Yazarımız ÖNAY YILMAZ, bu yılki TÜYAP Kitap Fuarı’nda Aydınlık Nesiller Derneği’nin (AND) konuğu oldu. Yazarımızın izlenimlerini ve katıldığı söyleşiyi kendi kaleminden polisiyesever okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kitap Fuarında Matematik-Polisiye Edebiyat İlişkisi Üzerine Söyleşili Bir Gün
Uluslararası 40’ıncı TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın eski yıllardaki coşkusundan her ne kadar eser kalmasa da insanın kendisini kitapların arasında bulması, onların kokularını içine çekerek aralarında dolaşması büyük bir mutluluk ve coşku kaynağı. Düşünün; o kitapların içinde binlerce öykü, anı ve bilginin bulunduğunu bilmek, onlara erişemesek de hepsini elimize alıp okuyamasak da insanın müthiş bir heyecan duymasına neden oluyor.
Yıllar sonra farklı bir vesileyle gittiğim son fuarda bu duygular içindeydim. Yeni çıkan kitaplar eskilerle harmanlanmış hâlde okuyucularını beklerken, yazarlar heyecanla kitaplarını imzalarken, okurlar onlara kavuşabilmek için bin bir zahmetle Beylikdüzü’ndeki fuar alanına gelirken, yayınevi çalışanları kitapları titizlikle stantlara yerleştirirken duyulan coşku bambaşkadır her zaman. Kitap dünyasına adım atmanın dayanılmaz coşkusudur bu…
Yazar söyleşileri de ayrı bir hava katar fuara… Tanıdıkları, sevdikleri yazarları yakından görmek, onların anlatacaklarını dinlemek, onlara kitap imzalatmak üzere sıraya giren kitapseverler için de ayrı bir dünyadır fuar. Kitaplara sığınmak, onların dünyasına girmek insanı dertlerinden sıkıntılarından bir nebze olsun uzaklaştırır. Kitap dünyası başka bir dünyadır, hayal dünyasıdır, yeni ufuklar dünyasıdır. Yeni bilgiler, yeni heyecanlar, yeni kahramanlar dünyasıdır.
Ancak bu yılki fuar her sene olduğundan biraz daha buruktu sanki. Yayınevleri her ne kadar indirimli satışlar yapsalar da, artan ekonomik sıkıntılar ve ülkenin içinde bulunduğu genel hava hiç kuşkusuz kitap fuarına da yansımış görünüyordu. Yayıncıların, imzaya gelen yazarların, fuara gelen ziyaretçilerin yüzü her zamankinden daha az gülüyordu.
Siyasetteki gibi bindirilmiş kıtalar hâlinde otobüslerle getirilmiş okul çocukları olmasa buradaki hava, fuar havasından başka her şeye benzetilebilirdi. Ancak şunu eklemeliyim ki hafta sonu katılımın yoğun olduğu bilgisi içime biraz su serpti.
Her şeye rağmen birbirinden çeşitli kitaplar fuardaki yerlerini almışlar okunmayı, satın alınmayı, karıştırılmayı bekliyorlardı.
Umut her şeye rağmen devam ediyordu.
Böylesi bir atmosferde ben de Aydınlık Nesiller Derneği’nin davetlisi olarak Dedektif Dergi yazarı sıfatıyla interaktif alanda yapılan bir söyleşiye katıldım. Söyleşinin konusu “Polisiye Edebiyat ve Matematiksel Kurgu” adını taşıyordu.
Hatırı sayılır bir izleyicinin önünde derneğin yöneticilerinden, matematik eğitmeni Hülya Şener’in sorularını yanıtlamaya çalıştım.
Polisiye edebiyat deyince ne anlıyorsunuz?
Polisiye edebiyat deyince ilk aklımıza gelen muamma, çözüm polisiyeleri. Bu tür polisiyelerde genellikle klasik yöntem izlenir. Bir cinayet işlenmiştir. Katil belli değildir. Olaya dedektif dâhil olup katilin kim olduğunu bulmaya çalışır. Bu yedi aşamalı bir şablondur. Ortada bir problem vardır. Bunu ilk çözüm takip eder. Olay üçüncü aşamada düğümlenir. Dördüncü aşama karışıklık aşamasıdır. Beşinci aşamada olayda ilk çözüm pırıltıları görünmeye başlar. Altıncı aşamada olay çözüme kavuşur. Ve son aşama yani yedinci aşamada bu çözüm açıklanır. Bu türün en iyi örneklerini Edgar Allen Poe, Agatha Christie ve Arthur Conan Doyle’da görmek mümkündür. Kara romanın ise muamma romanlarından, katil kim polisiyelerinden farklı bir yapısı vardır. İçinde toplumsal gerçekleri hatta şiddeti barındıran daha kapsamlı bir türdür diyebiliriz. Cinayet klasik polisiyelerden farklı olarak sonradan da işlenebilir. Daha sert bir roman türüdür. Belirli kalıplar içine sıkışmaz. Bu hâliyle daha özgündür. Gerilim türünde, kovalanan kişinin öyküsü önem kazanır. Yani suçlunun, katilin öyküsüne de yer verilir. Bu romanın ayırt edici özelliği, karmaşık bir kişinin psikolojik bir çözümlemesini ya da davranışsal bir incelemesini sunmaktır.
Neden polisiye edebiyat okuruz?
Polisiye edebiyat, suç edebiyatıdır. Bir suçtan ve suçludan yola çıkarak oluşturulmuştur. Kutsal kitaplardan sonra dünyada en çok okunan yazı türü bu. Pek ciddiye alınan bir yazı türü olmamış geçmişte. Hatta gayriciddi bulunduğu için birçok ünlü yazar takma isimle polisiyeler yazmışlar; Kemal Tahir, Peyami Safa örneğin. Suç ve suçlu kavramları yaşamın içinde var olan olgular. Hepimiz suç ve suçlu karşısında heyecan duyarız. Hepimiz biraz macerayı, aksiyonu severiz. Kim sokağına gelen bir polisi arabasını, bir ambulansı merak etmez? Birilerine kızarız, intikam alma isteği duyarız. Bazılarının bu duygusu güçlüdür bazılarının daha zayıftır.
Bir tür ihtiyaçtır belki de. Belki içimizdeki katili, şiddeti önlemek, durdurmak için de olabilir. Bir tür deşarj olma, kafa dağıtma yöntemi, bir tür rahatlama, kimilerine göre bir tür kaçış. Belki bir heyecan arama isteği, belki bir tür eğlence, bir bilmece çözme merakı… Aynı zamanda bir tutku.
Ünlü komünist lider Bukharin polisiye romanları elden bırakmadığı için parti toplantılarına bile geç kalırmış. 2. Abdülhamit’in fanatik bir polisiye okuru olduğunu biliriz. Churchill bir soru üzerine bütün Sherlock Holmes maceralarını okuduğunu söylemiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Aslında polisiye, gerilim birçok edebiyat eserinde var. Polisiye olarak adlandırılmıyorlar ama örneğin Umberto Eco’nun Gülün Adı, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı romanları da bir anlamda başarılı polisiyelerdir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Polisiye edebiyat ne zaman ortaya çıkmıştır?
Suçun ve suçlunun edebiyatta yer alması çok eskilere dayanır. Mitolojide, kahramanlık öyküleri ve destanlarında da suç unsurlarına rastlanır.
Ancak klasik polisiye romanların, yani “Katil kim?” sorusunun cevabının arandığı, içinde gizemi barındıran muamma türünün Edgar Allen Poe ile başladığı kabul ediliyor. Poe’nun Morg Sokağı Cinayetleri adlı polisiyesi 1841 yılında Graham’s Magazine’de yayımlanmış ilk olarak. Bu tarihler sanayi devriminin sonlarına rastlar.
Bilindiği gibi sanayi devrimi 1760 ila 1830 yılları arasını kapsar. İngiltere’de başlamış, 1850’den sonra diğer Batı Avrupa ülkeleriyle Kuzey Amerika ve Rusya’yı ve daha sonra da Japonya’yı içine almış. Yani suç edebiyatı sanayi devrimiyle başlamış diyebiliriz.
Sanayi devrimiyle köylerden kentlere göç başlamış doğal olarak. Kentler büyümüş, kalabalıklaşmış. Köylerdekinin aksine birbirini tanımayan insanlar bir araya gelmişler ve fabrikalarda çalışmaya başlamışlar. Böylece suç oranı da artmış. Özellikle büyük kentlerde yaşamanın getirdiği yoksulluk, işsizlik, çaresizlik karşısında insanlar, hırsızlık, soygun, gasp, cinayet gibi suçlar işlemeye başlamışlar. Tabii bunlara kolay yoldan para kazanmak isteyenler de eklenince suç oranı giderek büyümeye başlamış. Suç olaylarının artışı elbette ki edebiyata da yansımış. Böylece Poe gibi yazarlar suç edebiyatını oluşturmuşlar.
Arthur Conan Doyle, Agatha Christie gibi yazarlar bunu daha da geliştirmişler.
Matematiğin polisiye edebiyat ile etkileşimi nasıl olmuş?
Polisiye romanlarda matematiksel bir kurgunun hâkim olduğunu söylemek mümkün. Bu kurgu ilk defa Edgar Allan Poe’da görülmüş ve sonraki yazarlar bunun başarılı örneklerini vermişler. Ancak ben matematiksel kurgunun günümüz polisiyelerinde daha gelişmiş olduğunu söyleyebilirim. Polisiyede ortada bir problem var ve bunun da bir çözümü var. Bu muammayı çözerken matematiksel kurgu işin içine giriyor ister istemez. Zaten edebiyatta tüm metinlerde en basit şekliyle bir şablon vardır. Giriş, gelişme, sonuç… Aslında bu gizli bir matematik formülü gibidir. Bunlardan biri eksik olursa o metni anlamak pek mümkün olmaz. Ama bu matematik bizim bildiğimiz matematikten farklı elbette. Bu bir kurgu, bir metin matematiği. Matematik kelimesi burada mecazi anlamda kullanılan bir kelime. Yani edebiyat elbette bir matematik değildir. Ama edebiyatın matematikten en çok yararlandığı alan polisiye türüdür. Matematiksel kurgu en çok burada görülür.
Matematiksel kurgu ne anlama geliyor?
Matematik gibi bir cinayetin çözümü de ispatlara, delillere dayanmaktadır. İşin içinde bir bilimsellik söz konusudur. Bilimsel kurgu demek sanki daha doğru gibi geliyor bana… Çünkü pozitif bilimler işin içine girer. DNA analizinden kimlik tespiti, parmak izi, balistik incelemeler… Ölüm zamanı, cesetlerin incelenmesi, otopsi, iskeletlerden yaş tayinleri…
Tıp, biyoloji, kimya, fizik ve elbette matematik bunların hepsini kapsar. Tanık ifadelerinde, şüpheli soruşturmalarında işin içine psikoloji, psikiyatri girer. Suç ortamları ve suçun yapısı, suçun toplumsallaşması konusunda sosyoloji devreye girer.
Polisiyede bildiğiniz gibi katili veya suçluyu bulmak için yedi aşama (problem, ilk çözüm, düğüm, karışıklık, ilk çözüm pırıltıları, çözüm ve anlatım) saymıştık. Bunu ilk başlatan, bu türe bu kalıbı sokan, yani bir anlamda matematiksel kurguyu kullanan kişi daha önce de belirttiğimiz gibi Poe’dur.
Yazarın genel şablonun dışında özel bir matematiksel kurgusu var mıdır?
Zaten polisiyenin içinde doğal bir matematiksel kurgu olduğunu biliyoruz. Yazarın kendi kurgusu içinde de matematik olabilir.
Matematik ve polisiye edebiyatın daha çok iç içe geçtiği örnekler de var.
Örneğin; Mark Cohen’in Fractal Murders, Argiris Pavliotis’in Yasaklı Problem ve Pisagor Cinayetleri isimli romanlarında matematik konusu bir hayli işlenmiş. Arjantinli matematikçi Guillermo Martinez’in Oxford Cinayetleri’nde işlenen tüm cinayetler, birbirinden farklı matematiksel sembollerle temsil ediliyor. Keigo Higashino’nun The Devotion of Suspect X isimli romanının kahramanı, katili bilimden yararlanarak gizlemeye çalışan bir matematikçi. Yazarın bir diğer romanında ise, Pisagor’un dost sayıları cinayetin aydınlatılmasında kilit rol oynamakta.
Cinayetin bir matematikçi yardımıyla aydınlatılması da romanlarda rastlanabilen bir durum. Bunun tipik örnekleri arasında yine Pavliotis’in Tuhaf Çekiciler romanı ve ünlü televizyon dizisi Sayılar söylenebilir. Sonuç olarak, matematiğin polisiye edebiyatla etkileşimi Edgar Allan Poe ve Arthur Conan Doyle gibi yazarların öncülüğünde başlamış, bu yol arkadaşlığı 20. ve 21. yüzyıllarda daha yakın bir ilişki çerçevesinde devam etmiş. Teknolojinin gelişmesi matematiği polisiyenin içine daha fazla sokmuş durumda.
Siz polisiye eserlerinizde matematiksel kurguya ne derece önem veriyorsunuz?
Bu matematiksel kurgu benim yazdığım romanlarda da var elbette.
Son yazdığım Matematik Cinayetleri’nde matematiği hayli işliyorum.
Heybeliada Cinayetleri’nde katil öldürdüğü kurbanların üzerine şifreli dörtlükler bırakıyor. O dörtlükler de bir sonraki kurbanın yerini belirliyor. Aynı zamanda başka şifreler de yer alıyor ve öldürme sebebini açıklıyor. Senin de Canın Yanacak, bir gerilim romanı, psikolojik bir yapısı var bu romanın.
Av, bir gerilim romanı ama aynı zamanda bir kilitli oda polisiyesi… Kapalı site polisiyesi diyebiliriz. Seni Hiç Aldatmadım da bir şüphe, gerilim romanı.