Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

OZAN ILGIN – 11. BÖLÜM

Diğer Yazılar

YENİ EV

HAVUZ PROBLEMİ

Tuğba Turan
Tuğba Turan
1972, Ankara doğumlu olan Turan, 1990 yılında Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirip devlette çalıştıktan sonra 2008'de Karabük-Eflani ilçesine serbest eczane açtı. Kendisini 2003 doğumlu bir erkek evlat, üç köpek, on (zaman zaman daha fazla) kedi annesi olarak tanımlamaktadır. Safranbolu’da yaşıyor. Zalifre Yazıları isimli basılı dergide makaleleri yayınlanan yazarın Gölge e-Dergi'nin son yirmi sayısında fantastik hikâyeleri yer almıştır. Dedektif Dergi’nin kuruluşundan beri yazdığı 30 bölümlük Tilda ve Diğerleri isimli polisiye hikayeleri kitap haline gelmiştir. Kişisel sayfası olan tugbaturan.com'da tüm yazılarını yayımlayan yazar aynı zamanda Türkiye Polisiye Yazarları Birliği üyesidir. Eserleri: Adı Cemre Olacak (Roman) 2020, Herdem Yayınevi Dedektif Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları (Polisiye Hikâye) 2021, Herdem Yayınevi Dedektif Dergi (Polisiye Hikâye Seçkisi, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Kırmızı Battaniye (Polisiye Hikâye, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Dark Polisiye – İkinci Kitap 2021, Dark İstanbul Yayınları

KOMPLO

MS plakalı siyah VIP mercedes minibüs Milton Burgazphorus Oteli’nin önünde durdu. Otel, İkram Papazoğlu başkan seçildiğinden beri süregelen inşaatlarla, şehrin en yüksek ve en güzel ışıklandırılmış binası olan Bel-Bil Kulesi yani Belediye Bilişim ve Enformasyon binasına karşı kıyıdan bakarak Sultanat Eyalet-Şehri’nin en güzel manzarasını seyretmekteydi. Otelin kapısında hazırol’da bekleyen valenin minibüse doğru hamle yapmasıyla minibüsün korkunç bir gürültüyle patlaması bir oldu. Otelin lobisindeki tüm personel ve müşteriler kocaman bir mağara haline gelen giriş katında parçalarına ayrılarak simsiyah olmuş yıkık duvarlara yapıştılar. Peşinden asansör boşluklarından otelin diğer katlarına tırmanmaya başlayan büyük bir yangın başladı. Patlamanın etkisiyle iki yüz metre çapındaki bir alanda bulunan tüm binaların camları patladı. Otelin karşı kaldırımındaki on iki yaya ve iki sokak köpeği önlerinde yürüdükleri dükkanların vitrinlerine fırlayıp çarparak öldüler. Otelin önündeki caddeden geçmekte olan iki araç havalanıp arkadaki dört aracın üzerine düştüğü için tüm araçlardaki üçü çocuk toplam on sekiz kişi de ezilerek ya da yanarak hayatını kaybetti.

***

Burgaziçi Nehri’nin öte kıyısındaki fakir ve bakımsız doğu yakasını zengin ve gelişmiş batı yakasından ayırmak için yeni örülmüş iki metre yüksekliğindeki Sultanat Duvarı’nın önünde bir başka siyah VIP mercedes minibüs park etti. MS plakalı tüm bu minibüsler çok önemli müşterilerin seyahat organizasyonu yapan bir şirketin sahibesine aitti. 17 Megabit Şadiye isimli bu şirket sahibesi, önemli müşterilerine seyahat, gezi veya gündelik eğlencelerinde onlara eşlik edecek genç kadın ve erkekler de dahil olmak üzere her türlü hizmeti vermeye muktedirdi. Müşteriler önemli olunca yaptıkları işler de önemli oluyordu. Çok önemli işleri yapan insanlar artık oteller ya da restoranlar yerine Şadiye’nin minibüslerinde her türlü iş bağlantılarını yapar ve el sıkışır olmuşlardı. Böylece otel odaları veya mekânlarda birlikte görülme ve çeşitli güçler tarafından dinlenilme riskini bertaraf ediyorlardı. Fakat bilmedikleri şey diğer mekânlarda yerin kulağı varsa, minibüslerde de Şadiye’nin kulağı vardı. Şadiye itinayla, her aracına binenleri ve inenleri dakika dakika kayıt altına aldırıyordu. Belli olmazdı. Bütün bu bilgiler bir zaman gelir mutlaka lazım olurdu.

