Güneş ışınları odayı aydınlatırken, kedisi yatağa çoktan atlamıştı. Her sabah olduğu gibi kedisiyle oynaşmış, ona sahip olduğu için mutlu bir şekilde yataktan çıkmıştı Eylül. Bugün mağazada gece sayımı vardı. Gece sayımlarını çok seviyordu diğerlerinin aksine. Hem hiç müşteri olmuyordu, hem gecenin bir yarısı pizza söyleyip, çalışma arkadaşlarıyla istedikleri gibi yiyip içiyorlardı, mola dakikasını düşünmeden. Tek gerginliği, envanterde eksik çıkması oluyordu. Çünkü eksik çıkan her ürün, reyon görevlilerinden daha çok kasiyerleri ilgilendiriyordu. Değişim veya iade almaktan bu yüzden hoşlanmıyordu. Bugün, hiçbir olumsuzluk düşünmeden, çalışmaya niyetliydi. Gariptir ki, mağazada çalışmayı, insanlarla içli dışlı olmayı, kasada saatlerce beklese dahi, işlem almayı hayatındaki -kedi dışında- her şeyden çok seviyordu. Yurttan ayrılıp, kendi ayakları üstünde durmaya başladığı zamanlardan beri, ona en iyi gelen şey, mağazada bulduğu aile ortamı ve kurduğu arkadaşlıklardı.
Hazırlanıp, mağazanın yolunu tuttu. Her zamanki gibi yoldan geçerken bir poğaça alacak ve mağazanın terasında, işe başlamadan önce motive olacaktı. Mağazaya girdiği andan itibaren, kendi dünyasını kapının arkasında bırakıyor, çalışanlara gülücük dağıtarak terasa çıkıyordu. Her gün yapılan briefingden sonra, sanki çok önemli bir görevi varmış gibi, kasasını açıyor ve işe başlıyordu.
***
Elisa, simsiyah kıyafetlerini giymiş, gözlerine siyah göz kaleminden iyice sürmüştü. Biraz uzaklaşıp, kendisini izledi. Yırtık siyah ten çorabı, kısacık eteği, örgü mini kazağı ve kalın tabanlı botlarıyla tam olmak istediği gibiydi. Barmen olması, ruhunun karanlığını besliyordu çünkü yarasa misali geceleri ortaya çıkıyordu. Karanlık taraflarını özgürce yaşıyor, kapatmak veya gizlemek zorunda kalmıyordu. Kül tabağındaki on ikinci sigarasından bir nefes daha çekip, çantasına uzandı. Gece onu bekliyordu.
Kadıköy’deki Boğa Heykeli’ne ve Çilek Sokak’a yakın bir dairede kalıyordu. Apartmandan çıkıp, heykeli sağında bırakarak aşağıdaki caddeye doğru yürüdü. Simit Sarayının arasındaki sokaktan girdi. Balıkçıların olduğu sokak. Balıktan her zaman nefret ederdi. Adımlarını hızlandırıp, bir üst sokağa yöneldi. Kendi halinde, küçük bir bardan içeri girdi. Deri ceketini hızlıca çıkardı. Tezgâhın arkasındaki Yalçın’ı selamlayıp, işe koyuldu. Bar, her zamankinden daha sakindi. Bu da ona düşünecek bolca zaman veriyordu. Çünkü en çok, gece düşünmekten hoşlanıyordu.
***
Eylül, yere düşen birkaç kıyafeti yerden kaldırırken müdürünün onlara söylediği şeyi hatırladı. “Bu mağaza sizin ekmek paranızı kazandığınız yer. Nasıl bir ekmek parçası yere düştüğünde hemen alıyorsanız, yerde bir kıyafet görürseniz de, hemen alacaksınız.” Gülümsedi. Gerçekten her seferinde sanki yerden ekmek topluyormuş gibi hissetmesine hayret etti. Kasadaki yoğunluğun az olduğu zamanlarda, reyondaki arkadaşlarına yardıma gidiyordu. Yerden topladığı kıyafetleri özenle katlıyor ve olması gereken sıraya diziyordu. Hatta bir süre, düzelttiği yerin başından ayrılamıyordu. En azından birkaç dakika toplu durmasını umut ettiğinden, düzelttiği yerleri birkaç kez turluyordu. Tam bu sırada, kalın, tok bir sesin kendisine seslendiğini duydu. Müşterilerle ilgilenmek her zaman hoşuna gidiyordu. Suratında kocaman bir gülümsemeyle adama yaklaştı fakat suratındaki doğum lekesini fark etmesiyle, midesine bir sancı girdi. Birkaç saniye, hiçbir şey demeden, adamı baştan aşağı süzdü. Deri ayakkabılar ve üzerindeki takım oldukça pahalı gözüküyordu. Böyle basit bir mağazada ne işi olduğunu anlayamadı o yüzden. Adamın yanlış anlamasını istemediğinden, kendini toparlayıp doğum lekesine bakarak “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. Gözü hala doğum lekesindeydi.
