ABD’li endokrinolog Dr Harry Klinefelter (1912–1990) tarafından ilk kez 1942’de tanımlanarak literatüre geçen bu genetik mutasyon, erkek cinsiyetini belirleyen kromozomun XY yerine —nadir görülen biçimde— XXY olmasının yarattığı psikopatoloji olarak tanımlansa da, aslında Klinefelter Sendromu’nun çok daha karmaşık belirtileri söz konusudur. Mutasyonun neden olduğu cinsel yetersizlik ve fiziksel bozulmalar uç psikolojik rahatsızlıklara yol açar. Normal cinsellik yaşayan kişilere duyulan nefret ve kıskançlık üreten aşağılık duygusu kimi hastalarda ileri seviyede öfke patlamalarına dönüşebilir.
Bir sırt çantası ve bisikletle bütün Fransa’yı turlayan ve gittiği her yerde vahşî cinayetler işleyen seri katil Francis Heaulme’nin insanlara karşı olan nefretinin arka plânındaki ana etmen yalnızca Klinefelter Sendromu değildi. 1959 Metz doğumlu Heaulme, babasının anormal baskısı ve sadistçe davranışlarıyla daha on yedi yaşındayken iflâh olmaz bir alkolik olmuştu.
Francis ergenliğe girdiğinde âdeta bir ‘çirkin ördek’ psikolojisi yaşamaya başlamıştı, zira küçük kalmış penis ve testisleri, sakal ve bıyık seyrekliği, göğüs ve kalça bölgelerinin kadınsı bir şekilde gelişmesi gibi eksik gelişme durumu kendisinde abartılı utangaçlık, dikkat sorunları ve uyum güçlüklerinede yol açmıştı. Okulda ve mahallesinde dışlanıyor, diğer çocuklar tarafından sürekli alay konusu ediliyordu.
Ergenlik yıllarının sonunda kendinden tiksinmeye başlayan ve birkaç kez intihar girişiminde bulunan Francis Heaulme, 1984’te çok sevdiği annesini de yitirince derin bir bunalıma girdi ve tüm Fransa’yı kapsayan bir bisiklet turuna çıktı. Babasından, yaşadığı kentten ve tanıdığı herkesten uzak kalmak istiyordu.
Cinayetlerine iki çocuğu boğarak başlayan Francis Heaulme’ün ölüm turu üç yıl sürdü. Arkasında hiçbir adlî kanıt bırakmayan ve suç anında başka yerde olduğu mazeretlerini önceden hazırlamakta ustalaşan Heaulme, peşine takılan bir dedektifin gayretleriyle suçüstü yakalandığında 50’den fazla cinayet işlemişti.
Erkeklerin fizyonomisini olduğu kadar psikolojisini de bozan Klinefelter Sendromu —daha sıklıkla— kadınlara yönelik bir öfke ve şiddet fırtınasına neden olur. Hastanın gözünde, normal cinselliklerini yaşayan güzel kadınlar, hayallerini süslediği halde hiçbir zaman ulaşılamayacakları bir figürü canlandıran semboller gibidirler ve sırf bu nedenle travesti katillerin hedefi haline gelirler.
Klinefelter Sendromu ünlü gerilim filmlerinden birkaçına konu olmuştur. Brian De Palma tarafından yönetilen 1980 tarihli ‘Dressed to Kill / Öldürmeye Hazır’ adlı filmde, evliliğinde cinsel yönden düş kırıklığına uğramış olgun bir kadın olan Kate Miller (Angie Dickinson) sorunlarıyla ilgili psikoterapi görmek üzere, New Yorklu gözde psikiyatr Dr Robert Elliott’ı (Michael Caine) ziyaret eder ve seans esnasında ona evlilik dışı, gizli bir ilişki önerir.
Doktor’un evliliğini ve meslek ahlâkını gerekçe göstererek kendisini reddetmesinin ardından, sanat galerisindeki bir sergide tanıştığı yabancı genç adamla tatmin edici bir ilişkiye giren Kate, onunla sevişmeye gittiği apartmanın asansöründe kara gözlüklü, uzun boylu, sarışın bir kadın tarafından usturayla parçalanarak öldürülür.
