Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

OZAN ILGIN 14: DÜŞMAN

Diğer Yazılar

PENCEREDEKİ KADIN

TUTANAK

OZAN ILGIN/21: KULÜBE

Tuğba Turan
Tuğba Turan
1972, Ankara doğumlu olan Turan, 1990 yılında Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirip devlette çalıştıktan sonra 2008'de Karabük-Eflani ilçesine serbest eczane açtı. Kendisini 2003 doğumlu bir erkek evlat, üç köpek, on (zaman zaman daha fazla) kedi annesi olarak tanımlamaktadır. Safranbolu’da yaşıyor. Zalifre Yazıları isimli basılı dergide makaleleri yayınlanan yazarın Gölge e-Dergi'nin son yirmi sayısında fantastik hikâyeleri yer almıştır. Dedektif Dergi’nin kuruluşundan beri yazdığı 30 bölümlük Tilda ve Diğerleri isimli polisiye hikayeleri kitap haline gelmiştir. Kişisel sayfası olan tugbaturan.com'da tüm yazılarını yayımlayan yazar aynı zamanda Türkiye Polisiye Yazarları Birliği üyesidir. Eserleri: Adı Cemre Olacak (Roman) 2020, Herdem Yayınevi Dedektif Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları (Polisiye Hikâye) 2021, Herdem Yayınevi Dedektif Dergi (Polisiye Hikâye Seçkisi, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Kırmızı Battaniye (Polisiye Hikâye, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Dark Polisiye – İkinci Kitap 2021, Dark İstanbul Yayınları

Ben Ozan Ilgın. Babamı hiç görmedim. Annemle evli kaldığı on üç aydan sonra ‘Belçika’da iş buldum.’ diye çekip gittiği andan itibaren annem de görmedi. Annem de ondan birkaç yıl sonra bir fabrika yangınında yitmiş. Anneannem Cilmaya ve mavi gözlü Sibirya kurdu köpeğim Çakır’la beraber yaşıyorum.


OZAN ILGIN 14: DÜŞMAN 1

Otuz beş yaşında bir Osteogenesis Imperfecta hastasıyım. Ve 18 yaşında bir kızım olduğunu yeni öğrendim. Matematiksel ve fiziksel olarak mümkündü bu elbet. Peki ya duygusal ve psikolojik olarak mümkün müydü? Lilith isimli kızımı, 17 yıl önce, Tacirüddin Tarikatı’nın yurdunda kaldığım hayatımın o karanlık yılında doğurduğumu öğrendiğim zaman dünyam başıma yıkıldı. Üstelik bu bebek, tarikat liderinin ben çeşitli uyuşturucuların etkisindeyken bana tecavüzü sonucu hamile kalmamdan dolayı doğmuştu. Peki bunları nereden öğrendim? On yaşına kadar tarikatın elinde büyütülmüş ve sonra kaçıp sokaklarda hayatta kalma mücadelesi vermiş olan kızım Lilith’ten!

***

“Demek koyun Dolly gibi kendini kopyalamışsın!” dedi anneannem Cilmaya tıpkı bana benzeyen bir kızım olduğunu öğrendiğinde. Cilmaya da O.I. hastalığından mustaripti ve o da benim gibi çeşitli ilaçlarla bu hastalığı avantaja çevirtmeyi başaran Sultanat Şehri Özel Kuvvetler – SSOK için süper güçlü kadın polis olarak çalışmıştı.

“Kopyalama şakası bir yana, Lilith, sen ve ben kadar şanslı değilmiş Ozan. On yaşında tarikattan kaçtıktan sonra deneme-yanılma yöntemiyle öğrenmiş O.I. olduğunu. Sonraki beş yıl boyunca kemikleri kırıla kırıla acılar çeke çeke şimdiki güçlü haline ulaşmış. Shaman Dyra isimli bir bilge adam onu sokaklardan almış ve yardım etmiş Lilith’e. Sana ve bana uygulanan kimyasallar yerine bitkisel ilaçlarla güçlendirmiş kızı bu adam.”