Otobanlarda hayat kadınlığı yaptığı yıllarda şoförlerin nakliyecilik hikâyelerini dinlerken, bu işten kazandığı üç-beş kuruşu taşıma işine yatırırsa fena olmayacağını akıl etmişti. Sonrasında bu üç-beş kuruş üç-beş trilyon olunca mal değil insan taşımaya karar verdi. Taşıdığı bazı insanlar konuşabilmelerine rağmen ‘mal’ statüsünden pek de ileri gitmiyorlardı. Ama bu boşboğazların minibüslerin arka koltuklarında kendilerine eşlik eden erkek veya kadınlara anlattıkları hikâyeler kilo kilo altından daha değerli oluyordu. Çünkü 17 Megabit Şadiye biliyordu ki günümüzde güç için para lazımdı. Para için de bilgi gerekliydi. Kısaca dostları ve düşmanları hakkında en çok bilgiyi edinen en güçlü kişi demekti.

***

Sultanat Duvarı’nın dibinde park edili mercedes minibüsün içinde Savdi Akrepistan Kralı’nın Beton ve İnşaat Bakanı Küffar El-Faraşî ve bu akşamki misafiri Jewel Cevriye vardı. El-Faraşî, Sultanat’ın doğu yakasında inşa edilecek büyük rezidans projesi olan MERKEZ-SULTANAT tabelası asılır asılmaz Sultanat’ta fink atmaya başlayan Savdi üst düzey yetkililerden biriydi.

Arazide bulunan mahallelerde yaşayan insanlar Sultanat Otomatik Konut İdaresi -SOKİ tarafından yapılan uzak binalardaki 1+1 evlere gönderildiğinden beri Savdi yetkililer cülcül oynuyorlardı. El-Faraşî ise bunların arasında kuşkusuz kadınlara, içkiye ve eğlenceye en düşkün olanıydı. Her akşam bu gece barda gönlüm hovarda modundaki bu yetkililer, kendi ülkelerinde inançları bahane ederek insanlara özellikle de kadınlara her şeyi yasaklıyorlardı. Yasakları delen insanların bu inanç uğruna ellerini kollarını kesiyorlardı. Fakat insanın en temel hakları sayılan yeme-içme ve istediğiyle istediği yerde gezmenin mümkün olduğu Sultanat Eyalet-Şehri’nde kendileri gezmenin eğlenmenin dibine vuruyorlardı. Hele de üç kuruşa kapattıkları bir araziye Burgaziçi Nehri manzaralı muhteşem evler inşa edip bin bir kârla satacaklarını bilmelerinin verdiği şevkle şehrin tüm eğlence hayatı imkânlarından sonuna kadar faydalanıyorlardı. Hâl böyle olunca 17 Megabit Şadiye’nin her türlü hizmetini talep etmeleri elbette farz oluyordu. Zaten Şadiye gelen yabancı misafirlerin telefonlarına hemen kendi mobil uygulamasını yüklettirip rakiplerini bertaraf etmekte bir numaraydı. Yine biliyordu ki, politik güçleri olan ama yeme içme ve eğlenmeyi haddinden fazla seven adamları hayalarından yakalamak için hiçbir tuzak bal tuzağı kadar etkili olamazdı.

***

Jewel Cevriye, yeraltı dünyasında Şadiye’nin Melekleri denilen en iyi üç kadın elemanının bir numarasıydı. Diğer ikisi Haspa Hasibe ve Kontak Kadriye de çok beceriklilerdi. Ama topuklularla neredeyse 1.90 boyunda olan Cevriye üç dil konuşmasının ve her ortamda oturup kalkmayı bilmesinin verdiği zarafetle, yanındaki kendinden kısa boylu erkeklere zürafa boyuyla tepeden bakardı. Böylece erkeğin içindeki egemenlik kurma zehrini başka yöne akıtıp gücün kendisinde olduğu imajını yaratmayı iyi bilirdi. Yani iki kadehten sonra gündelik hayattan konuşmayı bırakan müşterileri, düşmanlarının eline geçmemesi gereken nice bilgiyi Jewel Cevriye’nin kucağına bırakıverirlerdi. Erkeklerin Cevriye’ye olan düşkünlüğü gibi, kadının da bir zaafı vardı. Nadide mücevherlere düşkündü. Tabii ki bu, beraber gezdiği kodamanların hiçbirini maddi anlamda zorlamayacak minik bir hobiydi. 

