Maksude Hanım ile bu yaz tanıştım. Kendisi, Feneryolu Cinayetleri adlı romanda, yıllarca gizlediği bir sırrı ihtiyarladığında açıklamaya karar vererek müthiş bir hikâyenin başlamasına sebep olan, eski İstanbul hanımefendisi bir karakter. Yazın en sıcak günlerinde, her şeyden sıkıldığım, tek isteğimin güzel bir kitabın sayfalarına gömülüp bir tür inzivaya çekilmek olduğu zamanlarda okuduğum Feneryolu Cinayetleri‘yle ilgili tek şikâyetim, çok çabuk bitmesi ve inzivamın kısa sürmesi oldu. Son derece sürükleyici bir kitaptı.
Kitabın yazarı Gencoy Sümer’in adeta gerçekten varmış gibi betimlediği ve bana, “Keşke böyle bir lokanta olsa da, her akşam uğrasam” dedirten Ülkü Lokantası’nın sahibi, aynı zamanda dedektiflik de yapan Kerim Ülkü’ye Mukaddes Hanım tarafından yollanan bir mektupla başlayan Feneryolu Cinayetleri, dili, kurgusu, karakterlerin canlılığı, mekânların ve elli sene önceki İstanbul’un usta tasviriyle daha ilk sayfalardan sizi içine çekebilecek bir roman. Her bölüm, bir başka karakterin olayları kendi gözünden anlatmasından oluşuyor ve bu da romanı ilgi çekici kılıyor. Bir bölümde anlatılan olay, bir diğer bölümde yeni bir karakterin gözünden bambaşka bir yorumla anlatılınca, cinayetlerin esrarı içinden çıkılmaz bir hâl almaya başlıyor. Ancak yazarın bu karmaşık cinayet bulmacasını dallandırıp budaklandırıp, okurun zihnini bulandırdığını sanmayın. Okuduğum polisiye kitaplarda, izlediğim filmlerde cinayeti kolaylıkla çözebilen benim gibi kurnaz geçinenleri bile çıldırtacak denli meraka sokarak, son sayfalara dek gizemini koruyan bir cinayet bulmacası bu. Yazar, gerilimi ve gizemi sürekli canlı tutmayı iyi başarmış.
Romanın özelliklerinden bir başkası da, eski şarkılara ve pek nadide filmlere yapılan göndermeler. Gencoy Sümer, bu göndermelere hikâyede ustalıkla yer vermiş. Sir Arthur Conan Doyle ve Agatha Christie kitaplarını sevenlerin de, Feneryolu Cinayetleri’ndeki bazı ayrıntılardan zevk alacağını söylemeden geçemeyeceğim. Zira Gencoy Sümer, bu iki yazara özgü bazı özellikleri tatlı tatlı kendi romanına yedirmiş, Doyle ve Christie’ye saygı duruşunda bulunmayı ihmal etmemiş.
Feneryolu Cinayetleri’ni bitirdikten sonra, yazarın diğer romanlarını araştırmaya giriştim. Dedektif Kerim Ülkü’nün çözdüğü başka cinayetlerin anlatıldığı romanlar olmalıydı ve ben onları bir an önce okumak için can atıyordum. Ancak elim boş kalakaldım. Bu noktada, Gencoy Sümer’in ilk romanı olduğunu öğrendiğim Feneryolu Cinayetleri’ne hayranlığım daha da arttı. Büyüleyici bir başlangıç yaptığı için Sümer’e ulaşıp kendisini tebrik ettim ve konuşmamız esnasında mütevazılığı da beni şaşırttı.
Feneryolu Cinayetleri‘nde çok fazla karakter var. Bu durum, hikâyeyi bunaltıcı bir hale sokabilirdi. Ancak Sümer’in hayran kaldığım bir başka ustalığı da, bu kadar çok karakteri kafa karıştırmadan, sıkmadan hikâyenin içine yerleştirmesiydi. Elime aldığım bazı kitapları, çok sayıda karakteri bir süre sonra karıştırıp sıkıntılı bir okuma sürecine girdiğim için bıraktığımdan, benim için karakter sayısı çok önemlidir ama Sümer, bir kuklacı gibi tüm karakterleri keyifle iplerin ucunda oynatmış.
En sevdiğim karakter ise, romana incecik bir mizah duygusunu da sızdıran düşünce akışı ile Faruk Arman oldu ve kendimi onun naif konuşmalarına gülerken buldum. Bir polisiye yazarı olan Faruk Arman’ın, roman boyunca hep gölgede kalır gibi devam eden varlığı, dedektif Kerim Ülkü’nün karizmasının yanında sönükleşen tavırları, aslında romanın belkemiğini oluşturuyor diyebilirim. Merak edenler ve bir süreliğine her şeyden uzaklaşıp yıllar öncesinin İstanbul’una, şatafatlı yalılara, kapalı odalarda dönen türlü gizeme yolculuk yapmak isteyenler, Feneryolu Cinayetleri‘ni mutlaka okumalı.