Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

İPUÇLARINI TAKİP EDİN!-2

Diğer Yazılar

B A S T O N

GÖLGE KATİL 

STRETELLİ DOSYASI

Yeşim Yörük
Yeşim Yörük
1977 yılında Almanya'nın Berlin şehrinde doğmuştur. İlk ve orta eğitimini Türkiye'de tamamladıktan sonra eğitimine Almanya'da devam etmiştir. Halen Almanya’da yaşamaktadır, tekstil ve dokuma sektöründe çalışmaktadır. 2018 yılında, Paradigma Polisiye Yayınları'nın düzenlediği Polisiye Öykü Yarışmasında, Misk-i Amber adlı öyküsüyle birinciliğe layık görülmüştür. 2019 yılından beri polisiye dergi Dedektif Dergi'de yazarlık yapmaktadır. 2020 yılında Dedektif Dergi’nin düzenlediği Zehirli Kalem polisiye öykü yarışmasında Çikolatalı Kurabiye adlı öyküsüyle mansiyon ödülü kazanmıştır. 2021 yılında ilk polisiye kitabı Kelimelerin Efendisi, 2022 yılında ikinci öykü kitabı Birtakım Cinayetler yayımlanmıştır. Çeşitli kolektif kitaplarda öyküleriyle yer almıştır.

“Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Neydi adınız?..”

“Devran efenim, adım Devran Devridaim. Özel dedektifim ve Gencoy Sümer’in kaçırılması vakasına bakıyorum.”

“Ne ara kaçırılmış Gencoy? Saçmalamayın lütfen! Bu bir şaka falan mı? Eğer öyleyse, baştan söyleyeyim, böyle saçmalıklara ayıracak vaktim yok, Devran Bey. Ayrıca, dediğiniz gibi Gencoy kaçırılmış olsa, şu anda karşımda bir özel dedektif yerine, polisin durması gerekmez miydi?”

“Bakın Algan Bey, bana inanmamanız ne yazık ki gerçeği değiştirmiyor. Ortada bir kaçırılma olayı var ve evet, kaçırılan kişi Gencoy Sümer. Bunu Turgut’la yapacağınız kısa bir görüşmeyle teyit ettirebilirsiniz. Ama bana sorarsanız, kaybedecek bir dakikamız bile yok. Size olayı kısaca özetleyeceğim ve ben buradan çıktığım anda, öğrendiklerinizi unutacak, kimseye bahsetmeyeceksiniz. Zira bir meslektaşınızın hayatı söz konusu.”

Polisiye Yazarlar Birliğinin sekiz katlı binasının yedinci katında, birliğin başkanı Algan Bey’in odasında karşılıklı oturuyorlardı. Algan Bey’in şüpheci bakışları Devran’ın anlattıklarından sonra yerini endişeye bırakmıştı.

“Size işinizi öğretmek istemem ama polise haber vermemekle iyi mi ediyoruz, emin değilim, Devran Bey.”

Algan Bey Devran’ın tepkisiz kaldığını görünce, ikna etmesi gerektiğine karar verip sesine daha ciddi bir hava kattı.

“Polis, Gencoy’u kaçıran kişinin ruhu bile duymadan, soruşturmayı gizlice yürütebilirlerdi. Öylesi daha iyi olurdu gibime geliyor.”

“Turgut Bey ve diğer yazarlar polise gidilmemesi hususunda ısrarcılar Algan Bey. Bu durumda bu işten kârlı çıkmak için böyle söylediğimi hatta dergideki herkesi buna benim ikna ettiğimi düşünebilirsiniz fakat inanın Gencoy Bey’in selameti için bu görevi benim üstlenmem şart.”

Algan Bey karşısına oturmuş ukalaca kendini öven bu adamdan pek hoşlanmadığını belli etmemeye çalışarak, “Bu kararı vermek bana düşmez tabii. Sonuçta ilk muhataplar Turgut ve dergi yazarları. Umuyorum ki bu karardan dolayı sonunda pişman olmazlar,” dedi.

“Öyle umalım Algan Bey. Şimdi müsaadenizle size bazı sorularım olacak. Malum, kaçırıldığı gece Gencoy Bey’i son görenlerden biri de sizsiniz.”

Algan Bey polise haber verme ısrarlarının boşuna olduğuna karar vermiş olacak ki teslim olmuş gibi iki elini havaya kaldırıp sırtını sandalyesine dayadı ve “Tabii, buy’run…” dedi.

“O akşam Gencoy Bey’le hangi saat aralığında ve nerede buluştunuz.”

“Saat yedide, Beyoğlu’ndaki Lamia Bar’da buluştuk. Aşağı yukarı iki saat oturduk.”

Devran, barın adını defterine not ettikten sonra “Gencoy Bey’le yakın arkadaş mısınız?” diye sordu.

“En başta meslektaşız. Yazarlık vesilesiyle tanıştık zaten. Arkadaşız evet ama öyle, ‘Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez,’ dersem, yalan olur. Geçen geceki buluşmamıza benzer buluşmalar ve birlik toplantıları haricinde, özel hayatımızda görüşmeyiz hiç.”

“Peki, anladığım kadarıyla başı belada olsa ya da bir derdi olsa, açılacağı ilk kişilerden değilsiniz.”

“Edebiyat üzerine yüzlerce muhabbet geçmiştir aramızda fakat dediğiniz gibi bir durumda normalde bana bir şey anlatmazdı, yani o akşama kadar. O akşam Gencoy çok farklıydı. Bu sefer edebiyat konusuna hiç girmedi. Üzgün mü, kırgın mı yoksa hasta mı olduğuna karar veremediğim bir hal vardı üzerinde.”

“Nasıl yani?”

“Uzun uzun Emily ile nasıl tanıştıklarından, yaşadıkları aşktan ve sonunda bir aşkın nasıl nefrete dönüştüğünden bahsetti. Çok şaşırmıştım, özel hayatı konusunda bu derece açık sözlü olmamıştı hiçbir zaman.”

“Siz Emily Smith’i tanıyor musunuz?”