***

Minibüste Cevriye ile hoş beş etmekte olan El-Faraşî’nin, elindeki akıllı telefonun ekranına kayıtlı olmayan numaradan gelen bir başparmak yukarı ‘OK’ işaretinden sonra keyfi yerine gelmişti. Yeni açtığı Yamazaki 55 şişesinden bardağa akan altın rengi berrak sıvıyı sek olarak yuvarlamaya başlamıştı. Cevriye’ye de bir bardak dolduruyor, fakat kadın kaşla göz arasında bardaktaki sıvıyı koltukla kapının arasına sızdırıveriyordu. Faraşî’nin şimdiki tek derdi dünyaları ayağına serdiği Jewel Cevriye’nin ‘Azıcık öte sersen olmaz mı hayatım?’ diyerek hiçbir şeyi beğenmemesiydi. Kadına nerelerden hangi mücevherleri getirtmişse beğendirememiş, her seferinde aldığı ‘Ayy ben bundan daha farklı bir şey istiyordum!’ cevabı onu çıldırtmaya yetmişti. Sonunda Cevriye telefonundan bir sayfa açtı. “Sizden bunu istiyorum Faraşîciğim…”

Sayfada, Elvis Presley’in Las Vegas’taki ilk konserinde taktığı pırlanta işlemeli E harfinden tokası olan kemerin açık artırmayla satılacağı yazıyordu. El-Faraşî hınzır bir kahkaha attı.

“Olmuş bil güzelim.”

Cevriye nazlı nazlı “O zaman o kemerle gelinceye kadar kapımı çalmayınız!” dedi ve soyu tükenmekte olan bir pars zarafetiyle minibüsten indi. İnerken de El-Faraşî’nin elinden koltuğa fırlattığı telefonu el çabukluğuyla almayı ihmal etmedi. Lüks bir karavan haline getirilmiş minibüsün yatak misali arka koltuğunda gözleri şeşi beş görmeye başlamış Faraşî, kadının erkenden gitmesine bozuldu ama nasıl olsa geri gelecek diye düşünerek sesini çıkarmadı.

***

Patlamadan sonra Milton Burgazphorus Oteli tam bir can pazarına dönmüştü. Eyalet-şehrin tüm hastanelerinin acillerinden gelen ambulanslar, yıkıntılar arasından ceset ve yaralı çıkarmak için uğraşıyordu. Yangına müdahale için gelen itfaiye erlerini getiren itfaiye arabaları ve asayişi sağlamak üzere amirleri Kozak Hayri liderliğinde olay yerine gelmiş olan Sultanat Şehri Özel Kuvvetleri- SSOK’un araçlarının “Yanar döner kırmızı-mavi ışıkları tüm caddeyi pavyon renkliliğinde bir cümbüşe boyamıştı” diye yazacaktı ertesi gün Cenah gazetesinin densiz bir yazarı. Oradan oraya koşuşturan sağlık personelinden başka renklerin cümbüş değil cehennem olduğunu düşünen başkaları da vardı. Çeşitli ülkelerden konsolosluk araçları otelin önündeki artık trafiğe kapatılmış olan caddede konvoy oluşturmuştu. Konsolosluk çalışanları, kendi ülkelerinden ölen ya da yaralanan var mı acilen öğrenebilmek ve ailesine bildirmek derdine düşmüşlerdi. Sultanat vatandaşlarının kimliklerini tespitte ise kimsenin bir acelesi yoktu.

***

Belediye Başkanı İkram Papazoğlu Burgaziçi Nehri üzerine inşa edilmesine  “İkinci köprü Sultanat Şehri için cinayettir. Şehrin ormanlarının imara açılarak yok edilmesinden başka bir işe yaramayacaktır!” diyerek kendisinin de itiraz etmişti Fakat köprünün temel atma töreninde müteahhit kankalarıyla birlikte poz vermişti. Patlamadan iki hafta önce 26 Eylül’de de inşası biten ikinci köprünün açılışını yapmıştı. Kurdele kesme töreninde yine müteahhit kankalarıyla boy boy fotoğraf çektirmişti.

Basında 4’lü ekip olarak adlandırılan Le Mach İnşaat’ın sahibi Joe Le Mach, Camion İnşaat’ın sahibi William Camion, Warrior İnşaat’ın sahibi Jack Warrior ve Call-in İnşaat’ın sahibi Avarel Call-in’le suratlarında kocaman sırıtışlarla poz vermişler, kapalı kapılar ardındaki iş birliklerini artık kimseden korkumuz yok dercesine gün ışığında da pekiştirmişlerdi.

