde? Canına mı susadın…
Daha sabahleyin kahvede onca müzevirin içinde gencecik karılar Hüseyin’in fasulye taşaklarına kalmadılar, elbette kaçarlar demedi miydi? Belki de Tüfekçi duydu da…
Ne diye gitsin gizlice hırsız gibi girsin herifin evine…
Gün ışıyınca yüzümü yıkamadan kahveye koştum, benim gibi kimi pijamasıyla kimi terliğiyle kalkmış gelmişti. Oyuncakçı İsmail ölmemek için çok direnmiş, evden kaçıp yokuşun başına kadar ulaşmış, Müskiratçı Ethem evine varıyormuş o sıra, ona seslenmiş… Yandım anam… Yetiş…
Ne bok yemeye girmiş ki Hüseyin’in evine?
Altın mı arıyordu ki?
O akşam Hüseyin’in evde olmayacağını, köyüne gideceğini duymuş.
Kimden duymuş a?
Kimden olacak Mahir Bingöl’den. İmam değil tellal mübarek.
Hüseyin de gece vakti birden eve dönmesin mi…
Ne demeye dönmüş o da?
Kim bilir belki bir şey unuttu a?
Ne arıyordun Tüfekçi’nin evinde be mübarek? Değdi mi aradığına? Bilmiyor musun deli gibi bir adam, sağı solu belli olmaz…
Müskiratçı Halil’i ifadeye almışlar… Kaç saat oldu da gelmedi bak. Zor gelir bugün o.
Tüfekçi kaçmış, polisler her yanda cayır cayır arıyormuş herifi…
Nah bulurlar…
Kaçın kurası o be, ihtiyarlığına bakma sen…
Yalan yanlış lafları ağzımızda sakız gibi çiğnerken olan bitenin doğrusunu anlatacak tek kişinin, İmam Mahir Bingöl’ün kahveye teşrif etmesini bekliyorduk. O sırada Pire Metin’den olay mahallinin yeniden hareketlendiği bilgisi geldi. Ekip otoları, ambulanslar, sivil ve resmî giyimli polisler yeniden Tüfekçi Hüseyin’in evine doluşmuşlar. Merakımızdan Pire Metin’in cebine üç kuruş sıkıştırıp olan biteni rapor etsin diye yokuşun başındaki çınar ağacına yolladık. Dalların arasında kaybolacak kadar ufak tefekti Pire, kimseye görünmeden rahatlıkla ne olup bittiğini izleyebilirdi. Neydi bu nümayişin sebebi? Bunca kalabalık daha ne arıyordu ki Tüfekçi’nin evinde?
Bir müddet sonra suratı bembeyaz, gözlerinin altı mosmor vaziyette kahveye döndü Pire Metin. Kapıda öylece dikilip oyun kâğıtlarına, ıstakalara, çay bardaklarına baktı boş boş. “N’oldu lan, ne gördün?” diye sorduğumuz anda hörk diye oracığa kusmaya başladı. Önce kolundan tutup suratına su çarpmaya çeşmeye götürdük sonra nane limon söyledik. Bir yandan nane limonunu içerken bir yandan bileklerini ovduğumuz Pire Metin az sonra kendine gelir gibi oldu.
“İnsan değilmiş canavarmış pezevenk!”
“Ne gördün oğlum anlatsana ne canavarı?”
“Bedenler vardı, ölüler… Yere dizilmişlerdi…”
“Ne demek lan ölüler vardı?”
“Dört ya da beş kişi… Belki de daha fazla. Evden çıkardıklarının bazılarını hemen örttüler… Bazılarını poşetlere…”
“Oğlum insan gibi anlatsana lan şunu! Neyi poşete koydular?”
“İşte bazı parçalar… Birinin içine kuru kafa koydular gözümle gördüm. Alma var ya, son karısı, onu da gördüm galiba. Varil gibi bir şeyin içinden, sudan çıkardılar.”
“Ne diyorsun lan sen?”
“Altınları alıp kaçtı dediği kadınlar da meğerse… Kaçmamışlar abi, onlarmış işte, o bahçedekiler… Daha önce itip kakıyor diye şikâyetçi olan da varmış aralarında. Karı koca arasında olur öyle şeyler deyip yollamışlar eve. Böyle olacağını bilseler hiç salarlar mıymış?”
“Nasıl anlamadık yahu?”
“Kadınları gören var mıydı ki? Bir tek gelin getirdiği zaman eve girerken gördük, ne çarşıya çıkarlardı ne pazara. Kilitliyordu belki de eve, kim bilir neler yapıyordu zavallıcıklara.”
“Meğer bir de ablasını öldürmüş çocukken. Yaşı küçük diye az yatmış.”
“Hadi be! Herif bildiğin katil çıktı ha!”
“Ulan ben geçende şüphelenmiştim zaten, bu herif karılara hep aynı altınları mı alıyor acaba diye, demek öldürdüklerininkini yenilerine takıyormuş.”
“Vallahi de billahi de polisten işittim. Sabıkası varmış zaten, anası da kayıpmış, belki de onu da…”
“Nerede buldular cesetleri, nasıl buldular? İnsan eti yahu bu, ığıl ığıl kokar. Nasıl da duymadık kokuyu, nasıl şüphelenmedik?”