“Demek bu Shaman Dyra denen adam SSOK Ar-Ge Laboratuvarı’ndaki tüm personelden daha bilgeymiş ki biz kimyasallarla acı çekerken o otla çöpü kaynatıp içirerek kızı güçlü hale getirmiş.”

“Öyle deme Ozan. Fitoterapi diye koskoca bilim dalı var.”

“Peki sen nereden öğrendin tüm bunları?”

“Lilith bana geldi. Annesi olarak seni hâlâ affetmemiş ama nesil atladığı için bana düşman değilmiş, öyle dedi.”

“Uyuşturulduğum ve tecavüze uğradığım, üstelik hamile kaldığım ve çocuğum doğurtulup elimden alındığı için özür dilediğimi söyle kendisine. Zaten yeterince azılı düşmanım var. Bir de kendi kanımı taşıyan düşmana hiç lüzum yok inan. Bir daha buluşunca hanımefendiye söyle de sakın bulunduğu yerden su yüzüne çıkmasın. Suçluları Tel Tel Döken Polisler – TELTELPOL tarafından kırmızı bültenle aranıyor. Anında tepelerler onu.”

***

Sultanat Eyalet-Şehri’nin sıvılaşmış zemininde at izi it izine karışmıştı. Hem valiliği hem belediye başkanlığını bünyesinde toplamış olarak şehri yöneten İkram Papazoğlu, tüm ipleri elinde tutuyordu. Montesquieu’nün birbirinden ayrılması gerektiğini söylediği yasama, yürütme ve yargı güçlerini, tüm dünyanın gözünün içine baka baka aynı potada eritmiş ve kapısında tek kilidi olan bin bir odalı bir saraya hapsetmişti. Kapının anahtarlarını da belindeki anahtarlığa takmıştı. Halbuki Montesquieu’nün dediğine göre, devlet içinde despotizmin hüküm sürmemesi için bu güçlerin devletin farklı organlarına emanet edilmesi gerekiyordu. Papazoğlu, Sade Vatandaş Partisi – SEVAP liderliğiyle beraber partili vali-başkanlığı eyalet-şehir sınırlarından içeri sokmuştu. Tüm karpuzları kendi koltuğunda taşımaya çalıştığı için şehrin yürür haldeki aksamının aşırı yüklenmeden dolayı elektrik arızası verip kilitlenmesine sebep oluyordu.  Şehirde vali-başkandan karar çıkmadan kuş uçamıyor, uçan kuş da konamıyordu.

Mart ayında Papazoğlu Sultanat Sözleşmesi’ni iptal etti. Uzun ismi “Kadınlara Yönelik Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Evropa Konseyi Sözleşmesi” olan sözleşme içeriğinde, Papazoğlu’nun başında bulunduğu sağcı parti SEVAP’ın hiç hazzetmediği LGBTİ vatandaşları da içeren maddeleri konu etmişti.

Aynı gün Papazoğlu, Sultanat Canım Ne İsterse Onu Yapmaya Mecbur Bankası-SCMB başkanını görevden aldı. Evropa ülkelerine de kafa tutarak tüm dünyayla itidalli ve nezaketle yürüttüğümüz stratejik ilişkilerimize turp sıkıyordu. “Eyy Evropa siz gerçek anlamda faşistsiniz. Siz gerçek anlamda Germanya’daki Nasyonal sosyalistlerin devamısınız!” diyordu.

