Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

İnsta’ndan Öptüm Seni

Diğer Yazılar

BİR EFSANE BİR CİNAYET

DURU GÜZELLİK SALONU

KARMANIN RENGİ: TURUNCU

Güneş Barguş
Güneş Barguş
1990 yılı ekim ayının 17’sinde Salihli ‘de dünyaya gözlerini açan yazar: Ehh, madem sonbaharda dünyaya geldim hüzün mevsimi deyip ağlamaya başlamıştır. Bakmış ki ağlamakla olmuyor yazmaya başlamıştır. Yazdıkça yaşamayı büyük bir arzuyla istemiş ve sevmiş bir kız çocuğuna dönüşmüştür. Hüzünlenmiş yazmıştır, mutlu olmuş yazmıştır, sevmiş yazmıştır, acıkmış yazmıştır, susamış yazmıştır, ayağı taşa takılsa dahi yazmıştır, şu sevgili dünyada en iyi yapabildiği şeylerden birisi yazmaktır. Edebiyatla kalmak adına Anadolu Üniversitesi Edebiyat bölüm öğrencisidir. Van Şairler ve Yazarlar Derneği’nin düzenlediği hikaye yarışmasında “Berelenmiş Onurlar” adlı hikayesiyle birincilik ödülünü almaya hak kazanmıştır. Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde eğitim gören yazar, şu anda Van/ Erciş’te sınıf öğretmenliği yapmaktadır.

Öykü ♦ 

“Türker Beyciğim genetik opsiyonel bir paket sunalım mı size?  Yetmiş yaşına gelse dahi pürüzsüz bir cilde sahip olan birisiyle, birlikte olmak ister misiniz? Boyunu nasıl yapalım peki? Bin lira farkla büyük seçim paket?  Ya saçları? Ahenkle dans eden olursa yine ücret farkı alırız.”

“Dalga geçiyorsun ama benim güzellik algım simetriden besleniyor yapacak bir şey yok güzelim. İdeal vücut ölçülerine sahip değilsen boşuna konuşmayalım. Her şeyin çözümü var sonuçta. Napıyım yetmiş yaşı ben? Arthur Schopenhauer demiş ki: “Gençliğin güzelliği olmasa bile çekicidir; ihtiyar güzellik çekici değildir.” Tek cümleyle: yaşlanmış bir vücut tiksindirici.”

“Düşündürücü ama doğru mu bilemem. Sen kimsin peki? Fikirlerin mi bedenin mi? Mesela benim bedenim tek başıma Aslı Atalar olabilir mi? Hiçbir yerim sarkmasın, tenim buruşmasın, göz kapaklarım düşmesin.  Dünya barışı dışında bir şeyler de istemem beni ben yapan şeyler değil midir sence?”

“Onlar nasıl ki glütenlere sarıyorlarsa bedenlerini ben de bedenimi Hint sütlerine buladım; şitake mantarlarıyla besledim, büyüttüm; Frenk üzümleriyle cildim neme doydu. Şimdi geçmiş karşıma beden olumlaması isteme benden. Daha yüz yüze bile görüşmedik.”

Mesajlaşmaya devam ettiler. İkisi de birbirinden habersiz yataklarına uzanmış, telefon ekranlarının ardından birbirlerini tanımaya çabalıyorlardı.

Eğitimli, etkileyici, kibar bir beyefendi oturuyor karşımda. Mesajlaşmalardaki gibi arada bir anlayamadığım cümleler de kurmuyor üstelik. Eee, tabi mesajlarda bir emojiyi bile eksik koysak karşımızdaki şaka yaptığımızı anlayamıyor. Doktor olmasının yanı sıra motosiklet meraklısı ve insanı cezbeden bir özgüveni var. Sahildeki kahvaltı dükkânlarından birisinde çaylarımızı içerken önüme serilmiş ve ne olduğunu anlamaya çalıştığım kahvaltılıklardan kekikli zeytin, havuçlu olduğunu düşündüğüm peynir, ballı kaymak ve benim tatmadığım ve sanırım heyecandan tadamayacak olduğum yiyeceklere bakış attım. Yüz yüze tanışmanın verdiği heyecanla ağzımı aldığım her lokma benim için aynıydı. Yüzünün dikdörtgenliğini tamamlayan burnunun muntazamlığı ve bununla birlikte bıyıklarıyla bütünleşen kirli sakalı, sağ profilde bana bakıp gülümsemesine çekicilik kazandırıyor. Tatlı tatlı gülümserken telefonu çaldı.

