Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

OZAN ILGIN 13: TARİKAT

Diğer Yazılar

Tuğba Turan
Tuğba Turan
1972, Ankara doğumlu olan Turan, 1990 yılında Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirip devlette çalıştıktan sonra 2008'de Karabük-Eflani ilçesine serbest eczane açtı. Kendisini 2003 doğumlu bir erkek evlat, üç köpek, on (zaman zaman daha fazla) kedi annesi olarak tanımlamaktadır. Safranbolu’da yaşıyor. Zalifre Yazıları isimli basılı dergide makaleleri yayınlanan yazarın Gölge e-Dergi'nin son yirmi sayısında fantastik hikâyeleri yer almıştır. Dedektif Dergi’nin kuruluşundan beri yazdığı 30 bölümlük Tilda ve Diğerleri isimli polisiye hikayeleri kitap haline gelmiştir. Kişisel sayfası olan tugbaturan.com'da tüm yazılarını yayımlayan yazar aynı zamanda Türkiye Polisiye Yazarları Birliği üyesidir. Eserleri: Adı Cemre Olacak (Roman) 2020, Herdem Yayınevi Dedektif Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları (Polisiye Hikâye) 2021, Herdem Yayınevi Dedektif Dergi (Polisiye Hikâye Seçkisi, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Kırmızı Battaniye (Polisiye Hikâye, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Dark Polisiye – İkinci Kitap 2021, Dark İstanbul Yayınları

Sultanat Duvarı ile ikiye bölünmüş olan şehrim, dünyadaki fakirlik ve zenginliğin birbirinden yüksek duvarlarla ayrılmasının bir yansımasını yaşamaktaydı. Dünyada sadece o ailede doğduğu için kraliyet yatlarında yolculuk edip, armalı ceketleri olan okullara giden çocuklar vardı. Ve dünyada sadece o ailede doğmadığı için şehrin -gecekondu-getto-çadır şehir-artık ne dersen de o isimli mahallesinde yarı aç yarı tok, üstü başı kir pas içinde uykuya dalmak zorunda kalan çocuklar vardı. Buna kader diyen 40 yaş üstü insanlar bu dünyadan gidinceye ve bu zihniyet değişinceye dek savaşmak biz 40 yaş altındakilerin boynunun borcuydu. Ve şehrimdeki o Sultanat Duvarı yerle bir olup zengin-fakir demeden herkes aynı okullara, aynı kafelere, aynı caddelere, aynı eğlence yerlerine eşit bir şekilde gidemedikçe bana dur durak ve huzur yoktu.

Yapamasam bile uğrunda öleceğim bir sebebim vardı artık. Karınca misali en azından yönüm belli olsundu.

***

Balık baştan kokuyordu. Canım şehrimde herkesin söylediği ve yaptığı farklıydı. Vali-Başkan İkram Papazoğlu muhafazakâr, mütedeyyin ve mütevazı bir lider portresi çizerek kendini seçtirmiş, sonra da Belediye Bilişim-Bel-Bil Kulesi’nde havyar yerken viskisini yudumlayan bir israf canavarına dönüşmüştü. Fakir dostu olacağım demişti, biz de bunu yemiştik. Halbuki fakirin dostu olmazdı. Bir dahakine ülkede fakir kalmayacak diyen lidere oy vermememiz gerekiyordu. Acaba eyalet-şehirde bir daha adil bir seçim olacak mıydı?

***

Ben vatan’dı, millet’ti, Sultanat’tı diyerek kendi dertlerimle kavrulurken muhalif kadın rap’çi 3KSİK3T3K’in M32AR isimli şarkısı Youtube’da patladı. Bu sefer Tacirüddin tarikatının sözde lideri Hacettin Efendi’nin 6 yaşındaki kızını, 29 yaşında bir adamla bile isteye evlendirmesi ve kız 15 yaşına gelince imam nikâhı, 18’ine girince de resmi nikah kıyması sonucu kızın çocuk yaşta cinsellikle tanışarak tacize ve tecavüze uğramasına göz yumması üzerine patlatmıştı şarkıyı.

M32AR

Altı yaşındaki kız çocuğunun olması gereken yer ana okulu veya kreş

Nasıl alladın pulladın da 29 yaşındaki eşşek kadar adamın koynuna yolladın bre kalleş

Kızının saçlarına takması gerekirken rengârenk kurdele

Utanmamış bir de evlendirmiş kızı tarikat lideri geçinen hergele

Bıkmadınız yıllardır, yeter biz kadınlara çektirdiğiniz çile

Aklınız fikriniz uçkurunuzda tarikat denen mikrop yuvalarında gücü yeten yetene

Kime indiği fark etmez ilahi dediğiniz sözleri hep çarpıttınız

Hangi dinden din adamı olursanız olun güç ve para geçince elinize göz göre göre sapıttınız

Postu serdiğiniz arazilerden sizi kimler kazıyacak

Sopası yok ki Tanrı’nın ille de gözünüzü mü çıkaracak

Doymak bilmez açlığınızı hangi bankaların rezervleri doyuracak

Siz altı yaşında taciz ve tecavüz edin diye mi analar bu kızları doğuracak

Adalete teslim edilse de yedirmeyiz diyerek içinizdeki pislikleri savundunuz

Biat etmeyen bir gazeteci her şeyi ortaya çıkardı diye hırsınızdan kudurdunuz

Tepenize yumruk gibi inecek birileri inşallah size kendi mezarınızı kazdıracak

Yoksa oy devşirme uğruna bu devranın adamları sizi iyice azdıracak

***

Sultanat eyalet-şehri bu skandalla çalkalanırken Papazoğlu’na hizmet eden medya her zamanki gibi “Saksağanın kuyruğu suya değdi mi, değmedi mi?” şeklinde uyduruk bir gündemle dikkatleri başka yöne çekmişti. Sultanatmak Cami ile yüzyıllardır karşı karşıya duran ve 1934’ten beri müze olan eski kilise Hayasomya, cami olarak ibadete açılsın mı açılmasın mı, idi bütün dertleri. Papazoğlu sonunda çıkıp mantıklı şeyler söyleyebildi:

 “Sultanatmak camisini dolduramayacaksın, Hayasomya’yı dolduralım diyeceksin. Büyük Cami’lıca tepesine cami yaptık. En az iki tane Hayasomya eder. Dış mihrakların oyunlarına gelmeyelim.”

Artık hem vali hem belediye başkanlığını bünyesinde toplamış olan İkram Papazoğlu’nun bu açıklamaları, tartışmaları biraz olsun durulttu. Fakat adalete teslim edilmek üzere gözaltına alınan Tacirüddin Tarikatı lideri Hacettin Efendi salıverildi ve serbest kalır kalmaz Sultanat’tan kaçacağı iddia edildi.

***

Henüz bu haber son dakika olarak ekranlara düşmeden Amirim Hayri Kozak’tan gelen mesaj hiç şaşırtmadı. “Ozan, Hacettin gerçekten kaçmış. Yanına ortağın Hüsnü’yü de al, bul o şerefsizi. Gizli görevdesiniz, haberin olsun.”

***

Maalesef yıllar önce bu Tacirüddin tarikatıyla benim de yolum kesişmişti. Bu görevi ya bir süre onların yurdunda kaldığım için vermişlerdi ya da Osteogenesis Imperfecta’dan mustarip 35 yaşında bir kadını kimyasallarla güçlü bir kadın polise çevirmiş olan sistem, sadece harcadığı paraların karşılığını almak istiyordu o kadar.

Güçlerimi yaratan sistemin benim güçlerimden, beni yok etmeyi isteyecek kadar korktuğunun farkındaydım. Artık Başkan İkram Papazoğlu’nun yarattığı korku eyalet-şehrinde hain bir muhaliftim. Çünkü Papazoğlu hayati idamesini, kendisine karşı olan tüm bireysel veya kitlesel oluşumları düşman ilan etmekle sağlayabilir hale gelmişti. Bu da Sultanat Şehri Özel Kuvvetler-SSOK olarak boynumuza geçirilen yuların her geçen gün daha çok sıkılacağı anlamına gelmekteydi.

İki seçeneğim vardı. Ya bu deveyi sonuna kadar güdecektim ve yolun sonu göründüğü anda devenin o bir tutam ot uğruna yardan yuvarlanışını seyredecektim. Ya da pılımı pırtımı, benim gibi kimyasallarla güçlendirilip polis köpeği yapılmış köpeğim Çakır’ı ve anneannem Cilmaya’yı alıp bu diyardan gidecektim.

