MERHABA DEDEKTİF ZEN!…
Bize derin İtalya’yı anlatan eşsiz bir polisiye rehberliğinde harika bir Umbria gezisine ne dersiniz?

Karizmatik, hafiften bıkkın ama tam da vazgeçmemiş, üzerine doğu kaderciliğine benzer bir bilgelik sinmiş dedektif Aurelio Zen yaşlı annesi ile birlikte Roma‘da antika eşyalar ile dolu dairesinde yaşamaktadır. Gizlice görüştüğü Amerikalı sevgilisini annesinin onaylamadığını söylemeye gerek bile yok. Emekliliğinde bu lanet şehirden ayrılıp Venedik‘teki aile evine yerleşmek istiyor. Zaten bakanlıkta şu anki görevi kendi deyimiyle “bokyedibaşılık” yapmaktır.
Bir süredir pasif göreve alınmış, sıkıcı taşra kentlerine gitmekten, kimsenin okumadığı raporlar yazıp zaman doldurmaktan başka bir şey yaptığı yok.
Dedektif Aurelo Zen neden pasif göreve alınmıştır?
Çünkü Aurelio Zen fazla kurcalamaması istenen bir davada, görmezden gelmesi istenen bir ipucu yakalamış, bu yetmezmiş gibi kapatılmak istenen davayı çözmeye cüret etmiştir!
Zen seni aptal, otur yerine, sıfır!
Ve yakışıklı dedektifimiz adı konmamış bir şekilde kızağa çekilir.
Dedektif Aurelio Zen‘in İtalya‘sına hoş geldiniz.
80’li yıllar, siyasi çalkantıların, toplumsal yozlaşmanın tavan yaptığı, rüşvet ağının ve nüfuz ticaretinin tıkır tıkır işlediği bir düzenin hüküm sürdüğü İtalya. Bir başbakanın kaçırılıp öldürülmesinin bile neredeyse vaka-ı adiyeden sayıldığı bir ülke. Kitapta söylendiği gibi “trenler zamanında gelmez, hastahaneler iyi hizmet vermez, telefon hatları doğru dürüst çalışmaz.”

Zen‘in teşkilattan dışlanmışlığı Umbria‘dan gelen etkili bir telefonla Miletti davasına atanana değin böylece devam eder.
Bu emrivaki ile birlikte Aurelio Zen ve okuyucu İtalya‘nın orta çağından yadigar Umbria’ya doğru yola çıkar.
İş hayatına gramofon yapımı ile başlayıp dünya çapında bir servete sahip olan Milettilerin arasına hoş geldiniz.
Ailenin çenesi düşük, altın bulamaçlı histerik kızı, özel dikim takım elbiseleri içinde hırslı damat, her daim kayak yanığı playboy oğlanlar, kaknem görünümlü sinsi metresler, ne olduğu tam anlaşılamayan bön oğlanlar ve kayıp bir adam; baba Miletti.
Ve Dedektif Aurelio Zen kendini, bir yandan merkez- taşra geriliminin adı konmamış bürokratik düşmanlığı, diğer yandan birbirinin sırlarına vakıf küçük toplumsal sınıflar arasındaki çekişme ve ayak oyunları arasında buluverir. Şehre yabancı, vakaya yabancı üstelik kendisini bozuk para gibi harcayacak güç odaklarına karşı korumasız. Aptalca hatalar yaptığı olur, bazen gafil avlanır.
Ancak yine de okuyucunun Zen’i olmayı başarır.
Zen serisinin yaratıcısı Michael Dibdin aslen bir İngiliz. Üniversitede hoca olarak bir süreliğine İtalya’da bulunmuş. Kitaplarında bu süreçteki gözlemlerden yararlanmış, her kitabında başka bir İtalyan şehrini fon olarak kullanmış. Tarihi mekanları fon olarak kullanmak denince Dibdin’in mekanlar konusunda ki tutumu Dan Brown’vari bir şekilde “şu katedralde bir kaçma kovalamaca yazayım, şu tarihi çeşmeye bir olay pek yakışır” dan ziyade yerin, mekanın bugünkü sosyal-politiğini anlamak ve yazmak olarak yansıyor. Söylemeden geçemeyeceğim, yazarın kitapta Perugia -Umbria‘da bulunan “Yabancılar Üniversitesi”ni anlatma ve konuya bağlama biçimini ayrıca takdir edilesi. İtalya taşrasında bulunan bu öğrenci kentini görünüşte “insanlık yararına ortak bir kültür için eğitim” üst bilgisini okuyucu için Mehmet Ali Ağca‘dan (kendisi inkar ediyor) tutun çeşit çeşit gizli servis elemanlarının cirit attığı, herkesçe aşikar ama gizli bir petrol anlaşması ile Roma’da birilerinin cebine giren yüzde sonucunda şehre akın eden Arap öğrenci profili üzerinden anlaşılır hale getirmek ve bu karşılaşmanın yarattığı kültür şokunu bir İtalyan polisin ağzından anlatmak Michael Dibdin’in başarısı.
Şehir artık tarihin yapay bir süs olarak kullanıldığı alelade turistik bir fon değil, zengin veletlerin uyuşturucu işinden bir telefonla yakayı sıyırdığı, al gülüm ver gülüm ilişkilerin gizli sırlar olarak korunduğu, adı hiç konmayan ensestin bilinir olduğu, içeriden tanıdıgımız bir mekandır.
Dibdin’in anlatım konusunda acelesi yok, sakin bir İtalyan zamanında yol alıyor. Hal böyle olunca okuyucu da sakince, güzel bir yemeğin tadını çıkarır gibi okuyor dedektif Zen’i.
Bu lezzetli okumanın üzerine bir de ülkemizle İtalyan siyasi hayatı arasındaki benzer durumları ekleyin, tadından yenmez bir politik gerilim sizi bekliyor.
Gelenek haline gelen siyasi kumpaslar, adam kaçırma ve cinayet formatları, çeşitli biçimlerde boy gösteren rüşvet humması, bürokrat satın alma, iş takibi yaptırma, davaları hukuki boşluklar yolu ile yıllara yayarak suçluları cezasız bırakma… Ne kadar tanıdık değil mi?

Michael Dibdin İtalyan politik hayatını adeta özetleyen bir kavramı kitaba isim olarak vermiş.
Her şeyin üzerinde bir kral.
“Fare Kral”
Kitabın en büyük başarılarından biri “Fare Kral” metaforunun, düzenin yenilmezliğini bir çırpıda anlamamıza yardımcı olması.

Yazar Michael Dibdin “Aurelio Zen” serisinin ilk kitabı olan “Fare Kral” ile yılın en iyi suç romanına verilen “Altın Hançer” ödülünü almış.
Kitap Labirent Yayınları‘ndan çıkmış. Yayınevi polisiyeseverler için önemli işler yapıyor. Polisiye – Edebiyat türünde daha önce çevrilmemiş olan kitapları dilimize çeviriyor, Osmanlıca polisiyeleri yeniden basıyorlar. Ben S.S. Vine Dine‘ı Doğan Hızlan‘da okuyup satın almıştım. Gerisi Dibdin ile geldi. Daha da epey okuyacağım gibi görünüyor.
Şahsen ismi ” Milli Cinayat Koleksiyonu” olan bir kitap okunmayacaksa polisiye sevmenin manası nedir diye sormak gerek.
Ah bir de unutmadan geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Zuhal Kuyaş‘ın kitaplarını uzun yıllar sonra ilk defa basmışlar ki bu ilhamlı yazarı okumak şart tabii.
Unutmadan kitabın incelikli çevirisini Seda Çıngay yapmış.
Şimdi her zamanki gibi gibi Michael Dibdin‘in “Fare Kral”ı eşliğinde kendi küçük Umbria turumuzu yapalım.
“Kim Oynasın” bölümümüz eksik olacak zira “Zen” serisi BBC tarafından uyarlandı ve dedektif “Zen”i Rufus Sewell oynadı.





Geçmiş yıllar Umbria’sına bir bakış…






Tito Puente (1923 -2000) Porto Riko asıllı ve Latin müziğinin kralı olarak tanınıyor. Festival için geldiği Umbria konserinden böyle bir anı kalmış.