 

Kırmızı elbisesiyle diğer kızlar gibiydi. Kırmızının çekiciliği hiçbir şeyde yok, bunu bildiği için kırmızı bir elbise. Üstelik kendine özgü davranışları ve konuşma tarzı var her cümlesinin sonunda bir tebessüm. Bu kadarı da fazla bence. Üstelik kulağa hoş gelen, gösterişli cümleler de kuruyor. Biraz zaman geçsin anlarım ne olduğunu nasılsa. En iyisi bozmamak ve gülümsemek.

Telefonla konuşurken bana bakıp arada bir gülümsemesinin sebebi: beni unutmadığını, varlığımı yok saymadığını anlatmak. Böyle düşünceli ve duyarlı davranışlar gösterdikçe ona karşı hayranlığım artıyor. Yüreğimde biriken umudun bana nasıl döneceğini merakla bekliyorum.

Nihayet telefon konuşmam bitti. Yaklaşık bir haftadır mesajlaştığım kız karşımda oturuyordu. Şimdi ona kuzenimin şehir dışından buraya geleceğini çünkü çocuğunun kolunun kırıldığını ve hastaneye gitmemiz gerektiği haberini verecektim. Şüphesiz önce yüzünde hayal kırıklığını görecektim sonra güzelliği yüzünden uçmaya başlayacak ve yüzüne yapmacık bir gülümseme konduracaktı.

Son kavşaktan döndük. Hep aceleci mi yoksa bir amaç uğruna mı aceleci oldu? O, sağa sola aynaya bakarken varlığını hissettim. Yeni bir hayat ve sanki eskiden beri tanıdığım o. Trafik rahatlayınca sağa bakmalarını arttırdı sanki. Konuşmaya susamışız gibi konuştuk yol boyu. Arada gülümsemelerini gördüm, hep gülsün istedim. Kafasında yaptığı kaba gezi planı tutmadı ama olsun o an, onunla yoldayım diyorum ve anlattıklarına gülüyorum. Bu sefer farklı diyorum içten içe. Neyse ki ağaçlı topraklı yoldan çıkınca hastaneye vardık. Hastanede kuzeni Elçin, kuzeninin kocası ve henüz bir yaşını yeni doldurmuş küçük Liya’yla tanışmaya çalıştım. İngilizce konuşarak tanışmaya çalışan Elçin’in üzerinden hayret dolu bakışlarımı gizleyemiyordum.

Çalıştığım hastanede buluştuğumuzda on aydır Elçin’le görüşmediğimi fark etmiştim. Beni görünce: “Heyy, good to see you.” deyiverdi.  Liya’ya İngilizce öğretebilmek için günlük konuşurken de bu dili konuştuklarından haberim vardı. Kuzenimin kızı Liya’yı ilk defa gördüm ve kolundaki belirginleşmiş şişlik ve morluk gözüme çarptı. Bu sebepten ağrısından dolayı da ağlaması kesilmiyor. Ortopediden arkadaşım Evren geldi yanımıza. Kuzenim olduğunu, şehir dışından geldiklerini söylediğim anda dikkati Liya’ya kaymıştı bile.

Klasik hastane kokusunu almaya başladığım anda nefes alış verişimin, düşünüşümün, bakışımın, duyuşumun farklılaştığını hissedebiliyordum. Üstelik Türker’in, doktor arkadaşı Evren’le beni tanıştırmamasına bozulmuş fakat belli etmemiştim. Hani insan kendini bir yerde fazlalık hisseder ya o yer benim için tam olarak burasıydı.

Kendisini doktor kalabalığının içinde bulan Aslı’nın başı ağrımaya başlamıştı. Alışmadığı kişilerin, isimlerin, kavramların ona yabancı gelen tumturaklı bir dilin içinde kendini kaybetmişti. Başı öne düşmüş, kollarını kavuşturmuş kendini kambur etmişti. Kötü bir rüyanın içinde, vahası olmayan bir çölde kaybolmuş gibiydi. Liya’nın etrafında dört dönen hemşirelere bakıyor, Elçin’in bu zor durumda bile İngilizce konuşmayı sürdürmesini inceliyor, yerdeki kan mendillerinin kırmızısı midesini bulandırıyor ve az önce arabada gülüşüp konuştukları Türker’in onunla hiçbir şekilde göz teması kurmamasını hayretler içinde izliyordu. Liya’ya gerekli müdahaleler bitince hastaneden toplu bir şekilde çıktılar.