Bu eyalet-şehir, kurucusu olan Mustafa Kâmil Atasult’un dediği gibi geldikleri gibi gidecek olanlara değil, memleketine âşık olan gençlere kalacaktı. Yönetimler geçiciydi ama Sultanat Eyalet-Şehri bakiydi. Adaletin tecelli etmesine katkıda bulunmak için teçhizatımı ve silahlarımı aldım ve kanımın son damlasına kadar savaşmak üzere ayaklarımı yere sağlamca bastım.

***

“Nükleer savaş veya bir pandemi sonrası, sadece bir sırt çantası dolusu eşyayla hayatta kalma mücadelesi verdiğim bir yaşantım olmalıydı. Sadece takip, avcılık ve silah kullanma becerileri yüksek kişilerin hayatta kaldığı, kelimenin tam anlamıyla her koyunun kendi bacağından asıldığı, hiçbir aile kavramının kalmadığı bir dünyada yaşamalıydım; özgürlük, eşitlik veya kardeşlik gibi hiç kimsenin asla elde edemeyeceği hayallerin peşinden koşmadığı ama kapitalizm-din-devlet-para dörtlüsünün tamamen çöktüğü, sadece biraz benzin ve su için insanların birbirinin boğazını kestiği bir dünyada. Kimsenin ‘Allah size uzun ömür versin’ diye lüzumsuz dileklerde bulunmadığı, uzun yaşayabilmenin imkânsız hatta gereksiz olduğu ve o uzun olmasını bile istemediğimiz ömrü tüketirken gereksiz filmler izlemek, gereksiz şarkılar dinlemek, gereksiz kitaplar okumak, gereksiz insanlarla tanışmak, gereksiz okullara gitmek ve gereksiz insanlara oy vermek zorunda kalınmadığı, erken ölen için sevinilen ideal bir dünyada. Kimsenin çocuk yapacağım diye uğraşmadığı ezkaza dünyaya gelen veletlerin de kendi başlarının çaresine bakarak hayatta kalmak zorunda olduklarını bildikleri bir dünyada. Bir nevi John Lennon hayali gibi: Imagine no posessions. Düşünsene, sahiplik duygumuz yok. Hiçbir şey bizim değil. Hiçbir alete ait ruhsatımız ve hiçbir yere ait tapumuz yok. Kimliğimiz bile yok. Kolumuzda ismimizin yazılı olduğu bir dövme var o kadar.”

Hüsnü ve ben Sultanat’ın arka mahallelerinde kaldırılmadık taş altı bırakmadan gezerken aklımdan geçenleri söylüyordum. Hüsnü ise cevaben “Şu anda da benzer bir durumda yaşamıyor muyuz zaten Ozan? Hiç dostumuz yok. Yalnızız ve hayatta kalma mücadelesi veriyoruz işte!” diyordu.

***

Bu tarikat meselesi hayatımın yıllar öncesine ait karanlık bir dönemiydi. Ben henüz 17 yaşındayken anneannem Cilmaya da hastalıktan mustaripken, o zamanki SSOK onu almış ve testlere tabi tutmaya başlamıştı. Bana hastaneye yatırıldığını söylemişlerdi. Dedem de vefat edince bana sahip çıkacak kimsem kalmamıştı. O.I. hastalığım yüzünden beni Cinci Hoca’nın bilmem kaçıncı göbekten torunu olduğunu iddia eden bir adamın kurduğu bu tarikatın yatılı yurduna gönderdiler.

Burada bir-iki hafta tedavi görecek ve sonra evime gönderilecektim. Ama bir yıl kadar kaldım, nedenini bilmiyorum. Zaten o döneme ait tüm hatıralarım karanlık. Bana ne gibi ilaçlar veriyorlardıysa artık, çoğunluk kafam dumanlı gezdiğim için orayı hayal meyal hatırlıyorum.  Çığlık çığlığa bağırdığımı hatırlıyorum bir gece. Gerisi kocaman bir boşluk. O boşluğu dolduran kocaman bir varlık varmış. İnsanın geçmişiyle ilgili karanlık bölgeleri aydınlatması için kendi içinde bazı şeyleri patlatarak yakması gerekiyormuş meğer.