“Merhaba, ben her yerde aradım ama, istediğim şekilde bir kanvas pantolon bulamıyorum. Bakabilir misiniz?” dedi adam, Eylül’ün yaka kartını okurken.
“Ben sizi, erkek reyonundaki arkadaşıma yönlendireyim, o size yardımcı olacaktır.”
“Teşekkür ederim, Eylül Hanım.”
Bu kısa sohbetin ardından Eylül, reyonu bırakıp kasaya geçti. Mide bulantısını bastırmaya çalışıyordu. Az sonra adam kasaya yöneldi, ödemesini kredi kartıyla yaptı. Normalde hiçbir zaman çıkan fişlerdeki isimleri okumazdı ama bu adamın kim olduğunu kendini kontrol edemeyecek kadar merak ediyordu. İsim bilgilerini telefonuna not ettikten sonra işe geri döndü.
***
Elisa sabaha doğru barı kapatırken, bir köpeğin huzurla uyumasına şahit oldu. Artık eve gidip, kendini uykunun kollarına bırakabilirdi. Gece sorunsuz ve olaysız bitmişti. Zaten bütün gece, aklındaki tek soru işaretiyle boğuşup durmuştu. Bir an önce hissettiği şeyin peşinden gitmesi gerekiyordu. Ama önce uyumalı, zihnini boşaltmalı ve doğru sorular sormaya başlamalıydı. En azından şimdilik. Sahile yürüyüp, biraz denizi izledi. En erken vapur seferi sabah 06.00’daydı. Yine de gün uyanmaya başlamış, martılar uçuşup, yolculardan gelecek simit parçalarını beklemeye başlamıştı bile. Herkes ve hayat uyanırken, uyuyacak ve bu eşsiz melodiyi her zamanki gibi kaçıracaktı Elisa ama çok umursamadan, evine doğru yola koyuldu.
Bilgisayarın başında saatler geçirdi. Uyku planı suya düşmüş olsa da, öğrendiklerinden memnundu, kalkıp sıcak bir duş aldıktan sonra hazırlanmaya başladı. Gündüz dolaşmaktan hiç hoşlanmıyordu ama heyecanına yenik düşmüştü. Bu sefer daha iddiasız ve daha kadınsı şeyler giymeyi tercih etti. Makyajı orantılı, saçı hafif fönlü, aynada gördüğü kişi ise asla kendisi değildi. Uykusuzluğa alışık olduğundan, uyumamasını umursamıyor hatta uykusuzluk bile çekmiyordu. Küçük bir kâğıda not aldıktan sonra, kâğıdı cebine atıp, evden ayrıldı.
***
Eylül, sayıma kalmadan eve gelmek için izin istedi. Mide bulantısını bastıramamış, kendisine ne olduğunu anlayamamış ama sabah aldığı poğaçanın yağından olduğuna emin bir şekilde, yatağa uzandı. Yorucu bir gün geçirdi. Kedisiyle oynaşacak hali dahi yoktu. Birkaç saat uyuyup, eğer geçmezse doktora gitmeliydi. Bir an önce uykuya dalmaya niyetlense de, telefonuna düşen bildirim sesiyle, gözünü açtı. İşten birkaç arkadaşı iyi olup olmadığını soruyordu. Mesajları cevapladıktan sonra, telefonuna not ettiği ismi kontrol etti. Bir süre düşündü ama cevap bulamayınca, uyumayı tercih etti.
