Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

KAYIP

Diğer Yazılar

KAMBUR

O GECE

Sema sitenin otoparkında arabaya eşyalarını yerleştiriyordu. Yaman elinde bir kutuyla yanına geldi.

 “Onu neden kamyona vermedin?” diye sordu Sema kocasına.

 “Değerli hatıralarımızın olduğu bir kutuyu kamyona veremem,” diye yanıtladı Yaman.

Adam, uzun yıllar çalıştığı büyük bir şirketin finans müdürlüğünden yeni emekli olmuştu. Sema’ysa evlendikten sonra bir süre çalışmış, daha sonra Yaman’ın kariyerine destek olmak için işi bırakmıştı. Evliliklerinin üçüncü yılında hamile kalmış fakat bebek üç aylık olmadan düşmüştü. Daha sonra da hiç çocukları olmamıştı. Yaman yıllarca hedeflerle, sayılarla uğraşmış, kazandığı mevkiyi kaybetmemek için hiç durmadan çabalamış, sonunda iş dünyasının suni ve iki yüzlü ilişkilerinden bunalmıştı. Çalıştığı yıllarda karısıyla yeterince ilgilenememişti. Şimdi yıllar içerisinde yıpranan evliliklerini yeniden inşa etmek için yeni hayatlarına doğru yola çıkıyorlardı. Sema’nın yıllardır istediği buydu, yapay ve konformist yaşamlarını terk ediyorlardı. Doğaya dönmek, toprakla uğraşmak, doğal yaşamda sağlıklı yaşamak ve birbirlerine zaman ayırmak istiyorlardı. Sema internetten bir köy evi bulmuş,   bayılmıştı. Çanakkale’nin ücra bir köyünde yer alan bu evi sadece telefon aracılığı ile görüntülü olarak gezmişler, tapu işlemlerini bile vekaletle halletmişlerdi. Aslında bir bilinmeze doğru yola çıkıyorlardı. Sema çok mutlu ve hevesli görünüyordu. Yolda hem direksiyon sallıyor hem de  Yaman’a evi nasıl yerleştireceklerini, bahçeye neler ekeceklerini, ormanda yapacakları doğa yürüyüşlerini, nasıl dalından sebze meyve koparıp sağlıklı besleneceklerini, şehrin kaosundan kurtulup nasıl sessizliği ve kendilerini dinleyeceklerini anlatıyordu.

Yola çıktıktan üç buçuk saat sonra köy yolu sapağına geldiler. Önlerinde köye çıkan bir asfalt bir de toprak yol vardı. Navigasyon toprak yoldan geçmeleri gerektiğini gösteriyordu. Bir anlık tereddütten sonra toprak yola girdiler. Yol göz alabildiğine uzanan tarlaların arasından geçiyordu. Çevreye baktıkça gözlerinin içi parlıyor çok güzel bir yerde ev aldıkları için mutlu oluyorlardı. Doğa onları güzelliklerle karşılıyordu. Meyve bahçeleri, mısır tarlaları, mis gibi kuş cıvıltıları. İçlerini huzur kaplamıştı. Bir kilometre kadar ilerledikten sonra yol ikiye ayrıldı. Telefon artık sağlıklı çekmediği için navigasyon durmuştu. Sağa giden yolda büyük bir kaya vardı. Sola giden yol yine tarlaların içinde son buluyordu. Sema “Hayda!” diyerek arabadan indi. Soldaki yol bir yere çıkmıyor, sağdaki kayayı da yoldan kaldırmak mümkün görünmüyordu. Evi satın aldığı adamı aramaya çalıştı. Ancak telefon hiçbir şekilde çekmiyordu. Birbirlerine bakıp ne yapacaklarını düşündüler.

“Köye yürüsek mi? O tarafta telefon çeker,” dedi Sema. Arabadan şapkalarını alarak geriye doğru yürümeye başladılar. Yüz metre ilerlemişlerdi ki tarlanın en uzak ucunda kırmızı gömlekli birini gördüler. Yaman Sema’ya beklemesini gidip adamla konuşacağını söyledi, ekinlerin arasından kendine yol bulmaya çalışarak yürüdü. Adamlar konuşurken Sema uzaktan izliyordu. Hava çok sıcak, etraf sessizdi.  Yüzüne konan sinekleri eliyle kovaladı. Çok uzaktan akan bir su sesi duydu. Sesi takip edince otların arasına saklanmış ufak bir dere buldu. Ellerini buz gibi suya soktu, kemiklerinin sızladığını hissetti. Başı ağrımaya, kulakları çınlamaya başlayınca suyu yüzüne vurdu, ensesini ıslattı. Yaman’ı izlediği yere döndü. Yaman ortalıkta gözükmüyordu. Kırmızı gömlekli adam oradaydı. Kocasını ekinlerin arasında göremediğini düşündü. Yol kenarına oturup bekledi. Suyun verdiği serinliğe bir de rüzgâr eklenince gözlerini kapadı, artık midesi de bulanıyordu. Arkadan birinin yaklaştığını hissetti. Yaman olduğunu düşünerek “İleride dere var hayatım, istersen yüzünü yıka, başım çok ağrıyor,” dedi gözlerini aralarken. Bir anda korkuyla sıçradı.

“Korkma abla benim. Seni arıyoruz sabahtan beri telefon çekmiyor. Kamyonu yanaştırdık, gel hele de kapıyı aç, eşyaları yerleştirelim,” dedi kamyoncu.

Sema şaşkınlıkla “Siz nasıl geçtiniz kayadan? Yolda bizim araba da vardı hem,” dedi. Kamyoncu “Yok abla biz arka yoldan sabaha karşı geldik, sen ilk sapaktan sapmamışsın herhal,” dedi. Sema kalkıp “Hadi madem!” dedi. Eşim gelmedi ama,  siz görebiliyor musunuz ekinlerin arasında?”

“Kim abla, eşin mi? Yok abla görünmüyor kimse,”

“Belki yardım için başka birilerine bakmaya gitmiştir. Arabadan çantamı alayım gidelim, çok uzak mı ev buradan?”

“Yok abla, beş yüz metre. Ama bu yol biraz bozuk sen diğer taraftan gelsen daha iyi olur.”

“Hay Allah telefon da çekmiyor. Neyse Yaman bizi bulur bir şekilde,” deyip arabaya yürüdü.

Eve vardıklarında Sema çok mutlu oldu. Ev fotoğraflarda göründüğünden daha güzeldi. Arka cephe alabildiğine ormandı. Sağında, solunda ufak ağaçların olduğu bahçeler, önünde uçsuz bucaksız tarlalar uzanıyor, çok ilerde ana yoldan geçen arabalar zor da olsa görülebiliyordu. Sema evin büyüsünden kamyoncunun “Hadi abla geç kalacağız!” demesiyle sıyrıldı. Kapıyı açtı. Eşyalar içeriye alındı. Ara sıra büyük balkona çıkıyor Yaman geliyor mu diye yolu gözlüyordu. Gelen giden yoktu. Taşımacıların telaşı yüzünden Yaman’ın nerede olduğuyla ilgili fikir yürütecek zaman bulamadı. Eşyalar kabaca yerleşince Sema kolileri ait oldukları odalara dağıttırdı ve “Gerisini biz hallederiz,” dedi. Başının ağrısı şiddetleniyor, artık adamlarla uğraşmak istemiyordu. Yaman’sa hala ortalarda yoktu.

Sema nakliyecilerden kendisini köy meydanına bırakmalarını rica etti. Evi olduğu gibi bırakıp kapıyı kilitleyerek evden çıktı. Taşımacılar kamyonun arkasında Sema önde toprak yolda ağır ağır giderken kamyoncu işi bitirmenin verdiği rahatlıkla “Abla hayırlı olsun yeriniz, yurdunuz çok güzel de siz bu dağ başında ne yapacaksınız? İmanıma ben burada gece yalnız kalamam valla. Gece buraya kurtlar, domuzlar iner ben sana söyleyeyim.” dedi. Sema’nın aklı Yaman’daydı. Geceyi evde tek başına geçirme fikrini aklına getirmediğini düşündü. Bu huzur dolu yerde ne olabilirdi ki? Kamyoncunun zevzekliğine verdi, geçiştirdi. Köyün girişinde kamyondan indi.

Yokuşun başında, sıcağın alnında tek başına köye baktı. Sessizliği tiz bir horoz sesi bir de uzaklaşan kamyonun gürültüsü bozuyordu. Horoz bir iki kere daha öttükten sonra ortalık tam bir sessizliğe büründü. Sema yokuş yukarı yürüyor, ara sıra da çekiyor mu diye telefonunu kontrol ediyordu. Beş dakika yürüdükten sonra köy meydanına ulaştı. Meydanda bir cami, köy kahvesi, yanında da muhtarlık odası vardı. Sıcaktan bunalan Sema caminin önündeki çeşmeye gitti. Su önce kesik kesik sonra gürül gürül akmaya başladı.  Bulantısını bastırmak için kana kana su içti, yüzüne ve ensesine su sürdü. Etrafta kimse görünmüyordu. “Sıcaktandır,” diye düşündü. Kahvehaneye yürüdü, camdan içeri baktı, kimsecikler yoktu. Sonra merdivenden inerek muhtarlık odasına girdi, orada da kimse yoktu. Caminin çardağına konulmuş tahta peykelere oturdu. Burası gölgeydi, serindi ve esiyordu. Sema iyice endişelenmeye başlamıştı. Yaman nerelerdeydi. Telefonuna baktı, çekiyordu. Hemen kocasını aradı ama adamın telefonu kapalıydı. “Hay Allah’ım!” diyerek sinirle telefonu kapadı. İnternetten namaz saatlerine baktı. Ezanın okunmasına daha yirmi dakika vardı. Cemaatten birilerinin camiye gelmesini beklemeye karar verdi.

Namaz saatine birkaç dakika kalmıştı ama gelen giden yoktu. Caminin hoparlöründen bir hışırtı duyuldu. Merkezi sistemden gelen ezan okunmaya başladı. Sema camiye girdi, etrafı kolaçan etti ama kimseyi göremedi. Dışarı çıkıp yürümeye karar verdi. Çok susamıştı. Çeşmeden bir daha su içmek istedi ancak suyun akmadığını gördü. Kulakları uğulduyordu, içi yanıyordu ama içecek bir damla su yoktu.

Evlerinin arasından yürürken tüm camlarının sıkı sıkı kapalı olduğunu fark etti. Tarlaya çalışmaya gitmiş olmalıydılar. Evin birinden müzik sesi geldiğini duydu. Üstelik kapısı açıktı. “Çok şükür birilerini buldum galiba,” dedi. İçeriye seslendi, “Kimse var mı? Merhaba! İçerde kimse var mı?”

Cevap gelmedi. Kapıyı vurdu ama ses yoktu. Odaya girdiğinde evin orta yerinde yanan sobaya odun atan bir adam gördü. Kafasında Yaman’ın şapkası vardı. Sema şok oldu ve bağırmaya başladı. “Yaman, Yaman… Yaman ne işin var burada?” Yüzünü görünce kocası sandığı kişinin on üç, on dört yaşlarında bir çocuk olduğunu anladı. Çocuk ifadesiz ve donuk bir yüzle Sema’ya bakıp birden kahkaha atarak üzerine yürüdü. Sema dehşete kapıldı, koşarak uzaklaştı.  Aksi gibi ağzından köpükler saçan bir köpek bir süre peşine takıldı. Caminin önünde Yaman’ı tekrar aradı ama telefonu hala kapalıydı.  Son çare Jandarma’yı aradı. Olanları nefes nefese anlattı. Jandarma, caminin avlusunda beklemesini söyledi. Sema peykenin üzerinde oturarak jandarmaları beklemeye başladı. Ara sıra telefonuna bakıyor, çektiği anlarda hemen eşini arıyor, bir türlü ulaşamıyordu. Sonra uzaktan bir motor sesi duydu. Avludan çıkıp bakındı. Seslendi ancak sesini duyuramadı. Vücudu titremeye, soğuk terler dökmeye başladı. Kendini çeşmenin kenarına bırakarak bir süre yarı baygın halde bekledi.