“Bunun bodrumunda buzlu dolaplar varmış abi, bir de ilaçlı variller… Onların içine…”
“Sus… Sus… Tamam.”
Pire Metin anlattıkça sigaralarımızı körükleyerek birbirimize bakıyor, içimizden biri çıkıp yok canım yanlış görmüşsündür, yanlış duymuşsundur, desin diye bekliyorduk. Boşuna bekledik.
Oysa Pire Metin’in gördükleri, duydukları mabadından uyduramayacağı kadar korkunçtu. Senelerdir bu mahallede yaşayan, sevimsiz ama doğrudan bir kötülüğünü de görmediğimiz Tüfekçi Hüseyin’in evini mezarlığa çeviren bir manyak çıkması tüylerimizi diken diken etmişti. Hiçbirimiz mi fark etmemiştik? Koca mahalle… Hele o her boktan haberi olan Mahir Bingöl? Bunca yıldır her konuda ahkâm kesmemize rağmen kıçımızın dibinde yaşanan felaketlerden bihaberdik. “Ne var kendi hâlinde biri. Tamam sessiz, tamam yabani, tamam kadın düşkünü ama…” Tek derdinin yalnızlığını gidermek olduğunu sanıyorduk. Ne yapalım karılarının kaçtığını kendisi söylüyordu, biz de inanıyorduk, evini mi basacaktık sanki. Hepsi başka başka memleketlerden gelen, fukaralıktan kurtulmak için kocaya varan zavallılardı. Bugüne bugün bir kez bile Tüfekçi’nin evine giden, herifle doğru dürüst ahbaplık eden birisi de yoktu ki.
Az sonra İmam Mahir Bingöl sallana sallana kahveye geldi, komiserle, savcıyla konuşmuş, bazı gizli bilgiler dışında genel hatlarıyla hadise hakkında bilgilendirecekmiş bizi. Merakımızdan geberiyorduk, çabucak etrafını sardık. “Tüfekçi, İsmail’i evin içinde vurmuş, galiba bodrum katında, İsmail kapıya kadar kaçmış, Müskiratçı Ethem o sırada yokuşun başından, eve çıkıyormuş, bunu görünce yanına koşmuş. Tüfekçi toz olmuş, belki Müskiratçı Ethem çıkıp gelmeseydi işini bitirirdi. Cankurtaran yetişemeden can vermiş İsmail. Ölmeden evvel ‘Alma bodrumda,’ demiş Müskiratçı’ya. Onu da şubeye ifadeye götürdüler daha gelemedi bak,” dedi çayından iştahla bir yudum içip. “Alma gerçekten de İsmail’in gençlikten yavuklusuymuş, Arnavutluk’taki köyden işte. İsmail’le gizliden görüşürlermiş, ben de duymuştum ama… Güya kaçacaklarmış da sözleştikleri gece Alma gelmemiş, sonrasında da kayıplara karıştı zaten. İsmail esas Alma’ya bakmaya diye gitmiş Hüseyin’in evine, kaçtığına inanmamış. Şüphesinde haklıymış. Alma bir yere kaçmamış, bodrum katta ilaçlı suyla dolu bir varilin içinde cansız duruyormuş. İsmail bu varili buldu herhâlde, tam evden çıkacakken de Hüseyin’in eve döneceği tuttu. İsmail’i bıraksa gördüğünü polise anlatacak basmış kurşunu, bodrum kat diye bir şey duymadık zaar. İsmail kaçınca, Müskiratçı’nın da o saatte eve dönüp İsmail’i göreceği tutunca planı işlemedi tabii. Aslında ben bir silah sesi ben duyar gibi olduydum da bir yerde düğün vardır dedim. İsmail yokuş başına kadar kaçabilmiş de yığılmış orada. Sonrası malum.”
Ağzımız açık dinledik, vah başımıza gelenler, vay daha dün sabah şuracıkta taş dizen Oyuncakçı İsmail…
Tüfekçi Hüseyin’in evinden kimi poşetle kimi sedyeyle bir sürü ceset çıkardılar. Bilecik-Rus melezi Yulia, Azeri Gülcihan, Dimetokalı Elefteria Feride, Priştineli Alma, hanidir mahalleye uğramayan Yoğurtçu Nurten, Bohçacı Dilâ… Birileri daha varmış da kimlikleri henüz tespit edilememiş.
Pire Metin gördüğü kuru kafayı, kaval ve leğen kemiklerini mahalledeki serserilere ballandırarak anlatmaya başlamıştı bile, güya soruşturmanın gelişmesine kendisi de katkıda bulunmuş. Mahir Bingöl akşam namazını kıldırmaya giderken kadın katilinin hikâyesini kaçıranlar yolunu kestiler, mücbir sebep söz konusuymuş kazasını kılarlarmış. Hanım beni çağırdı camdan, Müskiratçı akşama doğru evine dönmüş ama ağzını bıçak açmıyormuş. Tüfekçi’yi tüm aramalara rağmen bulamadılar, hâlen firari. Ara sıra Tüfekçi’nin kapısından hiç girmediğim evine baka baka yürüyüp kahveye gidiyorum. Bodrum katın parmaklığına baktıkça hörk diye kusasım geliyor.



Çok güzel bir öykü, yazarın eline sağlık.