Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

O GECE

Diğer Yazılar

Küçük banyosunun kırık aynasında bir yandan ıslık çalıp, bir yandan saçlarını düzeltirken hâlâ geçen gecenin etkisindeydi Kemal. Kırkını geçeli pek de az bir zaman olmamıştı ancak yine de oldukça iyi görünmekteydi. Köydeki akrabaları halen evlenmemiş olmasının ardında bir bit yeniği arasalar da o kendinden emindi, ömrünün sonuna kadar da olsa Züleyha’sını bekleyecekti.  Ah Züleyha, kimselere benzemeyen Züleyha… O kapkara gözleriyle onu bambaşka diyarlara sürükleyen Züleyha…

İlk kez köşedeki markette karşılaşmışlardı Züleyha ile. O kadar nahif ve o kadar zarif bir genç kadındı ki, elindeki iki paketi bile doğru düzgün tutmayı becerememiş, elinden düşürmüş, marketin önündeki manavdan aldığı biberler de yerlere saçılınca iyice mahcup olmuş ve ne yapacağını bilememişti. Her derde deva olmasıyla bilinen Kemal ise adeta hızır gibi imdadına yetişmiş, yere saçılanları hızla toplamış ve kasaya kadar Züleyha’ya eşlik etmişti. Züleyha nasıl teşekkür edeceğini bilemez bir halde hızlıca uzaklaşırken, daha ilk bakışta ona vurulan Kemal ise arkasından melul melul bakmaktaydı. Neyse ki her şey bu kadarla bitmemişti, markette, manavda, yolda, fırında sık sık karşılaşır olmuşlar, başlarda kısa bir selamlaşma ile başlayan sohbetler uzamaya, akabinde bir yerlerde oturup çay içmeye kadar gitmişti. Kimi kimsesi yoktu Züleyha’nın, ufak tefek terzilik işleri yaparak geçinmeye çalışıyordu. Kemal’e kalsa onu hemen evinin hanımı yapacaktı ama Züleyha o kadar ürkekti ki onu kaçıracak bir hareket yapmak istemiyordu. Yoksa gelecek planlarını hazırlamıştı çoktan. Apartmandaki daireler zaten birer birer boşalmaya boşalmıştı, artık kimse böyle eski ve köhne denebilecek yerlerde oturmak istemiyordu. Kalan üç dairede de yaşı yetmişin altında kimse yoktu. Allah geçinden versindi tabii ama onlara da bir şey olsa, iyice tadı kaçardı buraların. Varisler hemen işini bilen bir müteahhitle anlaşır, burası da o on beş katlı ve kırk beş daireli gökdelenlerden birine dönerdi nasılsa. Kim düşünecekti apartman görevlisi Kemal’i? Bankadaki bireysel emekliliğini alır, Züleyha’sıyla birlikte köydeki eve yerleşirler, biraz bağ, biraz bahçe derken gül gibi geçinip giderlerdi. Hem büyüktü o ev, belki yazın pansiyon olarak da işletirlerdi, kim bilir?

Kemal tozpembe hayallere dalmışken beş numaradan asker emeklisi Salim Bey’in otoriter sesi duyuldu.  “Kemal Efendi, Kemal Efendi, nerede kaldı yine gazete?” Kemal aynadaki aksinden bir anda uyandı ve koşar adımlarla kutu gibi dairesinden çıktı. Köşedeki bakkaldan adeta uçar adımlarla aldığı gazeteyi, apartmanın merdivenlerini üçer beşer atlayarak yetiştirdi beş numaralı dairenin kapısında çatık kaşları ve öfkeli bakışlarıyla onu bekleyen Salim Bey’e. Burnundan soluyarak saati işaret etmekteydi Salim Bey. “Neredesin sen yine? Tam yedi dakika otuz sekiz saniye geç kaldın bu sabah?” Bir yandan da adeta bir köpek gibi havayı koklamaktaydı. “Leş gibi kokuyor burası! Kaç kere söyledim şu Şaheste Hanım’a! Böyle de yemek pişirilmez ki!” Durumdan istifade eden Kemal “Ben hemen hallederim efendim!” diyerek uçarcasına Salim Bey’in görüş noktasından uzaklaştı. Heyecanla merdivenleri çıkarken fark etmemişti ancak üç numarada oturan Şaheste Hanım ve dört numarada oturan Cemil Bey’in olduğu kattan hakikaten kötü bir koku gelmekteydi. Her zaman yaptığı gibi kimseyi kırmadan ortalığı toparlamak için hemen aşağı gitti, ne kadar temizlik malzemesi varsa getirdi ve hem Cemil Bey’in hem de Şaheste Hanım’ın kapılarını, aradaki koridoru, merdivenleri, trabzanları bir güzel temizledikten sonra yeni aldığı hava temizleyici kokudan sıktı. Yaptığı işi memnuniyetle seyrederken saatler geçmiş, Şaheste Hanım’ın uyanma saati gelmişti.

Şaheste Hanım, apartmanın en renkli karakteriydi belki de. Henüz yetmişini yeni aştığı halde dört koca eskitmiş, hepsi de bu daireden rahmetli olarak çıkmıştı. Yine de kahkahaları ve şakaları hiç eksik olmamış, kırmızı ruju, bigudileri, rengârenk ve göz alıcı kıyafetleriyle apartmanı podyuma çevirmekten hiç vazgeçmemişti. O sabah da şık dantel sabahlığı, topuklu ve tüylü terlikleri, yüzündeki abartılı makyajıyla açtı kapıyı. “N’oluyor kuzum sabah sabah? Nedir bu sesler? Aylık temizlik mi yapmaya karar verdin?”

“Yok, efendim nahoş bir koku vardı da onun için ben…” diye atıldı Kemal.

Şaheste Hanım burnunu ekşitti. “Nahoş demek az kalır, leş gibi kokuyor resmen!”

Şaheste Hanım haklıydı, koku iyice ağırlaşmıştı. Öne doğru çıkıp, adeta bir tazı gibi koklaya koklaya kokuyu takip etti ve Cemil Bey’in kapısında durdu. “Cemil Bey henüz dönmedi Şaheste Hanım, kızına gitmişti birkaç günlüğüne.”

Her zamanki dominant tavrıyla “Olur mu canım, iki gece önce geldi, gece geç vakitti pencereden gördüm apartmana girdiğini ama rahatsız etmek istemedim sonra…”

Kemal çok şaşkındı, ondan habersiz kuş uçmadığından o kadar emindi ki bu apartmanda… Derken yüzü kızardı ve iki gece önceyi hatırladı. Demek tam o esnada gelmişti Cemil Bey. Şaheste Hanım’ın kapıyı açmasını emretmesiyle kendine geldi. Arka cebinden çıkardığı bir tomar anahtardan birini deliğe soktu, kilidi çevirir çevirmez içerideki koku adeta yüzlerine vurdu, durulacak gibi değildi. Şaheste Hanım hemen pandemi zamanından kalma siperlik ve maskelerini getirip Kemal’le ikisine taktı, onları en azından kısa bir süreliğine de olsa idare edecekti. Evde tam bir kargaşa hâkimdi, belli ki içeri hırsız girmiş, aradığını bulmak için de her yerin altını üstüne getirmişti. Kokunun giderek ağırlaştığı yönü takip edip banyodaki dehşetengiz manzarayla karşılaştılar. Zavallı Kemal o kadar kötü oldu ki, oracıkta banyonun kapısına çıkarıverdi. Şaheste Hanım ise adeta bir dedektif soğukkanlılığıyla banyodaki korkunç manzarayı incelemekteydi. Cemil Bey’in çırılçıplak ve cansız bedeninin alt tarafı küvetin içindeydi, üst tarafı sırt üstü küvetin dışına doğru sarkmıştı. Yüzü neredeyse kim olduğu anlaşılmayacak kadar parçalanmıştı..

Yetmiş beş yaşındaki emekli hâkim Cemil Bey, efendiliği, dürüstlüğü, çalışkanlığı ve adalet anlayışıyla nam salmıştı görev yaptığı her yerde. Kariyeri boyunca defalarca tehdit almış, her defasında yurdun farklı bir köşesine sürülmüş ancak asla adalet anlayışından ödün vermemiş, kimselere boyun eğmemişti. Emekli olduktan hemen sonra eşiyle birlikte bu daireye taşınmış, kısa bir süre sonra da eşini kaybetmişti. O zamandan beri de sakin bir şekilde hayatını sürdürmekteydi. Pek kimselerle görüşmeden, bilmece çözerek, bolca okuyarak, arada sırada da Salim Bey’le tavla oynayarak sürdürüyordu hayatını. Ha bir de Şaheste Hanım’ın flörtöz davetlerini bütün zarafetiyle reddederek… Ancak yine de en ezeli düşmanlarından bile daha büyük bir derdi vardı Cemil Bey’in, kızı Nevin’le olan ilişkisi.

Kendi halinde bir kızdı aslında Nevin, babası hep çok çalıştığı için fazla yakın bir ilişkileri olamamıştı. Onun peşinden Anadolu’nun bir köşesinden başka bir köşesine savrulup durmuş, hiçbir zaman köklenememiş, kendini bir yere ait hissedememişti. Aslında sevgi dolu ve şefkatli bir adamdı babası ama gece gündüz çalışma odasına kapanıp sayfalarca dosya okuduğundan ailesine pek fazla vakit ayıramıyordu. Annesi Neriman Hanım ise kızını “Babası gibi büyük insan olacak…” diye sevmişti hep. Ancak bu söylemler Nevin’de iyice ters tepmiş, “Ben asla babam gibi olmayacağım,”a dönüşmüş ve Nevin liseyi bile zar zor bitirebilmişti. Üstelik geleceğe dair en ufak bir planı ya da heyecanı yoktu. Aşk sandığı ilk kıvılcıma tav olmuş, kumar oynamaktan başka iş bilmeyen, kumarda kaybettikçe de karısını didikleyen berbat bir adamla evlenmişti. Cemil Bey kendisinden habersiz, üstelik böyle bir adamla evlendiği için kızıyla uzun süre küs kalmış, baba-kız ancak Neriman Hanım’ın vefatından sonra tekrar bir araya gelmişlerdi. Aslında Nevin’in babasıyla yeniden bir araya gelmesinin tek bir sebebi vardı: Para. Annesi, ölümünden önce bir çanta dolusu paradan bahsetmişti ona. Zamanında kendi ailesine ait bir arsa satışından gelen bu paradan ne kocasına bahsetmiş ne de bankaya yatırmıştı. Giysi dolabının içindeki bir bavulda yıllarca durmuştu onca para öylesine. Kadıncağız belki de ilk kez kendine ait bir şey olsun istemişti kimbilir? Aniden hastalanıp kısa bir süre içerisinde öleceğini anlayınca kızına bu sırrından bahsetmiş, ihtiyacı olunca alabileceğini söylemişti. Kızcağızın bu paraya ihtiyacı olmuştu belki de kim bilir?

Şaheste Hanım’ın üçüncü kocası eski bir Emniyet Amiri olduğundan Emniyet’te halen sağlam tanıdıkları vardı.  Hemen karakolu aramış, apartmana bir ekip yönlendirilmesini rica etmişti. Ekiplerin olay yerine intikal etmesi uzun sürmemişti. Kemal ise halen kendine gelememiş, heyecandan tir tir titremekteydi. Cinayetin işlendiği saatte apartmandaydı, dairenin yedek anahtarı ondaydı, üstüne üstlük her yeri bir güzel temizlemiş olması onu zaten baş şüpheli yapıyordu. Polisler onu sorguya almak için merkeze götüreceklerini söylediğinde bayılacak gibi olmuş, sorguda heyecandan konuşamamış ve verdiği çelişkili ifadelerle şüpheleri daha da üzerine çekmişti. Oysaki kötü bir niyeti yoktu Kemal’in, sadece tam da cinayetin işlendiği saatlerde görevli olduğu apartmanda arasında resmi bir bağ bulunmayan biriyle birlikte olduğunu söylemek istemiyordu. Eğer söylerse biricik Züleyha’sının da peşine düşecekler, onu da sorgulayacaklardı. Züleyha’ya olan sadakati o geceyi nezarethanede geçirmesine sebep olmuştu, kim bilir başına daha ne işler açacaktı?

Salim Bey yaşına rağmen fit vücudu, sağlam kasları ve atletik oluşuyla övünürdü hep. Şüpheliler arasında Cemil Bey’i fiziksel olarak o hale getirebilecek yegâne kişiydi aslında. Yine de dışarıdan bakan hiç kimse aralarında tatlı bir tavla rekabeti dışında bir husumet olduğunu söyleyemezdi. Emekli bir asker olarak sorguda da hiç açık vermemişti Salim Bey. Yoksa geceleri evden gizli gizli çıkıp, merdiven altı yerlerde kumar oynadığını, borçlarının çoktan boyunu aştığını, her an haciz memurlarının kapıya dayanabileceğini, Cemil Bey’in hayırsız damadı Fikret’le de burada tanıştığını, evdeki paradan böylece haberi olduğunu, damadıyla parayı bölüşerek bu işten kurtulmak için işbirliğini yaptığını, Kemal’i musluğu tamir etmek bahanesiyle eve çağırdığında cebinden anahtarları alıp bir kopyasını yaptırdığını, Cemil Bey yokken evine girdiğini, evi didik didik aramasına rağmen çantayı bulamadığını polislere söyleyecek değildi elbet! Ancak bütün bunlar Cemil Bey kızını ziyarete gitmişken olmuş, Salim Bey her şeyi eski haline getirmiş, arkasında da en ufak iz bırakmamıştı. Ardından Fikret’i aramış, çantayı bulamadığını söylemiş, Fikret de deliye dönüp telefonu yüzüne kapatmıştı. Demek ki sandığından tehlikeliydi bu adam! Yine de hunharca bir cinayet işleyebilecek kadar cani miydi gerçekten? Peki ya şimdi neredeydi? Polis muhakkak onu da sorguya almak isteyecekti. Ya Fikret bildiklerini anlatıp onu da ele verirse? İntihar ederdi o zaman. Bunun olmasına katiyen müsaade edemezdi! Aslında tövbe etmişti ama muhakkak Fikret’le konuşmalıydı, bu akşam yine o batakhaneye gitmekten başka çaresi yoktu.

Sadece Kemal’i değil, kendini de düşünüyordu Şaheste Hanım zira Kemal’e anlattıkları yanlış değil ama eksikti. O gece en seksi geceliğiyle evde oturup bir kadeh viskisini içerken Cemil Bey’in eve girişini görmüş ancak o kadarla kalmamış, bilakis sanki çöp atıyormuş gibi yapıp tam onun geçeceği esnada kapıya çıkmış, sanki tesadüfen karşılaşmışlar gibi bütün seksapelini kullanarak aslında takati kalmadığı her halinden belli olan Cemil Bey’i evine bir kadeh içmeye davet etmiş, ısrarla dairesine girmek isteyen adamcağızı adeta zorla eve almış ve birlikte birer kadeh viski içene kadar da bırakmamıştı. Ancak adamcağızın perişan hali Şaheste Hanım’ın canını sıkmış, içinden “Daha fazlasını çekemem,” deyip yine zorla evine göndermişti. Aslında bunları anlatabilirdi elbet ancak yine o hatırlı bağlantıları sayesinde Cemil Bey’in ölmeden önce kanında uyuşturucu madde bulduklarını öğrenince korkup bütün bunları kendine saklamıştı. Elbette viskisinin içine bir şey katmamıştı, o kendisinden emindi ama bunu polise nasıl açıklardı? Dört kocası da hakkın rahmetine kavuşmuş seksi bir dula kim inanırdı?

Fikret kelimenin tam anlamıyla bir serseriydi. Hayatı boyunca bir baltaya sap olamayan, olmak da istemeyen, kumar oynayacak parayı karısı Nevin’in üzerinden çıkarmaya çalışan, onun duygusal zaaflarını son derece profesyonelce kullanan bir asalaktan başka bir şey değildi. Nevin ona annesinin gizli hazinesinden bahsettiğinden beri aklı fikri o paradaydı. Üstelik şans yine yüzüne gülmüş ve Salim Bey’i çıkartmıştı karşısına. Sert mizacı ve otoriter tavırlarına rağmen kaybetmeye ve kumara karşı müthiş bir zaafı vardı Salim Bey’in. Kumarda kaybettikçe hırslanıyor, daha büyük riskler alıyor ve daha çok kaybediyordu. Fikret Nevin’in duygusal zaafları gibi Salim Bey’in de bu zaafını hızlıca fark etmiş, bu durumu lehine kullanmış ve sonunda onu da planına dahil etmeyi başarmıştı. Üstelik hiç iz bırakmayacağından, parayı olduğu gibi ona teslim edeceğinden emindi Salim Bey’in. O gün Nevin’i bir güzel işlemiş, Nevin Fikret’in onu terk ettiğini ağlayarak babasına anlatmıştı.

Bu serserinin kızına daha fazla eziyet etmesine dayanamayan Cemil Bey, telefonu kapatır kapatmaz ufak bir plan yapmıştı. Bir çantaya birkaç parça eşya koymuş, çantanın içine evdeki paranın olduğu çantayı da saklamış ve Kemal’e birkaç günlüğüne kızına gideceğini haber vermişti. Cemil Bey’in esas niyeti kızını yanına taşınmaya ikna edip parayı da kendine bir iş kurmak için harcamasını sağlamaktı, iyi niyetinin göstergesi olarak da parayı yanına almıştı. İlk gün her şey yolunda gitmişti aslında. Hatta Cemil Bey o kadar mutluydu ki, ertesi gün kızıyla birlikte eve döneceğinden emindi. Ancak mesleğinin getirdiği şüphecilik onu bir kez daha yanıltmamış, her şeyin bir oyun olduğunu anlamış, henüz paradan bile bahsedemeden ikinci günün akşamına doğru çantayı da alarak evden çıkmıştı.

Salim Bey’in önceki gece bir halt becerememesine zaten öfkeli olan Fikret, Cemil Bey’in de bir şeyler sezip evi terk ettiğini öğrenince iyice küplere binmişti. Oysaki sona ne kadar yaklaşmıştı! Adamcağızın çayına katılacak ilacı bizzat kendisi temin etmişti. Bir süre sonra olduğu yerde uyuyakalınca anahtarlarını alacak, Cemil Bey’in evine gidip Salim Bey’in beceremediği işi bizzat kendi becerecekti. Ama yaşlı kurt bir kez daha elinden kurtulmayı başarmıştı, ilacın da etkisiyle şimdi evinde mışıl mışıl uyuyacaktı! Üç kuruş paranın peşinden koştuğu yeterdi, artık bu baba kıza harcayacak daha fazla zamanı yoktu. Takıldığı batakhanelerde daha çok av vardı nasılsa!

Zeliha, gecekondudan bozma evinin kapısını yavaşça kapadı. Ev o kadar dökülüyordu ki sanki biraz daha sert kapasa başına yıkılacak gibiydi. Çeşit çeşit gazete küpürleri yapıştırılmıştı evin çatlak duvarlarına. ‘35 yaşındaki Ö.Ç. “tasarlayarak kasten öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm oldu’ diyordu birinde. Bir diğerinde ise ‘4 senedir hapiste olan Ö.Ç.’nin cansız bedeni cezaevi tuvaletinde bulundu’ yazmaktaydı. Haberler böyleydi işte. İnsanlar bu haberleri okur, önce üzülür, belki biraz gözleri dolar, bir sonraki eğlenceli magazin haberine geçer geçmez olan biteni unutur ve hayatına kaldığı yerden devam ederdi. İnsan hafızasının ömrü bu kadardı işte. Bir gazete küpürü kadar… Sonra hiç kimse merak etmemişti ne Ö.Ç.’nin gerçek ismini, ne de geride kalan ailesini… Ökkeş Çorumlu’nun geride kalan karısı ve altı yaşındaki kızının evine haciz gelip bir odalı küçücük gecekondularındaki tek değerli şey olan televizyonu aldıklarında kimse yoktu yanlarında. Karısı, biricik kızlarını okutabilmek için temizliğe gittiği yerlerden birinde pencere silerken on ikinci kattan düşüp öldüğünde küçücük kızının eline biraz para tutuşturan kelli felli adamlara karşı kimse hakkını savunmamıştı. Minik kızın annesinin ölümünün ardından verildiği yetimhanede geçirdiği o korkunç gün ve gecelerde kimse görmemişti ne içindeki ve ne de dışındaki yaraları… Oysaki minik Zeliha o küçücük haliyle babasının davasına bakan Hâkim Amcası’na gitmiş, “Babam bir şey yapmadı, n’olur onu eve gönder Hâkim Amca!” diye yalvarmış, ağlamış, Hâkim Amcası da son derece şefkatli bir şekilde başını okşamıştı. Ama olmamıştı işte, babası bir daha eve hiç gelmemişti… On sekiz yaşına gelip de yetimhanede bile kendine yer bulamayınca biraz sokaklarda kalmış, hayatta kalabilmek için her işi, ama her türlü işi yapmıştı.

Ardından yine bir gazete küpürüyle başlamıştı her şey. Hakkaniyeti ve adaletiyle meşhur ünlü hâkim Cemil Güzar’ın emekli olduğu yazıyordu haberde. Peh, ne adaletti ama! Onu da annesini de açlık, sefalet ve türlü işkencelere mahkûm eden hâkim mi adildi? Karısının yakın zamanda vefat ettiği, artık kızıyla daha çok vakit geçireceği yazıyordu röportajda. Bir de kızı vardı demek, öyle mi? Yıllardır içinde biriktirdiği öfke, bastırdığı intikam ateşini harlamış ve şeytani bir plana dönüşmesini sağlamıştı böylece. Önce hâkimin kızını takibe aldı Zeliha. Nevin’in hayatta tek bir hobisi ve meşgalesi vardı: Dikiş ve nakış. Zeliha da ne yapıp edip aynı kursa yazılmayı ve Nevin’le kısa sürede arkadaş olmayı başardı. Kendini Züleyha olarak tanıtan Zeliha küçük yaşta babası tarafından terk edilen mağdur kız çocuğu rolünü o kadar iyi oynamıştı ki, kısa sürede kaynaşmışlardı. Apartmanın direği Kemal’den de Nevin sayesinde haberi olmuştu Zeliha’nın, üstelik onu etkilemesi de çok zor olmamıştı. Asıl hedefi Cemil’den intikam almakken Nevin’in boşboğazlığı sayesinde öğrendiği parayı da radarına almıştı artık. Kemal’le son konuşmaları esnasında Cemil Bey’in bir süre kızında kalacağını öğrenmişti. İşte beklediği fırsat ayağına gelmişti!

Cinayetin işlendiği akşam civarda oturan hanımlardan birine elbisesini bırakma bahanesiyle ‘sürpriz’ yapmıştı Kemal’ine. Hiç beklemediği bu sürpriz karşısında adeta bütün akli melekelerini yitiren Kemal, her hareketini hayranlıkla izlemiş, Züleyha’nın uyku ilaçlı çayını afiyetle içmişti. Her ihtimale karşın Kemal’in başucuna romantik bir not bırakarak, mışıl mışıl uyurken cebinden anahtarları aldı, kendinden emin ve sessiz bir şekilde merdivenleri çıktı ve anahtarları denemeye başladı.

Cemil müthiş bir öfkeyle terk etmişti evi. Kafasından bin bir türlü düşünce geçiyordu. Hayatı boyunca binlerce davaya girmiş, binlerce insanın ve hatta onların ailelerinin kaderini belirlemişti verdiği kararlarla. Ama hiç unutamadığı bir tanesi vardı: Ökkeş Çorumlu. Aslan gibi bir delikanlıydı aslında Ökkeş. Minicik, tatlı mı tatlı bir kızı vardı hatta. Neydi adı? Zü… Zi… Ze… Zeliha. Evet galiba Zeliha’ydı o tatlı kızın adı. Ufacık haliyle kapısına kadar gelmiş, ağlayarak yalvarmıştı “Babamı bırak,” diye. Ama deliller ortadaydı, üstelik Ökkeş de suçunu kabul etmişti. Karısını gözetleyip aylardır rahatsız eden adamı kıskıvrak yakalamış ve vahşice katletmişti, yaptığından da pişman değildi, “Yine olsa yine yaparım!” demişti. Birkaç sene sonra da öldürdüğü adamın yakınları tarafından hapiste öldürüldüğünü duymuştu. Acaba ne olmuştu küçük Zeliha’ya? Peki ya kendi küçük kızı Nevin? O tatlı kız nasıl olmuştu da Fikret gibi bir adamın adeta uydusu haline gelmişti? Belki de her şey şu menem para yüzündendi. Elli yıllık karısının bu parayı ondan yıllarca saklaması, vefatından sonra eşyalarını ayırırken bulması onun için tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Yıllarca ne rüşvetleri reddetmiş, bu yüzden sürüldükçe sürülmüş, başına gelmeyen kalmamıştı. Yine de pişman değildi. İşte yine nereden geldiği belli olmayan bir para, kızıyla olan ilişkisini paramparça etmişti!

Üçüncü denemesinde doğru anahtarı bulmuş ve kapıyı açmıştı Zeliha. Hazırlıklı gelmişti üstelik, elinde eldivenleri, ayağında da galoşları vardı. Ne olursa olsun herhangi bir iz bırakmak niyetinde değildi. Demek ona hayatı zehreden adam böyle bir yerde yaşıyordu. Düzenli, temiz, şık mobilyalarla süslü, güzel bir dairede… Üstelik bir sürü de mutlu aile resimleri vardı. Neyse fazla duygusallığa yer yoktu, bir an önce paraları alıp buradan sıvışmalıydı. Önce yatak odasına gitti, dolaplara baktı, çantaları, bavulları tek tek açtı ancak ne para ne de değerli bir eşya bulamadı. Zaten bu evdeki huzur ve düzen onun sinirlerini bozmuştu, aradığını bulamayınca iyice sinirlenip her yeri gelişi güzel dağıtmaya başladı.

Cemil Bey bir yandan yürüyor, bir yandan düşünceler kafasında dalgalanıp duruyordu. Belki de artık o paradan kurtulmanın zamanıydı. Aileye uğursuzluktan başka bir şey getirmemişti ne de olsa. Hem belki böylece Nevin’le daha fazla kavga etmezlerdi. Belki saçma bir düşünceydi bilmiyordu ama o kadar öfkeli ve o kadar yaralı hissediyordu ki kendini, ilk kez mantığıyla hareket etmemeye karar verdi. Her zaman geçtiği derenin üzerindeki o minik köprüdeki dilenciye doğru yaklaştı, çantayı önüne bırakıp koşar adımlarla evine doğru yürümeye devam etti.

Kısa sürede evin altını üstüne getirmiş ancak halen aradığını bulamamıştı Zeliha… Öfkeden deliye dönmüşken anahtarın sesini duydu. Eyvah! Hani bu adam kızında kalacaktı, ev darma dumandı, görür görmez hırsız girdiğini anlayacak ve polise haber verecekti. Hemen pencereden dışarı baktı, ikinci kattaydı, atlarsa fazla bir yara almadan kaçabilirdi belki de.

Cemil Bey süklüm püklüm bir şekilde içeri girdi. Neyse ki Şaheste Hanım’a rağmen hâlâ nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde evine girebilmeyi başarmıştı. Paraları öylece dilenciye vermenin aslında ne saçma bir davranış olduğunu kafasında dolandırırken, ışıkları bile açmadan banyoya gitti. Belki de su bütün bunları alıp götürürdü üzerinden.

Zeliha bir kez daha nasıl dört ayak üzerine düştüğüne inanamıyordu. Cemil Bey eve gelmiş ve zifiri karanlıkta dosdoğru banyoya gitmişti. Zeliha böylece rahatlıkla kapıdan çıkabilecek ve tereyağından kıl çeker gibi kendini bu işten kurtarabilecekti. Ama durdu, gitmedi Zeliha. Gidemedi… Daha evvel intikamına hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Para da önemliydi tabii ama bu yola asıl baş koymasının sebebi Hâkim Amca’dan intikam almaktı. Belki de beklediği asıl fırsat işte şimdi ayağına gelmişti!

Cemil Bey ayağını küvetin içine sokmak için kaldırır kaldırmaz hafif bir baş dönmesi hissetti. Stresten olduğunu düşündü ilk başta, ancak göz kapaklarını tutamaz haldeydi, ani bir uyku bastı, dengesi bozuldu. Bir anda ayakları küvetin içinde, gövdesi ise dışarıda kaldı ve kafasını sert bir şekilde lavabonun mermer ayağına çarptı.

Zeliha bu gel gitli düşünceler içerisindeyken içeriden tak diye bir ses geldi. Bir anda istem dışı bir kararla banyoya gitti. Cemil Bey kanlar içindeydi. Üstelik çırılçıplak ve biçimsiz bir şekilde küvetin içinde hafifçe mırıldanmaktaydı. Ne söylediğini anlamak için yavaşça yanına gitti.

Cemil Bey yanında bir nefes hissetti. Kurtulmuştu işte! Kim olduğunun, nasıl olduğunun önemi yoktu, onları düşünecek durumda da değildi, onu kurtaracak biri gelmişti sonunda. Olanca gücüyle bağırdı, bağırdı, bağırdı!

Zeliha, Cemil Bey’in üzerine doğru eğildi, adam yaşıyordu, hafif de olsa nefes alabilmekteydi. Aslında hemen şimdi ambulansı çağırsa kurtulma şansı olacaktı belki. Belli ki o da kalan son nefesiyle bunun için yalvarıyordu.

Bu kadar bağırmaya neden duymuyordu ki yanındaki! Hey, yabancı, kurtar beni, kurtar beni!

Zeliha, Hâkim Amca’sının kafasını yavaşça avuçlarının içine aldı, onu sımsıkı tuttu, gözlerini kapadı ve tek bir hamleyle kafasını önce sağa, sonra da sola doğru çevirdi. Ardından yavaşça yüzüne doğru eğilip nefesini ve nabzını kontrol etti. Yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi, amacına ulaşmıştı. Cemil Bey’in cansız bedenini orada öylece bırakıp, kapıyı çekip çıktı.

Köprünün üstündeki dilenci anlamamıştı ne olduğunu, adamın teki önüne bir çanta bırakıp gitmişti. Şöyle bir baktı çantaya, genişçe bir çantaydı, belli ki içinde bir şeyler vardı. Fermuarı açtı, etraf karanlıktı bir şey göremedi, içindekileri eliyle yokladı. Kâğıt gibi bir şey geldi eline, çantadan çıkarıp baktı, bir tomar paraydı, eliyle yoklayınca içinde bunlardan çok olduğunu anladı. Bir süre elindeki kâğıt parçasına baktı, baktı, baktı… Eskiyi düşündü, eskiden kendinde bunlardan ne çok olduğunu ama onlar yüzünden bugün burada olduğunu… Bir süre daha baktı, baktı, baktı… Havalar iyice soğumuştu, yanındaki ateşten başka onu ısıtacak bir şeyi yoktu. Bu çantadakiler ateşi iyi harlardı, birkaç gece daha idare ederdi böylece… Çantadan paraları çıkarıp tek tek yanan ateşin içine atmaya başladı, yüzüne keyifli bir gülümseme yayılmıştı.

En Son Yazılar