***

Keser dönüyor, sap dönüyor, gün geliyor ama devran dönmüyordu. Gün oluyor harman oluyor ama bıçak kemiğe dayanmıyordu. Sabır taşı çatlamıyor, İsmail’e koç filan inmiyordu. İnsanlar bıkkınlık içinde işlerine, gençler ümitsizlik içinde okullarına gidiyorlar; çocuklar sabahtan akşama kadar beyin hücrelerini öldüren YouTube videoları izliyorlardı. Sultanat Eyalet-Şehri, bir Emir Kusturica filmi gibi, içindeyken tamamen gerçekçi gibi gelen ama bir adım dışarı çıkıldığında absürt bir distopya olduğu anlaşılan bir piyese sahne oluyordu. Bu distopyanın, hayatından bezmek üzere olan bir süper kahramanı vardı; o da maalesef bendim. Senaryonun bir de ‘kötü adam’ı vardı. Ve o, sahneye çıkmak için sırasını bekliyordu.

Kasım ayında Papazoğlu’nun damadı Patent Draporogue, Pleasury ve Fiance Bakanlığı’ndan bir Instagram fotosu ile istifa etti. Vali-başkan, damadının yerine kendisi için kullanışlı başka bir ismi bakanlığa getirdi.

Tam o günlerde gazetelerde sekiz sütuna manşet olan bir haber çıktı. Bir Sult ilaç firması tarafından, katarakt ameliyatı olması gerekenleri bu dertten kurtaracak bir göz damlası bulunmuştu. Bir Nefes Sıhhat Bakanlığı’ndan ilaç ruhsatı alınır alınmaz üretime geçilecek ve bu dertten mustarip tüm Sultanat vatandaşları dertlerine deva bulacaklardı.

İlacın ruhsatı alındı ve üretimine başlandı. Artık raflarda yerini alması için sayılı günler vardı. Tüm katarakt hastaları göz doktorlarının önünde kuyruklar oluşturdular. Muayene olduktan sonra doktorun verdiği rapor ve yazdığı reçeteyle bu ilacı Sultanat Qürekle İlaç Verme Kurumu – SQK ile anlaşmalı eczanelerden ücretsiz alabileceklerdi. Çünkü her Sultanat vatandaşının ister işçi olsun ister işveren, ister öğrenci olsun ister ev hanımı, ödediği sigorta primleri sayesinde ufak katkı payları karşılığı tüm sağlık giderleri SQK tarafından karşılanıyordu. Sanatsız, şiirsiz, tiyatrosuz, müziksiz, şarkısız ve resimsiz kalmış bu eyalet-şehrin hayat damarlarını ilaçlarla doldurabilen bir kurumu vardı çok şükür.

Vatandaşların SQK ile anlaşmalı eczanelere gidip piyasaya çıkması beklenen ilacı almalarından bir gece önce, eyalet-şehir çapında yayın yapan tüm kanallar, prime-time programlarının yayınlandığı saatte hack’lenerek aynı videoyu yayınlamaya başladı. Videoda Saw – Testere filmindeki kukla, ertesi gün eczanelerden dağılacak binlerce kutu ilacın bir damlasının bile kullananları kör edeceğini iddia ediyordu.

Video önce bir heyecan yaratmadı. Fakat bu kuklanın maskesini giyip gözüne sözde o göz damlasını damlattıktan sonra Şener Şen’in Arabesk filminde ‘Allah’ım kör et beni’ şarkısı eşliğinde aniden kör oluşunu taklit eden gençler video üzerine video çekerek sosyal medyayı salladılar. Bunun eyalet-şehrimizin istikbaline, sağlık sektörüne ve hatta bekasına dış güçler tarafından yapılmış bir sabotaj olduğunu iddia eden sağcılarla “Biz ne acılar çektik, bizi körlükle korkutamazlar!” diyen solcular ilk defa bir konuda birleşerek Körlük’ünkitabını yazmışJose Saramago’yu  mezarında ters çevirdiler. Gidip o damlalardan doktora yazdıracak ve korkmadan gözlerine damlatacaklardı.  Böylece bu ülkenin yerel ve ulusal ilk göz damlası olan katarakt ilacı üzerinden Sultanat’a oynanan oyunlar son bulacaktı.