Sabah, kendini iyi hissetse bile iş yerinden izin istedi. Biraz dinlenmeye ihtiyacı olduğu belliydi. Hem böylece bu adamın neden dikkatini bu kadar çektiğini düşünecek, hem de yurttaki arkadaşlarıyla görüşüp, özlem giderecekti. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli ve kimsesiz çocuklar bunca uzun zaman birbirlerini görmemezlik etmemeliydi.
***
Elisa büyük bir şirketin kapısında durup, birkaç nefes aldı. Danışmaya iş görüşmesi için geldiğini söyledikten sonra, Kerem Bey’in odasına kadar yürüdü. 26 yaşındaydı ama böyle görkemli yerler onu ne zaman görse heyecanlandırıyordu. Kerem Bey, 45 yaşlarında, karizmatik sayılabilecek yüz hatlarına sahip, bakımlı ve son derece nazik bir adamdı. Elisa’yı, küçük bir tebessümle karşılayıp, oturacağı yeri işaret etti. Elisa barmen olmayı çok seviyor ve kendini oraya ait hissediyordu. Yeni bir işe atılmak gibi bir niyeti de yoktu. Tek isteği Kerem Bey’le tanışmak ve eğer mümkün olursa onunla birkaç güzel akşam yemeği yemekti. Böyle büyük şirketlerde insan kaynakları iş alımlarıyla ilgilenirdi. O yüzden Elisa, direk Kerem Bey’in onunla görüşmek istemesine anlam veremedi ama bunu sorgulamadı da. Asıl amacı onun dikkatini çekmekti çünkü onu daha önce görmüş, heyecanlanmış, araştırmaları sonucunda kim olduğunu bulmuştu. Görünüşünden daha yaşlı olmasına şaşırdı ama yaşını göstermiyor olması işine geliyordu. Hem böylece insanlara bu yaş farkını anlatmak derdinde olmayacaktı. En azından Yalçın’a.
Kerem Bey, kendine yeni bir sekreter arıyordu. Elisa için kaçırılması güç bir fırsattı. İşe alınırsa zaman içinde amacına ulaşırdı ama gündüzleri başka işi olduğundan işe alınmak istemiyordu. Tek fırsatı şu an, Kerem Bey’i ikna etmek ve işe alınmadan buradan ayrılmaktı. “Anladım Elisa Hanım, daha önce tecrübenizin olmaması sorun değil. Fakat benim işlerim bayağı yoğun, idare edebilecek misiniz?” dedi Kerem. Hem onu kırmak istemiyor, hem işe almayı düşünmüyordu ama karşısındaki kadın da hem genç hem güzeldi. Uzun süredir yalnızdı, şöyle genç biriyle birkaç gece geçirse, fena olmazdı. Hem bu kadın ona bir yerlerden tanıdık geliyordu. Sanki daha önce görmüş gibiydi ama bir türlü emin olamıyordu. “Tecrübem yok, bu konuda haklısınız. Sanırım sekreterlik işleri de deneme yanılmayla olmuyor. İş adamlarıyla olan toplantılarınızı ayarlayamamak bir sürü şeyi kötü etkileyebilir. Ama sanırım, baş başa bir toplantı düzenlemek istersek, sekreter olmama gerek kalmaz.” Elisa, işe alınmak ve onu ikna etmek noktasındansa, buluşma ayarlamaya çalışıyordu. Böyle cesur cümleler tam onun gibi birine yakışırdı. Cesur olmaktan, istediği şeyi belirtmekten ve açık konuşmaktan hiçbir zaman korkmadı. Bu tavrı da zaten bir yerlerden tanıdığını sandığı Elisa’yı yakından tanımak için, Kerem Bey’e bir fırsat vermiş oldu. Böylece daha uzun sohbet edebilecek, eğer gerçekten tanıyorsa, nerden ve nasıl olduğunu bulacaktı. Kadınları severdi, onlarla tanışmayı da. Bu sebeple sekreterini çok sık değiştiriyor, yeni limanlara yelken açıyordu.
***
Başkomiser Erhan, Eylül’ün geldiğini görünce yerinden fırladı, mesaisi bitmek üzereydi ama bu kadına her zaman vakit bulurdu. Yurtta asilik yaptığı zamanlardan beridir, gerçek bir abi-kardeş olmuşlardı. Eylül de Erhan abisini çok seviyor, zaman buldukça onu ziyaret ediyordu. Bugünkü ziyareti, özlemden çok karşılaştığı adamla alakalıydı. Erhan’dan yardım isteyecek ve kafasındaki soru işaretlerini durdurabilecekti.