Kuzenim hemen dönmek istese de onları bu şekilde bırakamazdım. Eve gidip bir şeyler yiyip dinlenip öyle yola çıkmalıydılar. Zaten Elçin’in eşi Erhan’ın uykusuzluğu gözlerinden okunuyordu. Hastane bahçesinde biz ne yapacağımızı konuşurken telefonuma seri şekilde gelen mesajlara bakmaya başladım. Evimi her hafta temizlemeye gelen Nazan abla yaptığı yemeklerin fotoğraflarını göndermişti. Evime gitmemiz için bir neden daha çıkmıştı bize. O anda orada isteksizce dikilmekte olan Aslı’yı fark ettim. Ona bizimle eve gelmesi için gereksizce ısrar etmeye başladım. Bunu niye yaptım ben de bilmiyorum. Bazen insan istemediği şeyleri kendine inat olsun diye yapabiliyor işte.

Israrlara dayanamayıp Türker’in evine doğru yol almaya başladık. Gelmem için o kadar çok ısrar etti ki kabul etmek durumunda kaldım oysaki onların kendi kendilerine kalmak isteyebileceklerini düşündüğümden müsaade isteyip ayrılacaktım. Türker’in evine girdiğimiz anda ilk olarak yemek kokuları karşıladı bizi. O yemekleri yapan Nazan Hanım kapıda bizi karşılarken aynı zamanda çıkmaya hazırlanıyordu. Genelde eve gelen gündelikçi kadınların ve orta yaşın aksine Nazan Hanım sarı saçlarıyla gayet bakımlıydı. Makyajıyla çok katmanlı yüzü, koskoca evi temizlemiş fakat hiç yorulmamış gibiydi. Nazan Hanım’ın yaptığı yemekleri balkonda yedikten sonra öğle sıcağının esiri olan ev halkı, kendilerini evin bir yerlerine attılar. Ben de balkonda otururken etrafı seyretmeye başladım. Altıncı kat olan evin önünde V şeklinde açıklık var. Yan tarafları büyüklü küçüklü apartmanlarla dolu olan manzaranın tam ortasında yürüyüş alanına da sahip bir park bulunuyor. Öğle sıcağı olmasına rağmen parktaki çocuk sayısı azımsanmayacak derecede. Başımı sağa doğru çevirdiğimde ise karşı apartmanlardan birisinde oturmakta olan koltuk değnekli, otuzlu yaşlarında olduğunu düşündüğüm adamla göz göze geldim. Bir anda sağ kolumu havaya kaldırıp ona el sallarken yakaladım kendimi. Onun da bana el salladığını gördüğümde gözlerindeki o ürkütücü şefkatle karşılaştım. “Ama,” dedim ya tereddütle mırıldanarak: “Öğle sıcağından hep bunlar…”

Akşamüzeri gitmeye karar veren kuzenimi ve ailesini yolcu etmek için dışarı çıktık. Onları yolcu ettikten sonra üzerimizdeki şu gri bulutları dağıtmak için Aslı’ya şehirde motosikletimin sesini dinlemeyi teklif ettim. Gittikçe hızlanan tekerlekler ile o gri bulutlar renk değiştirmeye başladı adeta. Arkamdan sıkıca sarılan Aslı’nın ben hızlandıkça bana kenetlendiğini hissetmek hoşuma gitmeye başladı. Motosikletimi şehrin dışında, toprak bir araziye sürdüm. Şehrin sesini kısarak motosikletlerimizin sesini dinlemek için bu alanda benim gibi motorperestlerle toplanırız. Alana vardığımızda on on beş motosiklet vardı. Aslı’yı arkamdan indirdiğim gibi sürüş arkadaşlarımla kısa bir tur yapmaya karar verdik.