***

Biz o delik senin bu delik benim Hacettin Efendi’nin izini sürerken Sultanat’ta 21 Mart muhtar seçimleri yapıldı. Papazoğlu’nun lideri olduğu Sade Vatandaş Partisi- SEVAP, Sultanat da dahil büyük eyaletlerin muhtarlıklarını Cumhuriyetçi Vatandaş Partisi-CEVAP’a kaptırdı. Hemen harekete geçen SEVAP, Sultanat muhtarlığı için seçimler yenilensin diye seçim sonuçlarını daha seçimin olduğu gece yeminler ederek açıklayan Vallahi Seçim Kurulu – VSK’ya baş vurdu. VSK seçimlerin üç ay sonra yani haziran ayında tekrarlanması kararını aldı.

***

Savdi Akrepistan Krallığı’na peşkeş çekilen koskoca arazinin etrafına inşa edilen Sultanat Duvarı, şehrimde zenginlerle fakirleri bir bıçak misali ayırmıştı ama suça azmettiren ve suçlu arasında köprü görevini görmeye başlamıştı. Savdilerin finans sıkıntısı çektikleri için şimdilik durdurdukları onlarca çok katlı binadan oluşan MERKEZ-SULTANAT projesi, duvarda açılan gediklerden içeri sızan torbacısından kadın satıcısına, silah tüccarından hacker’ına kadar pek çok yeraltı insanına yardım ve yataklık etmekteydi. Hacettin Efendi de gemiden kaçan fareler gibi kafasını bu deliklerden birine sokmuş olmalıydı. Onu enselememiz için izleri takip etmemiz yeterliydi.

Sultanat Duvarı’nın içindeki polis ve askerden arındırılmış yasadışılığın yasa haline geldiği, kara paranın cirit attığı, ahlaksızlığın kol gezdiği bölgede, 17 Megabit Şadiye’nin VIP mercedes vito minibüslerine rastladığımızda hiç şaşırmadık. Demek ki içeride sadece bir takım çapulcunun pazarladığı ilaç, uyuşturucu ve seks yoktu. Anlaşılan artık Sultanat Duvarı’nın içinde, bir gecede akıl almaz yüksek meblağlar harcayabilenler için de saklı ve yasak güzellikler sunuluyordu.

17 Megabit Şadiye, gençlik yıllarında toy bir sokak kızıyken Kozak Hayri’den çok çekmiş, onun yüzünden kendini sürekli kodeste bulmuştu ama Kozak Hayri’ye yanık olduğunu hiçbir zaman saklamamıştı. Sonradan zenginleyince, işine geldiği zaman polisi bilgilendiren, işine gelmediği zaman bu bilgileri kendine saklayan yarı muhbir yarı iş insanı olarak gemisini yürütmeye başlamıştı. Hal böyle olunca en etkili elemanlarından biri olan Jewel Cevriye’ye bir göz kırptı ve kadının bize duvarın içindeki mahallelerde olan bitenlerle ilgili bilgi vermesini sağladı. Böylece bit yeniğinin yerini tespit ettik. Zaten Tacirüddin tarikatı lideri de kenar kıyı bir yerde evlenememiş yoksul kızlara koca, bebeği olmayan fakir kadınlara muska veya çulsuzlara cin çıkarma hizmeti verecek değildi ya! VIP din tüccarının elbette VIP müşterileri olacaktı!

“Dün gece de aynı sana benzeyen cılız bir kız gelip sordu burada dönen işleri Ozan.” diye lafını bitirdi Jewel Cevriye.

Dün mü? Aynı bana benzeyen cılız bir kız mı? Şaşırmış ve merak etmiştim. Benden başka kim bu şerefsizin peşine düşmeye cesaret edebilirdi ki?

***

Jewel Cevriye’den öğrendiğimiz Hacettin’in yeni ve gizli dergâhını takibe aldık. Artık her gecemizi Sultanat Duvarı’nın içinde kalan bölgede geçiriyorduk. Sanki Arnold Schwarzenegger’ın Total Recall filminde Mars gezegenindeki sokaklarda gezer gibiydik. Sultanat halkının elinden alınan, eskiden benim ve Hüsnü’nün de evlerimizi barındıran şehrin doğu yakası, artık her türlü yasadışı alış ve verişin hayat bulduğu yer üstünde bir yeraltı şehrine dönüşmüştü.

