Her zaman söylerim. Her kitabın kendi yaşamı vardır diye. İster kurmaca olsun ister araştırma/inceleme olsun. Bir kere yayınlandı mı o artık yazarının olmaktan çıkmıştır. Okuyucuların olmuştur. Yazarının bile hayal edemediği şeyleri, kitabı okuyanlar hayal edip yorumlayabilirler; kendilerine göre anlam çıkarabilirler. O yüzden her birey aynı şeyi okusa bile değerlendirmeleri farklıdır. Bazen öyle olur ki bu değerlendirmelere yazar bile şaşırır. “Gerçekten ben bunu mu demek istemişim?” Ya da “Doğrusunu söylemek gerekirse baş karakterin o davranışının, o sözünün bu anlama da geleceğini de hiç düşünmemiştim,” diyebilirler. Eser kendi içinde tutarlı oldukça ve de beğenilince, okuyucu değerlendirmeyi keyifle yapar, hatta eğer söz konusu bir romansa sadece baş kahramanlarının değil, yan kahramanlarının hayat hikayelerini de takip eder, hayal eder, kitapta sonu bilinmeyenleri bile kendisi tamamlar. Bu Harry Potter serisinde de böyle olmuştur.
Bugünlerde Harry Potter’ın yazarı J.K.Rowling’in başı kendi hayranlarıyla dertte. Bence daha önemlisi Harry Potter serisiyle yani kendi kendisiyle dertte. Bazı hayranları onu, yazdıklarıyla ters düşen tweetlerinden dolayı eleştiriyorlar. Hayal kırıklığına uğradıklarını ifade ediyorlar. Bu bir yazarın başına gelebilecek olan en büyük başarısızlık mı diyelim, yoksa başarı mı? Düşünsenize yazdıklarınız o kadar seviliyor o kadar benimseniyor ki bir gün onları, size karşı yapılan eleştiride temel alan büyük bir okuyucu kitlesi buluyorsunuz karşınızda. Şimdi bu bir yazar olarak korkunç bir başarı mı yoksa başarısızlık mı? O kadar parayı kazandıktan sonra hangisi olduğunun ne önemi var diyenleriniz çıkabilir. Belki de bu doğrudur ama bence hem yazar hem de okuyucu için işte tam da o yüzden çok üzücü bir durumdur. O kadar sevildikten, sayıldıktan, hayran olunduktan sonra okuyucularıyla yazarın böyle karşı karşıya gelmesi, daha da ötesi birbirlerini incitmesi, ne bileyim, her iki tarafın da kurduğu bir dünyanın başlarına yıkılması gibi bir şey.
Şimdi gelelim asıl meseleye: Bu durumda o sevdiğiniz yazar, filozof ya da düşünürün eseri doğruluğundan, güzelliğinden, geçerliliğinden bir şey kaybeder mi? Onları yazan kişi bugün yazdıklarına aykırı hareket ediyor, konuşuyor, yazıyor diye eserlerini görmezden mi gelmek lazım? Tabii ki hayır. Bence yazdıkları bugün de geçerli ise, bugünkü yaşamımızda karşılaştığımız sorunlara işaret edebiliyorsa, bize fikir verebiliyorsa, hislerimize tercüman olabiliyorsa yazıldığı günkü değerinden hiçbir şey kaybetmez. Çünkü onlar artık yazarına ait değildirler. Topluma mal olmuşlardır. Bu durumda yazarın yapabileceği hiçbir şey yoktur.
İnsanlar değişir. Aksi zaten doğal olmazdı. Değişince fikirler, görüşler de değişir. Bu değişim her yönde olabilir. Daha önce yazdıkları doğrultusunda değişebilir ya da onlarla çelişebilir. Bazen de yazar daha önce hiç fark edilmeyen bir yönünü, bir düşüncesini gösterebilir. Ve bu görüş, düşünce bu kez yığınlar tarafından benimsenmeyebilir, hatta tehlikeli görülebilir. İşte o zaman yazarın başı büyük dertte demektir.
Bugün MuggleNet (www.mugglenet.com), Leaky Cauldron (www.leakycauldron.org) gibi yığınların takip ettiği fan siteleri J.K.Rowling ile aralarına mesafe koyduklarını ama Harry Potter kitaplarına sonuna kadar sahip çıkacaklarını açıkladılar. Artık ne J.K.Rowling’in resmini, sözlerini, websitesini, vakfını, ne de onunla ilgili başka haberleri yayınlayacaklar. Harry Potter kitaplarının, insanın kendisini ve başkalarını oldukları gibi kabul etmeyi öğrettiğini; ötekileştirilen toplumları, toplulukları, bireyleri merkeze koymayı ve desteklemeyi önerdiğini; sevgi ve anlayış yaydığını söyleyerek bunların ışığında çalışmaya devam edeceklerini dile getirdiler.
Sadece fan siteleri değil, Harry Potter filmlerinde oynayan artistler de J.K.Rowling ile aralarına bir çizgi çektiler. Harry Potter’ı oynayan Daniel Radcliffe, Hermione Granger’i oynayan Emma Watson, Ron Weasley’i oynayan Rupert Grint bunlardan sadece bazıları.