Biraz hoş sohbetin ardından, Eylül cebindeki kâğıdı Erhan’a uzattı. “ Abi, lütfen diyorum ya. Kırma beni. Ne var sanki, senin için beş dakikalık bir şey. Ev adresini, telefonunu ne yaptığını falan bulsan?”
“Eylül, kim bu adam? Aşık mı oldun, ne oldu? Nerden çıktı şimdi. Öyle beş dakikada bulunmaz hem.” Erhan tedirgin olmuş, Eylül’ün ilk defa böyle bir şey istemesine ise anlam verememişti.
“E ben de onu diyorum işte abi, kimdir nedir bir baksan ya? Belki âşık oldum, kötü bi adama mı âşık olayım?” Eylül küçük bir kahkaha attı. Erhan’ın onu kırmayacağını biliyordu. Eğilip yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, haber beklediğini söyleyerek ayrıldı. Erhan ise, huzursuzlanıp, bilgisayarından kısa bir araştırma yapmaya karar verdi.
Eylül, telefonundan yurttaki arkadaşları Esra ve Nursel’le buluşacakları kafenin konumuna bakarken bir yandan yürüyordu. Esra, aralarındaki en çalışkan kızdı. Doktor olup, bilimle uğraşacağı daha o zamanlardan belliydi. Yurdun bahçesinde bulduğu solucanları bir kavanoza koyar, besleyip gözlemlerdi. Nursel ise sık sık hapisteki babasını anlatır, suçsuz yere içeride olduğundan bahsederdi. Üçü de, yurtta sıkı dosttular. Zaman içinde, görüşmelerinin sıklığı azalsa da arkadaşlıkları için her şeyi yapabilecek güçteydiler.
Esra, Nursel ve Eylül, gecenin ilerleyen saatlerine doğru, hararetli bir konuşmanın tam ortasındaydı. Eylül, ikna etmekten sıkılmış gibi, sandalyesine yaslanıp söze girdi. “Emin değilim diyorum size. Ama bir şey hissediyorum, kesin o. Kaç yıl geçti emin olamam ama hislerim beni yanıltmaz.”
“Eylül, bu anlattıkların tamamen saçmalık,” dedi Esra, sesini biraz daha alçaltırken. “ Benden istediğin şeyin farkında mısın?”
“Hele benden istediğin şey!” Nursel, gözlerini Esra’ya çevirmiş, Eylül’ün anlattıkları ve istedikleri karşısında şaşkınlığını dile getiriyordu. Eylül ise, konuyu en başa alıp, tek tek anlatmaya karar verdi. Hissettiği şeyin doğru olduğunu kanıtlamaya az kalmıştı. Başkomiser Erhan, ona istediği bilgileri verdiğinde, tüm bu anlattıklarının doğru olduğunu ikisi de anlayacaktı. Ama şimdilik Erhan Abi’den bahsetmese de olurdu.
***
Elisa iş yerini arayıp, bu gece için izin istedi. Bar, bu aralar sakin olduğundan idare edebileceklerini söylediler. Baş başa toplantı fikrinin Kerem Bey’i heyecanlandırdığı açıktı ama bu kadar hızlı bir geri dönüş beklemiyordu. Nasıl olsa zengin adamlar böyleydi. En azından Elisa için. Hiç tanımadığı insanları evine davet etmeyi tercih etmiyordu Kerem Bey ama Elisa için içgüdüsel bir merak duygusuna da engel olamıyordu. Hem evi, onun güvenli alanıydı, böylece uzunca sohbet edebilir, kendisini heyecanlandıran bu kadın hakkında daha fazla bilgi alabilirdi. Ya da hiçbir şey olmaz, güzel bir sevişme gecesinin ardından hayatına kaldığı yerden devam eder, Elisa’yı da tek gecelikler klasörüne kaldırırdı. Bu yüzden, evinde ağırlamayı tercih etti. Kadıköy sahilinde onu bekleyen Elisa’yı arabasına alıp, Ataşehir’deki rezidansına doğru yola koyuldu.