“Tanıyorum, diyemem. Gencoy’un eski eşi olduğunu bilmeyen kalmadı zaten. Kendisi birkaç kez birliğin düzenlediği gecelere davetsiz olarak katılmış ve söylemesi ayıp bazı rezillikler çıkarmıştı. Gencoy’u küçük düşürmeye uğraşıyor hissi uyandırmıştı bende. Yazık, oysa nasıl büyük bir aşkla başlamış evlilikleri.”

“Peki sizce, Gencoy Bey’i o kaçırmış olabilir mi?”

“Üzgünüm, bu sorununuzu yanıtlayamam çünkü bilmiyorum. Dediğim gibi onu sadece birliğin gecelerinde gördüm ve çirkef bir kadın olduğundan başka bir his uyandırmadı bende. Bir de bu kadın son on yıldır Gencoy’la aynı şehirde yaşıyor, neden şimdi onu kaçırmaya kalksın?”

“Göreceğiz Algan Bey… Neyse, siz devam edin lütfen.”

“Gencoy’un ağzından duymaya alışık olmadığım cümleler kuruyordu. Buralardan gitmek istediğini söyledi mesela. Evet, aynen şöyle dedi; ‘Yoruldum artık Algan. Yazmaktan, okumaktan, anlaşılmamaktan, anlayamamaktan… Bıktım artık… Kaçıp gitmek istiyorum buralardan.’”

“Enteresan…”

“Öyle gerçekten… Aslında onun, yazarlığı ve dergisini çok sevdiğini ve asla vazgeçmeyeceğini sanıyordum. Daha birkaç ay önce yeni yazdığı roman hakkında uzun uzun sohbet ettiğim Gencoy kalkmış, her şeyi ardında bırakmaktan bahsediyordu. Tuhaf geldi bana o hali. Birine kırgın olduğu aşikârdı. ‘Biliyor musun Algan, şu dünyada ne yaparsan yap kimseye yaranamazsın. Sen taviz verdikçe hep daha fazlasını isterler. Ya da sadece çıkarlarına hizmet ettiğin kişiler, verdiğin hizmetin büyüklüğü kadar değer verirler sana,’ dedi. Bir de… Nasıl demişti?.. Hah, ‘İnsanlara hatalarını söylediğinde, neden seni düşmanı zannederler?’ Evet, buna benzer bir cümle kurmuştu.”

“İnsanlara hatalarını söylediğinde, neden seni düşmanı zannederler?.. Kimi kast etmiş olabilir?”

“Etrafında böyle düşünmesine sebep olan birileri varsa bile, inanın kim olduğunu bilemiyorum. Bence bu soruların cevabı Turgut’ta ve tabii Dedektif Dergi yazarlarında. Ne de olsa onlar Gencoy’u benden daha iyi tanırlar.”

“Peki ya diğerleri?”

“Kim diğerleri?”

“Birliğinizin üyeleri, tüm yazarlar… Gencoy Bey’le araları nasıldı? Sizce onu kaçıran…”

Devran’ın nereye varmaya çalıştığını anlayan Algan Bey, “Saçmalamayın rica ederim,” diye bağırdı. Öfkesi yüzünden okunuyordu. “Böyle bir şey olabilir mi? İnsanların işi gücü kalmamış, Gencoy’u mu kaçıracaklar? Herkes kendi derdine düşmüş Devran Bey. Öyle sizin sandığınız gibi kimse kimsenin kuyusunu kazmıyor bu camiada. Ufak tefek uzlaşmazlıklar her zaman olabilir fakat kin, nefret, haset, bunların hiçbiri olmaz bizim aramızda.”

Algan Bey’in tersine, sükûnetinden taviz vermeyen Devran, sesine ılımlı bir hava katarak devam etti sözlerine.

“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Birliğinizin bünyesinde yüzlerce yazar var. Hepsine birden kefil olamazsınız ya.”

Ne yazık ki ses tonu ne kadar ılımlı olursa olsun, söylediği sözün ima ettikleri, hızla gerilmekte olan ortamı daha çok germekten başka bir işe yaramamıştı. Algan Bey öfkesini yatıştırmaya gerek görmeden, “Elbette olurum!” dedi ve hiç ara vermeden aynı tonda devam etti konuşmaya.

“Siz bizi ne zannediyorsunuz? Cani miyiz biz? Polisiye yazarlarıyız diye aklımız fikrimiz suça mı çalışıyor sanıyorsunuz? Siz gidin de önce Turgut’u sorgulayın. Sonuçta ortağı… Gencoy’la aralarında bir anlaşmazlık olup olmadığını kim bilebilir? Ya da dergi yazarlarına sorun ama birini yaftalamadan önce bunun bir roman kurgusu değil gerçek hayat olduğunu unutmayın. Suçu yazanların etrafında dolanmaktan, asıl suçluyu göremiyorsunuz. Rica ederim bu konuyu burada kapatalım. Hatta bence siz artık gidin. Merak etmeyin, Gencoy’u tehlikeye atacak bir şey yapacak değilim. Konuştuklarımız aramızda kalacak.”

***

“Küstahlığın da bu kadarı… Böyle saçmalık görmedim. Ben neden kaçırayım Gencoy’u?”

“Onu ben değil, siz söyleyeceksiniz Bayan Smith. Gencoy Sümer’i neden kaçırdınız ve onu nerede saklıyorsunuz?”

Devran’ın ithamlarına belki onuncu kez itiraz eden Emily bir kez daha, “Ben Gencoy’u kaçırmadım!” diye bağırdı. Bir İngiliz’e göre Türkçesi kusursuzdu. 

Kadının sesi kulaklarında çınlayan Devran’sa hiç ikna olmuşa benzemiyordu. “Sakin olun lütfen,” dedi.  Bu sözü söylerken takındığı kendinden emin tavrın, Emily Smith’i çileden çıkardığını görebiliyordu. “Bağırarak bu işten sıyrılamazsınız. Deminden beri ağzınızda hep aynı söz. Onu siz kaçırmadınız… Peki… Öyleyse, Gencoy Bey’in arabası kapınızın önünde ne arıyor?”

Polisiye Yazarlar Birliğinin binasından çıkarken gelen telefonla, belki de Gencoy Sümer’in kaçırılma vakasına son nokta konulmak üzereydi. Arayan Trafik Şube’den Komiser Hasan’dı. “Bana bak Devran,” demişti Hasan, daha “alo” demeden, “bu senin için yaptığım son iş, bunu bilesin. Tövbe bir daha sana bulaşırsam. Masamın üstü dosya doluyken, ben kalkmış, sokaklarda sana araba arıyorum. Neyin nesidir, onu da söylemiyorsun, valla Amirim bi’ duyarsa sana yardım ettiğimi…” Elbette bu, Hasan’ın ne ilk sitemiydi ne de ilk tövbesi. Sonuncu da olmayacaktı, o kesindi. Bütün geceyi onlarca semtin kameralarından alınan görüntüleri inceleyerek geçirmişti. Ne yazık ki Devran’ın dediği saatte, söylenen plakada bir araca rastlamamıştı. Devran, Hasan’ın olumsuz başlayan cümlesinin olumlu noktalanacağını bilecek kadar iyi tanıyordu eski meslektaşını ve yine haklı çıkmıştı. Komiser Hasan bir arabayı arıyorsa, ne kadar saklanırsa saklansın, onu mutlaka bulurdu. Sokak aralarına saldığı birkaç adamının getirdiği bilgiye göre Gencoy Sümer’in arabası, bir evin önünde, gökten zembille indirilip konulmuş gibi duruyordu. Hasan’ın verdiği adres Devran’a tanıdık gelmişti fakat buranın Emily Smith’in adresi olduğunu anlaması biraz zaman almıştı.

“Aaa! Delireceğim! Siz laftan anlamıyor musunuz yoksa kafanız mı almıyor. Ben Gencoy’u, uzaklaştırma kararı çıktığından beri, yani tam bir aydır görmedim. Siz gelip söyleyene kadar kapımın önünde onun arabasının durduğunu fark etmemiştim bile.”

“Öyleyse arabası burada ne arıyor?”

“Bil-mi-yo-rum!”

Bu kadın kolay kolay suçunu itiraf edeceğe benzemiyordu. Devran’ın taktik değiştirmesi gerekti. “Bakın Bayan Smith,” dedi, sesine anlayışlı ve yumuşak bir ton ekleyerek. “Ona kırgın hatta kızgın olabilirsiniz. Yıllar önce sizden boşanması, hakkınızda uzaklaştırma kararı çıkarttırması, bunlar gururunuzu kırmış olabilir. İntikam almak istemenizi anlayabilirim fakat…”

Maalesef Devran’ın yeni taktiği Emily’yi daha çok öfkelendirmekten başka bir işe yaramamıştı. “Ne saçmalıyorsunuz siz?” diye bağırdı. “Ben ondan intikam alacak olsaydım, seneler evvel, inadı yüzünden, hiç acımadan sekiz yıllık yuvamızı yıktığı vakit alırdım.”

“Almadığınızı mı iddia ediyorsunuz? Ben öyle duymadım. Boşandığınızdan beri eski kocanızın hayatını zindana çevirdiğiniz söyleniyor.”

“Kim söylüyor bunu? O çok sevdiği dergisinin yazarları mı? Güldürmeyin beni. Asıl onlar Gencoy’un iyiliğini istemezler. Kolayını bulsalar, bir kaşık suda boğarlar onu. Kaç kez ikaz ettim, bunlara güvenme bu kadar diye ama dinletemedim. Gencoy sadece bana laf yetiştirsin zaten. Onlara toz kondurmasın. Şeytan görsün hepsinin yüzünü.”

“Oysa onlar sizin için aynı şeyi düşünmüyorlar. Neyse, konumuz bu değil zaten. Hatta konumuz açık seçik ortada. Bir adam kaçırılıyor, bu adam, kedi köpek gibi didiştiğiniz eski kocanız ve iki gün sonra arabası sizin evinizin önünde bulunuyor. Hal böyleyken, hâlâ inkâr ederek, bu işten sıyrılabileceğinizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.”

Emily derin bir nefes çekti içine ve sabrının sonuna geldiğini belli eden bir tavırla, “Son kez söylüyorum Dedektif,” dedi. “Gencoy’un arabasının burada ne aradığını bilmiyorum. Onu ben kaçırmadım ve böyle bir şey yapmak aklımdan bile geçmedi. O inatçı ve kinci keçiyi kaçırıp ne yapacağım? Bundan nasıl bir çıkarım olabilir? Maddi bir çıkar mı? Ben zaten yıllardır onun verdiği nafakayla geçiniyorum. İnanın bana, az buz bir nafaka değil aldığım. Sebebim maddiyat değilse, nedir sizce? Onu zorla ikinci kez nikah masasına oturtmak mı? Gencoy’u yanlış kişiye soruyor, onu yanlış yerde arıyorsunuz. Bence dergiye geri dönün ve Turgut’u bir kez daha sorgulayın.”

Devran şaşkınlığını gizleyemediği bir ses tonuyla, “Turgut’u mu?” diye sordu. Emily yüzünü buruşturarak, “Turgut’u ya… Ondan şüphelenmek pek aklınıza gelmemiş belli ki,” dedi. Devran’ın hayretten açılmış gözlerine gözlerini dikip alaycı bir ses tonuyla, “Galiba siz, söylediğiniz kadar iyi bir Dedektif değilsiniz, Devran Bey,” diye devam etti. Karşısındakini hem sözleriyle hem de gözleriyle alt etmeye alışık olduğu her halinden belliydi. Gencoy Sümer’in inatçı ve kinci olduğunu söyleyen bu kadının inat ve kincilikte onu solladığı aşikârdı.

“Anlaşılan Turgut sizi bana karşı doldurmaktan, kendi yaptıklarını anlatmaya vakit bulamamış.”

“Nedir, siz anlatın öyleyse.”

“Gencoy’un dergiyi kapatıp buralardan gideceğini biliyor muydunuz?”

“Algan Bey’e gitmek istediğinden bahsetmiş.”

“Siz bunu Algan Bey’den öğrendiniz yani… Turgut neden söylemedi bunu size?”

“Bilmiyor olamaz mı?”

“Bilmemesine imkân yok. Bu konu hakkında tartışırlarken, sesleri derginin koridorlarında yankılanıyordu.”

“Nereden biliyorsunuz? Siz orada mıydınız?”

“Evet, oradaydım. Bir ay kadar önceydi. Geç bir saatti. Gencoy’u görmeye dergiye gitmiştim.”

“Neden görmek istediniz Gencoy Bey’i?”

“Son günlerde pek görüşememiş ve birbirimize rutin laf sokma seanslarımızı yapamamıştık da ondan. Ne de olsa bünyelerimiz öylesine alışık, birbirimizi yemezsek rahat uyuyamayız. Bunu mu duymak istiyorsunuz? Ne yazık ki o yüzden gitmemiştim. İngiltere’ye geri döneceğimi söyleyecektim.”

“Bu karara birdenbire varmadınız sanırım.”

“Hayatımda hiçbir şey birdenbire olmadı Dedektif. Bu yaşıma kadar ipleri elimde tutmaya, hayatımı yönlendirmeye adadım kendimi.”

“Sanırım elinizde tutmak istediğiniz sadece kendi ipleriniz değildi.”

“Bu sefer haklısınız…  Biraz da o yüzden anlaşamadık ya Gencoy’la. İkimiz de ipleri elinde tutan kişi olmak istiyorduk. Biraz geç oldu belki ama sonunda Gencoy’un haklı olduğunu anladım. Biz onunla sadece farklı dünyaların insanları değil, farklı kainatların insanlarıyız. Ayrıca genç değilim artık. Eski kocamın peşinde koşacak yaşı çoktan geçtim. Kararımı vermiştim, ülkeme geri dönecek ve hayatımın üçte birini adadığım adamı, nihayet rahat bırakacaktım.”

“Bana, kendinize bir alibi oluşturmaya çalışıyormuşsunuz gibi geliyor, desem.”

“Bence hikâyemin devamı, dinlenmeyi hak ediyor Devran Bey. Kesin kararınızı ondan sonra verirsiniz.”

Devran, Turgut hakkında yaşadığı ikilemi belli etmemeye çalışarak, “Anlatın o halde…” dedi.

“Geceleri dergide kimseler kalmaz. Genelde Gencoy tek başına olur. Onunla baş başa konuşabilmek için bulunmaz bir fırsattı bu. Geldiğimde dış kapı açıktı. İçeriden bağrışmalar duyuluyordu. Öyle basit bir tartışma değildi aralarında geçen, resmen kavga ediyorlardı. Bir köşeye gizlenip sessizce dinlemeye başladım. Gencoy dergiyi kapatacağını ya da devredeceğini, sonra da bu şehirden gideceğini söylüyor, Turgut’sa ‘Ben senin yüzünden işimi gücümü bıraktım, beni yarı yolda bırakamazsın, hiçbir yere gidemezsin,’ diye bağırıyordu.”

“Anlamıyorum, Turgut Bey onun ortağı değil miydi? Gencoy Bey bıraksa bile, o devam edebilirdi.”

“Ortak mı, hayır Turgut onun ortağı falan değil.”

“Fakat öyle olduğunu söylemişlerdi.”

“Çünkü herkes onları ortak zannediyor. Dergiyi Gencoy tek başına kurmuştu. Maddi olarak bir kuruşluk katkısı olmadı Turgut’un. Gerçeği ben, Gencoy ve Turgut’tan başka hiç kimse bilmiyor. Gencoy’a o zaman da çok söylemiştim, kâğıt üzerinde hiçbir ortaklığı olmayan biriyle, derginin bütün gelirini paylaşmanın doğru olmadığını fakat her zamanki gibi yine ben kötü oldum. Her neyse, o geceye geri dönelim; Gencoy dergiyi ona devretmeyi teklif etti. Tabii, ederi karşılığında. Fakat Turgut kabul etmedi. ‘Milyonlarım varmış gibi konuşma!’ diye bağırdı. Telaşı derginin kapanmasından değildi bence.”

“Nedendi?”

“Çok basit, geliri kesilecekti çünkü. Düşünsenize, derginin yeni sahibi, ona aynı olanakları sunar mıydı? Elbette ki hayır. Gencoy, onu bağırarak ikna edemeyeceğini anlamış olmalı ki sesi yumuşadı. ‘Daha fazla uğraşacak halim kalmadı. Lütfen anla beni. Bıktım artık, her şeyden bıktım. Kimseye dert anlatmak istemiyorum. İnsanlarla uğraşmanın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Hayalimin bu olduğunu sanmıştım ama değilmiş demek ki,’ dedi. Turgut ondan sonra iyice delirdi. Masalarda ne var ne yoksa yere savurdu. ‘Yok öyle yağma arkadaş,’ diye bağırdı. ‘Başlatma hayaline de sana da. Tıkır tıkır işleyen bir dergiyi, başkasına kaptıracak değilim. Eğer öyle bir şey yaparsan, buradan ya senin ölün çıkar ya da benim,’ dedi.”

“Ölümle mi tehdit etti yani?”

“Aynen öyle yaptı. Gencoy onun tehdidini ciddiye almışa benzemiyordu. Arkasını dönüp giderken Turgut yolunu kesip yakasına yapıştı. Tehditkâr bir sesle, ‘Unut bunu tamam mı? Dergiyi kapatmak da devretmek de yok. Bu dergideki emeğim senden fazla, sırf senin ruhi bunalımın yüzünden emeklerimi heba ettirmem kimseye. Paşa paşa burada kalacak ve derdin neyse onunla yaşamaya alışacaksın,’ dedi. Gencoy onu itti ve hızla kapıya yöneldi. Öyle ani oldu ki burun buruna gelmemiz, kaçıp saklanamadım. Ondan sonrası kâbus gibiydi. ‘Sen burada ne arıyorsun?’ der demez, açtı ağzını yumdu gözünü. Ben de durur muyum, herhalde on yıldır etmediğimiz hakaretleri ettik birbirimize. Ertesi gün tanıdıklarını araya sokup acilen uzaklaştırma kararı çıkarttırmış. Turgut’a kızdı, sinirini benden çıkardı yani. Bence Gencoy’u Turgut kaçırdı. Ben bu tartışmanın o gece sonlandığını sanmıyorum. Turgut bunu ya Gencoy’u razı etmek için yaptı ya da razı edemeyeceğini anlayıp onu ortadan kaldırmak için.”

“Çok iddialı konuşuyorsunuz Bayan Smith. Yine aynı sözü tekrarlayacağım fakat kaçırılan bir adamın arabası, kapısının önünde duran bir kadın için fazla iddialı hem de.”

“Resmin bütününe bakın Dedektif. Kapımın önündeki araba, resmin sadece küçücük bir parçası. Ve oraya kendiliğinden gelmediğine göre, onu bırakan pekâlâ Turgut olabilir. Suçunu yüklemek için benden daha iyi bir aday bulamazdı ne de olsa.”

*** 

“Böyle bir şeyi benden nasıl saklarsınız? En az kapısının önünde Gencoy Bey’in arabası duran o kadın kadar şüphelisiniz benim gözümde artık.”

Turgut, Devran’ın kapıdan girdiği andan beri kendisine yönelttiği ithamlarla şaşkın, şaşkın olduğu kadar da üzgün görünüyordu. Sesi ağlamaklı, omuzları çökük, yüzü allak bullaktı. “Lütfen Devran Bey,” dedi, “yanlış anlamışsınız. İtham etmeden evvel beni bir dinleyin.”

“Neyinizi dinleyeceğim? Daha fazla yalan dinlemeye tahammülüm kalmadı,” diye çıkıştı Devran.

“Gencoy’u ben kaçırmadım.”

“Size inanmıyorum.”

“Biz onunla yıllardır dostuz. Dostluktan da öte kardeş gibiyiz. Aramızda geçen ilk tartışma değildi o. Yumruk yumruğa birbirimize girdiğimiz kavgalar bile ettik biz. Fakat her defasında birkaç saat içinde barıştık. Kardeşler arasında kavga da olur.”

“Kardeşler birbirini ölümle tehdit etmez Turgut Bey.”

“Tehdit etmedim! Sinirle ağzımdan çıkan sözlerdi onlar.”

Devran, sukutuhayale uğradığını belli eden bir ses tonuyla, “Gerçekleri anlatın artık Turgut Bey,” dedi. “Gencoy Bey’le aranızda şiddetli bir tartışma geçtiğini ve sebebin, onun dergiyi kapatma kararı olduğunu, bana neden anlatmadınız? Siz bana hiçbir şey anlatmadınız. Derginin ortağı olmadığınızı bile Emily Smith’ten öğrendim.”

“Herkes oradaydı, size bunları anlatamazdım. O zaman bütün yazarlar ortak olmadığımızı ve Gencoy’un dergiyi kapatacağını öğrenirdi.”

“Bugün sabahın köründe kapıma dayandığınızda sağınızda solunuzda kimseleri göremedim ben. Bunu anlatmak için iyi bir fırsattı.”

“Olmadı işte, aklıma gelmedi. O yeni gelen mektup, aklımı başımdan aldı. Düşünemedim, olamaz mı?”

“Düşünemediniz mi yoksa düşünmediniz mi?”

“Lütfen inanın bana. En iyi dostuma bunu yapacağıma aklınız eriyor mu?”

“Neden olmasın? Emily Smith’in anlattığı sebepler, değil iki dostu, iki kardeşi bile düşman edebilir birbirine.”

“Sebebim neymiş peki? Gencoy’un kurduğu dergiyi ele geçirmek mi?”

“Bunu ben söylemedim, siz kendiniz söylüyorsunuz. Onu ikna etmek, derginin kapanmasına ve tabii ki gelirinizin kesilmesine mâni olmak ya da belki de onu büsbütün ortadan kaldırmak, her şey olabilir.”

“Yuh artık, katil miyim ben?”

“Artık kimin ne olduğuna karar vermekte zorlanıyorum ben Turgut Bey. Emily Smith’ten, sizden, dergi yazarlarından, birliğin yazarlarından hatta mahallenizdeki bakkaldan bile şüphelenebilirim. Kafam o kadar karışık yani.”

“Bakın, siz söylüyorsunuz, ‘Kafam karışık,’ diyorsunuz. Kafanızın karışmasına o Emily olacak çirkef kadın sebep oldu. Kendi suçunu ört bas etmek için beni attı ortaya.”

“Yine de sizden daha dürüst davrandığı kesin.”

“Kabul ediyorum, size gerçeklerin hepsini anlatmadım. Ama inanın ilk fırsatta söyleyecektim. Oysa şimdi Emily’nin sözüne inanıyor, beni suçlu ilan ediyorsunuz. Tabii, böyle düşünmeniz için kim bilir nasıl abartarak anlattı size her şeyi. Üstelik yarım yamalak anlatmış. Onun arkasından barıştığımızı, ortak bir kararda buluştuğumuzu bilmediği için anlatamamış. Gencoy’un dergiyi istediği kişiye devretmesini hatta istiyorsa kapatmasını, bir şartla kabul ettiğimi duymadığı için size yetiştirememiş.”

“Neymiş o dediğiniz şart?”

“Bu yılki Zehirli Kalem Polisiye Öykü Yarışması sonuçlanana kadar yani önümüzdeki üç ay içinde, Gencoy’un dergiyi kapatma kararını kimseye açıklamamak.”

“Neden? Vakit kazanmak için mi? Üç ayda onu kararından nasıl olsa vazgeçiririm mi dediniz?”

“Hayır tabii ki! Yirmi beş yıllık arkadaşımı iyi tanıyorum, o bir karar verdiyse, ne yaparsanız yapın, değiştiremezsiniz onun kararını. Niyetim sandığınız gibi değildi.”

“Neymiş niyetiniz?”

“O yarışmaya kaç kişi, ne umutlarla katılıyor, biliyor musunuz siz? Onca insanı yarı yolda mı bırakalım? Dergi kapansa da devir de edilse bu, bu sene yarışmanın iptal edileceği anlamına gelir. Dedektif Dergi belki bir daha böyle bir yarışma düzenleyemeyecek bile. Ben sadece, benim emeklerimin heba edildiği gibi onca insanın da emeklerinin heba edilmesini istemedim. Gencoy da bunu kabul etti. Üç ay sonra sonuçlar açıklanır açıklanmaz, herkese gerçeği söyleyecektik.”

“Size inanmayı çok isterdim Turgut Bey. Şu anda değil bu anlattıklarınıza, daha öncekilere bile inanmıyorum. Yok zil sesi duymuşsunuz da yok iki kişinin konuşma sesleri gelmiş de… Bunlar, bizi yanıltmak için uydurduğunuz yalanlar. İlk mektup neden sizin kapınıza kondu? Dergiye de gönderilebilirdi. Ardından gelenler nedense dergiye geldi, öyle değil mi? Mektuba, polise gidilirse, Gencoy Sümer’in öleceğini bilerek yazdınız çünkü eğer işin içine polis karışırsa, onu kaçırdığınızı şıp diye ortaya çıkaracaklardı. Ayrıca mektuba, ‘Vakayı dergi yazarları çözecek,’ diye saçma sapan bir şart ekleyerek, kendinizi garantiye aldınız. Onların Gencoy Bey’i bulamayacaklarını adınız gibi biliyordunuz. Yalnız, hesaba katmadığınız bir şey oldu ve Ayşe beni aradı. Tabii ki siz, tüm şüphelerimi Emily’ye yönlendirerek, buna da bir çare bulmuştunuz. Gencoy Bey’in arabasını kapısının önüne koyarak, bu şüphelerimi güçlendirdiniz. Yetmezmiş gibi yeni bir mektup geldiğine beni inandırdınız. Fidyecinin sıraladığı maddelerin saçmalığından, anlamalıydım niyetinizi.”

“Size teessüf ederim Devran Bey. Yazıklar olsun. Bana bunları mı yakıştırdınız? Ben bu yaşıma kadar şerefimle yaşadım. Bir dergi için ya da sizin sandığınız gibi o dergiden gelen maddi çıkarım için en yakın dostumu kaçırdığıma nasıl inanırsınız? Söyleyecek söz bulamıyorum.”

“Sizden sadece doğruları söylemenizi istiyorum.”

Turgut gücenmiş bir ses tonuyla, “Tenkitleriniz, iftiralarınız ve hakaretleriniz bittiyse, konuşmamız gereken daha önemli konular var Devran Bey,” dedikten sonra oturduğu koltuktan zar zor kalktı ve çalışma masasına doğru yöneldi. Hâlâ açık duran bilgisayarını Devran’a çevirdi. “Bunlar, yöneticiden aldığım güvenlik kamera görüntüleri. Ben biraz izledim, size de izletmek için sabırsızlıkla gelmenizi bekliyordum. Fakat kapıdan girdiğiniz andan beri işlemediğim bir suçtan dolayı kendimi aklamaya çalıştığım için görüntülere fırsat kalmadı. Buy’run, bir de siz izleyin, bakalım, ben mi kaçırmışım Gencoy’u?”

Devran gözlerini kısarak Turgut’a baktı. Onun bu kadar kendinden emin konuşuyor olmasına şaşırmıştı. Oysa suçunu itiraf edeceğini sanmıştı. Yıllar boyunca Emniyet Teşkilatı’nda ve ardından özel dedektiflik hayatında bu kadar yanıldığı bir vakayla karşılaşmamıştı. Yerinden kıpırdamadan Turgut’a bakıyordu. “Hadi,” diye bağırdı Turgut, bir yandan eliyle bilgisayarı işaret ederek, “gerçekleri öğrenmek istemiyor muydunuz? Alın size gerçekler!”

Devran, ağır hareketlerle masaya yaklaştı. Turgut, birkaç tuşa dokundu. Ekranda, Gencoy Sümer’in oturduğu apartmanın giriş kapısının görüntüleri belirdi. Saat 22.13’ü gösteriyordu. Kapıya yaşlı bir kadın geliyor ve zillerin üzerinde elini gezdirdikten sonra birine basıyordu. Turgut görüntüyü durdurdu ve “Bu basılan Gencoy’un evinin zili. İnanmazsanız aşağı inip bakabilirsiniz,” dedi. Devran sessiz kalarak, bir nevi özür mü diliyordu, belli değildi. Gözünü dahi kırpmadan görüntüleri izlemeyi sürdürdü. Kadın zile bastıktan birkaç saniye sonra kapı açılıyor ve içeri giriyordu. Saat 22.35’i gösterirken daha tuhaf bir görüntü geliyordu ekrana. Yaşlı kadın ve Gencoy Sümer, apartmanın kapısından güle oynaya birlikte çıkıyorlardı. Turgut, “Yaa, ne de güzel çıkmışım görüntülerde, baksanıza,” dedi, iğneleyici bir ses tonuyla. “Hatta işim gücüm kalmamış, bir de kadın kılığına girmişim. Artık, nasıl başarılı bir kılık değiştirme gerçekleştirmişsem, Gencoy bile tanımamış beni.”

Bir çırpıda bilgisayarına taktığı hafıza kartını çıkarıp yerine yenisini yerleştirdi. Bu seferki görüntüler sitenin otoparkına aitti. Saat 22.38’de yaşlı kadın Gencoy Sümer’in yanında yürüyordu. Bir elini, iki büklüm olmuş beline dayamış, diğeriyle bastonunu tutuyordu. İkisi de gayet neşeli görünüyorlardı. Gencoy Sümer kadının arabaya binmesine yardım ediyor ve saniyeler içinde tozu dumana katıp uzaklaşıyorlardı.

“Bu ne şimdi?” dedi Devran. “Gencoy Bey kendi rızasıyla çıkmış evden. Hem de yanında yaşlı bir kadınla. Kim bu kadın? Gencoy Bey’le nereye gidiyorlar? Neden bu kadar neşeliler?” Uzun süredir sessizliğini koruduğu için sesi çatallı çıkmıştı. Sessizliğini Turgut’a devretmiş olacak ki sorularına yanıt alamadı.

“Ne olduysa sonradan olmuş belli ki. Ya gittikleri yerden kaçırıldı ya da doğruca oraya götürüldü. Siz bu kadını tanıyor musunuz?”

Devran sorularının havada asılı kaldığını fark edince, başını Turgut’a çevirdi. Turgut, annesine küsmüş çocuklar gibi kollarını göğsünde birleştirmiş, dudaklarını şişirmiş, gözlerini karşı duvara dikmiş oturuyordu. “Beni dinliyor musunuz siz?” dedi Devran. Turgut sonunda gözlerini diktiği duvardan alıp başını Devran’a çevirdi ve “Ne o, hani anlattığım her şey yalandı, kurmacaydı, herkesi inandırmak için uydurmuştum. Birdenbire bana inanmaya mı karar verdiniz sayın Dedektif?” dedi.

“Sorularıma cevap verin! Kadını tanıyor musunuz?”

Turgut tanımadığını belirtmek için başını sağa sola salladı.

“Belli ki Gencoy Bey tanıyor. Siz onun daha önce bu kadından bahsetmediğine emin misiniz?”

Turgut gözlerini devirip kalbindeki şüphe tohumlarının hâlâ dağılmadığı belli olan Devran’a döndü.

“Bahsetti, bahsetmez olur mu hiç? Ama ben bunu bilerek ve isteyerek sizden saklıyorum.”

“Rica ederim, uzatmayın artık Turgut Bey. Ben bir Dedektifim ve herkesten şüphelenmek, vazifemin ilk şartı. Emily Smith sizin sakladığınız gerçekleri anlattığı için ondan şüphelenmekten vazgeçtiğimi mi sanıyorsunuz? Ya da Gencoy Bey’in evden bir başkasıyla çıktığını gözlerimle gördüm diye sizi şüpheli listemden çıkardığımı mı?.. Elbette hayır, daha soruşturma yeni başlıyor ve içimden bir ses, listemin bayağı kabarık olacağını söylüyor. O yüzden olayı kişisel algılamayı bırakın. Şimdi izin verin de devam edelim.

Turgut eliyle, “Buy’run,” der gibi bir işaret yaptı.

“O gece zilinizin çaldığını, kapıyı açtığınızı ve mektubu paspasın üstünde bulduğunuzu söylemiştiniz. Saat kaçtı, demiştiniz?”

“Bilmiyorum, gece yarısıydı galiba.”

“Gencoy Bey evden çıktıktan, hemen hemen bir buçuk-iki saat sonra yani. O halde biri sonradan gelip mektubu bırakmış ve zile basmış demektir. Şu apartman kapısının görüntülerini tekrar açar mısınız? Mektubu bırakan kişinin o görüntülerde olması gerek.”

Turgut, bilgisayarında yaptığı birkaç değişiklikle görüntüleri açtı. Gencoy Sümer’in yaşlı kadınla evden çıkışının ardından gelen iki saat boyunca binaya yabancı biri girmiyor, saat 00.32’de Turgut’un evden telaşla çıkışını saymazlarsa, bir daha hiç kimse dışarı çıkmıyordu.

“Durum karmakarışık bir hal aldı Turgut Bey,” dedi Devran, işittiğinin kendi sesi olduğuna inanamayarak.

“O mektubu kapınızın önüne bırakıp zilinizi çalan kimdi? Komşularınızdan biri yaptı desek…”

“Komşular mı? Yazarlar bitti şimdi de şüpheli listenize komşular mı eklendi Devran Bey?”

“Neden olmasın? Pekâlâ içlerinden birinin Gencoy Bey’e bir husumeti olabilir.”

“Ama yok… Bu apartmandaki herkes Gencoy’u çok sever ve sayar.”

“Araştırmadan bunu bilemeyiz, öyle değil mi?”

“Ben artık hiçbir şey bilmiyorum. Ne yapmak isterseniz yapın. Kimden şüpheleniyorsanız onu sorgulamakta serbestsiniz. Yeter ki fidyeci, ipuçlarını takip edenin, Dedektif Dergi yazarları değil de siz olduğunuzu anlamasın.”

“Endişelenmeyin, hiç kimse hiçbir şey anlamayacak. Şimdi izin verirseniz, gitmeden önce eve bir göz atmak istiyorum. Ha, unutmadan, siz görüntüleri dergidekilere izletin. Belki içlerinde kadını tanıyan biri vardır. Benim için de bir çıktı hazırlayın. Gencoy Bey’in bilgisayarlarıyla beraber Emniyet’teki arkadaşıma teslim ederim. Belki sistemde kadına dair bir şeyler çıkar.”

Turgut, “Elbette…” dedikten sonra sırtını sandalyeye dayadı. Bir süre bilgisayar ekranındaki kadının görüntüsünü inceledikten sonra çıktı almak için hazırlıklara başladı.

Gencoy Sümer’in evi, bekar bir adamın evine göre haddinden fazla derli toplu, sahibinin temizlik takıntısı olabileceğini düşündürecek kadar da temizdi. Devran, bütün odaları tek tek dolaştı. Mutfak, banyo ve tuvalettekiler de dahil olmak üzere bütün eşyaların belli bir simetriye göre yerleştirilmiş olduğunu görünce, Gencoy Sümer’in tek takıntısının temizlik olmadığını düşündü. Her şey aşırı derecede düzenliydi. Hatta belki de doğal olamayacak kadar düzenli…

Son odadaysa hiç eşya yoktu. Bütün duvarlarda ya seyyar ya monte edilmiş raflar şeklinde kitaplıklar duruyordu. Kitapların bazıları yazarlara, bazıları baş harflerine, bazılarıysa kitabın serisine göre sınıflandırılmıştı. Burası muhteşem görünüyordu. Âdeta minyatür bir kütüphaneyi andırıyordu. Büyülenmiş gibi gözlerini raflarda gezdirirken, duvarın sol tarafındaki rafta, uzun yıllardır aradığı bir romanın ilk baskısını gördü. Heyecanla yanına yaklaştı. Eline almaya çekiniyordu. Bir ara, Gencoy Sümer’i bulur bulmaz, hizmetlerinin karşılığı olarak para değil, o kitabı istemek bile geçti aklından. En azından ödünç isteyebilirdi. Romanın bulunduğu rafın üst katında sıralanmış kitaplardan biri eksikti. Yeri boş duruyordu. Bu, Gencoy Bey’in kitaplarını ödünç vermekten kaçınan, ketum okurlardan olmadığının işareti olabilirdi. Düşüncelerinden Turgut’un sesiyle sıyrıldı.

“İşiniz bittiyse çıkalım mı artık?”

“Tabii…”

Kapının önüne çıktıklarında, cebindeki anahtarlığı çıkarmaya uğraşan Turgut’a “Gencoy Bey her zaman böyle düzenli midir?” diye sordu Devran.

“Titizliğe ve düzene önem verir tabii,” dedi Turgut, “fakat bu düzenin müsebbibi ondan çok Hanife abladır.”

“Kim bu Hanife, yardımcısı mı?”

“Evet, haftada iki gün gelir ve harikalar yaratır.”

Birkaç saniye kimse konuşmadı. Apartman boşluğunda Turgut’un şıkırdattığı anahtarların sesinden başka ses duyulmuyordu. Bir anda o ses de kesildi. Turgut, elinde kilide soktuğu anahtar,  öylece bekliyor, hiç hareket etmiyordu. Sanki bir şey düşünüyor gibiydi. “Ne oldu?” diye sordu Devran.

“Gencoy’un kapısı…”

“Ne olmuş Gencoy Bey’in kapısına?”

“Kaçırıldığı gece buraya geldiğimde kapı kilitliydi.”

“Ne var bunda?”

“Onda bir şey yok. Bu zaten çok normal. Gencoy kapısını kilitlemeden bakkala bile gitmez.”

“Nedir peki?”

“O gece buradan çıkarken kapıyı kilitlemiştim.”

“Ne söylemek istiyorsunuz Turgut Bey? Doğru dürüst anlatsanıza şunu.”

“Gencoy’un kaçırıldığı gece, mektubu okuduktan sonra buraya geldiğimi söylemiştim ya size, işte o gece buradan çıkarken kapıyı kilitleyip çıktım. Fakat bugün sizi beklemek için buraya geldiğimde kapı kilitli değildi.”

“Emin misiniz?”

“Eminim tabii. Görüntüleri size göstereceğim anın heyecanıyla kapıyı açıp içeri girdim. Kapı kilitli değildi. O anda bunun önemini kavrayamamış olmalıyım. Şimdi hatırladım.”

“Onu sormuyorum, o gece buradan çıkarken kapıyı kilitlediğinizden emin misiniz?”

“Kilitledim…”

“Yaşadığınız şoktan sonra telaşla çıktığınız evin kapısını kilitlemiş olduğunuzdan nasıl bu kadar eminsiniz?”

“Bu kapıyı kilitlemeden buradan gideyeceğimi öğrenene kadar işittiğim azarları siz işitseydiniz, telaş içinde bile olsanız, o kapıyı kilitlerdiniz.”

“Dediğiniz gibi olsun. Peki, başka kimde anahtar var?”

“Bir tane de Hanife ablada var.”

“Belki o gelmiştir, olamaz mı?”

“Olamaz, çünkü o bu hafta memleketine, yeğeninin düğününe gitti. Normalde Pazartesi ve Perşembe günleri temizliğe gelir. Bu hafta sadece Pazartesi günü gelebildi. Ertesi gün arayıp Perşembe gelemeyeceğini söyledi.”

“Bugün Cuma olduğuna göre, ev en son dört gün önce temizlendi yani.”

“Öyle olması gerek.”

“Müsaade ederseniz, tekrar içeri girmek istiyorum Turgut Bey.”

Turgut telaşla, az önce çektiği kapıyı tekrar açtı. Devran hızla içeri girdi ve bulduğu ilk zeminde işaret parmağını gezdirdi. Yüzüne yaklaştırıp baş parmağını işaret parmağına sürttü.

“Sizce, en son dört gün önce temizlenmiş bir evde, hiç olmazsa birkaç zerre toz olması gerekmez mi?”

“Bilmiyorum… Öyle mi olması gerekir?”

“En azından bu kadar temiz olmaması gerekir.”

“Nereye varmaya çalışıyorsunuz, anlayamıyorum.”

Devran, Turgut’u duymamış gibi kitap raflarının bulunduğu odaya koştu. Sol tarafa, az önce imrenerek baktığı kitabın olduğu rafa yöneldi. Gözlerini üst rafa, eksik kitabın olduğu yere çevirdi. Maj Sjöwall ve Per Wahlöö’nün, Martin Beck serisinin kitapları yan yana diziliydi. Seri, yazılış sırasına göre dizildiğinde, her kitabın sırt kısmına eklenmiş harfler yan yana geliyor ve serinin baş kahramanının adı ortaya çıkıyordu. MARTINBECK…  Yani aslında böyle olması gerekliydi. Fakat bu seride A harfini temsil eden kitap eksikti. M  RTINBECK…  “Turgut Bey?” dedi Devran, soran bir ses tonuyla. Bir yandan da parmağıyla, M ve R harflerinin olduğu kitapların arasındaki boşluğu işaret ediyordu. “Bu kitabın nerede olduğunu biliyor musunuz?”

Turgut hayretle seriye baktı ve “Bilmiyorum…” dedi. 

“Birine vermiş olabilir mi?”

“Kitaplarını ödünç vermek gibi bir adeti yoktur aslında ama bilemedim ki…”

“Eksik olan kitabın adı nedir?”

“Martin Beck serisinin ikinci kitabı, yani Duman Olan Adam.”

Kitabın adını duyan Devran, “Şimdi bazı şeyler yerine oturmaya başladı,” diye fısıldadı.

“Neymiş o yerine oturan Devran Bey? Çatlatmasanıza insanı. Ne demeye çalıştığınızı anlayamıyorum.”

“’Gencoy Bey kaçırıldıktan sonra bu eve biri girmiş,’ diyorum Turgut Bey. Üstelik sadece girmekle kalmamış bir de dip köşe temizlik yapmış. Ardında hiç bir iz bırakmak istememiş demek ki. Ayrıca, adı oldukça manidar olan bir kitabı yanında götürmekten de geri durmamış.”

İPUÇLARINI TAKİP EDİN!-2 1

DEVAM EDECEK

En Son Yazılar