“Bu duvarları yapıp MERKEZ-SULTANAT diye hiç bitmeyecek bir projeye başlıyor gibi görünmelerinin sebebi buymuş Ozan. Şehirde -güya- polis ve askerin egemenliği dışında kalan bir bölge oluşturarak Sultanat’ı bir kara para cenneti haline getirmek!”

“Haklısın Hüsnü.”

Bu kadar büyük boyutta ticaret, Piizişleri Bakanı Solomon Sert ve dahi Vali-Başkan Papazoğlu’nun haberi olmadan döndürülemezdi. Savdilere bu arazinin peşkeş çekilmesindeki ilk amaç bu olmalıydı. Güya Savdi askerinin hükmü altında olduğu için Sultanat askeri ve polisi de bu bölgeye giremiyordu. Aslında her şey bir danışıklı dövüştü.

Hüsnü ve beni, Hacettin Efendi’nin peşine keyiflerinden salmamışlardı. 3KSİK3T3K’in rap şarkısı sosyal medyada patlayıp da olay ayyuka çıkmasaydı Tacirüddin tarikatındaki çocuk tacizi olayı da sümen altı edilecekler listesine ekleniverecekti.

***

Dergâhı takip etmeye başlamamızın üçüncü haftasıydı. Haziran ayında Sultanat muhtar seçimleri yeniden yapıldı. CEVAP partisi Sultanat muhtarlığını ikinci kez kazandı. Papazoğlu iki kez üst üste yenilmenin hırsıyla muhtarlığa ait ödenekleri kıstı. Onun için vatandaşın hizmet alıp alamaması önemli değildi. O, politikayı futbol maçları gibi yönetiyordu. Skor ne olursa olsun önemli olan kazanmaktı. Günümüzde ise futbolun tek kazananı vardı: O da en çok parayı verendi.

Papazoğlu’nun seçimleri tekrarlatmasına rağmen ikinci hezimetini yaşadığı gece Tacirüddin tarikatının yeni dergâhına baskın planladık. Yanıma Hüsnü’yle beraber Çakır’ı da aldım. Plan, Çakır ve benim güçlü hallerimize geçmemiz, içeri girip ortalığı duman etmemiz ve Hacettin’i alıp çıkmamızdı. Yani aslında plan filan yoktu. Yine doğaçlama yapacaktım.

Sultanat Duvarı’nın içindeki güya rezidans yapılmak üzere inşa edilip yarıda bırakılmış çok katlı bir binanın zemin katından gizli kapılarla geçilen dergâha ulaştığımda beş metre uzağımdaki bir başka gizli kapıdan cılız bir kızın girdiğini gördüm. İkimiz aynı anda su balesi yapan bir ekip gibi senkronize hareketlerle sivillere ve bu üç kağıtçıdan medet ummaya gelmiş mazlumlara zerre zarar vermeden dergâh tezgahının içinde yer alan adamları derdest ettik. Tarikat liderinin müşterilerini kabul ettiği makamından ellerinde ağır makinelilerle korumalar fırlayınca işin rengi değişti. İki adam bana tıpatıp benzeyen cılız kızın kollarına girdiğinde kız ayağını yere öyle bir vurdu ki yer sarsıntısı yüzünden hepimiz yerlere yapıştık. Bu sarsıntıyla cılız halinden güçlü haline geçen kız, akabinde beni düştüğüm yerden tek eliyle kaldırıp duvara fırlattı ve beni de güçlü halime getirdi. İkimiz aynı anda bağırdık:

“OSTEOGENESİS IMPERFECTA!”

Aynı bana benzeyen cılız bir kız mı? Merak ettiğim kişi bu olmalıydı. Benden başka kim bu şerefsizin peşine düşmeye cesaret edebilirdi ki? Tıpkı benim kadar güçlü birisi. Gurur ve önyargı. Sahi, bir insanın uzak durması gereken günah sayısı kaçtı?

O da aynı hastalıktan mustaripti ve benim gibi güçlü hale getirilmişti. Üstelik benim güçlü halime nasıl geçiş yaptığımı da biliyordu. Eğer dostum olmazsa düşmanım olmasını asla istemeyeceğim biri vardı karşımda.