Motosikletin aynasında bir gördüğüm nesneyi bir daha görmeden geldiğim bu garip dağ başında benim işim neydi? Çok korkuyorum ama korkmamış gibi yapıyorum. Benim için ürkütücü metal yığınlarından ibaret olan bu aletler onlar için yaşam tarzına dönüşmüş. Üstelik şimdi tanımadığım birkaç kişiyle birlikte ıssızlığı olan bu yerde tek başımayım. Hemen döneceğini söylemesinin ardından yarım saat geçtikten sonra motosiklet sesleri gelmeye başlayınca içim rahatladı. Şanlı bir giriş yapan motosikletliler kesintisiz gösterilerine devam ediyorlar. Ön tekerleğin yere değmesi yasakmış gibi sadece arka tekerlek üzerinde bir takım hareketler yaparken Türker’in motosikletini göremediğim anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Şaşkınca oraya buraya bakındım, yutkunmayı unutup gözlerimin dolduğu anda gerilerden gelen motosiklet sesi kulağıma çalındı. Onu gördüğüm anda dolu olan gözlerimden iki yana düşen yaşlara aldırmayıp gülümsedim. Önümde durdurduğu motosikletin arkasına atladığım gibi evin yolunu tuttuk.

Eve gülerek giren Türker ile Aslı evde yoğun bir çamaşır suyu kokusuyla karşılaştı. Bu koku bütün evi kaplamış olduğundan ikisi de öksürmeye başladı. Hemen kendilerini balkona attılar ve o korkunç, o bilinmez manzarayla karşılaştılar. Bağıran, çığlık atan Aslı değildi sanki. Tuhaftı.

“Aslı, ben bir şey yapmadım. Ben bir şey yapmadım. Beni dinle.” diyordu şiddetli ses tonuyla Türker. Ama Aslı yerde yatan eli yüzü buruşmuş, kireç gibi bembeyaz kesilmiş Nazan Hanım’ın ölüsüne bakıyordu. Nedense bir süre öylece baktıktan sonra elleri titreye titreye cinayet haberini polise vermeyi akıl edebilmişti. Bir süre sonra eski tenhalığı kalmayan balkonu olay yeri ekibi ve polisler doldurmuştu.

Bir polis merkezine bir cinayet ihbarı geldi. Başkomiser ve ekibi olay mahalline gitmek için yola çıktılar.

“Sakin olun, hanımefendi. Bağırmayı ve ağlamayı keserseniz sizi daha iyi anlayabiliriz.”

“Sakin olamıyorum başkomiserim. Bu adam yaptı diyorum size, eminim onun olduğuna. Bu kadının katili: bu adamdır.”

“Aslı Hanım sakin olun ve bize ne olduğunu anlatın.”

“Komiserim bu adam mesajlarında bile vücudun önemli olduğundan bahsedip durdu bana. Bakın işte kadının vücudunu ne hale getirmiş? Kim bilir ne alıp veremediği vardı zavallı kadınla.”

Aslı, cinayeti Türker’in yaptığını biliyordu çünkü onu o dağ başında yalnız bırakmış üstelik yarım saat geç gelmişti. Bir işler çevirdiğini hissetmişti. Ama bu kadarını tahmin bile edemezdi. Şimdi anlıyordu o mesajlardaki imalı ve üstü kapalı konuşmalarını. Kişinin ruhundan önce bedeninin önemli olduğunu defalarca vurgulamıştı. Bu tam bir kalpsizlikti. Kurbanı olan bu kadın da zaten temizlikçi gibi değildi bunu en başında anlamıştı. Orta yaşlarında olmasına rağmen gayet bakımlı bir görüntüsü vardı. Ama olgun vücutları sevmediğinden bahsetmişti bir mesajında da. Yaşlı bir vücuda sahip olduğu için öldürmüş olabilir miydi? Kadının vücudunu artık tiksindirici buluyordu ve kadını reddediyordu. Kadın bunu kabullenemedi ve ayrılmak istemedi. Türker’de çareyi öldürmekte buldu. Üstelik kuzeni Elçin’i bile plana dahil etmiş olabilirdi. Her şey olabilirdi. Kendisi yapmasa dahi cinayete azmettirdiği başka bir kişi bile olabilirdi. Aslı o gün neler yaşadığını zihninde başa sarıp sarıp tekrar yaşıyordu. Fakat bazı yerleri hatırlayamıyordu yahut yanlış hatırlıyordu. Yemek yedikten sonra mı motosikletle gezintiye çıkmışlardı, önce mi? Kafası allak bullak olmuştu, sürekli iç çektiğinden kafası bir öne bir geriye gidip geliyordu.

Olay Yeri İnceleme Komiseri konuşmayı bölerek: “ Komiserim daire kapısında zorlanma izi yok. Maktül kendisi kapıyı açmadıysa anahtarla girilmiş. Ceseti, otopsi için Adli Tıp’a; evden topladığımız delilleri ise  Kriminal Labaratuvar’a görüreceğiz ve en kısa sürede Cinayet Büro’ya bu raporu göndeririz.” dedi ve ayrıldı.