Sultanat Eyalet-Şehri, göz damlası üzerinden göz göre göre bir infiale sürükleniyordu. İlacı üreten şirket Sultanat kökenli olsa da çok uluslu bir şirket olduğu için direkt olarak Bir Nefes Sıhhat Bakanlığı’na bağlı değildi. Şirketin Çirkef Executive  Officer – ÇEO’su olan Madam Köri de milyar dolarlardan aldığı güç yüzünden uzlaşılmaz bir kişilikti. Bu sebeple ilacın imali uluslararası bir krize neden olmadan durdurulamazdı.

SSOK yine görev başındaydı. Piizişleri Bakanı Solomon Sert tarafından amirimiz kozak Hayri’ye verilen emir netti:

“Ozan’ı gönderin, o damlaların bir tanesinin bile raflara konmasına engel olsun.”

***

Haydaaaaaa! Ben güçlü olabilirdim, aynı anda on kişiyle dövüşebilirdim. Ama uçmam uçamam dedim. Kaçmam kaçamam dedim. Ne Clark Kent’tim ne Superman’dim.

Ne de Gotham şehrinde kozmetik ürünlerin içine insanları güldürerek delirten bir kimyasal madde koyup herkesin kendisi gibi sırıtmasını isteyen kötü adam Joker’le savaşmak zorunda kalan Batman’dim.

Adam tutuklardım, makineliyle ateş ederdim, bazuka kullanırdım ama ilaçtan ne anlardım? Organize işlerdi bunlar. Başımıza işlerdi bunlar. Seni beni dinlemezdi, Sultanat’ı fişlerdi bunlar.

Siz siz olun bir süper kahraman çıksın da memleketinizi içinde bulunduğu zor durumdan kurtarsın diye beklemeyin. Sonra o memleketinizi yönetmekle mükellef geri zekâlılar, o kahramana bel bağlayınca askerde de sivilde de yan gelip yatarlar. “Ozan’ı gönderin de o damlaların bir tanesinin bile raflara konmasına engel olsun!” Ozan kadar taş düşsün başınıza lan!

***

Ortağım Hüsnü dahil on sağlam SSOK polisiyle beraber zırhlı araca binerek Sult İlaç Sanayi’nin ÇEO’su ve daha pek çok fabrikanın patroniçesi Madam Köri’nin ofisine doğru yola çıktık. Yolda iki adet MS plakalı siyah VIP mersedes minibüs önümüzü kesince zırhlı aracın içindeki arkadaşlarıma seslendim.

“Durun! Davranmayın silahlarınıza! Bu MS plakalı minibüsler müttefikimiz olan 17 Megabit Şadiye’ye aittir. Bakalım derdi neymiş?”

Şehrin tüm lüks lojistik ve fantastik ihtiyaçlarını karşılayan VIP minibüs filosu sahibesi Şadiye’nin sağ kolu olan Jewel Cevriye, minibüslerden birinden inerek SSOK’a ait zırhlı aracın kapısına geldi. Cevriye son zamanlarda Küffar El-Faraşî’yle olan yakın ilişkisiyle sosyete gazetelerinde boy göstermişti. Faraşî, hem eyalet-şehrimizin tam ortasında Savdi Akrepistan Krallığı’na peşkeş çekilen kupon araziye yapılacak olan MERKEZ-SULTANAT projesinin başı hem de krallığın Beton ve İnşaat bakanıydı. Topuklularla neredeyse 1.90 boyunda olan, üç dil konuşabilen ve her ortamda oturup kalkmayı bilen Cevriye’nin bal tuzağına yakalanan Faraşî, kadının bir dediğini iki etmez hale gelmişti.  Böylece Faraşî’yi Elvis Presley’in Las Vegas’taki ilk konserinde taktığı pırlanta işlemeli E harfinden tokası olan kemeri alması için ikna etmiş, sonra kemeri, üzerinde El-Faraşî’nin parmak izleriyle beraber 17 Megabit Şadiye’ye teslim etmişti.  Şimdi Şadiye, internette kime satıldığı ayan beyan ortada olan kemer sayesinde, Faraşî’nin kendi kişisel zevkleri uğruna milyon dolarlar harcadığının delilini koz olarak elinde tutuyordu.