Ne yazık ki twitter öyle bir yer ki doğru söz çok çabuk kayboluveriyor; bir sürü şamatacı ve bilinçli veya bilinçsizce trollük yapanların yazdıkları arasında değeri bir anda yok oluyor. Sanırım J.K.Rowling bunu herkesten daha iyi bilir. Samanı çöpünden ayırmak çok zor. Değer mi o da ayrı mesele. O nedenle olsa gerek, bu gelinen aşamada J.K.Rowling, görüşlerini kendi websitesinde ayrıntıyla açıklamak zorunda kaldı. Evet, şimdi bütün görüşleri ortada. Trollük, şamatacılık yapmayanlar, gerçek düşüncelere, hareketlere bakanlar yazıyı okudular. Bu durumda Harry Potter’ın yazarı kendi başını daha epeyce ağrıtacağa benziyor.
J.K.Rowling, bu son görüşleri yanı sıra, para ve şöhretin getirdiği güçten başı dönmekle suçlanıyor. Bu gücü nasıl kullanacağını bilememek ve ağzından çıkanların nereye varacağını görememekle eleştiriliyor. Gündemi, keyfinin istediği bir konuda tutmaya çalıştığı için ayıplanıyor. Üstelik herkesin dikkatinin koronavirüs ve onun getirdiği, derinleştirdiği problemlerde olduğu bir sırada ve ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa’daki ırkçılık karşıtı gösterilerin tüm hızıyla devam ettiği bir zamanda kendi gündemini öne çıkarması, hayranları arasında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Tabii onu destekleyenler de var ama J.K.Rowling’e yetecek sayıda olmadığı besbelli.
Diğer bir yandan, önce tweeter’da ve şimdi artık yazılı ve sözlü basında da yürütülen bütün bu tartışmaların iyi bir yanı da var ki o da, İngiliz dili ve kültürünün, ihtiyaca göre kelime üretmede, ifade özgürlüğünün sınırlarını ve onun bir “mutlak özgürlük” olup olmadığını belirlemede aktif olarak çalışması; yürütülen tartışmaların en üst seviyede, öğretici ve aydınlatıcı olması. Tabii yine de şamatacıları, trolleri ayırabilmek gibi bir yetenek geliştirmeniz lazım. Hele yeni ortaya çıkan bir durum, ruh hali, duygu, düşünce ve kişileri tarif eden kelimelerin üretilmesi bence harika. Bir gün biz de ülkece ihtiyaç hissedersek yaratılan o kelimeleri kullanırız artık. Şimdilik pek gereksinim duymadığımızdan o sözcüklerden burada söz etmeyeceğim ve tartışma konusuna girmeyeceğim. Fakat bu yazı dizisini ilgilendiren öyle bir şey var ki ondan söz etmemek olmaz. O da fantastik edebiyatın kurmaca ürünü olan bir eşyanın, nasıl olup da yaşlı genç bütün okurlara kendilerini bulmada, kendilerini ve başkalarını oldukları gibi kabul etmede yardım ettiğidir. İşte bence Harry Potter’ın gizemlerinden biri de burada yatar.
Kelid Aynası
Bazen filozoflar, psikologlar, düşünce ve bilim insanları cilt cilt kitaplar üretirler kendimizi geliştirebilmemiz, kendimize yardım edebilmemiz için. Fakat nedense bu kitaplar, bir fantastik çocuk kitabında hayal ürünü olan bir eşya kadar etkili olamayabilir. Harry Potter’ı okuyanlar belki tahmin edecekler belki de, “İyi de hangi birinden söz ediyorsun?” diye soracaklar. Lafı fazla uzatmadan söyleyeyim: “Mirror of Erised”. Türkçe’ye “Kelid Aynası” olarak çevrilmiş. Bu arada ilk kitabın çevirisini yapan Ülkü Tamer’i ve diğer kitapları çeviren Sevin Okyay ile Kutlukhan Kutlu’yu anmadan geçmeyelim. (Bkz.https://dedektifdergi.com/sevin-okyay-ile-roportaj/) Peki, “Kelid” ne demek? Türkçe bir kelime mi? Hayır değil. Yine yazarın yaratıcı hayal gücü iş başında burada. Bütün Harry Potter hayranlarının bildiği gibi “Kelid” kelimesi, “dilek” kelimesinin aynadan okunması. Yani tersten. Tıpkı “Erised”in, İngilizce’de “desire” kelimesinin aynandan okunması gibi.
Peki bu Kelid Aynası ne işe yarıyor?
Bu ayna neden birçok Harry Potter okurunun hayatında önemli etkiler bırakmış? Bunun cevabını isterseniz Profesör Dumbledore’dan dinleyelim. Daha ilk kitap olan Felsefe Taşı’nda, Dumbledore bu bilgiyi Harry Potter’a Kelid Ayna’sı önünde karşılaştıkları zaman verir. Aynanın nasıl işlediğini öğrenen Harry Potter, bu bilgiyi Felsefe Taşı’nın sonunda Voldemort’a karşı kullanacaktır. Dumbledore der ki, “Kelid Aynası’na bakan kişi aynada kendisinden bile sakladığı en derin arzularını, çaresiz tutkularını, isteklerini görür.” Bu aslında çok ürkütücü bir şeydir. Kişi en derin arzusunu, çaresiz tutkusunu bilmeyebilir, ya da bilir de kabul etmek istemeyebilir. Belki de toplumdan gizlemek, ailesinden, arkadaşlarından gizlemek zorunda kaldığı için kendinde de gizlemiş, bastırmış olabilir. Bakın bütün bu söylediklerimi J.K.Rowling yazmıyor bile, ama okuyucu Harry Potter’ın ölmüş anne ve babasını aynada gördüğü zamanki halinden o kadar etkileniyor ki ister istemez kendisi böyle bir ayna önünde olursa, acaba ne göreceğini merak ediyor ve düşünmeye başlıyor. İşte o noktada hayal dünyasındaki sınırlar, dizginler, sansürler yıkılıp bütün kalıplar darma duman oluyor ve ortaya çıkan manzara gerçekten yerine göre ürkütücü, yerine göre çığır açıcı bir nitelik taşıyabiliyor. En derin dileklerini gerçekleştirebilmiş olanlar ya da hiçbir derin tutku, istek taşımayanlar ise, Dumbledore gibi, sadece bir çift yeni çorap görebiliyorlar. Tabii doğruysa. Tabii Dumbledore, Harry’den ve de okuyucudan bir şey saklamıyorsa. Çünkü aynadaki görüntüyü o kişiden başkası göremiyor.
İngilizler, “akıllı” diye matematikten, bilimden çok anlayanlara değil edebiyatta çok iyi hayal gücü ve dili olanlara derler. Sanırım demek istedikleri bu olsa gerek. Tabii bugün bu görüşün acısını çekmiyor değiller çünkü bunun olumsuz yanları da var. Pratik matematikten ve bilimden az anlayan nesillerin yetişmesi gibi. O yüzden dengelemeye çalışıyorlar ama daha önce de söylediğim gibi yazılı olmayan kurallar biraz zor ölüyor. (bkz.https://dedektifdergi.com/harry-potter-1/)
Ve Albus Dumbledore Mutluluğun Sırrını Açıklar
Dumbledore der ki, “Dünyanın en mutlu kişisi, Kelid Aynası’nı normal bir ayna gibi kullanır. Yani aynanın içinde kendisinin olduğu gibi yansımasından başka bir şey görmez.”
Bilgeliğinden, adilliğinden ve sihirdeki ustalığından kimsenin şüphe etmediği ve Voldemort’un çekindiği tek büyücü olan Profesör Dumbledore’nun, ölmüş annesiyle babasının aynadaki görüntüsü karşısında tutulup kalan, bu inanılmaz aynanın önünden ayrılamayan Harry Potter’a verdiği öğüt, yine herkese yol gösterici niteliktedir: “Fakat bu ayna bize ne bilgi verir ne de gerçeği gösterir. Onlar sadece hayaldirler ve hayallere takılıp kalmamak gerekir. Yaşamayı unutmamalıyız.” Aynadaki görüntü gerçek olmayabilir. Gerçekleşecek bir şey de olmayabilir. Fakat ya gerçekleşebilecek bir görüntüyse?… Kendi çabamızla ulaşılabileceğimiz bir hayal ise?…Belki de Dumbledore böyle bir durumda derin arzularımızın hırsa dönüşebilme tehlikesine karşı uyarıyor. Ve, “Yaşamayı unutmamalıyız,” diyor.
Kim bilir belki de J.K. Rowling’in Kelid Aynası’na bir de kendisinin bakması lazım. Acaba ne görürdü? Para dersen var. Ün dersen var. İnsanların sevgisi, hayranlığı dersen var. Saygınlık dersen var. Geçmişte mutlu bir çocukluğu olmamış, babasıyla hep sorunlar yaşamış. Sonra yirmili yaşlarında Portekizli bir gazeteciyle evlenmiş ve kızı bebek iken kocasından ayrılmak zorunda kalmış. Depresyon geçirdiğini söylüyor. Bütün bunlar Harry Potter’dan önce olmuş. Ama şimdi ne mutlu ona ki bir ailesi var. İskoçyalı bir doktor olan kocasıyla 19 yıldır evli ve bu evlilikten de bir kız ve bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş. İskoçya’da şato gibi bir malikanede yaşıyor. Önemsediği bir emelde çalışan vakfı var. İstediği partiyi korkunç paralar ödeyerek destekleyebiliyor. Yani diyeceğim odur ki sizce, J.K.Rowling’in hâlâ kavuşamadığı hangi derin tutkusu, hâlâ hayata geçiremediği hangi derin arzusu kalmış olabilir ki? Ama işte kazın ayağı öyle değil. Demek ki var. Belki de artık hırsa dönüştü. Eğer öyleyse bu hırsının nereye varacağını yaşayıp hep birlikte göreceğiz.