Elisa, kısacık deri bir etek, uzun topuklu ayakkabılar, koyu bir gece makyajı ve mini bluzunun üzerine giydiği siyah deri ceketiyle, iş görüşmesindeki halinden oldukça farklı görünüyordu. Kerem Bey, yol boyunca Elisa’nın bacaklarına belli belirsiz baktı. Güzel bir gece olacağından şüphesi yoktu. Tanısa da tanımasa da. Bu alımlı genç kadın, ona iyi gelecekti.
Elisa, dairenin her köşesini gözleriyle inceliyor, bir yandan kırmızı şaraptan yudumlar alırken Kerem Bey’i dinliyordu. Kerem Bey, kendini anlatıyor daha doğrusu övüyor, bu günlere gelmenin nasıl zor olduğundan bahsediyordu. Bardağı boşaldıkça, Elisa çaktırmadan dolduruyor, Kerem Bey karşısındaki güzellikten son derece hoşnut şekilde, şaraptan içmeye devam ediyordu. Elisa, akan göz makyajını temizlemek istediğini söyleyerek lavaboya gittiğinde, nerdeyse bir şişeyi çoktan bitirmişlerdi. Kerem Bey, uzanıp bilgisayarında bir klasörü açtı. Uzunca bir süre inceledikten sonra Elisa’nın sesiyle kendine geldi. “Ben de bakabilir miyim?” Hızlıca klasörü kapatan Kerem, şaşkınlığını zar zor saklayarak, “ İşle alakalı. Sekreterim olsaydın, belki bakabilirdin,” dedi. Dudaklarına ufak bir tebessüm yerleştirmişti. Sonra uzanıp, biten şişeyi eline aldı. “Ben yenisini getireyim.”
Elisa, çantasından çıkardığı küçücük beyaz toz poşetini hızlıca Kerem’in bardağına boşalttı. Şarap bardağının dibinde kalan az bir şarapla da, şöyle bir karıştırdı. Kerem Bey geldiğinde, uzanıp, bardakları doldurdu. Elisa adamın ağır ağır içmesini izlerken, sinsice gülümsemekten kendini alamadı.
***
Eylül, bir alışveriş mağazasından bir tane kırmızı ruj, tül eldivenler, kalın bir ip ve küçük bir kayıt cihazı aldı. Dinlenmek için, köşedeki kahvecide oturmaya karar verdi. Bir yandan da telefonla konuşuyordu. “Tamam Erhan abi, teşekkür ederim, bak korkacak bir şey yokmuş. Bayağı yaşlıymış zaten, haklısın. Tamam, öpüyorum seni.” Telefonu tam kapatmıştı ki Yalçın, omzuna dokundu. “Elisa? Burada ne işin var? Bu kıyafetlerin de ne?” Eylül, korku dolu gözlerle bir Yalçın’a, bir kendisine bir de yanındaki poşete baktı. Öfkeli şekilde karşılık verdi. “ Ne Elisa’sı? Ben Eylül! Beni rahatsız etmezseniz sevinirim.” Panikleyen Eylül, yerdeki poşeti aldığı gibi masadan kalktı. Yalçın arkasından seslendiyse de duymamazlıktan geldi ve yürümeye devam etti. Hızlı adımlarla köşeyi döndü ve derin bir nefes aldı. Ellerinin titremesine engel olamıyordu. Telefonunu çıkarıp, birini aradı.
***
Elisa, bir günlük izinden sonra, bara geri dönmüştü. Hem çalışmayı özlemişti hem de olanları kafasında belli bir yere oturtmak istediğinde en güvendiği yer burasıydı. Yalçın’ın meraklı bakışlarından kurtulamayacağını anlayınca ona küçük bir yalan uydurdu. Kerem Bey’den kimsenin haberi yoktu henüz. Çok yakın zamanda herkesin öğreneceğini biliyordu ve o zamanı sabırsızlıkla bekliyordu. Sabaha doğru, son sandalyeyi de masaya ters çevirmiş, işlerini bitirmişti. Nasıl olsa yarın, büyük gündü. Eve gidip dinlenmeliydi ama önce önemli bir görüşmesi vardı. İşten çıktıktan sonra günün başlamasını sabırsızlıkla bekledi. Daha sonra Mustafa Abi’sini görmeye gitti. Bugün görüş günüydü. Ona olan biten her şeyi anlattı. Duydukları karşısında önce öfkelenen daha sonra ağlamaya başlayan kocaman adama şefkatle sarıldı. Gardiyan, temasın yasak olduğunu belirtene kadar en azından. “Tamam kızım, sen merak etme,” dedi Mustafa, Elisa’yı yolcularken.