Yağız Sultanat Köprüsü ismi verilen köprünün açılışından beş gün sonra Papazoğlu, artık aralarından su sızmayan adamı Solomon Sert’i Sultanat Eyalet-Şehri’nin Piizişleri Bakanlığı’na atadı. Sert böylece, 15 Mayıs gecesi Quirtö’cülerin kalkıştığı girişim sırasında SULTV’yi basarak spikerin kudeta bildirgesini okumasına engel olmasının semeresini görmüş oldu. Bu arada nehrin üzerindeki ilk köprü olan Burgaziçi Köprüsü’nün ismi de 15 Mayıs Şahitleri Köprüsü olarak değiştirildi.

***

Milton Burgazphorus Oteli’nin önüne konsolos araçlarından bile sonra varabilen Piizişleri Bakanı Solomon Sert’in rahatlığı işte artık arkasına aldığı bu güçten dolayı idi. Masumun ve mazlumun yanında olacağız naralarıyla Sultanat Eyalet-Şehri belediye başkanlığına seçilen Papazoğlu şehre öyle bir çark inşa etmişti ki, insanları bu çarkın dönebilmesi için gece gündüz demeden hayatları pahasına hep aynı yöne doğru boşa koşturup duran hamster’lara çevirmişti. Kendi çevresi yiyeceğinden fazlasını bulup semirirken, sıradan vatandaş için ailesiyle refah içinde yaşamak bile hayal olmuştu. Feci bir patlamada bu insanların üçünün beşinin ölmesinin bu üst sınıf için herhangi bir ehemmiyeti yoktu.

17 Megabit Şadiye, Solomon Sert’in Milton’daki patlamanın olduğu geceki rahatlığından patlayan minibüsün içindekilerin kimliğini, daha olay yeri incelemedekiler DNA testi sonuçlarını açıklamadan bildiğini anlamıştı. Minibüste ölenler Sultanat’ın Papazoğlu’nun peşinden gitmeyen diğer dört büyük müteahhidiydi. Ama bundan emin olması gerekiyordu. Teyit edilmemiş bilgi dedikodudan ibaretti.

***

Jewel Cevriye El-Faraşî’yi kafası bir milyon uzanmış halde bırakıp minibüsten indi. Minibüsün arkasından takip eden Savdi bakanın korumalarını atlatmak için gelen ilk taksiye bindi. Başka bir MS plakalı VIP mercedes minibüs taksiyi güvenli bir mesafeden takip etti. Yeterince uzaklaştıkları zaman Cevriye taksiyi durdurdu ve arkasından yanaşan minibüse bindi. Minibüste Cevriye’yi beklemekte olan Şadiye bakanın telefonunu beraberindeki hacker elemanına verdi.

Kırmızı saçlı, kırmızı svet-şört, pantolon ve bot giymiş genç bir kadın olan Haypatya isimli hacker, El-Faraşî’ye gelen ‘OK’ manasındaki emoji mesajının nereden geldiğini dakikalar içinde tespit etti.  Bütün oklar Solomon Sert’in sağ kolu olan adamlarından birini gösterdi. Bu da demekti ki MERKEZ-SULTANAT gibi devasa bir projenin ihalesinde karşılarına çıkabilecek dört büyük müteahhidi önce  Sultanat’ta ilk defa toplanacak olan “Dünya İş Adamları Kongresi”ne davet etmişlerdi. Bu müteahhitlerin büyük olmaları yanındaki ayırıcı tek özellikleri aldıkları ihalelerde Papazoğlu’ndan yana olmamaları yani onu ihya etmemeleriydi. Sonra bu adamları aynı minibüse bindirme işi geliyordu. Burada da Şadiye’nin parmağı vardı. Fakat Şadiye minibüse hep beraber bindirmek için kırk takla attığı müteahhitleri otelin önünde minibüsü, otel personeli ve müşterilerinin yarısıyla birlikte Pompeii’ye döndüreceklerini nereden bilebilirdi? Hem ondan iş adamlarının taşınması için araç kiralanmıştı. O sadece işini yapmıştı. Bu minibüsün kiralanmasında aracı olan kurumu takip ettiklerinde de ipin ucu tabii ki Sert’e ulaşmıştı.