Aparmanın dışındaki kuru kalabalığın sesi balkondan işitiliyordu. Apartman sakinlerinin ise sorgulamaları devam ederken akşam saatlerinde binadan hiç ses gelmediğini, her şeyin normal olduğunu söylemişlerdi. Türker bütün şüpheyi üzerine çektiğinin farkındaydı ve baş şüpheli olarak gözaltına alınmıştı. Bunun yanında Aslı’da tüm gününü cinayet şüphelisiyle geçirmesi nedeniyle en az onun kadar şüpheliydi ve o da gözaltına alınmıştı. Polisler eşliğinde apartmandan çıkarken Aslı’nın gözleri el salladığı sakat adamı gördü. Görmesiyle birlikte sakat adamın gülümseyerek ona el salladığını fark etti. Aslı’nın bu garip davranış karşısında içi ürpermişti.

Yanındaki polise dönerek yalvarır bir ses tonuyla “Onu da alın, onu da sorguya alın.” dedi.

Polis ise amirine dönerek sordu. “Amirim n’palım?”

Amir durumu anlamaya çalışır bir şekilde Aslı’ya yaklaşarak “Bildiğiniz bir şey mi var?” dedi.

“Komiserim, bu sakat adam tüm gün cinayet işlenen evi izledi. Ben bunu bugün balkonda otururken fark ettim. Kesin altından bir şey çıkacaktır. Lütfen onun da ifadesini alın.” dedi.

“Tamam, adamı alın arkadaşlar.” diyen komiser yine garip bir cinayetin içinde olduğunu seziyordu. Öyle cinayetler görmüştü ki: sağır, dilsiz ve kör. Ama bir ipucu, bir anlık kendini ele veriş bu cinayeti çözecekti.

Cinayet büroya getirildiklerinde Aslı halâ o gün yaşadıklarını düşünüyordu: “Motosikletiyle gittiğinde beni almaya yarım saat geç geldi demek ki o sırada işledi cinayeti. Ne istedin zavallı kadından? Aman Allah’ım bu, bu öldürülen ben de olabilirdim. Ya o sakat adam? Ürkütücü ve imalı bakışları? Yüzündeki o haince gülümsemesi? Ya şu yoldan apar topar döndürülen Elçin ve eşi? Bir insan yaşamını kaybetmiş. Halâ İngilizce konuşmaya çalışmakta ne oluyor?”

Kuzenim Elçin ve eşi gitmekte oldukları yoldan geri döndüklerinde olayın şokuyla ifade verdiler. Her şey birbiriyle örtüşüyordu da benim motora benzin almak için gittiğim yarım saatlik süreyi açıklasam da inandıramamıştım. Her şey mobese kamera kayıtlarına ulaşıldığında ortaya çıkacak. Evet, ben genç vücutları seviyorum ama bir insanı da yaşlı diye öldürecek değilim. Dünden beri aç, susuz; bu havasız, nefes kokan bu yerde tutuluyorum. Üstelik şu koltuk değnekli adam da tam karşımda bana pis pis bakarak oturuyor. Burada işi ne onu da anlamış değilim. Bunun yanı sıra haberi duyan hastaneden birkaç doktor arkadaşım ve Evren geldi. Birden koltuk değnekli adamın tiz ve yüksek sesle: “Onu gördüm, gördüm o, işte!” demesiyle tüm gözler Evren’e çevrildi. Devam etti yüksek sesle: “Akşamüzeri sizin apartmandan çıkarken kapıda karşılaştığım adam, bu: o.” Evren sakin ses tonuyla: “Birisine benzetiyor olmalısın, üstelik senin ne işin vardı o apartmanda? Pis röntgenci” dedi.

Sesleri işiten baş komiser sorguya Evren’i de aldı.

“Doğru mu? Akşamüzeri apartmanda görmüş seni.”

“Yok, komiserim ben hastanedeydim o sırada sorabilirsiniz arkadaşlara.”

Yırtıcı ses tonuyla bana öfkeyle bakan koltuk değnekli adam: “Bu adam var ya,” dedi beni göstererek “Her hafta o balkonda başka bir kızla yemek yiyor.” dedi.

Başkomiser sakat adama dönerek: “Sen de bunu kıskanıp kadını öldürmeye karar verdin. Ama gittiğinde gördün ki o kadın yok temizlikçi var ve onu öldürdün.”

“Hayır, komiserim öyle olmadı.” dedi ürkerek.

“Nasıl oldu anlat o zaman.”

“Ben korkarım,” dedi koltuk değnekli adam ve devam etti: “ Böyle sizin gibi üstün insanların yanında tutulur kalırım, söyleyemem.”

“Anlatacak mısın? Yoksa seni tutuklatayım mı?”

“Tamam tamam anlatıyorum komiserim. Bu hafta bu doktorun yemek yediği kız bana el salladı. Belli ki diğerlerine benzemiyordu, iyi biriydi. Ona bu adama güvenmemesi gerektiğini anlatacaktım. Cesaretimi toplayıp karşı apartmandaki daireye gittim. Kapıyı çaldım ama açan olmadı, evde kimse yoktu. Asansörden indiğimde apartman kapısının önünde şu adamla karşılaştım.” dedi Evren’i göstererek.

Adli tıptan gelen rapora göre maktulün mide ve her iki akciğerinde de sıvı ile boğulmuş olduğunu düşündüren bulgularla birlikte yüksek oranda sodyum hipoklorit tespit edilmiştir. O zaman maktul Nazan Arcan, zanlı Türker Akkaya’nın evinde intihar girişiminde mi bulunmuştu? Bu durum intihar gibi görünse de gözlerin kristal gibi bembeyaz olması ve bacakların katılaşması boğulmaya zorlanma olduğu ihtimallerin en yükseğiydi. Hastaneden erken çıktığı anlaşılan Evren’in kendisini kötü hissedip izin alarak evine gittiği anlaşılınca Olay Yeri İnceleme Ekibi, Evren’in evine gitti, oradan aldığı örnekleri Kriminal Laboratuvar’a iletti.  Çıkan raporda evinden alınan sodyum hipoklorit örneği ile maktülün vücudundaki örnek eşleşince cinayet zanlısı Evren Şenel sorgulanıp adliyeye sevk edildi.

“Nazan Arcan’ı öldürdüğünüz adli tıptan gelen raporlarla kesinleşmiştir. Peki neden öldürdünüz?” sorusu saklandığı yerden aniden çıkan kertenkeleye sorulmuştu sanki. Evren Şenel büyük bir soğukkanlılıkla ve yüzünde zerre kadar pişmanlık okunmayan ifadesiyle anlatmaya başladı: “ Türker’in evini salı ile benim evimi ise perşembe günü temizleyen Nazan Abla evimi özellikle de tuvaletleri çok iyi temizliyordu. Olay günü ise yani perşembe günü Türker’in evinden temizlikten çıktığını biliyordum. Acil misafirimin geleceğini bana gelmesi gerektiğini söyledim. O da kıramayıp geldi. Evi temizlemeye başlayan Nazan Abla bir şeyi ima eder gibi tuvaletlerin bol çamaşır suyuyla yıkaması gerektiğini söyleyerek güldü. Bunun üzerine aynı çamaşır suyunu zorla içirip başını klozete soktum tıpkı küçükken annemin bana yaptığı gibi. Sonra da arabaya koyup Türker’in evine götürdüm ne de olsa Nazan Abla da evinin anahtarı vardı. Küçükken tuvaletimi yapıp temizlemeden çıkardım. Bunu gören annem evde kriz geçirir, beni klozette boğmakla tehdit ederdi. Ama ben buna rağmen her seferinde yaptığım dışkıyı orada bırakmayı severdim çünkü o benim yaptığım bir şeydi, değerliydi. Annem bunu hiç anlamadı. Nazan Abla’da anlamadı. Şimdi sorgu bittiyse biraz uyumak istiyorum. Çok uykum var.”

“Uykusuzluktan göz kenarlarımda kaz ayaklarım çıktı artık o kadar genç olmadığımı salık veriyor bedenim” dedi cinayet bürodan çıkarlarken.

Aslı Türker’den gelen serserice söylenmiş bu cümleye: “Kendinle asla barışamayacaksın çünkü buna izin vermiyorsun. Kendinle barışmanın yolu: bedeninle barışık olma dışında bir şeylerle uğraşman.” dedi.

“Mesela yaşlı bir kadının vücudunu öldürmek gibi mi?” dedi zafer sarhoşluğu içindeymişçesine konuşan Türker.

En Son Yazılar