Yalan söylemeyi beceremeyen kahramanımız düştüğü kusursuz planın parçası olduğunu fark etmeden sevgilisi ile kurduğu hayallerin kendisini nereye sürükleyeceğini bilmeden hayatını devam ettirmeye çalışırken, iş hayatındaki karmaşalardan uzak durmaya çalışmak için çaba harcamaktadır…
Yılın son gününde Tarık, aklından patronunun her yıl düzenlediği eğlenceye katılmamak için nasıl bir mazeret bulacağını, hangi yalanı uyduracağını düşünürken, bir yandan da ofisteki işlerini toparlamaya çalışıyordu. İşe başladığı ve çekirdek kadro denilen iletişim şirketinin üst yönetimine, halasının hatırlı dostları sayesinde, üniversiteden mezun olur olmaz başladığı süre içinde, beş yıldır tekrarlanan partiye bu yıl katılmak istemiyordu. Şirket çalışanları ile çok iyi anlaşsa da bu yıl arkadaşları ile eski yıla veda edip yeni yılı onlarla karşılamaya karar vermişti. Tek sorun bunu nasıl yapacağıydı. Özellikle kız arkadaşı bu konuda çok ısrarcı davranıyordu. Haklıydı da. Kişiliği gereği yalan söylemeyi, insanları kırmayı sevmese de buna kendini mecbur hissediyordu. Zira kız arkadaşı Selin her kutlanacak olayı tek başına kutladığından dolayı sürekli söyleniyor, evlenirlerse özel günleri komşuları ile mi kutlayacağı konusunda kendisi ile dalga geçip kalbini kırıyordu. Ofisinin kapısının vurulması ile düşüncelerinden sıyrılıp gelen hizmetliden istediği kahveyi unuttuğunu fark etti. Kahvenin mis gibi kokusu odayı doldururken, çalan telefonun ahizesini kaldırıp kaldırmamakta tereddüt yaşadı. Kendisine bir anne şefkati ile kahvesini getiren Fatma Hanım’a gülümseyip başı ile teşekkür ederken, ısrarla çalan telefona cevap verdi. Arayan patronu Osman Bey’di. Dâhili hattan aramamıştı. Tarık şaşırdı. Osman Bey iş saatleri içinde eğer şehir dışında değilse iş yerinde olurdu. Osman Bey’in telefondaki sesi ile kendine geldi.
“Tarık ofiste misin?”
“Evet.”
“Ben son hazırlıklar için erken çıktım. Bak herkese haber verdim. Bu akşam düzenlediğim partiye seni de mutlaka bekliyorum. Sunacağın hiçbir mazereti kabul etmiyorum. Biz bir aile şirketiyiz ve ben ailemi bir arada görmeyi seviyorum.”
“Ama efendim, bu gece arkadaşlarıma söz verdim. Takdir edersiniz ki, şirkete başladığım günden itibaren her özel günü şirket çalışanları ile kutluyorum. Siz dışarıdan misafir kabul etmiyorsunuz ama benim kendime ait bir hayatım da var. Eğer izniniz olursa bu yıl sizin ile değil kız arkadaşım ile yeni yıla girmek istiyorum.”
“Bu dediğin olmaz Tarık. Herkesin özel hayatı var ama sen işe ilk başladığında bu şartı sözleşmene tüm çalışanlarım da olduğu gibi eklemiştim ve sen bunun sorun olmayacağını hatta bizlerle bir arada olmaktan mutlu olacağını dile getirmiştin. Çok merak ettim beş yılda ne değişti de sen aramızda olmak istemiyorsun?”
“Osman Bey, ben sadece özel hayatımda da bir şeyleri sevdiklerimle kutlamak istiyorum. Ve bunun hakkım olduğunu da düşünüyorum. Tüm ekip arkadaşlarım katılabilir saygı duyuyorum fakat siz de birazcık bana hak verin.”
Kusursuz cinayet var mıdır? Entrika, hırs kardeşler arasında ki köprüleri yıkacak kadar yakıcı olabilir…
Telefonda ki adamın nefesinin değiştiğini hissedebiliyordu. Osman Bey kendisine itiraz edilmesinden hiç hoşlanmazdı. Babasından miras kalan bu koca şirketi kendi doğruları ile yönetmeye çalışsa da yönetim kurulunun arkasından çevirdiği işleri biliyordu. Şirketin yarı hissedarı olan kardeşi Birgül Hanım onu alt etmek için tüm yolları kullanıyor, yönetim kurulu da Birgül Hanım’ı destekliyordu. Osman Bey ise kendisini ilah görüp yenilmez olduğunu düşünüyor etrafında olanları ciddiye almıyordu. Ne de olsa o erkekti ve kadınların, hele kardeşinin bu şirketi asla yönetemeyeceğini düşünüp bu fikrini olur olmaz yerde paylaşıyordu. Birgül Hanım ise kardeşinin kişilik bölünmesi rahatsızlığı olduğunu, onun bir dediğinin diğer dediği ile ne kadar zıt olduğunu söylemesi artık şirkette herkesçe biliniyordu. İki kardeş kılıçlarını çekmiş geri adım atmıyorlardı. Bu da çalışanlar arasında iddia konusu oluyor, neredeyse tüm çalışanlar Birgül Hanımın her ne pahasına olursa olsun kardeşini bir kliniğe kapatıp tüm mal varlığına el koyacağının dedikodusunu yapıyorlardı. Tarık tüm bunları düşünürken Osman Bey ahizenin diğer ucunda sadece nefes alıp vermişti. Yoksa Tarık tüm bu olanları düşünürken onun konuşmasını kaçırmış mıydı? Tekrar sesini kontrol etme ihtiyacı duyarak, “Osman Bey orada mısınız?” diye sordu.