Savdi Akrepistan Kralı Yaman Bir Abdülcanbaz El-Savud’un en güvendiği adamlarından birine karşı olan koz demek, bu petrol zengini ülkeye karşı koz demekti.

Cevriye Ozan’a durumu açıkladı:

“Patronum 17 Megabit Şadiye de sizinle Madam Köri’ye gelmek ister. Madam’ın ona yıllar öncesinden tahsil edilmemiş bir iyilik borcu varmış ama artık zamanı gelmiş. Kendisi öyle dedi.”

Elçiye zeval olmazdı ve Şadiye’nin teklifini kabul etmekten başka çaremiz yoktu. Müttefikimiz de olsa bu kadının sadece toplumun iyiliği için parmağını kımıldatacağına inancım ne kadar azsa, bu işten nalıncı keseri gibi kendi çıkarına bir şeyler yontacağına dair inancım da o kadar tamdı. Olsundu.
‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ kuralı devredeydi.

***

Sanayi imparatoriçesi Madam Köri bizi, ağzında sigarasıyla, koyu bordo vinleks kumaştan imal edilmiş kıdemli yönetici arkası düğmeli duvar panosu önündeki yüksek arkalıklı koltuğuna yaslanmış olarak karşıladı. Şadiye’yi görünce gözlerinin içi parladı. Bizimle hiç muhatap olmadan direkt onunla konuşmaya başladı.

“Çok eskiden Şadiye isminde salak bir kadının kocası, karısına benim mafya tarafından kaçırıldığımı söylemişti de gelip beni kurtarma bahanesiyle o zamanlar basit bir depodan ibaret olan tekstil atölyemde koynuma girmişti. Sabaha kadar yerdeki kumaş rulolarının üzerinde hem sevişip hem gülmüştük o salak kadına.”

“Çok eskiden kocam olacak pezevenk, Madam Köri isimli tekstil atölyesi sahibi bir kadını mafyanın elinden kurtarmaya gittiğini söyleyip sabaha kadar eve gelmemişti. Ben de üzülüp ertesi gün o kadına kakaolu kek yapıp götürmüştüm ve geçmiş olsun demiştim.”

“Kek güzeldi.”

“Annem yapmıştı. Hadi biz işimize bakalım.”

***

Madam Köri pazarlığın bir yerinde ilaçları piyasadan çekerse 14 milyon dolar zarar edeceğini ve bunu kimin karşılayacağını sorunca hepimiz sus pus olduk. Benim cüzdanımda 14 milyon dolar yoktu. Diğer SSOK elemanlarında da olduğunu sanmıyordum. Evet olmaz olsun’du cüzdanımda milyonlar ama kalbimdeki sevgin bu devirde para etmiyordu. Zenginlik, mal, mülk, para bu işe yarıyordu. Sultanat’ta bir iş parayla olmuyorsa, çok parayla oluyordu. 

Bir ara Baramoviç isimli bir Urus oligarçın süperyatında sahte Sultanatyum satışından dolayı hesabıma epey para yatırılmıştı. Hatta bu sebeple neredeyse vatan hainliği suçundan darağacını boylayacakken direkten dönmüştüm. Bileydim kötü gün için 3-5 milyon doları $hitcoin denen Sultanat kripto parasına yatırırdım. Ama bugünlerin geleceğini nereden bilebilirdim? Tabii şehirdeki herkes benim kadar salak değildi. Şadiye elindeki kartları açık ettiğinde kaz gelecek yerden tavuğu esirgemediğini çoktan anlamıştım.

