Cengâverliğin lüzumu yoktu bu saatte. Meclis’in personel kapısına doğru koşmaya başladı. Alkol bünyesinin her zerresinden fışkırıyor, koştukça beyni zonkluyordu. İçi dışına çıkacak gibiydi. Soluk soluğa kulübeye yaklaşırken, içerideki polis memurunun gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Bu soğukta üzerinde montu bile olmayan, saçı başı dağılmış bir kız ellerini, kollarını havaya kaldırmış iki yana sallayarak kendisini dışarı çağırıyor, “Yardım edin, yardım edin!” diye bağırıyordu bir taraftan. Pek alışıldık bir görüntü değildi. Polis güvenmez gözlerle sağa sola bakındı, ayağa kalktı, tuzak ihtimaline karşı elini beline, silahına götürdü. Silahını çekerek kulübesinden dışarı temkinli bir adım attı. Caddede başka kimse olup olmadığını bakışlarıyla kontrol etti, silahını doğrultarak “Geri çekil!” diye bağırdı Bilge’ye. Anlayacak durumda değildi Bilge, nefes nefese, “Parkta yardım isteyen biri var, çığlıkları geliyor, yardım edin ne olur!” diye derdini anlatmaya çalıştı. “Geri çekil! Çabuk!” diye tekrarladı memur. Biraz geriledi Bilge. Ellerini havada tuttu. “Benim telefonum yok, polisi arayamadım. Yardım edin!”
Polis memuru tekrar sağa sola bakındı. Ters bir durum görünmüyordu. Elini cebine atıp telsizini çıkardı. “Sen hemen kapıdan uzaklaş! Ben yardım gönderiyorum!” diye sert bir sesle çıkıştı Bilge’ye. Bilge elleri havada, birkaç adım geri geri yürüdü, sonra arkasını dönüp tekrar parka doğru koşmaya başladı.
Parka geri geldiğinde hücrelerinde bir gram su kalmamış, saçlarının dipleri bile zonkluyordu. Koşmayı bıraktı, köpek havlamalarının geldiği yöne doğru hızlı, ama nispeten temkinli adımlarla yaklaştı. Soluk soluğa yaklaştıkça karanlık kuytudaki görüntü netleşmeye başladı. Köpekler Bilge’yi fark ettiler, yıllardır tanıdıkları, kendilerine yemek veren birini görünce biraz sakinleşip kuyruk sallamaya başladılar. Yere, ağacın dibine gencecik bir kız oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyor, yanı başına diz çökmüş yapılı, genç bir adam ise ona su içirmeye, sakinleştirmeye çalışıyordu. Birinin yaklaştığını fark edince ikisinin de bakışları bir anda Bilge’ye döndü. Bilge gözlerine inanamadı:
“Burak?”
“Evet, Bilge.”
“Sen ne yapıyorsun burada?”
“Gördüğün gibi. Yardımcı olmaya çalışıyorum. Polisi aradım, gelmek üzeredirler.”
“Buraya nasıl geldin sen? … Beni mi takip ediyordun yoksa?”
Bir an sessiz kaldı Burak. Sonra düz bir sesle devam etti:
“Aslına bakarsan, evet. Bardan paldır küldür çıktığında öyle sarhoş, öyle berbat bir haldeydin ki, belli bir mesafeden sana göz kulak olmaya karar verdim. Eve sağ salim girdiğini görünce, gidecektim. Parka girince senin gibi ben de çığlıkları duydum. Sonra sen bir yere doğru koşmaya başladın, ben de bir seçim yapmak zorunda kaldım. Buraya koştum. İyi ki de öyle yapmışım. Son anda yetiştim. Saldırganlar kaçtılar.”
Ne diyeceğini bilemedi Bilge. Yanlarına gidip dizlerinin üzerine çöktü. Bayılacak gibiydi.
“Bilge, bana bak,” dedi Burak sakin ve kendinden emin bir sesle. “Sen şimdi şu parayı al, bir taksiye atla ve doğruca eve git. Hâlâ sarhoşsun. Bu işe hiç karışma bence. Polisler gelmek üzeredir. Ben onları bekleyip kızı teslim edeyim, ifademi vereyim, sonra gelip seni kontrol edeyim, olur mu? Lütfen dediğimi yap.” Uysalca başını salladı Bilge.
Evin önüne geldi, parasını verip taksiyi gönderdi. Dış kapıya yaklaştı ve “Has*ktir!” dedi, “Anahtar! Barda, çantada kaldı.” Umutsuzlukla çöktü kapının önündeki basamağa. Kapıcıda acil durumlar için yedek anahtarı vardı, ama bu saatte adamcağızı uyandıramazdı. Havanın aydınlanmasına ne kadar kalmıştı acaba? Şurada kıvrılıp bekleyecekti, yapacak bir şey yoktu artık. Kollarını önünde kavuşturdu, başını yan duvara yasladı ve gözlerini kapattı.
Alacakaranlıkta biri omzunu sarsarak uyandırmaya çalışırken kendine geldi Bilge. Korkuyla bir an irkildi, Burak olduğunu görünce rahatladı. Çok üşümüştü. Başı çatlayacak gibi ağrıyor, boğazı acıyordu. “Ah be Bilge,” dedi Burak üzüntüyle. Oturduğu yerden kaldırdı Bilge’yi, “Hadi yürü,” dedi, “bana gidiyoruz.” Hiç itiraz etmedi Bilge, çocuk gibi itaat etti, kolunun altına girdi Burak’ın. 10 dakikalık bir taksi yolculuğuyla Sokullu’ya vardılar. Sıcak eve girince önce banyoya sokup elini yüzünü yıkadı Burak, Bilge’nin. Sonra temiz üst baş giydirdi. Sıcak bir çorba, bolca suyla birlikte bir aspirin, bir de vitamin içirdi. Yatağa yatırdı, üstünü sıkıca örttü. Saçlarını okşayarak biraz yanında oturdu. Sonra uyumak için salona gitmek üzere ayağa kalktı. Tam kapıdan çıkacakken, “Burak…” dedi Bilge, gözleri kapalı. “Efendim canım?” dedi Burak şefkatle. “İçkiyi bırakmam lazım…” dedi fısıltıyla, derin bir uykuya yuvarlanmadan hemen önce Bilge. Gülümsedi Burak ve kapıyı çekip çıktı.
*** bu hikâyenin sonu ***