Osman Bey, “Buradayım,” dedi. Ve ardından, “Senin neden katılmak istemediğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Birgül’ün kızı Selin’in kız arkadaşın olduğunu onunla ve Birgül ile arkamdan dolap çevirdiğinizi anlamadığımı mı sanıyorsun? Ayağını denk al Tarık. Sen ve onlar kimle uğraştıklarını bilmiyorlar. Bugünkü partiye geliyorsun anladın mı beni? Tekrar ediyorum geliyorsun! Eğer gelmezsen müstakbel kayınvaliden Birgül’ün sana bulacağı yeni işinin başına geçebilirsin,” diyerek tuhaf bir kahkaha attı.
Tarık, ne söylemesi gerektiğini düşünürken, Osman Bey, “Neyse bırakalım bu tatsız konuşmaları seni bu gece bekliyorum,” diye sözlerini sürdürdü. “Genel müdürüm olmadan parti asla başlamayacak. Akşam görüşürüz.”
Tarık’ın cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattı.
Tarık ise masasının başında, elinde ki telefona bakarak öylece kalakaldı. Cep telefonunun çalması ile kendine geldi. Ekranda “Aşkım” yazısını görünce ilk kez Selin ile konuşmak istemedi. Telefonunu masasının üzerine bırakıp koltuğuna oturdu. İki yıldır dayı yeğen arasına sıkışmıştı. Buna Birgül Hanım da dâhil olunca Tarık nerede, nasıl davranacağını on kez düşünür hale gelmişti. Oysa Selin ile tanışması şirkette olmamıştı. Tarık’ın üniversiteden arkadaşı Yeliz, Selin’in çocukluk arkadaşıydı. Yeliz avukattı. Kendi ofisinin açılışında Tarık ve Selin’i tanıştırmıştı. Sonrasında ise kahve eşliğinde sohbetleri, sevgi ve özlem dolu görüşmeleri o dönem başlamıştı. Konuşacak o kadar çok konuları vardı ki birbirlerinden ayrılmaz hale ne zaman geldiklerini hatırlamıyordu. Selin’in annesi ile tanıştığı gün ise tek kelime ile faciaydı. Çünkü Birgül Hanım’ı şirketten ve kardeşine karşı açtığı hukuk davasından dolayı çok iyi tanıyordu. Tüm bu düşünceler arasında telefonun sustuğunu fark etmemişti. Ellerini masanın üzerine koyarak başını avuçlarının içine aldı. Düşünmeye çalıştı. Osman Bey öz yeğeni olan Selin’i sırf kardeşinin kızı diye görmek istememesini bir türlü anlayamıyordu. İnsan nasıl olur da bu şekilde davranabilirdi aklı almıyordu. Oysa Selin sular kadar dingin, denizler kadar engin, gülüşüyle güneşi içinizde hissettirecek kadar sıcakkanlıydı. Her konu da anlaşıyorlardı. Bir konu hariç! Şirket yemekleri ve eğlenceleri söz konusu olduğunda haklı olarak Selin kavgaya sebep olacak tepkiler veriyor, çoğu zaman annesini araya sokup Tarık’ı zor durumda bırakıyor, fakat neticeyi değiştiremiyordu. Birgül Hanım ise Tarık’ı üstü kapalı tehdit ederek, kızının hatırı olmasa şirketin başına geçtiğinde kendisi ile çalışmayacağını söyleyip duruyordu. Çoğu zaman Selin’i çok sevse de acaba ayrılsam mı diye de düşünüyordu. İki kardeşin süren kavgası ona bu soruyu sordursa da Selin’in güzel gözlerini düşününce kendisini azarlayıp nasıl bu şekilde düşünebildiğine kızıyordu. Bu yaz nişanlanıp eylül ayının ortalarında evlenmeyi düşünüyorlardı. Oturduğu koltuktan geriye doğru yaslandı. “En iyisi, önce şirketin verdiği partiye gidip erkenden ayrılır Selin ve çocukların yanına dönerim,” diye düşündü. Cep telefonunu eline aldı. Biraz önce arayan Selin’i arayarak telefonun açılmasını bekledi. Selin’in sesini duyunca tüm kötü düşünceler aklından uçup gitti. Ona bir saate kadar evine geçeceğini söyledi. Selin ise kuaföre giderken uğrayacağını belirtip telefonu sonlandırdı. Tarık onun kızgın olduğunu sesinden ve konuşma tarzından anlamıştı. Selin ne kadar sakin konuşsa da sinirlenince kısa cümleler kurup karşısındaki insana yokmuş gibi davranmayı başarıyordu. Masasının üzerindeki dosyaları toplayıp bilgisayarını kapattı. Osman Bey’in gireceği ihalenin dosyasını masasının ilk çekmecesine, diğer dosyaların altına yerleştirdi. Evrak çantasını da alıp kapıya doğru yöneldiği sırada Birgül Hanım’a yakınlığı ile nam salmış, avukat Atakan Bey kapıyı vurmadan içeri daldı.
“Tarık, seninle acilen konuşmamız gerekiyor,” diyerek ofisteki koltukların birine kendi evindeymişçesine oturdu. Tarık bu adamın yine ne hinlikler peşinde olduğuna karar veremedi. Aile içi anlaşmazlık yetmiyormuş gibi bu adamın sürekli ne yapması nasıl davranması gerektiğini söylemesine artık sinirleri dayanmıyordu.
Kapının önünde durarak, “Görüyorsunuz ki çıkmak üzereyim. Konu her ne ise bekleyebilir Atakan Bey,“ dedi.
Atakan ise hiç istifini bozmadan, “Bomba haberi duyunca hiç de bu kadar aceleci davranmayacaksın. Biraz önce Birgül Hanım aradı. Selin ile beraber Osman Bey’in vereceği partiye gideceklerini benim de onlara eşlik etmemi istedi.”
Bacak bacak üstüne atıp daha da rahat yerleşti oturduğu koltuğa.
Tarık ise bomba düşmüşçesine şaşırmış, bir adım bile kımıldamadan olduğu yerde kalakalmıştı. Bu duyduğu doğru olamazdı. Selin ile konuşmuştu. Neden kendisine bir şey söylememişti? Neler oluyordu? Osman ve Birgül nasıl olurda bir araya gelebilirlerdi? Kendini toparlamaya çalışıp “Sonuçta onlar aile Atakan Bey, bugün olmazsa yarın bir araya geleceklerdi,” dediyse de bu cümlenin kendisine bile yabancı geldiğini fark etti.
Bir planlı cinayet ne kadar gizli kalabilir? Maktulü bulunmayan her cinayet kurbana ödenecek bir borç olarak üzerimizde alacak olarak kalmaz mı? Planlı Cinayet, Kusursuz cinayet olabilir…
Atakan pişkin bir tavırla, “Hadi ama buna sen de en az benim kadar şaşırdın,” diyerek sırıttı. “Birgül Hanım aradığında ben bile inanamadım söylediklerine. Eğer sesini tanımasam birinin bana eşek şakası yaptığını düşünürdüm. Neyse gelelim asıl meseleye. Bak bu partide en fazla yirmi kişi olacağız. Senden gözünü dört açmanı istiyorum. Birgül Hanım’la ben ilgileneceğim, Selin ve Osman Bey’i sen göz hapsinde tut. Bu geceyi kazasız belasız atlatalım. Basının, iş dünyasının eline koz vermeyelim. Ne de olsa ortak çıkarlarımız söz konusu. Anladın mı beni Tarık?”
“Ne demek göz hapsi? Koskoca insanlara bakıcılık mı yapacağız? Ortak çıkarlar da ne demek? Kendinize gelin Atakan Bey. Sizi bilmem ama benim ne gibi bir çıkarım olabilir?”
Son kelimeler ağzından sinirle çıkmıştı. Atakan ise oturduğu koltukta iyice kaykılmış, elleri ile ilgileniyordu. Hiç istifini bozmadan, “Senin Selin ile olan ilişkin herkesçe biliniyor,” dedi. “İzmir sosyetesinin dilindesiniz ama bir şey daha dillerde dolaşıyor o da senin Selin ile sadece şirkete el koymak için beraber olduğun söylentisi. Bir düşün Osman Bey’e sırt çevirsen Birgül Hanım’ın damadı olacaksın. Her iki tarafı da idare ettiğin dillendiriliyor. Vallahi haksız da sayılmazlar. Osman Bey sana Selin’den sonra nasıl hâlâ güveniyor, anlamış değilim.”
Tarık ne cevap vereceğine karar veremedi. Hâlâ açık olan kapının önünde duruyordu. Adamın oturuşu rahatlığı sinirine dokunuyordu. Bir insan nasıl bu kadar rahat olabilirdi? Tüm kızgınlığına hâkim olarak, “Eğer söyledikleriniz bittiyse şimdi gerçekten çıkmam gerekiyor,” dedi ve adımını kapının dışına doğru attı.
Atakan da onun bu davranışı sonrası ayağa kalkıp pantolonunun görünmez kırışıklıklarını elleri ile düzeltti. Tam kapının önüne gelince, “Ayağını denk al Tarık Efendi, “ dedi. “Herkes Selin’e aşık olduğun masalına inanabilir ama ben inanmam. Osman’a ikili oynadığını çıtlatırsam sence seni burada ne kadar daha tutar? Aynı fısıltıyı Birgül Hanım’a kuşlar fısıldasa, kızı ile sadece parası için ilgilendiğin söylense neler olur bir düşün istersen. O yüzden benimle konuşurken bu ağır ayakları bırak. Senin gibileri çok iyi tanırım ben. Para için yapmayacağınız yoktur. Senin bu şirkete nasıl geldiğini bilmediğimi sanma. O yüzden benimle iyi geçinmeye bak.”
Tarık omzunu silkti. “Geçinmezsem ne olur avukat efendi? Asıl sen dikkatli ol. Sizin de Osman Bey’in ve şirketin avukatlığını yapıp Birgül Hanım’la olan dostluğunuzu bilmeyen yok. Sanırım bir tek Osman Bey bu konuda kör ama onun gözünü de ben açmayı bilirim. Tehditlerinize gelince, seni kim tutuyor? Meydan senin. İstediğin gibi oyna.”
Bunları söyledikten sonra, Atakan’ın tam önüne gelip durdu, gözlerine bakarak, “Asıl sen kimle dans ediyorsun henüz anlamamışsın Atakan, “dedi. “Şimdi çık odamdan ve üstüne vazife olmayan işlere de karışma.”
Tarık, odasının kapısının önünden kenara çekilip davetsiz misafirine yol verdi. Atakan’ın cevabını da yüzünü de görmemek için beklemeden sekreterliğe doğru yürüdü. Çıkacağını bildirip arayan olursa cep numarasından ulaşmalarını söyldi, Bayraklı’daki şirket binasından çıkıp otoparka indi. Aracına binince hemen motoru çalıştırmayıp bugün olanları düşünmeye başladı. Selin’i aramayı düşündüyse de eve gidip bir duş aldıktan sonra aramaya karar verdi. Atakan’ın densizliğini düşünerek, Karşıyaka’da bulunan evine doğru yola çıktı. Yoğun düşünceler eşliğinde eve nasıl geldiğini anlayamadı. Deniz manzaralı evine çıkmadan önce esnafa selam verdi onlarla ayaküstü sohbet etti. Karşıyaka vapur iskelesi ve çarşı girişi oldukça kalabalık görünüyordu. İnsanların kimi vapura yetişmek için, kimi de bir yerlere geç kalmışçasına çarşı girişine doğru koşturuyordu. Bu ona hep düşündürücü gelirdi. [bctt tweet=”İnsanlar mı zamanla, yoksa zaman mı insanlarla yarışıyordu anlayamıyordu.” username=”dedektifdergi”] İnsanların, kendi dahil bu kadar koşturmaca ile yaşamlarından zaman çaldıklarını ne zaman idrak edeceklerini düşünüp dururdu. Bir yerden sonra bu kadar yarışın anlamsız olduğunu karar vermiş olsa da, kendisi de zaman çarkının dişleri arasında öğütülüp gittiğinin farkındaydı. Başını anlamsızca sallayıp apartmanın girişine doğru yürüdü, posta kutusunda bulunan zarf demetini alarak evinin merdivenlerini çıkmaya başladı. Telefonu çalınca kendini daldığı dünyadan soyutlayıp cevap verdi. Arayan hayatta ki en kutsal varlığı, annesiydi. Ona akşam için en sevdiği yemekleri hazırladığını söyleyip umutsuzca gelip gelemeyeceğini soruyordu. Aslında annesi de biliyordu ki, şirket eğlenceleri oğlunu özel günlerde ondan almış, kendisini yalnız bıraktırmıştı. Tarık annesini kırmak istemiyordu ve bunun bir yolunu mutlaka bulacaktı. Onu kırmadan gelemeyeceğini bildirdi. Annesi her zamanki sorusunu sorup telefonu kapattı. Tarık annesini çok sevse de babasını kaybettiği dönem, kısa süreliğine kaldığı psikiyatri kliniğinin verdiği ilaçları bırakalı yıllar olduğunu ona söylemiyordu. Kadını boşu boşuna endişelendirmenin âlemi yoktu. Sonuçta o olay liseye başladığı yıl olmuştu ama annesine göre insanın bir kere ayarı bozulduysa bir daha dikiş tutmazdı. Tarık evinin sıcacık ortamına adım atar atmaz rahatladığını hissetti. Önce akşam giyeceği kıyafetleri hazırladı. Sonra, CD çalara dokunup evin içini Yıldız Tilbe şarkısının doldurmasını sağladı,kendisi de eşlik ederek, mutfağa doğru yöneldi. Buzdolabından aldığı soda şişesini açıp içti. Biraz önce bıraktığı zarf demetini eline aldı, bir göz attı. Banka reklamları dışında isimsiz bir zarf dikkatini çekti. Bir an elleri titrediyse de zarfı hemen açamadı. Derin nefesler alarak kendini kontrol etmeye çalıştı. Önce zarfı açmamayı düşündüyse de hemen vazgeçerek yırtarcasına açtı. Yazı gazeteden kesilen harflerle yazılmıştı. Tarık nefes alamıyormuşçasına kravatını gevşetip gömleğinin iki düğmesini açtı. Boğuluyordu. Bu gerçek olamazdı. Kesin biri onunla dalga geçiyordu. Bu kadar yıldan sonra sadece kendi bildiği ve unutmak için zihninin en karanlık kuytularına gönderdiği olayı kimsenin bilmesi mümkün değildi. Bu bir yeni yıl şakası olmalıydı. Zarfı titreyen eline alıp üzerine baktı. İsmi ve adresi daktilo ile yazılmıştı. Pul yoktu. Demek ki biri bu zarfı evini bilerek posta kutusuna atmıştı. Paniği arttı. Tekrar mektubu eline aldı ve yazan cümleyi tekrar tekrar okudu.
“NE YAPTIĞINI BİLİYORUM.”
Ellerinin titremesi artmış ne yapacağını bilemez bir halde salonun ortasında kalakalmıştı. Zilin çalması ile yerinden zıpladı. Kimseyi beklemiyordu. Mektubu ve zarfı alıp kapıya doğru giderken, koridorda bulunan vestiyerin çekmecesine koydu. Kapının yanında bulunan aynada kendi yansımasını görünce irkildi. Dağılmış görünüyordu. Kapıdaki misafir ise sabırsızca tekrar tekrar zile basıyordu. Kapıya yaklaşıp gözetleme deliğinden baktı. Gelen Selin’di. Mekanik bir robotmuş gibi kapıyı açıp kenara çekildi. Selin onu görünce gözlerini kaçırarak içeri girdi. Tarık sanki lal olmuş gibi bir kelime söylemeden onun arkasından salona doğru yürüdü. Selin de tedirgin görünüyordu. Tarık ona yaklaşırken Selin kendini onun kollarına attı.
“Tarık, bana bu kadar kızmana hak veriyorum. Haberi benden duymanı isterdim ama annemi bilirsin, şirketteki herkese, özellikle kendisine karşı olduğunu sandığı çalışanlara Atakan ile haber göndermiş. Osman dayımın bizleri de davet ettiğini, artık kıçının sıkıştığını herkesin anlamasını istiyormuş. Ne olur beni bağışla, seninle konuşurken benim de haberim yoktu, sonrasında ise aramaya cesaret edemedim. Maalesef annem de bu akşamki eğlencede yerimizi almamızı istedi… “
Tarık ona sarılmamış, öylece salonun ortasında duruyordu. Konuştuklarına da tepki vermiyordu.
Selin ondan ayrılarak yüzüne baktı, “Sen iyi misin?”
Tarık bu soru karşısında ne diyeceğini bilemez bir şekilde başını salladı.
Selin ise tekrar ona sarılarak, “Annem adına senden özür diliyorum,” dedi. “Gel biz bir çılgınlık yapıp Kordon’a gidelim. Onlar da kendi aralarındaki kozları paylaşsınlar, ne dersin?”
Tarık, sevdiği kadının sorusu üzerine toparlandı. “Yok olmaz!”
Sesi biraz yüksek çıkmıştı. Bu mektuptan sonra, yalnız başına bir yerlere gidecek cesareti şu an yoktu. Bugünü atlatıp yarın neler yapabileceğini enine boyuna düşünecekti. Kendine hakim olmaya çalışarak kollarında onun yüzüne bakan sevdiği kadını tutkuyla öptü. Duşa gireceğini, isterse kendisine eşlik etmesini söyleyerek banyoya doğru yürümeye başladı.
Eğlence için gittikleri mekân Balçova’nın ünlü bir oteliydi. Mekân sadece şirket çalışanlarına rezerve edilmişti. Osman Bey kapıda misafirlerini karşılıyor, Birgül Hanım ise henüz ortalıkta görünmüyordu. Tarık, Selin’i hazırlanması için evine bırakıp kapıdan ayrılmıştı. Oldukça gergin olsa da renk vermemeye çalışıyordu. Osman Bey onu görür görmez pişkin pişkin güldü.
“Aklın yolu bir! Ben sana geleceğini söylemiştim. Hoş daha seninkiler teşrif etmedi.”
Yanında duran Atakan’a dönerek, garip bir kahkaha attı. Tarık ise nezaketen gülümseyip yorum yapmadan lobiden geçti. İçerisi yılbaşı konseptine uygun bir şekilde süslenmiş, garsonlar ise erkenden alkol servisine başlamıştı. İş arkadaşlarının geyik muhabbetini çekecek kafada değildi. Hazırlanan bara doğru yöneldi, buzlu bir kola aldı. Alkol kullanmıyordu. Kendini dağıtmaktan korkuyordu. Kolasını yudumlarken salona bir göz attı. Neredeyse tüm üst düzey kadro gelmişti. Osman ve Atakan, misafirlerle ilgileniyorlardı. Tarık, kendisine selam veren arkadaşlarına biraz keyifsiz olduğunu söyleyerek muhabbeti kısa kesmeye çalışıyordu. Yalnız Osman Bey’in danışmanı Selda Hanım ısrarla kendisiyle muhabbet etmek istedi. Biraz da flört ederek konuşmasını sürdürüyordu. Allah’tan şirketin Aydın bölgesi Genel Müdürü Engin imdadına yetişti ve onu bu eziyetten kurtardı.
Tarık aldığı isimsiz mektubu aklından çıkaramıyordu. Ne kadar kendini teskin etmeye çalışsa da başaramıyordu. Huzursuzdu. Korkuyordu. Geçmişinde yaşadığı olay tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Oysa üzerinden kaç yıl geçmişti. Düşündükçe kendisini çıldıracak kadar kötü hissediyordu. Olanlar tamamen kazaydı. Asla kimsenin canını yakmak istememişti. Halası tüm nüfuzunu kullanarak neredeyse bir servet harcayarak olayı örtbas etmiş, kendisini de özel bir psikiyatri kliniğine yatırmış, reşit olmadığı için de hâkim meslektaşlarının sayesinde dosyayı mühürletmişti. Basında da hiçbir haber çıkmamıştı. Bunları düşündükçe biraz olsun rahatladı. Kimsenin bilmediği bu olayı yıllar sonra kim yeniden kendisine hatırlatacaktı ki? Biraz serinlemek için lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkadı. Aynada kendisine yabancıymış gibi bakan gözlerine baktı. Gözlerind ki garip bakış kendisini bile ürkütmeye yetiyordu. Dağılamazdı. Selin gelmek üzeredir diye düşünerek lavabodan çıktı. Salona tekrar döndüğünde önce Birgül Hanım’ı gördü. Gözleri ile Selin’i arayarak Birgül Hanım’ın yanına gitti. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirerek, “Hoş geldiniz, Birgül Hanım, “dedi. “Selin sizinle gelmedi mi? ” diye sorarak elini uzattı.
Elini tutan Birgül Hanım, “Hayır, ben seninle geleceğini düşünmüştüm ama görüyorumki seninle değil,” diye karşılık verdi.
Tarık cep telefonunu çıkarttı, tam arayacaktı ki, Osman Bey salonun ortasında Selin’i işaret ederek, “İşte büyük şeytanın küçüğü de aramıza katıldı. Parti başlayabilir,” dedi.
Yeğenini kucaklamak için yanına doğru yürüdü. Ne var ki Selin onun yanından geçip Tarık ve annesinin yanına geldi. Tarık bir an nefes alamadığını düşündü. Selin kırmızı sade ama yakası ve sırtı açık olan bir elbise giymiş, kısa bukleli siyah saçlarını serbest bırakmış, gece karası göz makyajını dikkat çekici bir biçimde kırmızı ruj ile tamamlamıştı. Bu hali ile ünlü bir derginin kapağından fırlamış gibi şuh ve kendinden emin görünüyordu. Annesini selamlayıp Tarık’ı yanağından öptü. Atakan ise hemen diplerinde bitivermişti. Birgül Hanım’a methiyeler dizerken, Selin’i de göz hapsinde tutuyordu. Tarık, Selin’i yanına alarak bir masaya geçti.
Selin, “Bu gece çok şeye gebe!” diye söylendi. “Adi herifi gördün mü, benim hakkımda nasıl konuşuyor? Onunla kan bağım olduğu için utanç duyuyorum. Hele anneme ne demeli? Sesini bile çıkarmadı. Sanırım bu fırtına öncesi sessizlik. Aşkım ne olur biraz durup çıkalım. Şimdiden burada sıkıldım bile.”
“Sen onu boş ver. Osman Bey her zamanki gibi patavatsız ama doğruyu söylemek gerekirse annenin sessizliğine şaşırmadım desem yalan olur. Ben de sıkılıyorum ama saat daha çok erken. Gece yarısına şurada iki saate yakın bir zaman var, ondan sonra ayrılırız.”
“Tamam, o zaman. Hadi biraz eğlenelim. Sen bu gecede mi alkol almayacaksın?”
“Almayacağım ve biz bu konuyu daha önce defalarca konuştuk. Sevmiyorum ve bu konuda ısrar edilmesinden de hiç hoşlanmıyorum. Sen istediğin kadar içebilirsin ama bana bunu bir daha sorma.”
Son kelimeler ağzından sinirle çıkmıştı. Selin ise onun bu haline güldü, garsona işaret ederek bir kadeh kırmızı şarap aldı. O sırada pistin ortasında Birgül ve Osman hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. Tabii ki, Atakan da hemen yanlarındaydı. Selin ayağa kalkmaya yeltendiyse de Tarık onun kolundan tutup yerine geri oturttu. Birgül Hanım sinirli bir şekilde bara doğru yürüdü. Tarık ise Osman ve Atakan’ı izliyordu. Birgül Hanım’ın masaya ne zaman geldiğini fark etmemişti.
Sinirli bir ses tonu ile “Bu adam beni deli edecek. Ben ne kadar anlaşmaya çalışsam da o yan çiziyor. Hakkım olanı vermemekte direniyor. Ama durun bakın ben ona neler yapacağım,” diyerek kadehindeki içkiyi bir dikişte bitirdi. Yanından geçen garsondan bir ikincisini alıp aynı hızla içti.
Selin annesinin kolunu hafif okşayarak, “Biraz yavaş olsan anne,” dedi. “İçki ile bu adamın hakkından gelemezsin. Bak basın mensubu arkadaşlar var. Eminim onlar da aç kurtlar gibi sizin bir rezalet çıkarmanızı bekliyorlardır. Ayrıca şu Atakan’dan uzak dur. Adamdan en az dayım kadar nefret ediyorum. Bunlar nasıl olmuş da bunca yıl beraber çalışmışlar? İkisi birbirinden cin! Senin bu adamda ne bulduğunda ayrıca merak konusu!”
Annesi alev saçan gözlerle Selin’e dönüp “Sen Tarık’ta ne buluyorsan onu?”
Birgül Hanım, hırsla masadan kalkarak uzaklaştı. Ne Selin ne de Tarık konuşmaya fırsat bulamadan Selda geldi yanlarına.
“Ay siz ne yapıyorsunuz bu köşede? İnsan kalkıp biraz dans eder. Oturmaya mı geldiniz? Hadi kalkın biraz.”
Selda, Tarık’ın koluna yapışmıştı. Tarık kibarca biraz başının ağrıdığını söyledi. Bunun üzerine Selin’e dönen Selda onu hemen ikna etti. İkisi birlikte piste doğru ilerlerken, Tarık, Selin’e bakıp içinin eridiğini hissetti.
Selin masaya döndüğünde elindeki kola dolu bardağı Tarık’a uzattı. Artık herkes geri sayım için ayağa kalkmıştı. Tarık bu eziyetin bir an önce bitmesi için dua ediyordu. Herkes bağırarak mutluluk dilekleri eşliğinde yeni yıla girdi. Salonda coşku çok büyüktü. Müziğin sesi daha da yükselmişti. Selin, Tarık’ın elinden tutarak piste doğru çekti. Tüm enerjisini geri kazanmıştı. Bir yandan müziğin ritmine ayak uyduruyor, bir yandan da alkol tüketiyordu. Tarık ona partiden ayrılmak istediğini zorbela duyurabildi. Ama Selin kendini iyice eğlenceye kaptırmıştı. Biraz daha kalmaları konusunda ısrar etti. Tarık da razı oldu.
Bir müddet herkesle pistin ortasında dans ettiler. Selin kendisini iyi hissetmediğini söyleyerek lavaboya gitmek istedi. Yalnız kalan Tarık biraz hava almak için dışarı çıkıyordu ki, Birgül ve Osman’ın lobide asansör beklediklerini gördü. Hem şaşırdı hem de meraklandı. Yanlarına gitse yakışık almayacaktı.Onların, gelen asansöre binip yukarı çıkışlarını izledi. Kızgın veya kavga eder gibi görünmüyorlardı. Tam dönüp salona gidecekken Atakan’ın da asansörlerin oraya doğru telaşla yürüdüğünü gördü. Bu durumu anlamlandırmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Neyse ne diyerek Selin’i bulmak için içeri girdi.
Selin bara geçmiş, oturuyordu. Tarık’ı görünce, “Kendimi hâlâ iyi hissetmiyorum, konuklara ayrılan odalardan birine çıkalım lütfen aşkım,” diyerek şakaklarını ovmaya başladı. “Rica etsem lobiden bir oda anahtarı alıp gelebilir misin?”
Tarık, “Eve geçsek, burada iyice sıkıldım, hayatım,” dedi. “Ben alkol almadım, arabayla gideriz. Bence kalmayalım.”
“Gerçekten hemen yatmak istiyorum. Hem sabah kimsecikler uyanmadan kalkıp gideriz. Lütfen bana araba yolculuğu ile daha fazla eziyet etme bu gece yeterince gerilmiştim. Hoş yine de düşündüğüm kadar kötü geçmedi. Ama başım biraz daha böyle kalırsam bomba misali patlayacak. “
Ayağa kalkarak Tarık’ın dudaklarına bir buse kondurdu.
“Sen anahtarı alana kadar, ben de içecek bir şeyler hazırlatayım. Sonra odamıza çıkarsınlar. Ben kahve isteyeceğim sen de bana eşlik eder misin?”
Tarık evet anlamında başını sallayıp lobiye doğru yürüdü.
…
Tarık derin uykusunun arasında Selin’in çığlığı ile uyandı. Biran nerede olduğunu anımsayamadı. Üzerindeki gömlek ve kravat ile yatmış olmasına anlam veremedi. Odanın ışığı yanıyordu. Selin ayağa kalkmış, çılgınlar gibi elbiselerini giymeye çalışıyordu. Tarık’ta yattığı yerden telaşla doğruldu. Selin’in ne için bağırdığını anlamak istedi. Birden üzerindeki ıslaklığı fark etti. Gömleği kan içindeydi. Korkarak olduğu yerde kalakaldı. Ellerini kaldırıp vücudunu yoklamaya çalıştı. Üzerindeki kanı elleri ile yoklamaya çalışınca daha da şaşırıp neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Gece odaya çıktıklarında kendisi banyodayken kahveleri gelmiş, Selin ile karşılıklı oturarak içmişlerdi. Sonrası ise zihninde yoktu. Tüm vücudu titremeye başladı. Selin’e doğru iki adım atar atmaz, onun korku dolu gözlerini görünce tekrar durdu.
“Ben bir şey yapmadım. Bu kan nereden geldi bilmiyorum. Yalvarırım bana öyle bakma. Ben bütün gece senin yanındaydım. Sanırım bir şekilde yaralanmışım. Bana yardım et, kontrol edelim. Lütfen,” diyerek gömleğinin düğmelerini açmaya başladı.
Selin susmuş, boş gözlerle ona bakıyordu. Tarık, gömleğini açtı fakat hiçbir yerinde kan yoktu. Paniği büyüyordu. Bu kâbus olmalıydı. Vücudu kanamıyorsa bu kan nereden gelmişti? Aklına gelen, gerçek olamazdı. Başını kaldırıp Selin’e baktı. Selin ise o yokmuş gibi davranarak kapıya yöneldi. Tarık koşup kolundan yakaladı.
“Böyle gidemezsin, bana yardım etmelisin. Ben bir şey yapmadım! Hep buradaydım. Uyudum. Beraber uyuduk. Yalvarırım bir şey söyle!”
Selin ona anlamsızca baktı ve kolunu hızla çekti. O ara kapı vurulmaya başladı. Selin hemen uzanarak açtı. Karşısında otel görevlisi vardı. Adam tam ağzını açıp, bir şey diyecekti ki, Tarık’ı gördü. Gömleğinin üzerindeki kana bakarak, “Hanımefendi iyi misiniz!” diye panik dolu bir sesle sordu.
Selin başını sallamakla yetindi ve adamın kolundan güç alır almaz, “Lütfen polisi arayın, sanırım bir şeyler olmuş. Birgül Hanım’a yani anneme haber vermeliyim, bana yardımcı olun,” dedikten sonra odadan çıktı.
Tarık olduğu yerde kalakalmış, ne yapacağını bilmez bir halde olanları izliyordu. Yarım yamalak, görevlinin Birgül Hanım’ı ve Osman Bey’i koridorun sonundaki iki ayrı odada misafir ettiklerini söylediğini duydu. Tarık gömleğini iliklemeye başladı, ellerini yıkayıp hemen buradan çıkmalıydı. Dönüp banyoya doğru iki adım attığında, Selin’in çığlığı bir mermi gibi kulağını delip geçti. Bu çığlıkla donakaldı.
Tarık kendini emniyetin sorgu odasında bulduğunda hâlâ olanları anlamamıştı. Ne kadar zamandır bu odadaydı bilmiyordu. Zaman kavramı hafızası ile beraber yitip gitmişti. Olanlar kâbustan daha kötüydü. Birgül Hanım ve Osman Bey bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Kendisi en güçlü şüpheli adayı olarak listenin ilk sırasındaydı. Gömleğine sürdüğü ellerindeki kan kurumuş olsa da kokusu hâlâ burnunu yakıyordu. Artık düşünce yetisini kaybetmişti. Olanları ne kadar düşünse de sadece içtiği kahveyi hatırlıyordu. [bctt tweet=”Sanki başkasının hayatını seyredercesine, olanları bir film gibi izliyormuş hissini duyuyordu…” username=”dedektifdergi”] Selin’in çığlığı kulaklarındaydı. Onu en son cinayet masası ekipleri gelip kendisini aldığında görmüştü. Bakışları ise kalbine kazınmıştı. Selin ilk kez ona düşmanca bakıp başını hıçkırıklar arasında Atakan’ın omzuna gömmüştü. Yapılan araştırmalar sonucu cinayet silahı, odalarında bulunmuştu. Ama bunun imkânsız olduğunu anlatmaya çalışmasını kimse dinlememiş onu derdest edip emniyete getirmişlerdi. Kapının açılması ile gözlerini gelenlere dikti. [bctt tweet=”Gözleri de kendisine ihanet ediyor, bakışı bulanıklaşıyordu…” username=”dedektifdergi”] Halası neredeydi? Neden hala gelmemişti?
Cinayet Masası Komiseri olan kadın kendisini tanıttıktan sonra, “Tarık Bey o gece neler oldu bize anlatır mısınız?”
Tarık, bu soru karşısında panikleyerek hızla cevap vermeye başladı.
“Odaya çıktıktan sonra Selin ile kahve içtik. Daha sonrasında ise uyudum. Başkabir şey olmadı.”
Önünde duran masanın üzerine ellerini koydu. Kanı görünce ne yapması gerektiğine karar veremeyerek, başını öne eğdi. Komiserin sesi ile, bulunduğu ana tekrar dönmeye çalıştı, onun sorusunu anlamak için dikkatini verdi. Dağılıyordu.
“Beni anlıyor musunuz, Tarık Bey?”
Başını sallamakla yetindi.
“ Bize söylemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?”
“Bakın ben sadece kahve içtiğimi hatırlıyorum. Belki kahveme ilaç koymuşlardır ya da biri cinayeti işleyip benim üzerime yıkıyordur. Onları öldürmem için hiçbir sebep yok. Hem Selin’le de konuşabilirsiniz. Bütün gece odadaydım. Evleneceğim kadının annesi ve dayısıydı onlar.”
“Selin, sizin ne yaptığınızı, odadan ayrılıp ayrılmadığınızı bilmediğini söyledi. Ayrıca iki kardeş arasındaki husumeti herkes biliyor. Siz onları öldürüp Selin ile evlenerek mirasa konmak istemiş olabilirsiniz veya başka bir sebebiniz olabilir. Bize doğruları anlatırsanız size daha çok yardımımız olur. Şimdi o geceyi tekrar düşünün ve bize neler olduğunu anlatın.”
“Bakın hiçbir şey olmadı diyorum neden bana inanmıyorsunuz?”
“Elimizdeki tüm deliller sizi gösteriyor.”
“Ne delil? Ben hiçbir şey yapmadım. Bu cinayetleri benim üstüme yıkamazsınız. Avukatımı istiyorum.”
“Cinayet silahında sizin parmak izleriniz var. Selin Hanım ise uyurgezer olduğunuzu söyledi. Ellerinizdeki ve gömleğinizin üzerindeki kanı nasıl açıklamayı düşünüyorsunuz? Sizi gece yarısı koridorda gören bir tanığımız var.”
“Ben odadan hiç ayrılmadım. Anlamıyor musunuz Komiserim? Ayrılmadım.”
“Asıl siz anlamıyorsunuz. Bir tanığımız var sizi koridorda kurbanların odasına giderken görmüş. Bu ara bu cinayetleri işleme sebebinizi anlatırken, lise son sınıf öğrencisi olduğunuz yıl kampta ne olduğunu da bize anlatır mısınız?”
Tarık neye uğradığını şaşırdı. O olayın üzerinden yıllar geçmişti. Hem o bir kazaydı. Ceza almamıştı. Çadırdan gece yarısı çıktığını hatırlamıyordu. Sadece bir kız arkadaşına saldırdığı söylenmişti. Oysa sabah uyandığında hiçbir şey hatırlamıyordu. Daha sonra halası kız ile görüşmüştü ve kız gece yarısı karanlıkta yanlış görmüş olabileceğini söylemiş ve davanın kapanmasını sağlamıştı. Halası ve annesi ise o olaydan sonra Tarık’ı bir kliniğe yatırtmış ve tedavi olmasını sağlamışlardı. Tarık’ın uyurgezerliğin yanı sıra bipolar bozukluğu olduğu teşhisi de konarak ilaç tedavisini yıllarca devam ettirmişlerdi. Tarık kendisini iyi hissettiği için neredeyse bir yıldır ilaç almıyordu ama bu, cinayet işlediği anlamına gelmiyordu, gelemezdi. Bir yanlışlık olmalıydı.
Tüm gücünü kullanarak, “Bakın o olayda benim suçsuzluğum kanıtlandı ve dava kapandı,” dedi. “Sırf öyle bir şey yaşadığım için bu cinayetleri benim üstüme yıkamazsınız. Size dava açacağım. Ben kimseyi öldürmedim.”
Kendisine hâkim olamayıp bağırmaya başlamıştı.
Komiser olanca sakinliği ile “İstediğinizi yapmakta özgürsünüz,” dedi. “Ama size şunu söylemeliyim ki, odada kurbanların kanının içerisinde sizin ayakkabı iziniz var, koridordaki halının üzerinde tam sizin kaldığınız odada son buluyor. Cinayet silahında parmak izlerinizi saptadık. Boşuna inkâr etmeyin. Sizi iki insanı kasten öldürmekten tutukluyorum. Savcılığa sevk edilip nöbetçi mahkemeye çıkarılacaksınız. Eğer söylemek istediğiniz bir şey varsa mahkemede anlatırsınız.”
Komiser, kapıya doğru yürürken birden durdu ve geri döndü .
“Bu arada, cüzdanınızı komodinin üzerinde bulduk. Üzerinde Osman Bey’in kanı ve sizin parmak izleriniz var.”
Bunları dedikten sonra dışarı çıktı.
Bir ay sonra…
Atakan ve Selin Roma’da içki kadehlerini tokuşturup zaferlerine kadeh kaldırıyorlardı. Atakan hem Birgül’ün kaprislerinden hem de Osman’ın bitmek bilmez dengesizliklerinden kurtulmuştu. Tarık onlar adına farkında olmadan çok büyük bir iyilik yapmıştı. Selin ile bu planı hayata geçirmek için epeyce uğraşmışlar ve sonunda zafere ulaşmışlardı. Hiç kimse onların sevgili olduğunu bilmiyordu. Tarık o gece Selin’in kahvesine koyduğu ilacı görmemiş ve içmişti. İlaç etkisini göstermeye başlayınca, Selin fincanın dibinde kalan kahveyi banyoda ki lavaboya dökmüş ve iyice yıkamış sonrasında ise baygın olan Tarık’ın ağzına dayayıp DNA örneği bırakmasını sağlamıştı. Kendi kahvesine dokunmamış yarısını Tarık’ın içtiği fincana boşaltmıştı. Atakan odaya gelince Tarık’ın gömleğini ve ayakkabılarını çıkarıp kendisi giyerek cinayeti işlemiş, kanlı ayak izlerini koridorda özellikle bırakmıştı. Allah’tan ayakkabı numaraları aynıydı yoksa Adli Tıp vücut basıncı ile ayak tabanının yere bastığı anda bıraktığı izin aynı olmadığını çözebilirdi. Bu bilginin ne kadar doğru olduğuna emin olmasa da bir yerlerde okumuştu. Cinayetleri işlemek hiç zor olmamıştı. Birgül aldığı fazla alkol ile ona kucak açmış, bıçağı gördüğü anda ise sadece ellerini ağzına kapatıp bakakalmıştı.
Osman’ı ise duştan sonra, banyo aynasında kendine bakarken art arda bıçak darbelerini vurarak öldürmüştü. Tarık’ın cüzdanını Osman yere düşmeden önce banyonun zeminine bırakıp onun üzerine düşüşünü izlemiş, sonra kanlı cüzdanı alıp komodinin üzerine bırakmıştı. Ellerine taktığı deri eldivenleri ise Selin’in çantasına koymuş ve daha sonra evinde bulunan saksının içine gömmüştü. Şimdi Selin ile Roma’da evlenip, tüm şirketi buradan idare edecekti. Tarık ile ilgili son haberler ise ikisini de tatmin etmişti. Akıl hastanesine kapatılan bir deli ne söylerse söylesin ona kim inanırdı ki?…
Kusursuz bir planla sahnelenen cinayetin maktülünün düştüğü durum iç acıtırken, “Gölge” adlı öykümde kendi gölgenizin sizi nasıl takip ettiğini ve korkularınızla yüzleşmek için fırsat kolladığını hatırlatacak…