Başkalarının başına bir şey gelmeden önce katili yakalama yolunda umutsuz bir çaba içinde olan Dr. Elliott korkunç gerçeğe yaklaştıkça, kendini baştan çıkarıcı, ölümcül bir saplantı, sapıklık ve aldatma lâbirentinin içinde bulur. Kadın kılığına girerek öldüren usturalı seri katil Dr Elliott’un ta kendisidir.
Yaşayamadığı dişiliğe sahip güzel kadınlara karşı kıskançlıkla dolu hınç duyan travesti bir katilin korkunç eylemlerinin anlatıldığı bu kült film ilk gösterildiği dönemde eşcinsellerin tepkisini üzerine çekse de gerçek hayatta Klinefelter Sendromu’nun insanların cinsel tercihiyle ilgisi yoktur. Bu türden uç psikopatlar kurbanlarını —daha ziyade— kadınlar arasından seçerler, çünkü onları ölesiye kıskanırlar.
Seri katillerin en kötü şöhretlilerinden biri olan Bobby Joe Long’un (D:1953) vücudundaki her hücrede fazladan bir X kromozomu vardı. Ergenlik çağında iken Long’un vücut bezleri kadınlık hormonu östrojeni aşırı miktarda üreterek göğüslerinin büyümesine neden olmuştu. Bu durum karşısında duyduğu utancın Long’un zihinsel dengesizliğine katkıda bulunmuş olduğu muhakkaktır, ancak travesti seri katilin gençlik çağlarındaki tek sorunu bu değildi.
Yaptığı diğer tüm olumsuz ebeveynlik davranışlarının yanı sıra, annesi oğlu on üç yaşına gelene dek onunla aynı yatağı paylaşmıştı. Uzmanlara göre, bozuk bir aile yapısı içerisinde bulunmak bir çocuğun ruhsal yapısını darmadağın eden dış etmenlerden en önemlisidir, ne var ki Long’un mutsuz çocukluğuna ilişkin diğer faktörler daha da şaşırtıcıdır.
Bobby Joe Long kafa travmaları konusunda bir tür rekorun sahibiydi. Beş yaşındayken salıncaktan düşüp bilincini kaybetmiş, altı yaşındayken bir bisiklet kazası sonucunda park halindeki bir aracın üstüne kafa üstü çakılmış, yedi yaşında attan düşmüştü. Yirmili yaşlarının başına kadar makûs talihini alt etmiş gibi duran Long 1974’te lise arkadaşı bir kızla evlenmiş, tam her şey düzeldi düzelecek derken, büyük bir motosiklet kazası geçirmiş ve başı kaskı parçalanacak kadar şiddetle yere çarpınca haftalarca hastanede kalmıştı.
Bobby Joe Long için bir dönüm noktası olan bu kazadan sonra, iki çocuk sahibi olduğu karısından boşandı, evinin bulunduğu California’nın Long Beach bölgesinde sahte bir kadın adıyla bir ev tuttu. Long’un kadın kılığına girerek avladığı genç kızlarla pek çok ağır suç işlediği sonradan ortaya çıktı. California’da işler karışıp da kimliği sorgulanmaya başladığında, Florida’ya göçmeye karar verdi.
Long’un 1983’te Tampa’ya taşınmasıyla birlikte, şehirlerarası yolun kenarındaki ormanlık bölgede tecavüz edildikten sonra boğularak öldürülen kadın cesetleri bulunmaya başladı. Mayıs 1984’te polisin derinleştirdiği soruşturmada, sekiz ay içinde en az on kadının benzer şekilde öldürüldüğü ve cesetlerin hep aynı ıssız bölgeye bırakıldığı ortaya dökülünce, yetkililer işi sıkı tuttu ve çeşitli ipuçlarını izleyerek Long’a ulaştılar.
Kasım 1984’te son kurbanının cinayeti sonrasında tutuklandı ve mahkemede değişime uğramış kromozomlarının etkisiyle işlediğini iddia ettiği cinayetlerin yedisinden suçlu bulunan Long, Florida Eyalet Mahkemesi’nce elektrikli sandalyede ölüm cezasına çarptırıldı.
Klinefelter Sendromu’ndan muzdarip bir diğer seri katil, Paris’te en az on sekiz —Fransız polisine göre yirmi bir— kişiyi avlayıp katletmiş olan Thierry Paulin (1963–1989)’dir. Montmartre Canavarı olarak da tanınan Paulin çalıştığı kabarelerdeki travesti gösterilerinden artakalan zamanlarında yaşlı kadınları öldürüyordu.
1987’deki son saldırısından sonra tutuklanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve cezaevine konan Thierry Paulin’in 1988’de AIDS hastası olduğu anlaşılmış, bir yıl sonra da koma halinde kaldırıldığı hastanede ölmüştür.
Kuzuların Sessizliği filminin meşhur Buffalo Bill karakteri tipik bir Klinefelter Sendromu vakası olarak sinema tarihine geçmiştir, ancak travesti katil karakteri sinemada ilk kez Alfred Hitchcock tarafından yönetilen 1960 tarihli gerilim filmi ‘Sapık / Psycho’da can bulmuştur.
Beş parasız sevgilisiyle evlenmek için patronunun parasını çalıp kaçan ve geceyi yol üzerindeki bir motelde geçirecek bir sekreter olan Marion ile orada tek başına yaşayan motel sahibi Norman arasındaki karşılaşmayı anlatan Sapık, Robert Bloch’un Wisconsinli seri katil Ed Gein’in suçlarından esinlenerek yazdığı aynı adlı romandan uyarlanmıştır.
Şaşırtıcı ve çarpıcı finale sahip korku-gerilim öyküleri yazmanın ustası Robert Bloch (1917-1994) dönemin en etkileyici korku/gerilim yazarlarından biriydi. Henüz ergenlik çağındayken ucuz dergilerde bilimkurgu öyküleri yayımlanmaya başlamış ve kendisine esin kaynağı olan büyük üstat H.P. Lovecraft tarafından desteklenmiştir. Aslında Bloch belki de dünyadaki en kibar ve yumuşak insanlardan biriydi ve kanlı korku filmlerinden hiç hazzetmezdi.
Gerçek hayatta, kadın kılığına bürünmekle şiddet arasında somut bir bağlantı olmasa da, travestiliğin baskın bir etken olduğu cinayet vakalarının az olmadığını belirten uzmanlar, kız gibi giydirilen erkek çocukların bu ağır travmadan olumsuz etkilendiklerine neredeyse emindirler.
Hem Charles Manson hem de Henry Lee Lucas —dünyaca meşhur seri katiller— çocukluklarının ilk yıllarında kız gibi giyinmeye zorlanmışlardı. Psikopat bir anne tarafından yetiştirilmiş olan Manson, annesi fahişelik yaparken veya hapisteyken akrabadan akrabaya gönderilip durdu. Altı yaşındayken Virginia’da teyzesinin yanında yaşamaya başladı. Sadist eniştesi, küçük yeğenine bir kız çocuğu gibi davranmaktaydı.
Sol gözünü annesinin vurdumduymazlığı yüzünden kaybeden Henry Lee Lucas da benzeri bir şiddete maruz kalmıştı. Küçük Lucas’ın annesi bir deliydi ve diğer sayısız istismarlarının yanı sıra, oğlunun saçlarını bigudiyle sarar, onu okula kız elbisesi ile gönderirdi.
Esasında, ne küçük Charles, ne de Henry kadın gibi olmaktan hoşlanıyordu. Kadınlığa bürünmekten hoşlanan efsanevî seri katil Ed Gein —kadın gibi görünmekten haz duyan— bir travestiden daha fazlası, gizli bir transseksüeldi. Bu yönüyle her iki ünlü kurgu karaktere de —Norman Bates ve Buffalo Bill— esin kaynağı olmuştur.
Ed Gein, kendisini bir kadına dönüştürmek için gösterdiği sapkın çabalarla, mezarlarından çıkarttığı kadın cesetlerinden yüzülmüş derilerle kendine bir giysi dikmişti. Bu korkunç kostümle —memeli bir atlet ve insan derisinden yapılma bir taytla, apış arasına yerleştirilmiş bir vulva— metruk çiftlik evinin etrafında dolaşır ve annesi gibi davranırdı.
Klinefelter Sendromu’nun derin biçimde vurduğu kişilerin suça yatkınlığı aşırı erkekleşmiş seri katiller kadar iddialı bir sav olarak ortaya konamasa da, her iki genetik mutasyonun insanların psikolojisini olumsuz etkilediği gerçeği her dönemde —farklı kimliklerde— karşımıza çıkmaktadır. Bir erkeğin kadın olma tutkusu ve bir travestinin bozuk psikolojisi kolayca anlaşılabilecek durumlar değildir elbette.