New York Polis Teşkilatı’ndan ayrılmış ve yanlışlıkla genç bir kızın ölümüne neden olduktan sonra ailesini terk etmiş alkolik bir eski polistir Scudder. Bir cümlede bin ah işittirir size işte böyle!
Okuyucunun karşısına ilk olarak 1976 yılında, Lawrence Block’un Babaların Günahları romanında çıkar Scudder. Onu ya çok seversiniz ya da ondan nefret edersiniz. Çok sevenler bir on dokuz romanda daha ona katlanmayı seçebilir. Nefret edenlerinse cehenneme kadar yolu vardır. Yok, bu laf Scudder’den ziyade Spade’e ait olsa gerek! Scudder, ondan nefret edenleri muhatap almaz!
Onu seven okuyucuları olarak, Matt’in önceleri Hell’s Kitchen‘da kiralık bir otel odasında yaşadığına, hayatını lisanssız bir özel dedektif olarak sürdürdüğüne tanıklık ederiz. Çoğu zaman “arkadaşlarına iyilik yapmak” amaçlı iş alır.
İyimser değildir. Baktığı yerde güzellikten ziyade çirkinliği, düzenden çok dağınıklığı, doğallıktan fazla çürümeyi gözü seçer. Bardağın dolu tarafına pek prim vermez. 1982’de yayınlanan Ölmenin Sekiz Milyon Yolu’nda nihayet alkol bağımlılığından kurtulmaya karar vererek Adsız Alkolikler toplantılarına iştirak etmeye başlar. En yakın arkadaşı eski bir İrlandalı mafya üyesi ve yeni meyhaneci Mick Ballou’dur. Gerektiğinde acımasız bir katile dönüşebilen Ballou, Scudder’in başı sıkıştığında sığındığı güvenli limanıdır. Yalnız bu liman bazen alev alır, makineli tüfekle taranır, insanlara mezar olur.
1990’lardaki bir macerası, onu polis teşkilatındaki günlerinden kalma bir fahişe olan Elaine Mardell ile yeniden bir araya getirir ve onları kader ortağı yapar. Aynı yıllarda yolu genç bir dolandırıcı olan TJ ile kesişir. O daha sonra en yakın müttefiki, yardımcısı olacaktır. Siyahi bir genç olan TJ, dağınık görüntüsüne tezat şekilde bir görev adamı, Scudder’in sokaklardaki gözcüsü, sağa sola gönderdiği ulağıdır artık.

Scudder içkiyi bırakmaya and içtikten sonra ona bir daha elini sürmese de, alkolün hayatındaki rolü pek de azalmaz. Adsız Alkolikler toplantılarından zevk aldıkça katılımı artar. Katılımı arttırça aldığı zevk de öyle. Orada gece geç saatlere kadar takılır, uzun sohbetler yapar. Bu seanslar onun için bir arınma, kafa boşaltma zamanıdır. Bir diğer can dostu, Adsız Alkolikler’deki sponsoru Jim Faber için manevi babasıdır denebilir. Sıkı dostlar, pazar gecesi akşam yemeği ritüellerini pek nadir es geçer.
Scudder sevenler, 2005’teki Çiçekler Ölürken macerasının sonunda postu deldiren dedektifin hayata gözlerini yumacağını düşünüp üzülür. Neyse ki Block, o kadar da gaddar değildir. Matt’i hayranlarından koparmaya gönlü el vermez; altı sene gecikmeli de olsa onu hayata döndürür.
2014’te Mezar Taşları Arasında Gezinti serüvenindeLiam Neeson ile beyaz perdede can bulacaktır Scudder. Neeson’ın, Scudder’in o dingin başına buyrukluğunu güzel yansıttığı söylenebilir.
Matthew Scudder, duygularını saklamaz. Düz, olduğu gibidir. Basit düşünür. Düşündüğünü yapar. Sevdikleri için ciddi seviyede endişe edecek kadar iyi yüreklidir. Canını tehlikeye atacak kadar da bağlıdır onlara.
Kayıpları olur,yıkılır ama tekrar ayağa kalkar. Hayat devam eder. New York’un tekinsiz sokaklarında gezerken görürseniz onu, ya çok seversiniz ya da ondan nefret edersiniz. Severseniz maceralarını takip edin, pişman olmazsınız. Nefret ederseniz de siz bilirsiniz.