Yani iş adamlarını Milton Burgazphorus’a getiren minibüsün patlatılmasında Şadiye’nin tahmin ettiği gibi malum kişilerin parmağı vardı. Eyalet-şehrin biraz daha seküler kanadında yer alan ve eyalet dışında yaptıkları projelerle birer dünya şirketi olma yolunda ilerleyen dört şirketin patronu böylece ortadan kalkınca şirketler de yollarından çekilecekti. Le Mach, Camion, Warrior ve Call-in inşaat şirketlerinin önü yeni ihale ve kârlar için sekiz şeritli hız limiti olmayan bir otoban gibi açılacaktı. Şimdi geriye, Nasrettin Hoca misali diktikleri dikenli çalılara takılacak koyunların yünlerini toplayıp, eğirmek ve iplik yapınca da satmak kalmıştı. Ama o iplikler halat olup kimin boynuna dolanacaktı bunu kimse bilemezdi.

17 Megabit Şadiye, El-Faraşî’nin telefonundan istediği tüm bilgileri kopyalattıktan sonra hazır beklemekte olan motorlu kuryeye telefonu vererek minibüsün Cevriye’yi indirdiği yere atmasını emretti. Kayıp telefonun genç kadın minibüsten inerken düşmüş olma ihtimaline kargalar bile gülerdi ama Şadiye’nin umurunda bile değildi. Nehrin doğu yakasında yapılacak yeni inşaatları protesto eden halkı uzak tutmak için Sultanat Duvarı’nı inşa ederlerken bütün Sultanat Suçluları Sobeleme Sistemi- SOBESE kameralarını da söktükleri için bu arazi, karanlık güçlerin cirit attığı bir bölge haline gelmişti.

***

Sultanat Eyalet-Şehri’nde Papazoğlu için işler tıkırında giderken, Papazoğlu’ndan yana olmayanlar için her şey tepe taklak gidiyordu. Her eyalet için elzem bir mesele olan güçler ayrılığı ve çeşitli eyalet işlerinin vali ve belediye başkanı arasında bölüştürülmesi gerekliliği, Papazoğlu için dediğim dedik kararlarının önünde duran bir engeldi. Bu, eyalete dair tüm kararların tek elden alınmaması için oturtulmuş ve yıllardır itinayla işletilen bir sistemdi. Zamanında denenmiş ve ona göre bir sistem oluşturulmuştu. Eski tecrübelerden biliniyordu ki, eğer karar mekanizmasını denetleyen ikinci bir mekanizma olmazsa işler sarpa sarıyordu. 

Papazoğlu bu sistemi dizinin üzerinde bir top gibi sektirdikten sonra bir kafa vuruşuyla taca attı. Böylece vali ve belediye başkanlığını kendi bünyesinde toplamak amaçlı başkan-valilik istemine geçilmesi için düğmeye bastı. Eyalet-şehrin son valisi olacak kişi Millenyum Thunder’ın görev tanımını yeniledi ve yapılan referandumdan çıkan %52 oyla başkan-valilik sisteminin önünü açtı. Bu referandumda MEVAP partisi genel başkanı Etat Le Jardin şaşırtıcı bir şekilde Papazoğlu’nun saflarında yer aldı ve partililere “evet” oyu verdirdi. Bu, kulislerde yeni bir ortalık mı doğuyor sorusuna yol açan bir hamle oldu.

***

4 Aralık’ta Her Daim Ezilen Vatandaş Partisi- HEWAP başkanı Selocan Çakmaktaş’la beraber aynı partiye mensup 10 eyalet vekili “suç işlemek amacıyla terör örgütü kurmak” suçundan tutuklanarak Cyvilry Cezaevi’ne sevk edildi.

Bu olayı takip eden 1 Ocak gecesi Burgaziçi Nehri kıyısındaki en büyük gece kulübü olan Oyyna’da yılbaşı kutlamaları dolu dizgin ilerlerken makineli tüfekle mekâna dalan bir adam açtığı yaylım ateşiyle 49 kişiyi katletti. Bu sebebi belirsiz katliamı da Parayla İş yapan Tetikçiler- PIŞYT terör örgütüne mensup birinin yaptığı tespit edildi.

***

Aynı gece ilerleyen saatlerde Küffar El-Faraşî,  Jewel Cevriye’yi Sultanat Ritz Oteli’ndeki otel odasına çağırttı. Bu arada, eyalet-şehrin büyük tantanayla reklamı yapılan yılbaşı partisinin verildiği mekânda vur patlasın çal oynasın eğlenen tüm Savdi yetkililerin saldırıdan yirmi dakika önce mekânı aceleyle terk etmiş olmaları tabii ki 17 Megabit Şadiye’nin gözünden kaçmadı. 