Jandarmayı görünce rahat bir nefes aldı. Durumu tekrar anlattı. Jandarma komutanı bahsettiği evde sadece yaşlı bir kadının yaşadığını söyledi. Köylülerin çoğunun bugün kurulan pazara satış yapmaya gittiğini bu nedenle ortalığın tenha olabileceğini açıkladı. Komutan, eşinin belki de eve dönmüş olduğunu birlikte gidip evi kontrol etmelerinin doğru olacağını söyledi. Birlikte jandarma aracına binip toprak yoldan ilerlediler. Jandarmaya, araçlarının burada olduğunu kayanın da yolu kapattığından bahsetti Ancak ortada ne arabaları ne de yolu kapatan kaya vardı.

Arabayı evin önünde buldular. Anahtar arabanın kontağında takılıydı. Ama Yaman ortada yoktu. Sahip oldukları tek ev anahtarı Sema’daydı. Jandarmalar etrafı kontrol ettiler. Yaman’ın, eşi Sema’yı aramak için köye gitmiş olabileceğini, telefonların çekmeyişinin bir karmaşaya sebep olduğunu düşündüler. Askerler köye döndü, Jandarma komutanı Kenan ve Sema evde haber beklemeye başladılar. Bir saat sonra Jandarma aracı döndü.  Yaman’ı bulamadıklarını, köylülerle konuştuklarını, kimsenin yabancı birini görmediğini söylediler. Kenan, Sema’ya evde beklemesinden başka çare olmadığını, yirmi dört saat geçtikten sonra ancak kayıp olarak aramaya başlayabileceklerini söyleyerek evden ayrıldı. Kapıdan çıkarken “Yarın sabah tekrar gelip eşinizin eve sağ salim döndüğünü görmek için uğrayacağım,” diye de ekledi.

Sema yalnız başına, hiçbir tanıdığının olmadığı bu sessiz köyde, hiç bilmediği bir evde eşyaları yarım yamalak ortaya atılmış halde kala kaldı. Yine başının ağrıdığını ve midesine kramplar girdiğini hissetti. Uzun süre balkonda kocasının gelmesini bekledi. Sonra sivri sineklerin saldırılarından yılıp havanın zifiri karanlığa gömülmesinden korkarak içeri girdi. Pencerenin önüne oturdu, artık eşinin hayatından ciddi şekilde endişe ediyor, kendi kendine nasıl böyle bir duruma düştüklerini sorguluyordu. Ağlamaktan ve beklemekten başka bir çaresi yoktu. Bir anda elektrikler kesildi. Artık dışarısı gibi içerisi de zifiri karanlıktı. Evi tanımıyor, eşyaların nerede olduğunu bilmiyordu. Sakin sakin ağlarken bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Torpidodaki el fenerini almak için telefonun ışığını açarak arabaya gitti ve kutuyu gördü. Kutuyu da alıp eve geri geldi. Koltuklardan birine oturdu. El fenerinin aydınlattığı kutunun kapağını açtı. İçinde Yaman’la evlendikleri gün çekilmiş fotoğraflar vardı. Resimlere bakarken ağlaya ağlaya koltuğun üzerinde uyuya kaldı.

Sabah uyandığında üşümüş, her yeri tutulmuştu. Bir anda eşinin kayıp olduğu ve bin bir umutla seçtikleri bu yeni yaşamın ilk gününün nasıl da hayatının en kötü günü olduğu geldi aklına. Yüreği sıkıştı kendini hemen balkona attı. Gün çoktan ağarmıştı. Kapının önüne park eden jandarma arabasını gördü, içini bir umut kapladı. Gelen Jandarma Komutanı Kenan’dı. Kenan Sema’ya “Günaydın Sema Hanım, Yaman Bey döndü mü?” dedi. Sema bunu duyunca bütün umutları yıkıldı, olduğu yere kapaklandı. Kenan, Sema’yı içerideki koltuklardan birine yatırdı. Arabadan getirttiği suyu Sema’nın yüzüne çarptı. Sema kendine geldi ve suyu bir dikişte içti. “Geceden beri su içmedim, burada hazırlıksız yakalandım Kenan Bey,” dedi. “Çeşmeden de su akmıyor, gece elektrikler de kesildi.”

“Vanası kapalıdır belki, ben bakarım,” diyerek dışarı çıktı komutan. Döndüğünde vanaların kapalı olduğunu ve elektrik sigortasının da atmış olduğunu söyledi. “Elektrik yine kesilirse sigortayı kontrol edebilirsiniz.  Bu arada isterseniz birlikte karakola gidip ifadenizi alalım,” diye ekledi. 

Sema karakolda olan biteni tekrar anlattı. Eşinin kimlik ve telefon bilgilerini verdi. Bir düşmanı olup olmadığını sorduklarında, Yaman’ın bildiği bir düşmanı olmadığını belirtti. Sorulanlara cevap verdi. Kenan, ifadesi alındıktan sonra Sema’yı evine bırakırken “Siz hiç merak etmeyin, eşiniz en kısa zamanda bulunacaktır, hastaneleri de kontrol ettiriyoruz yakında haber alırız”, diyerek kadını teskin etti. Toprak yola girdiklerinde “Eşimin konuşmaya gittiği adamı buldunuz mu Kenan Bey?” diye sordu Sema. Kenan gülümsedi, “Maalesef eşkâlini tarif ettiğiniz, uzaktan gördüğünüz adam bir korkulukmuş. Tarla sahibi o gün pazarda olduğu bilgisini verdi, teyit ettik.” Sema şaşkın “Hay Allah nasıl anlayamadım?” dediğinde evin önüne gelmişlerdi. Teşekkür edip içeri girdi. Telefonu çalmaya başladı. Arayan Yaman’ın kardeşi Orhan’dı. Sema heyecanla açtı. Orhan “Alo! Yenge? Dünden beri sizi arıyorum abime de sana da ulaşamadım,” dedi. Sema “Biz Çanakkale’deyiz Orhan,” der demez hat kesildi. Telefonun şarjı bitmişti. Orhan kendi kendine “Allah Allah! Abim konuşacaktı,” diyerek düşüncelere daldı.

Bu sırada Jandarma komutanı Kenan adamlarından, Yaman ve Sema’nın yakınlarını arayıp bilgi toplamalarını istemişti. Erlerden biri kayıp şahsın kardeşi Orhan’ın kendisiyle görüşmek istediğini belirtti.

Kenan, Yaman’ın kaybolduğunu ve Sema’nın anlattıklarını Orhan’a aktardı. Abisinden en son ne zaman haber almış olduğunu sordu. Orhan duydukları karşısında afallamıştı, abisiyle son görüşmesinin detaylarını anlatmaya başladı. Abisinin, yengesinin kıskançlıklarından, baskılarından yılmış olduğunu ve bu nedenle boşanmak istediğini söyledi. Ayrıca “Çanakkale’ye yerleşme fikrini abimin kabul etmesi imkânsız, asla bir arada olamazlar, bir an önce Sema’yla bu konuyu konuşmalıyız,” dedi.

Kenan komutan iyice şüpheli hale gelen bu kaybı savcılığa aktarmaya, Sema’yı tekrar merkeze çağırmaya karar verdi.

Sema evi yerleştirmiş, fotoğrafları duvarlara asmıştı. Üzerinde kırmızı elbisesi bir taraftan güzel bir masa hazırlıyor bir taraftan da kadehindeki şarabı yudumluyordu.

İstanbul’daki evlerinde yaşadıkları son geceyi hatırladı. Eşyalar kamyona yüklenmişti, evde sadece yemek masası ve iki sandalye kalmıştı. Yaman gelmiş, Sema kocasını sevgiyle karşılamış, elinden tutarak masaya oturtmuştu. “Hayatım bu evdeki son akşam yemeğimiz için en sevdiğin yemekleri hazırladım, eşyaları kamyona yüklettim, beğendin mi sürprizimi?” demişti. Yaman çok şaşırdığını, onunla konuşmak istediğini söyleyince Sema masadaki her şeyi yerle bir etmişti. Yaman’ın söyleyeceği hiçbir şeyi duymak istemiyordu. Yere düşen ekmek bıçağını ani bir hareketle alarak, arkası dönük olan Yaman’ın sırtına defalarca saplamıştı. Kanlar içerisinde yerde yatan Yaman’ın yanına uzanıp uyumuştu. Sabah hiçbir şey olmamış gibi kalkıp duşunu almış, kutuyu arabaya yerleştirip yola çıkmıştı.

Sema gözlerini açtı. Şarap kadehi elinden kaydı. Kadehin devrildiği yerde boş bir ilaç kutusu duruyordu…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar