Polisiye Hikaye/Bir Müge Kılıç Macerası/
Yorucu bir Canterburry yolculuğundan sonra eve dönmek çok güzeldi. Müge ve idil planladıkları gibi bir tatil yapamamışlardı, üstelik ölümle burun buruna gelmişlerdi. Çok şükür kimsenin burnu bile kanamamıştı ama yine de bu şoku atlatmak kolay değildi. İdil’e okul idaresi tarafından on gün izin verildi. İki kardeş bu on günlük izine çok sevindiler ve hemen plan yaptılar.
“Abla, seninle, canım ülkemizin her bir bölgesini gezeceğimize dair birbirimize söz vermiştik hatırlıyor musun?”
“Hatırlıyorum ya, hiç başlayamamıştık ama fırsat bu fırsat ne dersin Karadeniz’den başlayalım mı?”
Müge hemen tur şirketine telefon açtı. Tur şirketinin sahibi Bengi üniversiteden arkadaşıydı, ona kısaca Londra’da olanlardan ve planlarından bahsetti. Bengi, en iyi tur rehberinin bulunduğu gezi planını anlattı ve yerlerini ayırttı.
Müge ve İdil İstanbul’a dönüş ve Karadeniz turu için valizlerini hazırlamaya başladılar. İki kardeş büyük bir sevinçle hazırlıyorlardı valizlerini.
“Abla bence sevincimizi fazla abartmayalım istersen, ne zaman sevinçle tatil planları yapsak bir cinayetin ortasında buluyoruz kendimizi.”
İdil cümlesini bitirir bitirmez bir kahkaha yükseldi ikisinden.
“Haklısın galiba ama sevinsek de sevinmesek de yaşanılacak olandan kaçamayız İdil. Demek ki benim yaşam amacımda böyle olaylara ışık tutmak ta var ne diyebilirim.”
“Sende mıknatıs var abla, olayları çekiyorsun ve tabii peşinden ben de geliyorum, neyse şimdi bunları hiç düşünmüyoruz ve kendimizi Karadeniz turuna hazırlıyoruz.”
Akşam yemeklerini yedikten sora kahvelerini içtiler, sonra bir taksi çağırıp Heathrow Havaalanı’na doğru yola çıktılar.
İstanbul’a geldiklerinde sabah olmuştu. Havaalanından çıktıklarında karşılarında Perinur’u gördüler ve çok şaşırdılar.
“Perinur Hanım ne işiniz var burada?” dedi Müge.
“Size sürpriz yapayım dedim tataaaa! Şaşırdınız değil mi? Güzel kızım, sen İdil ile geleceğini söyleyince evde duramadım hadi Perinur git kızları karşıla dedim ve size mükellef bir kahvaltı da hazırladım, nasıl ama?”
İdil ve Müge çok duygulanmışlardı, gerçi biraz da tedirginlerdi. Perinur çılgın bir şofördü, birkaç kırmızı ışık ve sürat cezası vardı ama o yine de bildiğini okumaktan geri kalmıyordu.
Yol boyunca, Londra’da olup biten ne varsa hepsini anlattı iki kardeş. Eve sağ salim varır varmaz hemen kahvaltıya oturdular.
“Burnuma nefis kurabiye kokusu geliyor Perinur’cuğum,” dedi Müge.
“Güzel kızlarım için limonlu kurabiyeler yaptım. Bu ikinci sürprizimdi, sıra üçüncüye geldi. Ben de sizinle geliyorum Karadeniz turuna! Ne diyorsunuz? Sen, tur planından bahsedince ben de aradım Bengi’yi ve tura dâhil oldum. Sen Londra’dayken benim çok yakın arkadaşımın kızı bir trafik kazası geçirdi ve maalesef hayatını kaybetti.”
“Çok üzüldüm, başınız sağ olsun Perinur Hanım,” dedi İdil. Müge de baş sağlığı diledi ve üzüntüsünü dile getirdi.
“Sevgili arkadaşım Buket’in hayattaki tek kızıydı. Eşi öldükten sonra Tomris onun tek bağı ve dayanağı olmuştu. İplik fabrikalarını Tomris yönetiyordu ve çok da başarılıydı. Daha üç yıl olmuştu evleneli, kocası Tarık da Tomris’e yardım ediyordu. İkisi de hukukçuydu, gayet güzel çekip çeviriyorlardı fabrikayı. Şimdi ana-oğul kaldılar, Buket kızından hiç ayrı tutmaz damadını, onu da en az kızı kadar severdi. Ben bu tur teklifini onlara da yaptım, biraz ortamdan uzaklaşmaları iyi olur diye düşündüm.”
“Çok iyi düşünmüşsünüz Perinur Hanım, kendilerini toplama fırsatı olur onlar için. Bir annenin evladını kaybetmesi çok, ama çok zor. Diğer taraftan damadı için de çok zor. Ne diyelim? Allah yardımcıları olsun. Geliyorlar mı peki?” dedi İdil.
“Evet, damadı çok ısrar etti, Buket de ona hayır diyemedi. Bir de Tomris’in çok yakın arkadaşı Pelin var, o da gelecek. Buket’le yakından ilgileniyor. Pelin kimsesiz büyümüş ve hep burslu okumuş bir kız, Tomris’le kolejde tanışmışlar. Buket Pelin’in burslarını üstlendi ve ona da kızı gibi baktı. Kendisi diyetisyen, hem de en iyilerinden Sizin için bir sakıncası yok değil mi? Bütün bu planları yaparken size hiç danışmadım.”
Perinur, biraz da mahcup tamamladı sözlerini.
“Olur mu hiç öyle şey,” dedi Müge. “Hem Buket Hanım, hem damadı ve hem de Pelin’le konuşurum, acılarını hafifletmelerine yardımcı olurum. Gerçi yas danışmanı değilim ama yine de elimden gelen ne varsa yapmaya çalışırım.”
