Bilgi sahibi olmadan görüş belirtenler, ülkemizde polisiye romanın geçmişinin olmadığını, son yıllarda ortaya çıktığını söylüyorlar. Önemli bir geleneği olan polisiye romanı görmüyorlar; geçmişini, önemli eserlerini ve yüzyılın başlarından günümüze ulaşan tarihini araştırmıyorlar. Çok fazla zorladığınızda “Polisiye Edebiyattan Sayılmaz!” gibi boylarından büyük laflar ediyorlar.
Elbette bunda ülkemiz edebiyat dünyasının “egemen”lerinin propagandasının etkileri var. Bunlar polisiye edebiyatı eleştirirken, toplumun ve bireyin hicvedilmediği, yaşanan travmalardan, çelişkilerden habersiz, insan hallerini figüratif bir şekilde anlatmayan, katliamları, mağduriyetleri kurgu yoluyla da olsa kayda almayan metinleri “edebi eser” olarak yansıtmayı çok iyi beceriyorlar. Şehir yalnızlıklarını, varoş sokakları, şu dönemin efsanevi kuşağı adı altında buram buram sığlık kokan biz ne çocuklardık hikayelerini, tek bir kalemin ürünüymüş gibi görünen sözde akıcı öyküleri, batıda yarım asırdır var olan absürt romancıkları, en olmadık zamanda başlayıp en olmadık zamanda biten aşkları, özel hayatta yaşanan ve orada kalması gereken özel anları ifşaa eden günlükleri ve artık gına getiren, her yere, her amaçla yazılan aforizmaları methediyorlar.
Bunlarla da yetinmiyorlar çoğu kez. İnsanı en ufak bir duygu karmaşasına sokmayan dizeleriyle beş para etmezleri şair, cümle kurmadan yoksun, ne anlattığını bile bilmeyen şahısları yazar diye parlatıyorlar. Bir familya kurmuşlar ve o familyaya giremezseniz yazdıklarınızı okunmaya değer bile bulmuyorlar. Hoş bunlar tüm dünyada olan şeyler, ama ülkemizde daha bir fazla.
İyi polisiye iyi edebiyattır
İşte tam burada polisiye edebiyatının kalemlerine de büyük görevler düşüyor. “İyi Polisiye İyi Edebiyattır” demekle polisiyeyi kuru kuru savunmanın bir manası olmuyor. Polisiye yazarı eğer üretmekte olduğu alanı savunması gerekiyorsa bunu var olduğu dönemi, yaşadığı saçmalıkları, haksızlıkları, gülünecek veya utanılacak hallerimizi, otoriterliği, şiddeti, direnişi, kayıplarımızı edebiyatın şu an sinek avlayan branşlarına ders verircesine yazmalıdır. Sözlerin birbirinin tamamlamasına izin veren, metaforların kullanıldığı, alt metni olan, okura sadece katilin veya suçlunun yakalanmayıp olaylar üzerinde düşünmesini sağlayacak, tavrını kestirmeden söyleyecek aforizmalardan uzak metinler üretmelidir.
Gerçek edebi eser; insanın zihninde meselenin kolay kavranan bilgi haline dönüşmesini sağlayacak alegoriler üretebilmiş metinlerdir. Okuru yazın ve kendi dünyası arasında bir serüvene çıkarabilen, her okunduğunda yeni keşifler sunabilen katmanlar içeren, tek bir kuşağa değil, birden fazla kuşağa ve zamana hitap eden metinlerdir. Bu metinleri üreten kişi yazar, bu özellikleri bulunduran metinler edebi eserlerdir. Edebiyatın iyisi kötüsü türünden değil içeriğinden değerlendirilmelidir.
Son olarak Elias Cannetti’nin bir sözünü hatırlatmak istiyorum. “Yazarın görmediği şey, olmamış demektir.”