Elinde Elvis’in pırlanta kemeriyle koltuğa yayılmış bir halde sırıtarak Cevriye’ye bakan Faraşî’yi gören Cevriye bir kahkaha patlattı.

“Çok düşüncelisiniz. Demek getirttiniz kemeri. Size çok pahalıya mal olmuş olmalı…”

Genç kadın kedi yürüyüşüyle bir Victoria’s Secret mankeni gibi odaya süzülürken kahkaha atma sırası Faraşî’deydi.

“Elvis’i mezarından kaldır getir desen onu da yapmıştım senin için. Hem şu sizli bizli konuşmaları bir tarafa bırakalım ne dersin hayatım?”

Vücudunu sımsıkı saran siyah deri derin sırt dekolteli mini elbisesinin üzerine muhteşem kemeri taktığı zaman Cevriye’nin keyfine diyecek yoktu. Kadın dizinin üzerine kadar çıkan sivri topuk ve burunlu dar siyah çizmeleriyle dönerek kemeri sergiledi. Daha sonra elini boynuna attı. İnceden bir fermuar açılış sesi gelirken El-Faraşî’nin kanı beyninden kasık aralarına doğru akarak beynini oksijensiz bıraktı. Gözleri çakmak çakmak olan adam kadını ince belinden savurup kucağına çektiğinde siyah deri elbise ve kemer aynı anda yere düştü. Cevriye avucunun içinde gizlediği şırıngayı adamın boynuna saplayıp onu hayalleriyle beraber derin kabuslara sevk etmeden önce çantasından çıkardığı eldivenleri giydi. Aynı yerden çıkardığı delil torbasına eldivenle tuttuğu kemeri koydu. Az önce iki saniyede üzerinden attığı elbiseyi on saniyede tekrar giydi. Ve o minnacık çantasından çıkardığı babet ayakkabılarını hızla ayağına geçirerek çizmelerle yürürkenki zarafetini asla yitirmeden otel odasının balkonundaki demirlere bağlı siyah ip merdivenden tutunarak karanlıklara doğru süzüldü.

***

“Neden ille de Elvis’in kemeri olacak diye tutturdun Şadiye abla?” diye sordu Cevriye. Kemeri Şadiye’nin kendisine verdiği talimattaki gibi el değmeden bir delil torbasına koyup getirmişti.

“Sana herhangi bir mücevheri almış olsa inkâr edebilir. Ama bunun satıldığını tüm dünya âlem gördü kuzum. Kimin aldığı da tabii ki internet ortamından yapılan her alışveriş gibi sahibinin minik ekmek kırıntılarını bıraktı ortama. Ne kadar aracı kurum kullanılırsa kullanılsın o minik ekmek kırıntılarından asıl kişiyi bulmak çok kolay. Üstelik şimdi üzerinde parmak izleri de var. Yani El-Faraşî sadece hayalarıyla değil parmak iziyle de avucumuzun içinde!” diyerek kemeri kasasına kilitledi.

***

Hiçbiriniz de sormuyorsunuz ki bütün bunlar olurken ben, Ozan Ilgın, neredeyim? Vuvuzuella’nın Maracaibo limanından kalkan ve Belçika’nın Antwerp eyalet-şehri limanına doğru yol almakta olan 4000 TEU kapasiteli Panamax tipi dev konteyner gemisindeyim. Anneannem Cilmaya ve süper köpeğim Çakır’la beraber konteynerlerden birinde, yanımızda ölmeden karaya çıkabileceğimiz kadar yeterli su ve erzakla kilit altındayım.

Beni ayak altından kaldırmak isteyen kimseler tarafından Santonio Banderas’ın ürettiği Sultanat Untouchable Flying Object- SUFO’ları teslim etmek üzere Vuvuzuella’ya gönderilmiştim. Devlet başkanı Nickname Hep Madur O’nun memleketinden arşa yükselen enflasyon hayatımı da eritmeden kıl payı kaçmayı başarmıştım.

Fakat benim bu okyanus ötesi ticaret sevdasında ne işim vardı? Yansam da ölsem de iş aşkıyla, amirime ben bu işi yapabilirim demeyecektim. Eyvah, kilitli olarak bindiğim bu konteynırdan Sultanat’a dönebilecek miydim?

DEVAM EDECEK

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar