Geç kalmayı göze alamayacağına karar verdi Bilge, ne olacaksa olsundu. Sağa sola bakındı, şöyle uzun, kalınca bir ağaç dalı buldu şansına. Derin birkaç nefesle kafasını ve bedenini toparlamaya çalıştı ve köpek havlamalarının geldiği yöne, parkın karanlık kuytularına doğru koşmaya başladı.
Daha 10 metre koştu, koşmadı, biri kolunu yakaladı arkadan. Korkuyla kısa bir çığlık atarak döndüğünde gözlerine inanamadı:
“Burak?! Sen ne yapıyorsun burada?”
Burak kararlı bir şekilde Bilge’nin elinden odunu alıp köpek havlamalarına doğru koşar adım ilerlemeye devam etti.
“Seni izliyorum başımın belası… Geride durur musun? Lütfen!”
Bilge arkasından bakakaldı Burak’ın. Yaşadığı korku ve panik, yerini büyük bir rahatlama ve güven duygusuna bıraktı birden. Bu duyguya daha çok şaşırdı Bilge, en son ne zaman böyle hissettiğini hatırlamıyordu bile. Çabucak toparlanıp Burak’ın peşinden seğirtti. Olay mahalline vardığında arkalarına bakmadan kaçan üç tane çocuk, yerde oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlayan gencecik bir kız, elindeki odunu bir kenara atmış, kıza yardım eden Burak’ı gördü. Yanlarına varıp diz çöktü Bilge. Burak sırt çantasından su çıkarıp kıza içirmeye çalıştı, biraz sakinleştirdi kızı. Sonra, “Hadi,” dedi Bilge’ye. “Yardım et, karakola götürelim bir an önce.” Kızın iki yanından koluna girdiler, caddeye çıkıp ilk bulabildikleri taksiye atladılar, bölgedeki polis karakoluna çektiler. Burak kızla birlikte taksiden inerken, “Bilge sen takside bekle, ben Deniz’i teslim edip, ifademi verip geliyorum,” dedi. Sessizce itaat etti Bilge. Sıcak takside ilikleri ısındı. Burak’ın dönmesini beklerken göz kapakları yavaşça kapandı.
Burak’ın taksiye binmesiyle uyandı Bilge. Ne kadar zaman geçti, bilmiyordu, ama hava aydınlanmaya yüz tutmuştu. “Hadi, gidip birer çorba içelim mi? Kendimize geliriz,” dedi Burak. Hoşdere’deki meşhur çorbacıya doğru taksiyle devam ettiler. Sıcak, sarımsaklı kelle paça ilaç gibi gelmişti gerçekten Bilge’ye. Bu gecenin en güzel olayıydı galiba. Neredeyse hiç konuşmadan içtiler çorbalarını. Sıcak çaylarıyla sigaralarını içerlerken Bilge nihayet sormaya cesaret etti, duyacaklarını az çok tahmin ederek. “Neden takip ettin beni?”
İnanamaz gözlerle şöyle bir baktı Burak: “Bardan paldır küldür çıktığında öyle sarhoş, öyle berbat bir haldeydin ki, belli bir mesafeden sana göz kulak olmaya karar verdim. Eve sağ salim girdiğini görünce, gidecektim. Parka girince senin gibi ben de çığlıkları duydum. Sonrasını biliyorsun zaten…”
Küçük bir çocuk gibi bakışlarını önüne eğdi Bilge. Utanmıştı.
“Özür dilerim ya,” dedi, “Çok uğraştırdım seni gece gece… Diğer taraftan, iyi ki gelmişsin peşimden. Baksana, belki de birinin hayatını kurtardın.”
Gülümsedi Burak. “Ben olmasam, sen kurtaracaktın belli ki…” dedi tatlılıkla. Ne güzel gülümsüyordu bu adam yahu?
Hesabı ödeyip çıktıklarında hava iyice aydınlanmıştı. Bilge kapıcıdan yedek anahtarını alabileceğini söyleyince, taksiyle Bilge’nin evine geldiler. Burak vedalaşmak için indi taksiden. “Gelmeyecek misin?” dedi Bilge mahcup mahcup. “Gelmeyeyim Bilge, ben de çok yorgun ve uykusuzum. Evime gitmek istiyorum. Sen iyisin, değil mi? Bana ihtiyacın var mı?” ‘Yok,’ anlamında kafasını sağa sola salladı Bilge.
Burak gülümseyerek Bilge’nin yüzünü ellerinin arasına aldı. Gözlerini ta içine baktı.
“Bilge… Canım…… Az iç!” dedi ve iki yanağından öptü.
Başını yukarı aşağı sallayarak çocuk gibi onayladı Bilge.
Burak taksiye bindi ve hareket etmeden önce Bilge’nin apartmana sağ salim girdiğini görene kadar bekledi.
*** bu hikâyenin sonu ***