17 Megabit Şadiye, Madam Köri ile pazarlığa oturmuşken telsizden bir anons geçildi. Tuğçe Tırpan isimli bir eczacı SSOK binasına gelip ilacın halkın eline geçmesinin nasıl engelleneceğine dair bir fikri olduğunu söylemişti. Eczacı kadının anlattıkları amirim Kozak Hayri’ye mantıklı gelmiş olmalı ki bizi merkeze çağırdı.

Eczacı Tuğçe şöyle diyordu: “Malum Sultanat’ta tüm ilaçlar eyalet-şehir tarafından ödenir. Vatandaş buna o kadar alışkındır ki ilaç kategorisine girmeyen gıda takviyeleri piyasaya çıkınca neden bunları da ödemiyor diye çok kazan kaldırdılar. Demem o ki, ilacı raftan kaldırtmak için çaba sarf edip çok uluslu bir şirketle papaz olacağımıza veya Madam Köri gibi bir Çirkef Executive Officer’la asılsız koşullarda anlaşma yapacağımıza ilacı SQK ödemesinden çıkaralım. Böylece çok pahalı olan bu ilacı ceplerinden para vererek almaları gerekir. İnanın videolarda hamaset dolu cümlelerle efelenenlerin hiçbiri ‘Bu göz damlası parayla satılacak’ denince cebinden para verip almayacaktır. Bizim halkımız domatese patatese para verir ama ilaca gelince cebinden beş kuruş çıksın istemez.”

Eczacı kadının söyledikleri gayet mantıklıydı. Yapılacaklar, SQK’ya bildirildi. İlaç SQK ödemesinden çıkarıldı ve ertesi gün raflarda yerini alan ilaçtan kimse kendi parasıyla satın almadı.

Kriz kısa süreli de olsa çözülmüştü. Ama yine de ilacın toplatılması gerekiyordu.

***

Sultanat Eyalet Laboratuvarı’nda SSOK eliyle toplattırdığımız ilaçların analizi sonucu, içlerinde sadece ve sadece distile su olduğu tespit edildi. Sonucu Madam Köri’ye teslim etmek görevi bizzat bana verilmişti. Bu duruma dair şaşkınlığımı kendisine ilettiğimde verdiği cevaplar daha da ilginçti.

“Ama su aside dönmez ki Madam Köri! Başka moleküller lazım.”

“Haklısın ama o kimya.”

“Peki bu ne?”

Madam Köri gülerek cevapladı.

“Bu simya.”

“Yani?”

“Yani göz boyama. İçine sadece su koydurduğum bir tır dolusu göz damlasıyla hem 14 milyon dolar kazandım hem de Şadiye’nin elindeki önemli bir kozu elde ettim.”

“Bir taşla…”

“Çok kuş! Yıllar önce kocasını ayarttığım için Şadiye’ye bir iyilik borçluydum. Gerçi üç-beş sene sonra adamı kendi elleriyle öldürdü ama olsun. Bizde söz sözdür. Tabii ki yapacağım bu iyilik ona değil bana yaramalıydı. Kapıma gelip benden o ilaçları durdurmamı isteyeceğini biliyordum. Bu iyilik kısmıydı. Küffar El-Faraşî’nin Jewel Cevriye’ye aldığı Elvis kemerinin onda olduğunu biliyordum, Şadiye’nin 14 milyon dolarının olmadığını da. Bana yarayan kısmı ise kemerle paramı ödemesiydi. Sonra da adamı bu kemerle tehdit ettikten sonra elde edeceklerimizi kırışmayı önerdi. Tabii ona evet dedim ama benden zırnık koparamayacağından haberi yok.”

“Peki göz damlasıyla ilgili bütün o sosyal medya şarlatanlıkları?”

“Rakibimin her zaman bir adım önünde olan ben, pekâlâ o videoları birilerine çektirip viral olmalarını sağlamış olabilirim değil mi? Ah Ozancığım! Seni güçlü bir polis yapmışlar ama şu geri zekâna biraz daha IQ eklememişler yahu!”

Madam Köri bunu dedikten sonra yüzüne çabucak bir gaz maskesi geçirdi.

“Birazdan havadan burnuna dolacak olan bizzat Sultanat İlaç Sanayi İmalatı % 100 yerel ve ulusal nano-partiküller sayesinde artık ayın elemanı duvarını süsleyen dandik bir fotoğraftan ibaret olacaksın. Çünkü en yüksek yerdeki amirlerin bu partiküllerle tüm güçlerini sıfırlamamı istediler! Bittin sen Ozancığım!”

Tavandaki yangın muslukları ani bir tıslamayla çalışmaya başlayınca sıvı buharını içime çektim. Nefes almayı bırakmama rağmen bir patates çuvalı gibi yere yığıldım. Bittim dedim içimden, okeye bile dönemeden bittim ben.

Yattığım yerden içinde bulunduğumuz büronun kapısının tekmeyle açıldığını gördüm. Fırtına gibi içeri giren Lilith, taktığı gaz maskesi yüzünden boğuk çıkan sesiyle sanki aklımdan geçenleri okudu:

“Ben bitti demeden bitmez ulan! Çifte giderken okey atmadan bu oyun bitmez! Al işte, çift okey de sende Ozan!”

Lilith bunları dediği anda Cilmaya da içeri daldı. İkisi de güçlü kadın hallerini bürünmüşlerdi. Madam Köri’nin havaya saldığı nano-zamazingolardan etkilenmesin diye kendileriyle beraber peşlerinden gelen canım köpeğim Çakır’a bile gaz maskesi takmışlardı. Çakır, kötü adamı ilk turda devirme arzusuyla Madam Köri’nin üzerine çullandı.

Cilmaya ve Lilith, Madam’ı derdest edip beni de bir sedyeyle binadan çıkardıktan hemen sonra Madam, şehrin yarısını patlatabilecek güçte C4 patlayıcısını harekete geçirecek uygulamaya akıllı saatinden erişti. Çakır, kadının bileğinden kavrayarak saati bir diş darbesiyle parçaladı. Ama eyalet-şehrin en büyük ilaç fabrikası olan Sultanat İlaç Sanayi, göz açıp kapayıncaya kadar ardı ardına gelen patlamalarla yok oldu. Patlamaların etkisiyle sedyeden yuvarlandım. Toz-duman biraz aralanınca yıkıntıların arasından simsiyah Ninja kıyafetleriyle süzülen Cevriye’yi gördüm. Madam Köri’ye kaptırdıkları Elvis kemerini beline dolayarak tıpkı bir kedi gibi sessizce kayıplara karıştı.

Çakır, kadının saatini parçalamasaydı Madam Köri’ye ait diğer fabrikalar da şehrin yarısıyla beraber patlayacaktı. Bu hırslı kadın bana geri zekâlı diye hakaret etmişti ama bir köpeğin IQ’suna yenilmişti.

***

Sultanat şehrinde üst düzey yönetimde olan birilerinin güçlerimden korkması sonucu alelade bir polise çevrilmem için suratıma nano-partikül püskürtülmüş ve bu iş için de kişisel çıkarları için eyalet-şehrin vatandaşlarının sağlığını tehlikeye atan Madam Köri kullanılmıştı. Kullanışlılığı bitince tutuklanmıştı. SEVAP lideri Papazoğlu’nun beraber yürüdüğü insanlara yaptığı temel işlemdi bu: işine gelmediği zaman yolundan çekilmesini sağlamak.

***

Gözlerimi açtığımda başucumda bekleyen Lilith ve Cilmaya’yı gördüm. Nerede olduğumu bilmiyordum ama iki kadın uyandığımı görünce sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. İncir çekirdeğini doldurmayan konuşmalarından asıl amaçlarının konuşmak istedikleri önemli konuya girizgâh yapmak olduğunu anladım. Lilith, Cimyaya’ya laf atıyordu.

“Biliyor musun Uruslar Moldova’da tarlalara radyasyon veriyormuş!”

“Şimdi mi?”

“Yok 1960’larda filan.”

“E geri zekâlılar mıymış?”

“Yok o zaman göre ileri zekâlılarmış. Ama radyasyonun etkilerinden bihaberlermiş zavallılar. Tohumlara filan da vermişler. Fazla ürün almak için.”

“Urus kızları o yüzden böyle sarışın upuzun doğa harikaları olmasın!”

“Öyle olsa o kadar radyasyona Caponlar da sarışın mavi gözlü olurdu yahu!”

“Siz Urusları, Caponları bırakın da sadede gelin bakalım. Neredeyiz? Güvende miyiz?

Cilmaya başucuma yanaşıp cevap verdi.

“Dr. Streç Film’i hatırlarsın, hani bizim gemiden kurtulmamıza yardım eden adam. Onun malikanesindeyiz.”

“Benim Madam Köri tarafından nano-partiküllere maruz bırakılacağımı nereden öğrendiniz de gelip kadının bürosunu bastınız bakalım?”

“Şadiye, Madam’ın yanına adam yerleştirmiş. Son anda ondan öğrendik.”

Tam o sırada Dr. Streç Film bulunduğumuz odaya girdi.

“Oooo Ozan! Bakıyorum da uyanmışsın! Sana son haberleri vereyim: SEVAP Genel Merkezi personelinden bir genç, lüks arabasında kochain çekerken yakalanmış ama powder şekeri olduğunu iddia etmiş. Ahhahahahahah! Bunlar iyice gemi azıya aldılar. Durun bakalım daha neler göreceğiz bu SEVAP partili gençlerden! Ahahahaha!”

Dr. Streç Film geldiği gibi gülerek odadan çıkarken Cilmaya devam etti.

“İkram Papazoğlu’nun vali-başkanlığından da önce Deep Devlet tarafından finanse edilen bir adam varmış. Kullanışlılığı bitince Evropa’ya gönderilmiş. Oralarda palazlanınca Sultalat’ta bazı kişilerle iletişime geçmiş. Şehre dönmek istiyormuş. Bu arada bu adam Lilith’e yardım eden Shaman Dyra ile de irtibat halindeymiş.”

“Fitoterapi diye bir bilim dalı vardı değil mi Cilmayacığım? Ben kemoterapi ilaçlarıyla bu hale getirilirken üç beş ot çöple bu iş olmaz dediğimde inanmamıştın bana!”

Lilith duruma açıklık getirdi:

“O.I. hastalığım yüzünden ağrılar içinde kıvrandığım zamanlarda Shaman Dyra’nın bana ilaç temin eden torbacıları vardı. Meğer o torbacılara malzeme sağlayan da bu adammış.”

Artık sormamın zamanı gelmişti.

“Kimmiş bu herif? Adı neymiş?”

“Kerberose Rose.”

“Genetik bir hastalığın taşıyıcısı olduğu için kullanışlı imiş bir zamanlar. Ama sonra bir kadınla 13 ay evli kaldıktan soran Belçika’da iş buldum diyerek kadını ve kızını terk etmiş. Ve genetik hastalığı da…”

“Osteogenesis Imperfecta imiş!  Taşıdığı baskın gen nedeniyle çocuklarının da O.I. olması garantiymiş değil mi?”

Lilith ve Cilmaya başlarını önlerine eğmişlerdi. Nice sonra Cilmaya konuşabildi.

“Bu adam…”

Lilith devam etti.

“Hepimizin ortak düşmanı!”

Ve ben tamamladım.

Çünkü bu adam benim babam!

OZAN ILGIN 14: DÜŞMAN 2
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar