“Eeeh, s*kerler!” dedi sonra içinden, canı dağıtmak istiyorsa dağıtacaktı. Ne vardı bunda? “Ercan, canım sıkkın zaten, ver bana şuradan bir Jack, seninle de bozuşmayalım şimdi!” diye terslendi.
Ercan “Sen bilirsin şekerim,” diyerek kafasını çevirdi, üç parça buzun üzerine yağ gibi akıttı viskiyi, göz teması kurmadan koydu Bilge’nin önüne. Anlaşılmıştı. Bu saatten sonra uğraşılmazdı Bilge’yle. Bilge bara sırtını yaslayıp viskisini yudumlamaya başladı. O bardağı bitirdiğini hatırlıyordu. Sonra birisi barda oturan herkese tekila ısmarladı. Sonra bir tane daha.
Sonrası epey bulanık.
Bir ara sahnede dans etmeye çalıştığını hatırlıyordu. Kızın biriyle el ele tutuşmuş dönüyorlar, yalpalayarak sağa sola, insanlara ve masalara çarpıyorlar, ayakta duramayıp yerlerde sürünüyorlar, delirmiş gibi kahkahalar atıyorlardı.
Bir ara tuvalette kustuğunu hatırlıyordu. Leş gibi zeminde dizlerinin ve ellerinin üzerinde emeklediği bir an geldi gözünün önüne hayal meyal.
Bir ara birileriyle ağız dalaşına girmişti galiba. Adamın birine bağırdığını, parmağını suratına suratına salladığını, tekme atmaya çalıştığını hatırlar gibi oldu. Birileri arkasından tutuyordu.
Gece ayazının etkisiyle kafası biraz açılır gibi olduğunda Atatürk Bulvarı’nda ayakları birbirine dolana dolana eve doğru yürümeye çalışırken buldu kendini. Ne montu vardı üzerinde, ne de omzunda çantası. Ne olmuştu acaba? Muhtemelen birilerine sinirlenmiş, bir anda öfkeyle çıkıp gitmişti mekândan. Montuyla çantası da barın içinde kalmıştı. “Hay kafama sıçayım!” dedi ağzı yamularak. Epey de uzaklaşmıştı Sakarya’dan, Güven Park’ı geçmiş, Akay Kavşağı’na gelmişti neredeyse. Buradan sonra geri dönmenin bir anlamı yoktu. Yürüye yürüye eve ulaşmak en iyi seçenek gibi görünüyordu.
Elinin tersiyle ağzını şöyle bir sildi, gözlerini ovuşturdu. Kendini leş gibi hissediyordu. Yalpalamamaya, ayıkmış gibi davranmaya çalışarak yürümeye devam etti Bilge. Saat kaçtı acaba? Barda bir ara 02:00’yi gördüğünü hayal meyal hatırlıyordu. Sonra kim bilir ne kadar daha geçmişti üzerinden. Bir titreme geldi bedenine. Kollarını göğsünde kavuşturdu, elleriyle gömleğinin üzerinden kollarına sürterek ısıtmaya çalıştı kendini biraz. Adımlarını hızlandırdı. Bulvardan geçen tek tük araçlar yanından geçerken kornaya basıp tacizkâr davetlerde bulunuyorlardı. Kafasını hiç onlara çevirmeden, dümdüz, hızlı hızlı yürümeye devam etti Bilge. Bu gece başına bir bela daha açılsın istemiyordu. Tek isteği bir an önce sıcak evine varıp kendini yatağa atmaktı.
Güç bela Meclis Parkı’na ulaştı. Mahallesine gelmenin tanıdık huzuru doldu bir an içine. Karanlık parkın içine daldı, köpeklerin havladığını duydu uzaktan. Ağaçların arasından geçerek Güvenlik Caddesi’ne çıkmaya çalıştı. Tam parktan caddeye çıkmak üzereydi ki kedi miyavlamasına benzer bir ses duydu sanki derinden. Kulak kesilip bekledi. Ses falan yoktu. Yanılmıştı. Yürümeye devam etmesiyle birlikte uzaktan, parkın kuytularından cılız bir kadın çığlığı geldi kulağına: “İmdat!” Nefesini tutup yine bekledi. “İmdat! Yardım edin!” Köpek havlamaları eşlik etti kadının çığlığına. Tuttuğu nefesini “Hofff!!” diye verirken öne eğilip ellerini dizlerine yasladı. “Bir bu eksikti!”
Ne yapacaktı şimdi? Telefonu yoktu, polisi arayamıyordu. Yardıma koşsa; gecenin kör vaktinde, tek başına, üzerinde montu bile olmayan, dımdızlak bir kadındı. Üstelik hâlâ sarhoştu ve ayakta zor duruyordu. Ama yardıma ihtiyacı olan birini bırakıp gitmeye de gönlü hayatta razı olmazdı. Meclis’in Güvenlik Caddesi üzerindeki personel girişi geldi aklına. Güvenlik kulübesi içinde 7/24 bir polis memuru muhakkak olurdu. Oraya kadar koşarak gitse, yardım çağırsa geç kalmış olur muydu? Yoksa şuradan bir odun falan bulup bodoslama dalsa mıydı olay mahalline?
[Bilge yardım mı çağırsın, kendisi yardıma mı koşsun?]
Karar Ver!