Hüsnü’ye Çakır’ı alıp güvenli bir mesafede beklemesi için işaret çaktım. Dost mu düşman mı olduğunu bilmediğim bu savaşçıyla tek başıma karşılaşmam gerekiyordu. Sonraki olaylar göz açıp kapayıncaya kadar oldu ve bitti. Kız, eli makineli tüfekli korumaları adeta ikişer ikişer kelepçeleyerek hakladıktan sonra Hacettin Efendi’yi yere yatırdı. Adam bildiği tüm duaları bu sefer inanarak ve yalvararak ederken, artık cılız olmayan kız, ayağıyla adamın kafasını yere bastırdı. Az önce diğer adamları etkisiz hale getirirken dergâhın duvarından kaptığı kabzası yakut kakmalı hançeri adamın göğsüne dayadı. Sonra yavaş yavaş hiç acele etmeden anlatmaya başladı.

“Hani sen! Ozan Ilgın! Kimsesiz bir kıza sahip çıkmakla ona sahip olmayı ayırt edemeyen bu şerefsizlerin dergâhına yatılı verilmiştin ama çoğunlukla kafan dumanlı olduğu için hiçbir şey hatırlamıyordun ya! O kaldığın bir yıl içinde başına gelenleri sana anlatayım. Kendi çıkarları için kullandığı dinden dualarla canı kurtulsun diye nafile yalvaran bu pislik sana tecavüz etti. Üstelik seni ilaçlarla uyuşturmuşlarken. Karşı koymaya bile fırsatın yokken. Sonra sen hamile kaldın. Seni o halde salamazlardı. Güya bir iki hafta tedavi olacak, sonra evine gönderilecektin. Ama bir yıl kaldın orada. Anneannen Cilmaya da hastaydı o dönem, gelip seni alamadı.

“Sen kimsin? Bunları nereden biliyorsun?”

“Sus! Sözümü kesme! Sonra sen o çocuğu doğurdun. Bu şerefsizin öz kızını. Sonra da sana verilen ilaçlar kesildi ve evine gönderildin. Sultanat’ın arka sokaklarında söylediklerin var ya! Hani sadece bir sırt çantası dolusu eşyayla hayatta kalma mücadelesi vermek istermişsin. Sadece takip, avcılık ve silah kullanma becerilerin yüksek olduğu için hayatta kalabilmek istermişsin. Kelimenin tam anlamıyla her koyunun kendi bacağından asıldığı, hiçbir aile kavramının kalmadığı bir dünyada. Özgürlük, eşitlik veya kardeşlik gibi hiç kimsenin asla elde edemeyeceği hayallerin peşinden koşmadım ama kapitalizm-din-devlet-para dörtlüsünün tamamen çöktüğü sadece biraz benzin ve su için insanların birbirinin boğazını kestiği bir dünya. İşte ben öyle bir dünyaya doğdum. Uzun yaşayabilmem imkânsız hatta gereksiz. Uzun olmasını istemediğim ömrü tüketirken gereksiz filmler izlemedim, gereksiz şarkılar dinlemedim, gereksiz kitaplar okumadım, gereksiz insanlarla tanışmadım, gereksiz okullara gitmedim. Kimsenin çocuk yapacağım diye uğraşmadığı, ezkaza dünyaya gelen benim gibi veletlerin de kendi başlarının çaresine bakarak hayatta kalmak zorunda olduklarını bildikleri bu dünyaydı bu. Evet, sahiplik duygum yok. Hiçbir şey benim değil. Hiçbir alete ait ruhsatım ve hiçbir yere ait tapum yok. Kimliğim bile yok. Kolumdaki dövmede bir isim yazılı. Annemin ismi.”

Kız, kolundaki uzun kollu tişörtü sıyırdı. Sol bileğinin biraz üzerindeki dövme açığa çıktı:

OZAN ILGIN

“Aklım saralı şu ana kadar yaşadığım her dakikayı bu an’ı hayali ederek geçirdim. Kendisini hiç tanımadığım, beni hiç arayamamuş çünkü doğduğumdan bile bihaber olan anneme yani sana tecavüz eden bu adamı öldürdüğüm an’a.”

Nasıl yani? Sen? Sen? Benim kızım? Olamaz! Çocuk doğurmadım ki ben! Olamaz! Sen? Sen kaç yaşındasın ki?”

“Sen 35 yaşındasın, bense 18. Basit matematik. Tecavüze uğradığında reşit bile değildin! O yüzden örtbas ederek yaptılar bu işi. Çok cılız olduğun için hamile olduğunu hemen anlamadılar. Sonrasında ise çok geçti. Senin kafanı dumanlaya dumanlaya seni uyuşturdular. Neyse ki ben geri zekâlı olmadım.”

“O ZAMAN BU ADAMI BENİM ÖLDÜRMEM LAZIM!” diye gürledim.

Hassiktir lan! Tecavüz mü? Bu orospu çocuğu bana tecavüz mü etmiş? Delirmiştim. Duymuyor, görmüyor, nefes alamıyordum. Bu adam! Bu kız! Ben! Ben anne mi olmuştum? Tecavüz mü? Öldürmeli miydim? Yoksa bacak arasında sallandırdığı o pis aletini kesip boğazına mı tıkmalıydım? Peki bu vicdana sığar mıydı? Ya kanuna? Peki tecavüz vicdana sığar mıydı? Allah’ım ben ne yapacaktım?

“DUUUR! HAAYIIIIIR! ELİNİ KANA BULAMA! BEN KANUNU TEMSİLEN BURDAYKIM!’ SEN DAHA ÇOK GENÇSİN! DEĞMEZ BİR ŞEREFSİZ İÇİN KATİL OLMAYA DUUUUR!”

Yine de bir itki, içimdeki adaletin kanun önünde tecelli etmesi gerektiğini yineleyip duran bir iç ses beni bulunduğum yerden kaldırdı ve Hacettin’in kalbine dayanmış olan hançeri tutmamı sağladı. Böylece genç kızın hançeri adama saplamasına engel olacaktım, tabii eğer kızın yerinde başka biri olsaydı. Ama o da en az benim kadar güçlüydü. İyi de o? O kimdi?

“Ben Lilith! 18 yaşındayım ve suç işlemeye de günah işlemeye de iyilik yapmaya da salahiyetim tam. Bugüne kadar kimseden izin almadım! Bugün de almayacağım!”

Bunu söylediği anda kendini ellerimle tuttuğum hançerin üzerine bıraktı. O sırada Hüsnü’nün elinden kurtulmuş olan Çakır da kızın üzerine çullandı. Amacının kızı durdurmak olduğunu anladığım köpeğim artık bir cinayete ortaktı.

“Kutsal olduğunu iddia ettiği hançerle ölmek! Bir İblis için ne güzel bir ölüm değil mi Çakır! Bak köpeğin de benle aynı fikirde!

Lilith ve Çakır adamın üzerinden tek hamlede kalktıklarında adamın göğsüne saplanan hançerden fışkıran kanlar yüzüme sıçradı. Başka zaman olsa böyle bir şeyi yapanın boğazına yapışmış olması gereken Çakır, kızın dizlerinin dibine eğildi ve başını okşamasına izin verdi.

“Senle bir derdim olmadığını anladın değil mi güzel Çakır! Hem sen de bilirsin ki İblis, insanın içindeki kötülükleri açığa çıkarmak ve dünya döndükçe insanı ayartmak için yemin etmişti. Bu adam kendi içindeki kötülükleri masum ve sahipsiz kız çocuklarında tatbik etti. O yüzden İblis’ten daha beter bir yaratıktı! Geber aşağılık yaratık!”

Adam ağzından burnundan gelen kıpkırmızı kanla iki kere hıçkırdı ve birtakım kelimeleri söylerken cümlesini bitiremeden öldü.

“Bundan sonra ya benimlesin ya da düşmanımsın Ozan Ilgın! Evet biyolojik annemsin ama ben hep kendi kendime hayatta kaldım. Ya SSOK’tan ayrılır bana katılırsın ya da ensende soluğumu hissederken yaşamaya alışırsın.”

Siren sesleri Sultanat Duvarı’nın içinde yankılanırken beni ellerimde kanlı hançerle bıraktı ve gitti.

***

Hacettin Efendi’nin cenazesi Tacirüddin tarikatı için bir gövde gösterisi oldu. Papazoğlu ve Solomon Sert, cenazede en önde saf tutmayı ihmal etmediler. Biz uzvu kopunca yerine yenisini uzatabilen sürüngenler gibiydi bu adamlar. Biri gidince yerini hemen diğeri dolduruyordu.

15 Haziran günü Tulsa Tulslarındır Özel Kuvvetler- TTOK yasadışı örgütünün hapisteki örgütbaşı Goodman Vanjör’ün erkek kardeşini eyaletin resmi TV kanalı SRT’ye çıkarıp konuşturdular. Papazoğlu işine gelince Tulslar’ın bu oluşumundan oy alabilmek için faydalanıyor, işine gelmediği anda da tekrar terör örgütü olduğunu hatırlayarak yerden yere vuruyordu.

Ehmet Davidsson, SEVAP’tan eyalet valisi seçilmişken, etkisiz eleman haline getirilmek istendiği için valilikten ve parti liderliğinden istifa etmişti. 10 Aralık’ta  Back To the Future Partisini-BTTFP kurdu. 

Papazoğlu’nun “Yan tarafta Sultanatmak camisini dolduramayacaksın, Hayasomya’yı dolduralım diyeceksin. Dış mihrakların oyunlarına gelmeyelim.” sözlerinden 1 sene sonra 27 Mayıs’ta Sultanat’ın Fiizans İmparatorluğu’ndan alınışının beş yüz bilmem kaçıncı yıl dönümü sebebiyle  Hayasomya’da dualar edildi. 9 Temmuz’da Hayasomya’nın 1934 tarihli müze olma kararı iptal edildi. Tekrar ibadete açılarak cami yapıldı. 14 gün sonra Dizaynet İşleri Başkanı elinde kılıçla ilk cuma namazını kıldırdı. İyilik, doğruluk ve ahlakı savunan bir dine ait bir ibadet töreninde bulundurulması gereken en son şey bir kılıçtı.

***

Aynı anda hem tecavüze uğradığımı hem o adamın pis bir din tüccarı olduğunu hem bu tecavüzden hamile kaldığımı ve bir kız çocuğu doğurduğumu öğrenmiştim. Kızıma kavuşamadan onun tarafından terk edilmiştim. Doğurduğumu bile bilmediğim kızım, babası olduğunu bile bilmediğim bir adamı ben engel olamadan gözlerimin önünde öldürmüştü. Şu anda sadece SSOK tarafından aranmıyordu, suç Savdi Akrepistan özerk bölgesinde işlendiği için olay uluslararası boyut kazanmıştı.  Suçluları Tel Tel Döken Polisler-TELTELPOL’ün kırmızı bültenle arananlar listesinde 19 yaşındaki Perulu Gomez’den sonra aranan en genç kişi olmuştu.

Lilith’e göre hayat kısasa kısastan ibaretti. Göze göze dişe diş, tecavüze karşıysa can. Ben ne anneannemden böyle görmüş ne de böyle eğitilmiştim. Eğer herkes kana kan ilkesiyle yaşasaydı dünya yaşanmaz bir yer olurdu. Peki dünya bu haliyle yaşanabilir bir yer miydi? Kim birilerinin VIP -Very Important Person- olduğuna karar veriyordu? Çok önemli kişiler yani ÇÖK’ler tüyü bitmemiş yetimin parasına çökenler miydi? Peki parası olmayanlar daha mı az önemliydi? Dertleri içine sığmayanlar onlardı. Hayatta umudu kalmayanlar onlardı. Sürüne sürüne yaşayanlar onlardı. Yakarsa dünyayı garipler yakardı.

Bütün bunlar, benim gibi süper güçleri olan bir kadın için bile çok fazlaydı. Hazmedebilmem için kafamı boşaltmam ya da doldurmam gerekiyordu. Bu iş, üç beş mavi kutu ile çözülecek iş değildi. Bi’ lodos lazımdı şimdi bana, bi’ kürek bi’ kayık ve zulada birkaç şişe yakut lazımdı ki yer gök kırmızıya bulansın. Daha ellerimin yakut renkli kanı kurumadan başım tekrar belaya girecekti.

DEVAM EDECEK

En Son Yazılar