“Teşekkür ediyorum size anlayışınız için. Ben de sizlerden bahsettim onlara, umarım her şey gönlümüzce olur. Hadi şimdi limonlu kurabiyeler tadına bakılmak üzere sizi bekliyorlar. Size hiç bahsetmedim, bu limonlu kurabiyeler in tarifini bana Buket vermişti uzun yıllar önce, ben hala onun gibi lezzetli yapamıyorum ama yine de güzeller değil mi?”
“Buket Hanımınkileri hiç tatmadım ama sizin limonlu kurabiyeler bir harika! Londra’ya dönerken bir kutu isterim,” dedi İdil.
Tur otobüsü sabah saat dokuzda kapının önüne geldi, İdil, Müge ve Perinur otobüse bindiklerinde herkes yerini almıştı, en son onları da alıp yola koyuldular. Perinur onları dostları ile tanıştırdı, bir birlerine yolculuğun güzel geçmesi için temennilerde bulundular. İlk mola yerinde hep birlikte aynı masayı paylaştılar. Tarık kayınvalidesi Buket’in yemeklerini özel kaplar içerisine konulmuş bir şekilde yanında getirmişti. Buket tansiyon ve şeker hastasıydı, Tomris’in vefatından sonra değerleri iyice yükselmişti. Tarık, doktorların talimatına uygun olarak Pelin’e diyet yemeklerini özel olarak hazırlatıyordu. Otobüsün, yiyecek ve içecekleri muhafaza etmek için dondurucu bölümü bir hayli genişti ve Tarık bir haftalık diyet yemeklerini özel kaplarında oraya yerleştirmişti. Perinur yemekten sonra herkese limonlu kurabiyelerinden ikram etti.
“Perinur’cuğum, ne tesadüf ben de yaptım ama bir farkla içinde özel, diyabetik hastalara uygun tatlandırıcı koydum, tabii tadı seninkinin yerini tutmayacak buna eminim.”
“Gene çok lezzetli olduğuna eminim Buket’ciğim, şekerin normale düştüğü zaman benim yaptıklarımdan da tadarsın, sen yeter ki iyi ol. Baksana hala renk ve model zevkimiz bile aynı, senin kurabiye kutusunun rengi de mavi benimki de.”
Bunu fark eden Tarık telaşa kapıldı ve kendi kurabiye kutusunu emniyete aldı.
“Merak etme Tarık, kutular karışsa bile limonlu kurabiyeler tadından anlaşılır biliyorsun, hepimiz Buket teyzemin sağlığını düşünüyoruz,” dedi Pelin.
“Biliyorum tabii canım, yine de önlem almanın bir zararı olmaz.”
Mola vakti sona erince herkes otobüslere bindi ve yemekten sonra mahmurluğundan olacak, kafasını koltuğa koyan herkes uyumaya başladı. Kısa bir şekerlemeden sonra tur rehberi Caner, Trabzon’a varıncaya kadar konakladıkları her şehrin tarihi dokusunu anlattı, hediyelik eşyalar alındı, yöresel lokantalarda yemekler yenildi, hatıra fotoğrafları çekildi. Buket, çoğunlukla bu faaliyetlere katılamıyordu, devamlı halsiz olduğu için otobüste uyuyordu, tabii Tarık gözetiminde. Bu durum, İdil ve Müge’nin dikkatini çekmişti.
“Buket Hanım, devamlı halsiz ve sürekli uyuyor, bu kullandığı ilaçlara bağlı olarak mı gelişiyor? Merak ettim Pelin. Yaşadığı acısı tarifsiz ama bana göre kızının yasını tutacak hali bile yok, sen ne diyorsun bu duruma?”
Pelin, Müge’nin soruları karşısında çok şaşırmıştı.
“Buket teyzemin ilaçlarını Tarık kontrol ediyor, ondan önce rahmetli Tomris ilgilenirdi hatta Tarık’a bile bırakmazdı. Ben daha önce Buket teyzemi hiç böyle görmemiştim. Tomris’in ölüm haberini vermeden önce Tarık doktorlardan rica etti sakinleştirici yapılması için, ancak o zaman söyleyebildiler gerçeği. O zamandan beri hiç düzelmedi, ben de çok üzülüyorum bu duruma.”
Pelin, bütün bunları söylerken bir yandan da Tarık duyacak diye endişeli gözlerle onu takip ediyordu.
“Peki, Tomris’in kazası nasıl olmuş?”
“Tomris çok dikkatli bir sürücüydü, işe geç kaldığı zamanlar da bile hiç acele etmezdi, sakin bir yapıya sahipti zaten. Kazanın olduğu sabah birlikteydik, ona hazırladığım meyveli karışım içeceğini verdim, akşam görüşmek üzere vedalaştık ve aynı zamanda çıktık evden.”
Kocası Tarık, o sizinle değil miydi?”
“Hayır, o her zaman Tomris’ten iki saat önce kalkar, diyet yemeklerimizi yapıp getiren Ayla’yı bekler sonra spora çıkar ve işe gider.”
“Diyet yemeklerini siz hazırlamıyorsunuz yani, peki ama neden? Sen çok iyi bir diyetisyensin, bu senin için zor olmamalı, gerçi diyetisyen olman mutfakta iyi olacağın anlamına gelmiyor tabii.”
“Aslında mutfakta da çok iyiyim Müge ama Tomris bu Ayla denilen kızcağıza yardım olsun diye hem kendisinin hem de annesinin diyet yemeklerini ona hazırlatıyordu. Tomris, fabrikayı yeni devraldığında, Ayla’nın babası fabrikada ustabaşı olarak çalışıyordu. İşinde de çok iyiydi ama bir sorunu vardı, at yarışı tutkunuydu. Devamlı borç içindeydi, büyük kızı Ayla aileyi geçindirebilmek için kendine küçük bir ev yemekleri yapan dükkân açtı ve Tomris ona destek olması için çevresine de söyledi. Böylece epey müşteri edindi kızcağız, neyse asıl beni düşündüren Tomris’in ne oldu da direksiyonu kırıp bariyerlere çarptığı, arabası da yeni bakımdan çıkmıştı.”
“Peki, polis ne diyor?”
“Buket teyzem önce otopsi yapılmasına izin vermedi, onu razı etmek için çok uğraştık polislerle birlikte, kızımı paramparça etmenize müsaade etmeyeceğim diyordu sürekli. En sonunda razı oldu, şimdi soruşturmanın bir sonuca bağlanmasını ve otopsi raporunu bekliyoruz.”
Pelin sözlerini tamamlar tamamlamaz Tarık geldi yanlarına. Pelin gene tedirgin olmuştu. Herkesin odası hazırdı, Tarık, Buket’i odasına yerleştirmek için Pelin’den yardım istedi. İdil, Müge ve diğer tur misafirleri yerleşmek için odalarına gittiler. Perinur arkadaşı Buket’le ilgilenmek istiyordu, aynı odada kalmak için ısrar etti, Tarık ilk başta bu duruma sıcak bakmasa da sonunda razı oldu.
Müge ve İdil bir yandan odalarına yerleşiyor bir yandan da günün kritiğini yapıyorlardı.
“Abla, Buket Hanım’ın durumu hiç iyi görünmüyor, Perinur her ne kadar belli etmese de o da çok endişeli, yanında kalması ve onunla ilgilenecek olması çok iyi oldu değil mi?”
“Evet, çok iyi oldu. Benim aklıma takılan, Tarık’ın aşırı tepkileri ve sert tutumu, baksana Pelin bile ürküyor. Hem sonra niye Buket’in yiyeceklerini köşe bucak saklama ihtiyacı duyuyor, hiç anlam veremiyorum.”
“Aman abla lütfen, sen ne zaman böyle konuşmaya başlasan mutlaka altından bir şeyler çıkıyor, endişeleniyor adamcağız ne yapsın, karısını yeni kaybetmiş, kayınvalide perişan, evin ve fabrikanın bütün sorumluluğu bir anda onun omuzlarına binmiş bence hiç kolay değil. Hadi biraz acele edelim birazdan akşam yemeğine ineceğiz.”
İdil her ne kadar ablasına belli etmese de ona da tuhaf gelmişti Tarık’ın davranışları, aklına getirmemeye çalışıyor, sadece bu turun tadını çıkarmak istiyordu.
İki kardeş, yemeğe indiklerinde, tur rehberi Caner de dâhil olmak üzere masada herkes yerini almıştı, akşam güzel geçiyordu, Caner, ertesi sabah gezilecek olan tarihi mekânlardan bahsediyordu. Tarık ve Pelin, kendi aralarında konuşuyor Buket için neyin daha iyi olacağına karar vermeye çalışıyorlardı. Müge, İdil, Perinur ve Buket koyu bir sohbete dalmışlardı. Buket, diyet yemeklerinden şikâyet ediyordu, biraz da olsa açık büfedeki yiyeceklerin tadına bakmak istiyordu, Perinur, arkadaşını kıramadı, tabii Müge ve İdil de, aralarında kalmak şartı ile bir defaya mahsus olmak üzere Buket’in tabağına azar azar istediği yiyeceklerden koydular ve tabii arkadaşının limonlu kurabiyelerinden de. Her şey yolunda gidiyordu, Buket çocuklar gibi seviniyordu. İki kardeş Tarık’ın görmemesi için epey mücadele veriyordu, endişe edilecek bir durum yoktu.
“Kız kardeşin Berna’dan hiç haber alabildin mi canım? Bir ara izini bulabilmek için çok uğraşıyordun.”
“Hiçbir iz yok Perinur’cuğum, rahmetli Tomris’im de çok uğraştı, üzülüyordu bir iz bulunamamasına, bana da hiç belli etmiyordu. Bıraktık sonra peşini, sanki biz üzerine düştükçe sır perdesi daha da derinleşiyordu, ne bileyim ya da bana öyle geliyordu. Beni en çok üzen, onu en son hamile olarak görüşümdü.”
“Neden kız kardeşiniz sizi terk etti Buket Hanım?” d,ye sordu Müge araya girerek.
“Hayır, hayır sevgili yavrum, o bizi terk etmedi sadece kabul görmek istedi. Babam, Berna’nın eş seçimini hiç onaylamadı, o da evi terk etti ve sevdiği adamla evlendi. 12 Eylül’de siyasi suçlu olarak hapis yatmıştı Altan, çok iyi bir öğretmendi ama ne yazık ki mesleğini yapamıyordu, sahaflar çarşısında kitap satıyordu, kendine ait küçük bir dükkânı vardı. Berna, kitap tutkunuydu özellikle de klasikler, Sahaflar çarşısına kitap almak için sıkça giderdi, o zaman tanışmışlar ve âşık olmuşlar bir birlerine. Annem ve ben çok sevmiştik Altan’ı, dürüsttü, ekmeğini taştan çıkarıyordu ama babam için bu yeterli değildi. Zengin, köklü ve tanınmış bir ailenin oğlu olması, her şeyden önemliydi onun için. Neyse lafı uzatmayayım, Berna babama resti çekti ve evi terk etti. Ben ve annem gizlice gittik nikâhlarına. Bu gizlilik hep sürdü, ben en son gittiğimde hamile olduğunu öğrendim çok sevindim, daha sonra gittiğim de ise evleri boştu, komşulara sordum bir şey bilen çıkmadı, sahaflara gittim, Altan, dükkânını arkadaşına emanet etmiş ve hiçbir şey söylemeden ayrılmış.
“Çok ilginç, ne oldu da öylece hiç iz bırakmadan ortadan kayboldular?” diye sordu İdil.
“Keşke bilseydim, aradım, soruşturdum, günlerce gittim, hem dükkâna hem evlerine ama sanki yer yarıldı içine girdiler. Neyse canınızı fazla sıkmayayım, Tarık görmeden bir kurabiye daha yemek istiyorum sonra biraz dinlenmek bana iyi gelecek, seni erken yatmaya zorlayamam Perinur ama bu gece erken yatmak istiyorum.”
Perinur, arkadaşını kırmadı ve ona eşlik etti. Müge ve İdil de yorgun oldukları için erken yatmak istediler, odalarına çıkarken kurabiye kutusunu da yanlarında götürdüler.
“Abla ben kahve yapacağım, kurabiyeler de yanımızda ne dersin?”
“Fena fikir değil, tatlı yemedik, iyi gider kahvenin yanında.”
İki kardeş, kahvelerini alıp çocukluklarındaki gibi yatağa kuruldular, televizyonu açtılar, şanslarına en sevdikleri komedi filmi denk geldi, bu durum çok hoşlarına gitti, ne zamandan beri hiç bu kadar eğlenmemişlerdi.
Ertesi sabah herkes kahvaltıya indi fakat Müge ve İdil ortalarda yoktu. Tur rehberi Caner, resepsiyona gitti ve odalarına telefon etti fakat açan olmadı.
“Perinur Hanım, Müge ve İdil Hanım kahvaltıya inmediler, odalarına telefon ettirdim açan olmadı acaba sizin bir bilginiz var mı?
“Ben de merak etmeye başladım, yol yorgunluğu uyuya kalmışlardır belki diye düşünüyordum ama siz telefona cevap alamadığınızı söyleyince iyice meraklandım, dur bir de cep telefonundan çaldırayım.”
Perinur, her ikisinin telefonunu uzun uzun çaldırdı fakat cevap alamadı. Telaşlanmışlardı, odalarına gitmeye karar verdiler. Müge ve İdil, oda kapısının şiddetli çalınması üzerine zar zor gözlerini açmış neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Sonunda Müge kapıyı açtı, karşısında Caner, Perinur, kat görevlisi, Tarık ve Pelin meraklı gözlerle ona bakıyorlardı.
“Neler oluyor? Neden hepiniz buradasınız?” diye sordu Müge.
“Sevgili kızım, neredeyse öğlen oldu, bütün misafirler kahvaltılarını yaptılar, sizin inmenizi bekliyoruz, iyi misiniz? Bir şeyiniz yok ya? Merak ettik.”
Müge şaşkın şaşkın onlara baktı.
“Sahi o kadar oldu mu? Halbuki alarmı kurmuştuk çalmadı mı acaba, offf ! Sersem gibiyim! Neden böyle uyuya kaldık hiç bilmiyorum.”
Perinur içeri girdi. Caner ve diğerleri, onları Perinur’la baş başa bırakıp yemek salonuna indiler. Perinur, bir terslik olduğunu anlamıştı. Akşam yemekten sonra ne yiyip içtiklerini sordu, sadece kurabiye ve kahve cevabını alınca çok şaşırdı. Müge ve İdil toparlanmaya çalışıyorlardı, ikisi de daha ayılamamıştı.
“Bütün gece kâbuslar gördüm sanki gerçek gibiydiler, hep birileri ile boğuştum sabaha karşı duşa girdim sonra rahatladım sanırım sonra uyuya kalmışım,” dedi İdil.
“Ben de pek farklı sayılmam, rüyalarımda Dr. Atkinson’la uğraştım sanırım Londra’da yaşadıklarım bilinçaltıma yerleşmiş. Keşke ben de kalkıp duş alsaydım neyse çok geciktik, hemen hazırlanalım daha fazla bekletmeyelim grubu.”
Perinur, kızlar hazırlanırken odayı göz ucuyula inceliyordu, iyice meraklanmıştı.
“Aaaa! bu benim kurabiye kutum değil ki! Siz Buket’in kutusunu almışsınız, tabii normal! Tarık hiç göz açtırmadı ki bize! Telaştan yanlış kutuyu getirmişsiniz.”
Bu arada Perinur dayanamayıp kurabiyelerden atıştırmaya başladı.
“Kutunun, sizin olmadığını nasıl anladınız? İkisi de bir birinin aynısı,” dedi Müge.
“Modelleri ve kapak renkleri aynı ama bir fark var çok dikkat edince belli oluyor, benimkinin kendinden çiçek desenleri var, şeffaf olduğu için pek belli olmuyor güzel kızım, bak bu düz, hiç desen yok. Çok ilginç! Kurabiyelerde hafif bir fındık aroması var!”
“Belki de Buket bir değişiklik yapıp hafif fındık aroması koymak istemiştir olamaz mı?” diye sordu İdil.
“Hayır, hayır zannetmiyorum. Onu iyi tanırım, tariflerini gözü gibi saklar, çoğu annesinden yadigâr zaten. Malzemeleri titizlikle seçer, ölçülerini gramı gramına ayarlar ve tariflerde yapılan tat değişikliğine de tahammülü yoktur.”
“Siz, geldiğimizden bu yana Buket’le aynı odada kalıyorsunuz. Durumunda sizi endişelendirecek bir şeyler sezdiniz mi?” Bu kez soru, Müge’den gelmişti.
“Üzüntüsünden olsa gerek, biliyorsunuz çok büyük bir acı yaşıyor ama bazen beni ürkütüyor. Bana her gece kızı Tomris ile rüyalarında görüştüğünü söylüyor hatta onu bazen gündüzleri bile gördüğünü sohbet ettiklerini söylüyor.”
“Kullandığı ilaçlara hiç baktınız mı? Belki bir psikiyatrın verdiği ilaçları kullanıyor da olabilir.”
“Tarık çok ısrar etmiş ama o gitmek istememiş bir psikiyatri uzmanına, kullandığı sadece tansiyon ve insülin ilacı.”
“Bu işte bir tuhaflık var, başka ilaç kullanmıyorsa neden halüsinasyon görüyor? Devamlı uyurgezer gibi bir hali var. Sanki başka dünyada yaşıyor gibi Buket Hanım. Sonra Tarık neden köşe bucak diyet yemeklerini saklama ihtiyacı duyuyor? Ben bu kurabiyeleri tahlil ettirmek istiyorum, dün gece bizim de yaşadıklarımız, İkimizin birden kâbuslar görmesi, sersemlik, bunlar normal değil.”
“İyi de abla nasıl? Herkes bizi bekliyor, sonra Trabzon’da kimseyi tanımıyorsun, nereden bulacaksın laboratuar? Kimsenin şüphelenmemesi gerek bu durumdan, özellikle de Tarık. Ya Buket kurabiye yemek isterse? Zaten kadıncağıza dün diyet yemeklerini de vermedik! Ya şekeri ve tansiyonu yükselirse?”
Perinur da İdil’le hemfikirdi.
“Dur, dur İdil sakin ol ablacığım telaşlanma! Bengi’yi arayacağım, biliyorsun her ne kadar işini İstanbul’da kurmuş olsa da, o baba tarafından Trabzon’lu, ailesi hala burada yaşıyor, onun mutlaka tanıdığı bir laboratuar vardır. Siz, benim kendimi iyi hissetmediğimi biraz dinlenmek istediğimi söyleyip tura katılacaksınız. Bu arada Buket’e göz kulak olmayı da ihmal etmeyin. Ben temiz bir poşete birkaç tane kurabiye alacağım, siz kutuyu götürün.”
İdil ve Perinur tura katılmak için odadan ayrıldılar. Müge, arkadaşı Bengi’yi arayıp kısaca olanları anlattı.
“Müge’ciğim, hiç değişmeyeceksin değil mi? Ya bir şey çıkmazsa, ya yediğiniz bir şey dokunduysa, ya Buket Hanımın ilaçlarının bir yan etkisi ise, ya dalgınlıkla içine fındık aroması koyduysa? Biliyorsun bu çok normal! Neyse sen beni dinlemeyeceksin ve yine bildiğini okuyacaksın, laborantın ismini ve adresini veriyorum yaz lütfen.”
Bengi, arkadaşına dikkatli olmasını söyleyip telefonu kapattı.
Müge, tur otobüsü kalktıktan hemen sonra bir taksi çağırdı ve Bengi’nin verdiği adrese gitti, kendisini Bengi’nin yakın akrabası olan laborant Alper Kurt karşıladı, kurabiyeleri tahlil için aldı ve bu süre zarfında beklemesi için onu kendi ofisine götürdü.
Zaman geçmek bilmiyordu, Müge’nin heyecanı git gide artıyordu, kafasında, İdil ve Bengi’nin soruları yankılanıyordu, ama haklı da olabilirdi, belki Tomris de basit bir trafik kazasına kurban gitmemişti, her şey olabilirdi, bütün bunlar aklından geçerken telefonu çaldı, arayan İdil’di.
“Hayrola İdil, neden aradın canım, iyi misiniz?”
“Abla, Buket Hanım fenalaştı ambulans çağırdık, Perinur yanında, Tarık, Pelin ve ben taksideyiz, Trabzon Devlet Hastanesine gidiyoruz!”
“Aman Allah’ım! Durumu nasıl İdil?”
“Çok şükür! Bilinci açık, sen hastaneye gel olur mu?”
Müge, tahlil sonucunu alır almaz hastaneye geleceğini söyleyip telefonu kapattı. Heyecandan yerinde duramıyordu. Ya haklıysa?
Nihayet Alper tahlil sonucu ile geldi ofisine, suratında şaşkın bir ifade vardı.
“Müge Hanım, tahlil sonucu pozitif. Kurabiyenin içinde amanita muscaria adında bir mantarın zehirine rastladım. Bizde sinek mantarı ya da gelin mantarı olarak bilinir, üzerine konan sinekleri öldürdüğü için adına sinek mantarı denmiş. Siz de bilisiniz, çizgi filmlere ve efsanelere konu olmuş en fotojenik mantardır. Sezar mantarı ile karıştırılır sıklıkla. Ayrıca fındık kokulu bir mantardır. Şahsen, kurabiyenin içinde ilk defa rastlıyorum.”
“Çok teşekkür ediyorum Alper Bey, bana çok yardımcı oldunuz, iyi çalışmalar diliyorum, hoşça kalın.”
“Rica ederim Müge Hanım, mesleğimizin amacı bu, dikkatli olun lütfen.”
Alper, Müge’yi kapıda bekleyen taksiye kadar uğurladı ve tekrar dikkatli olması için uyardı.
Hastaneye vardığında, herkes Buket’in oda kapısının önünde perişan halde bekliyordu, koşarak yanına gelen İdil’den neler olduğunu öğrendi. Tarık ve Pelin’e geçmiş olsun dedi ama onlar hiç konuşmuyordu. Perinur, her yakaladığı hemşireye tahlil sonuçlarının ne zaman çıkacağını soruyordu. Müge, hem Perinur’u sakinleştirmek hem de kahve getirmek bahanesi ile İdil’le ikisini, hastanenin kantinine indirdi. Kantin çok kalabalıktı, kahvelerini alıp bahçeye çıktılar, boş bir bank bulup oturdular.
“Abla, ne oldu tahlil sonucu? Meraktan öldük!”
Perinur, İdil’in sözünü tamamlamasını beklemeden bağırarak araya girdi.
“Sakın söyleme! Dur ben tahmin edeyim, sonuç pozitif! Biliyordum! Biliyordum! Güzel arkadaşımı zehirliyorlar insafsızlar! Tabii işin ucunda koskoca fabrika ve Boğaz’da bir yalı var! Zavallının kız kardeşi Berna ve ailesinden de iz yok! Ooohh! Ne ala! Ama başaramayacaklar! Başaramayacaklar!”
İki kardeş, Perinur’u daha önce hiç böyle görmemişlerdi, zor sakinleştirdiler onu.
Müge, tahlil sonucunu ayrıntıları ile anlattı onlara.
“Sakin olmalıyız, doktorun ne diyeceğini henüz bilmiyoruz, dikkatli davranmalıyız. Tarık ve Pelin’e bir şey belli etmememiz gerekiyor tamam mı? Anlaştık değil mi?”
Yeniden yukarıya çıktıklarında Doktor henüz gelmemişti. Müge, Buket’in odasına bir göz attı, koluna serum bağlı olarak bitkin bir vaziyette uyuyordu kadıncağız.
Bir saat sonra Doktor göründü.
“Tarık Bey, size hastamız Buket Hanım’ın, dün gece ve bugün ne yediğini sormuştum ve siz sadece ona özel hazırlanan diyet yemeklerini yediğini söylemiştiniz bu yemeklerin arasında mantar var mıydı?”
Müge, İdil ve Perinur birbirlerine bakıyorlardı. Pelin, Tarık’ın soruyu cevaplamasını beklemeden atıldı.
“Buket teyzem mantardan nefret eder, o yüzden eve hiç mantar almıyoruz, neden?”
Tarık sadece hayır dercesine kafasını iki yana salladı.
“Buket Hanım, amanita muscaria denen bir mantardan zehirlenmiş. Bu mantar direkt yenilmesi halinde öldürücü olabiliyor. Ayrıca kısmi felç, mide ve bağırsak zorluğu, nefes alımında zorluk ve halüsinasyona sebep oluyor. Hastamız hiç mantar yemediyse nasıl oluyor da bu şekilde zehirleniyor?”
Müge, bu soru üzerine, kurabiye kutusunun karışmasından dolayı kardeşi ile yaşadıklarını, kurabiyelerden bir örnek alıp tahlil ettirdiğini söyledi ve sonucu doktora uzattı.
Tarık, Müge’nin bu davranışına çok sinirlendi.
“Müge Hanım, bunu nasıl yaparsınız? Hiç haber vermeden, hem de gizlice. Söyler misiniz, benimle ne alıp veremediğiniz var? Eğer isteseydiniz size kendim de verebilirdim. Hiç anlayamıyorum, beni şüpheli durumuna düşünüyorsunuz, bilmem durumu farkında mısınız?”
“Sakin olun lütfen Tarık Bey! Bunda sinirlenecek bir şey yok. Benim amacım, size yardım etmek. Siz, kayınvalidenizle aynı acıyı paylaşıyorsunuz, durumundaki değişikliği tansiyon ve şekere bağlı olarak geliştiğini zannediyor olabilirsiniz, ama dışarıdan bakıldığında durum hiç de öyle görünmüyor.”
“Şimdi de doktor mu kesildiniz başımıza? Bence siz üstünüze vazife olmayan işlere kalkışıyorsunuz!”
Tarık’ın sözlerine devam etmesine fırsat vermedi Perinur.
“Önce saygılı ol genç adam! Buket benim, çok eski ve en sevdiğim dostum. Başına gelenler çok ağır ve yıpratıcı, kızlarım ve ben bunun sebebini öğrenmeye çalışıyoruz, hiç hak etmesen de sana da yardım etmeye çalışıyoruz! Anlıyor musun?”
Doktor, ortamın gerildiğini fark etti ve araya girerek ikisini de sakinleştirdi.
“Tarık Bey, kayınvalidenizin diyet yemekleri hala muhafaza ediyorsunuz değil mi?”
“Evet, otel odasındaki buzdolabına yerleştirdim, neden sordunuz?”
“Buket Hanım, mantardan nefret ediyor, yemekleri diyetine uygun olarak hazırlanıyor ama mantardan zehirleniyor, üstelik kurabiyelerde de bu mantarın zehrine rastlanıyor. Bu durum, siz de kabul edersiniz ki, normal değil. Üzgünüm ama polise haber vermek zorundayım.”
Tarık, olduğu yere yığılmıştı, Pelin onu teselli etmeye çalışıyordu, her şeyin yoluna gireceğini, endişelenecek bir şey olmadığını söylüyordu. Daha sonra doktor, yanına gelen hemşire ile birlikte Buket’in odasına girdiler, kontrollerini yapıp ayrıldılar.
Aradan bir saat geçmemişti ki, hastanede görevli iki polis memuru yanlarına geldi. Önce kendilerini tanıttılar ve Doktor’dan aldıkları ihbar doğrultusunda Trabzon Emniyet Amirliğini bilgilendirdiklerini söylediler. İfadelerinin alınması için emniyete gitmek üzere kendilerini bekleyen ekip arabasına binmelerini rica ettiler. Tarık, hemşire ile konuşmak için izin istedi, bir süre Tarık’ın hemşire ile görüşmesini beklediler daha sonra hep birlikte ekip arabasına binip Trabzon Emniyet Müdürlüğü’ne doğru yola çıktılar.
Emniyet Müdürlüğü’ne vardıklarında kendilerini, Cinayet Masası’ndan Başkomiser Nevin Tekdal karşıladı, ofisine davet etti, kısa bir tanışma ve çay faslından sonra konuya girdi.
“Buket Hanım’ın doktorunun ifadesi doğrultusunda soruşturmayı genişletmeye karar verdik. Otel odasının buzluğunda bulunan kayınvalidenizin diyet yemeklerini, tahlil için laboratuara yolladık, Müge Hanım’ın tahlil ettirdiği kurabiyelerin tahlil sonucu da elimizde. Ben İstanbul Emniyeti ile de irtibata geçtim, rahmetli eşinizin otopsi raporunu ve kazanın raporunu da istedim, sonuçlarını alır almaz sizleri tekrar buraya davet edeceğim. Şimdi ifadelerinizi almak için sizleri bekleyen memur arkadaşların yanına gideceksiniz, daha sonra hastaneye dönebilirsiniz ya da otelinize ama kesinlikle Trabzon’u terk etmemenizi rica ediyorum. Şimdilik bu kadar, sormak istediğiniz bir şey varsa memnuniyetle cevaplarım.”
Tarık ve Pelin sessizce hayır anlamında başlarını salladılar ve herkes ifadesini vermek için Nevin’in odasından ayrıldı.
İfadelerin alınmasından sonra hep birlikte bir taksi tutup otele gitmeye karar verdiler, ne de olsa dün geceden bu yana hem uykusuz hem de aynı kıyafetlerle koşturmaca halindeydiler. Herkes bir duş alıp dinlendikten sonra hastaneye gitmek istiyordu, Tarık, her saat başı hastaneyi arayıp bilgi alıyordu. Buket’i durumu değişmemişti, merak edecek bir şey yoktu. Otele vardıklarında Tarık, Müge, İdil ve Perinur’u kahve içmek için otelin lobisine davet etti.
“Ben hepinizden özür dilemek istiyorum, çok fevri davrandım, şu son bir aydır yaşadıklarım hiç kolay değil ama bu size kaba ve anlayışsız davranmamı gerektirmiyor, lütfen özürümü kabul edin, sen de Pelin lütfen!”
“Sizi gayet iyi anlıyoruz Tarık Bey, özürünüz kabul edildi. Sizin yerinizde kim olsa aynı şekilde davranırdı, belki biraz farklılıklar olsa da insan doğası aynıdır. Herkes, farklı şekillerde yas tutar ve acısını hafifletmeye çalışır, o yüzden sizi anlayışla karşılıyoruz. Mevlana’nın çok güzel bir sözü vardır. İnsanlar da mevsimler gibidir, o yüzden onlara şefkatle yaklaş, bilemezsin hangi mevsimi yaşadığını. Ne güzel değil mi?” dedi Müge.
Hepsi, dinlenmiş olarak l hastaneye gitmek için lobide buluştular. Hastaneye vardıklarında Buket’in doktoru sevindirici haberlerle karşıladı onları, durumu git gide düzeliyordu ve kendine gelmişti hatta biraz yemek bile yemişti, çok sevindiler. Akşamı hep birlikte, Buket’i yormadan onunla birlikte geçirdiler, daha sonra İdil, Müge ve Perinur ertesi sabah gelmek üzere otele gitmek için izin isteyip hastaneden ayrıldılar. Otele vardıklarında, tur rehberi Caner onları lobide bekliyordu, çok meraklanmıştı, Buket’in durumu hakkında bilgi aldı ve geçmiş olsun dileklerini iletti.
Müge, İdil ve Perinur, ertesi sabah hastaneye gitmek için sözleşip odalarına çıktılar. İki kardeş nihayet baş başa kalmışlardı.
“Abla, sence Buket’i öldürmek mi istiyorlar? Eğer öyleyse kim öldürmek isteyebilir? Perinur’un dediği gibi sebep, sahip oldukları yüklü miras olabilir mi?”
“Ben de en az senin kadar merak içindeyim. Buket’in serveti torunun torununa yetecek kadar çok, hem kardeşi Berna’dan da hiç iz yok, her şey Tarık’a kalacak. Tabii Pelin’e de bir şeyler bırakılmadıysa, bekleyip göreceğiz bakalım. Soruşturmanın sonucunda neler çıkacak? Hadi şimdi şöyle güzel bir uyku çekelim. Yarın sabah erken kalkacağız.”
Işıkları söndürüp yataklarına gömüldüler iki kardeş.
Ertesi sabah, herkes hastanede Buket’in odasında toplandı. Buket, biraz daha iyiydi ve kahvaltısını yapmıştı. Dinlenme saatine kadar yanında kaldılar. Müge, İdil, Tarık ve Pelin biraz hava almak için hastane bahçesine çıkmaya karar verdiler, Perinur arkadaşını yalnız bırakmak istemediğinden onlarla gitmedi. Henüz inmişlerdi ki Tarık’ın telefonu çaldı, arayan Başkomiser Nevin’di, onları emniyete davet ediyori Perinur’un gelmesine gerek olmadığını arkadaşının yanında kalmasının daha doğru olacağını ama o hariç herkesin hemen gelmesini rica ediyordu. Merakları iyice artmıştı, hemen bir taksi çağırıp emniyete doğru yola çıktılar.
Emniyete vardıklarında, görevli bir memur onları Nevin’in ofisine götürdü, kendisinin yarım saate kadar geleceğini söyledi ve çay ikram etti. Memurun dediği gibi Nevin, yarım saat sonra geldi ve beklettiği için özür diledi. Kısa bir hal hatır sormadan sonra konuya girdi.
“Tarık Bey, eşinizin otopsi ve kaza raporu elime ulaştı. Ayrıca bizim yürüttüğümüz soruşturma da tamamlandı. Eşiniz Tomris Hanım’ın otopsi raporu da dahil olmak üzere bütün sonuçlar mantar zehirlenmesini gösteriyor. Sonuçlar eşleşince İstanbul Emniyeti, ifadeniz doğrultusunda, diyet yemeklerini hazırlattığınız Ayla Bulut adlı kadını gözaltına aldı. İşyerinde yapılan aramalar sonucunda, buzdolabında özel olarak sakladığı bir bölmede bu mantarlardan ele geçirildi. Sorgusu sırasında, kazanın gerçekleştiği gün, eşinizin sabah yediği karışık çiğ sebze salatasına, Sezar mantarı ile bu sinek mantarından karıştırmış ayrıca Pelin Hanım’ın hazırladığı taze meyve suyunu kendi hazırladığı ile değiştirmiş. Adli tabibin raporuna göre, nefes almasında güçlük ve kısmi felç yaşamış olduğundan direksiyon hakimiyetini kaybetmiş. Buket Hanım’ın diyet yemeklerine gelince, kendisine ait bir yöntemle bu mantarın zehrini sıvı hale getirmiş, diyet yemeklerine de azar azar karıştırıyormuş. Yemekleri getirme bahanesi ile evinize rahatça girip çıktığı için, Buket Hanım’ın kendisinin yaptığı limonlu kurabiyelere de el çabukluğu ile karıştırmış.”
Tarık’ın gözlerinden sicim gibi yaş akıyordu, kelimeleri zorlukla bir araya getirdi.
“Neden? Neden Tomris’i öldürdü? Neden kayınvalidemi öldürmeye çalıştı? Ne istedi bizden?”
“Sorgusu sırasında, her şeyi en ince ayrıntısına kadar planladığını ve sonunda babasının intikamını aldığını söylemiş. Ayla’nın babası, eşinizin sahibi olduğu iplik fabrikasında ustabaşı olarak çalışıyormuş, eşiniz onu tazminatını verip işten çıkarmış, çok iyi bir çalışanmış dediğine göre çıkarılması için hiç bir sebep yokmuş.”
“Ama o bir hırsızdı!” diye bağırdı Pelin kendisini tutamayarak. “Tomris onu defalarca affetti hatta at yarışı borçlarını bile ödedi, sırf çocukları perişan olmasın diye ama o at yarışı oynamaktan ve çalmaktan vazgeçmedi. Buket teyzem, en başından onun işine son vermesini istedi ama Tomris çok sabretti!”
“Çok üzgünüm, sizin için bütün bunları yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum, tekrar başsağlığı diliyorum, ayrıca Müge Hanım’a bir teşekkür borçlusunuz. Buket Hanım’ın aksine, eşiniz mantarı çok seviyormuş, Müge Hanım kurabiyeleri tahlile götürmemiş olsaydı belki kayınvalidenizin yemekleri tahlile gitmeyecekti ve katilimiz, kasıtsız adam öldürmeden yargılanıp hafif bir ceza ile kurtulacaktı.”
Pelin ve Tarık, yerlerinden kalkıp, Müge, İdil ve Perinur’a tek tek sarıldılar, Nevin’nin de elini sıkıp teşekkür ettiler.
“Müge Hanım, birkaç gün önce devrem Levent’le telefonda görüştüm, sizin Karadeniz turuna çıktığınızı ve mutlaka yollarımızın kesişeceğini söyledi, bundan kaçmam imkânsızmış, ben her şeyin yolunda olduğunu henüz bir vukuat olmadığını söyledim, ne dese beğenirsiniz, hem de korkutucu bir ses tonuyla, “Merak etme olacak,” dedi ve telefonu kapattı.”
Müge, döndüğünde bunun acısını Levent’ten çıkaracağını söyledi.
Hastaneye döndüklerinde, Buket’i odasında göremediler, telaşlandılar ve onunla ilgilenen hemşireye sordular, aldıkları cevap çok ilginçti.
“Az önce kızı geldi. Buket Hanım, inanılmaz mutlu oldu. Birlikte hastenenin bahçesine çıktılar. Ana-kız şimdi oradalar.”
Merakları iyice artmıştı, hepsi birden telaş içinde hastane bahçesine koştular. Buket, uzun boylu, kumral, saçları kendinden dalgalı, üzerine çok şık, yürüdükçe uçuşan kırmızı ipek bir elbise giymiş genç bir kadınla, kol kola yürüyordu. Çok mutlu olduğu gözlerinden belliydi.
Buket’in yanındaki kadını görünce Tarık, Pelin ve Perinur hep bir ağızdan bağırdılar.
“Tomriiiisss! Ama nasıl olur?”
Genç kadın, iri yeşil gözleri haricinde Tomris’in kopyasıydı sanki.
Buket, “Hoş geldiniz, hoş geldiniz!” dedi yanına gelenlere. “Biliyorum bana anlatacak çok şeyiniz var, ama önce benim size tanıştırmak istediğim biri var, şu son bir aydır yaşadıklarımdan sonra, kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim, mutluluğumu benimle paylaşır mısınız?”
Herkes şaşkınlıkla ona baktı.
“Canım kardeşim Berna’nın bana emaneti Asena! Daha geç kızken, eğer evlenirsek ve ikimizin de bir kızı olursa, isimlerini Tomris ve Asena koyacaktık, böyle dilemiştik, yıldız kayarken! Dileklerimiz kabul oldu!”
Buket, hepsini tek tek tanıştırdı Asena ile. Konuşacak çok şeyleri vardı, Buket bunları turun geri kalanına saklamanın daha doğru olacağına inanıyordu. Ne de olsa turu tamamlayamamışlardı. Birden kolunun yettiğince hepsine sarıldı.
“İyi ki varsınız ve benim yanımdasınız! Siz olmasaydınız tüm bu yaşadıklarımla nasıl başa çıkardım bilemiyorum!”
“Tek bir insanın bize iyi ki varsın demesi, var olduğumuz için mutlu olmamızı sağlar,” dedi Müge.
“Can Yücel!” diye bağırdı herkes bir ağızdan.