***
Eylül, Yalçın’ın onu görmesiyle, planlarını hızlandırmak zorunda kaldı. Telefonunu çıkarıp, akşam için Erhan Abi’siyle sözleşti. Onu evine davet ettikten sonra, hızlıca eve gitti. Yolda, telefonundan evinin konumunu kayıtlı olmayan bir telefona attı. Bu sırada Yalçın, Eylül’ü takip ediyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hızla eve giren Eylül, evine giren hiç kimsenin bakmasına izin vermediği o kilitli kapıyı araladı ve hazırlıklara başladı. Aldığı küçük kayıt cihazını sandalyenin tam karşısına yerleştirdi. Masaya ruj ve tül eldivenlerle ipi koydu.
***
Elisa, üstünü değiştirmiş, Kerem’in eve gelmesini bekliyordu. Lüks aracın ışıkları penceresine yansıyınca, heyecanla kapıya yöneldi. Kerem, elinde çiçekle Elisa’ya sarıldıktan sonra içeri doğru yürüdü. Elisa, onu durdurup elinden tuttu ve ona bir sürpriz hazırladığını, gözlerini bağlamak istediğini söyledi. Kerem, fantezileri olan bir adamdı, hiç itiraz etmeden kabul etti. Elisa, onu özel odaya soktuktan sonra, bir sandalyeye yavaşça Kerem’i bağlamaya başladı. Bu sırada oldukça cilveli davranıyordu. Kerem ilk başta tedirgin hissetse de Elisa’nın cilveli tavrı onu yatıştırmaya yetmişti. Elisa bir yandan Kerem’i sıkıca bağlıyor, bir yandan geçen gece çocuklar gibi uyuduğu için bunun küçük bir ceza oyunu olduğunu söylüyordu. Kerem o geceyle alakalı hiçbir şey hatırlamıyordu, o sabah çıplak uyandıklarında çok fazla içtiğini düşünmüştü. Şimdi ise oynadıkları oyun, hoşuna gidiyordu.
Elisa, bağlamayı bırakıp, Kerem’in tam karşısına bir sandalye çekti. Ve uzanıp, Kerem’in göz bandını açtı. Kerem önündeki kırmızı ruj ve tül eldivenleri görünce irkildi. Elisa hiçbir şey söylemeden ruju dudaklarına sürdü, tül eldivenleri taktı ve kayıt cihazını başlattı. “Hatırlamana yardımcı oldu mu?” dedi dişlerini sıkarak. Kerem öfkeyle bağırsa da kurtulamıyordu. Elisa, aynı sakinlikle, birkaç fotoğraf çıkartıp, Kerem’in önüne dizdi. “Peki, burayı hatırladın mı? Hayır mı? Şu küçük odayı? Onu da mı hatırlamıyorsun? Çok yazık.” Kerem, kendini kurtarmaya çalışıyor, bir yandan küfür ediyordu. Elisa, eğilip küçük bir şırınga gösterdi.
“Evet, Kerem. Şimdi itiraf vakti. Şu kameraya bakarak, bana ve diğer kızlara uyguladığın tüm o tacizleri, tül eldivenleri ve sürdürdüğün tüm bu rujları, hatta bak, şu fotoğraftaki odayı anlatmaya başlasan senin için iyi olur. Yoksa bu zehri birazdan, sana enjekte etmek zorunda kalacağım.”
“Delirmişsin sen! Anlamalıydım, bir yerden tanıyordum seni! Beni çabuk çöz yoksa senin için iyi olmaz çünkü ben hiçbir şey yapmadım!” diye bağırıyordu Kerem. Elisa bir anda bütün sakinliğini bozup, şırıngayı Kerem’in boğazına sapladı. Kerem acı içinde bağırırken, evin kapısı gürültülü bir şekilde yumruklanmaya başladı. Elisa kalkıp kapıya koştu, gelen Yalçın’dı. Kapıyı açıp ne olduğunu anlayamayan Yalçın’ı kenara çekti.
Yalçın “Elisa? Neler oluyor?!” derken içeriden Kerem’in yardım çığlıklarını duydu. Koşarak odaya gittiğinde, gözlerine inanamadı. Kerem’i çözmeye çalışırken, Elisa kapıda dikilip, diğer şırıngayı kendine batırdı. Neler olduğunu anlayamayan Yalçın için kâbus gibi bir gece oluyordu. Aradan tam yarım saat geçti. Hem Kerem hem Elisa baygın şekilde yatıyordu. Yalçın, yaşadığı şoku atlatıp ambulans ve polisi aradı. O sırada kapıdan Başkomiser Erhan girdi. Gördüğü manzara karşısında gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. “Eylül? Aç gözlerini! Ne oluyor burda? Sen kimsin? Eylül, aç abim gözünü!” Yalçın, Başkomiser’in Eylül demesine bir türlü anlam veremiyordu ve onun Eylül değil, barda çalışan arkadaşı Elisa olduğunu söyleyip durdu.
***
Eylül ve Kerem kaldırıldıkları hastanede hayati tehlikelerini atlatmışlardı. Zaten şırınga zehir değildi. Bayılmaları için, Eylül Esra’ya yalvar yakar hazırlatmıştı. Onlar hastanedeyken, Başkomiser Erhan, Eylül’ün evini inceledi. Bulduğu odadaki kıyafetlerin ve odanın dekorunun tamamen farklı olduğunu gördü. Hatta Elisa olarak yazılmış birkaç ajanda ve günlük buldu. Kaydı defalarca dinledi ve masanın üzerindeki küçük kutudan çıkan USB bellekteki küçük kız çocuklarının taciz kayıtlarını buldu. Bu, Eylül ve arkadaşları Esra ile Nursel’e ait kayıtlardı. Neler olduğunu anlamıştı, Kerem Bey’in kim olduğunu da. Anlayamadığı tek şey neden Eylül’ün, Elisa diye bir karakter yarattığıve iki farklı hayat tarzını benimsediğiydi.
Kerem, yapılan müdahalelerden sonra sorgulanmak üzere götürülürken Erhan, Eylül’e yaklaşıp olan biteni anlatmasını istedi. Eylül, çocuk yurdunda kalırken başlarına gelen her şeyi tek tek anlattı. Adamı doğum lekesinden hatırlayıp peşine düşmüştü. Onunla Elisa adıyla birlikte olmuştu çünkü tacize uğradığı geceleri, beyninde yarattığı Elisa karakteri sayesinde atlatabiliyordu. Çok uzun yıllar boyunca karanlıktaraflarını Elisa’ya dönüşerek gün yüzüne çıkarmış, normal hayatına Eylül olarak devam etmişti. Bunu yurttaki arkadaşları dahil hiç kimse yıllar boyunca anlamamıştı. Dikkat çekmemek için iki kişiliğiyle de araştırma yapmaya devam etmişti. Kerem’in evine gittiği gece bilgisayarını karıştırmış, emin olduktan sonra klasördeki tüm kayıtları kopyalamıştı. Kerem’in hesap vermesi, olanları kabul etmesi en çok Elisa karakteri için önemliydi çünkü Eylül, kendini korumak adına, “Bana değil, Elisa’ya yapıyor,” diye düşünerek o gecelerde kendini avutmuştu. Yıllar sonra mağazada karşılaşınca, doğum lekesini es geçememişti. Kerem zamanında, yurtta hademe olarak çalışan, ayrıldıktan sonra iş hayatına atılıp zenginleşen biriydi. Ama bu hayat onun kirli geçmişini örtmeye yetmiyordu.
Eylül, onu adalete teslim etmiş gibi gözükse de kendi adaletini sağlamak istiyordu. Bunun için çoktan ayarlamalar yapmıştı. Müebbet hapis cezasına çarptırılan Kerem, koğuşundaki ilk hafta, Mustafa Abi’si tarafından öldürülmüştü. Böylece Eylül, Kerem ile birlikte, Elisa karakterini de öldürmüş, hayatına sıfırdan bir sayfa açmıştı. Onun ikili bir hayat yaşadığından habersiz olan arkadaşları ise, Eylül’eanlayış göstermiş, onu olduğu gibi kabul etmişlerdi. Ama gerçeği yalnızca Eylül ve onu destekleyen Mustafa Abi biliyordu. Mustafa abi, Nursel’in babasıydı. Kızına yapılanlara sessiz kalamadı.
Böylece Eylül, sessiz bir katil olmuştu.