Sultanat Eyalet-Şehri’ni ortadan ikiye bölen Burgaziçi Nehri bir iç denize dökülüyordu. Marmare Nostrum isimli bu denizde Grand-ada denen bir ada vardı. Kapalı Kapılar Ardında Komünizm Partisi- KKKP devleti eski başkanlarından Vladimir İyice-eğ Lenin’in sağ kolu Levent Davidoviç Trollski, ülkesinden sınır dışı edilince Sultanat’a sığındı. Trollski, daha güvenli olacağını düşündükleri için Grand-ada’da bir köşke yerleştirildi. İvmelenen İnsanlar Partisi-İVİP genel başkanı Meredith Blanchener Trollski’yi ziyaret etmek isteyince onun koruması olarak görevlendirildim. Ve Blanchener’le beraber adaya ayak bastığım anda Trollski denen adama âşık oldum.
Bu, Çarları deviren ve yerine naçarları iktidara getiren Bolşeviklerin, beğenmeyip onları da devirmeye çalışan Menşeviklerin, yerinden yurdundan sürgün edilmiş, ölmüş, öldürülmüş, gömülmüş ve de gömülememiş milyonlarca Sovyet üyesi işçi ve köylünün soluğunu bana üfleyen devrimci liderin, önce aklıyla sonra bedeniyle seviştim. Bir kızıl goncaya benzer dudağın dizesindeki kızılı ayrı goncayı ayrı öptüm. Tenimin beyazlığı, onun ateşinin kızılıyla yanıp tutuşuyor sandığım an, içinde bulunduğumuz evi ateşe verdiler. Sultanat Şehri Özel Kuvvetler- SSOK’a ait benim gibi güçlendirilmiş bir polis olan Petrol Perihan adaya gönderilip beni, Trollski’yi ve Blanchener’i canlı canlı yakmaya kalktı. Böylece bir taşla irili ufaklı üç kuş vuracaktı. Önceden düşmanım ama artık müttefikim olan kızım Lilith ve köpeğim Çakır son anda yetişip bizi kurtaramasalardı, ‘kızıl’ın yanında yaş da yanacaktı.
Petrol Perihan’ın DNA’sı, Aplysia vaccaria / Black sea hare, yani Karadeniz tavşanı denilen jölemsi-petrolümsü hayvanın DNA’sıyla birleştirilmişti. Böylece kopardığı uzuvlarına fitil taktıktan sonra Molotof kokteyli gibi ateşleyip fırlattığı yerde çok kuvvetli bir patlama ve akabinde yangın çıkarabilecek bir suikast polisi oluşturmuşlardı. Tabii ki DNA’sı gereği uzuvları kendini yeniliyordu. Asıl önemli olan Sultanat Eyalet-Şehri vali-başkanı İkram Papazoğlu’nun SSOK’a bağlı Petrol Perihan’ı düşman saflarımda yer alan babam Kerberose Rose ve annem Nergissus’un emrine vermiş olmasıydı. Bu işte, önceden SSOK amiriyken, Piizişleri Bakanlığı’na terfi ettirilmiş olan Solomon Sert’in de parmağı vardı. Osteogenesis Imperfecta hastası olan bedenimi bana sormadan güçlendirerek beni özel kuvvetler polisi yapmış eyalet-şehrim, şimdi kendi yarattığı güçlü polisten korkar olmuştu. Çünkü bu güçlü kadın polis, yani ben, onların hayal ettiği gibi susup onların emrettiği kanunsuz işleri yapmamıştım.
Bütün kuklaların iplerini tutan vali-başkan Papazoğlu ölüm fermanımı çoktan imzalamıştı. Hayatım hiç bu kadar mükemmele yakın olmamıştı.
***
Sultanat’ı ikiye bölen Burgaziçi Nehri’nin doğu kıyısında bulunan değerli arsalar, Savdi Akrepistan beton ve inşaat Bakanı Küffar El-Faraşi’ye peşkeş çekilmişti. VIP minibüs filosu sahibesi 17 Megabit Şadiye, çok önemli müşterilerine eşlik edecek genç kadın ve erkekler de dahil olmak üzere her türlü hizmeti veriyordu. Zevk ve sefa düşkünü Savdi Akrepistan yetkililerine de hizmet vererek zenginliğine zenginlik katmaya devam ediyordu.
Savdiler, şehrin tam göbeğine adeta otağ kurarak MERKEZ-SULTANAT isminde her biri yetmiş yedi katlı yedi rezidans inşa etmişlerdi. Kendi eğlence, finans ve alışveriş ortamlarını yaratmalarına rağmen Şadiye’nin verdi sınırsız hizmetten faydalanmak üzere şehrin tekinsiz bölgelerine akın ediyorlardı. Şadiye’nin ekibindeki birbirinden çekici erkek ve kadın eskortlar, ultra zenginler hangi Hollywood filmini hayal ederlerse, onları o filmin başrolüne taşıma garantisi veriyorlardı. “Hayallerinizde sınır yoktur” Şadiye’nin mottosuydu. Fakat petrol kuyularından fışkırıp Savdilerin ceplerine akan dolarlar, Faraşi’nin süzgecinden geçmeden direkt Şadiye’nin kasasına doluyordu. Bu yüzden uykuları kaçan Faraşi’nin aklına bir fikir geldi.
Rezidansların altındaki sonsuz otoparkın bir bölümünü Şadiye’ye verecekti. “Buradan kira almayacağım. Ama bir şartla! Buraya öyle bir kulüp açacaksın ki Singapur’daki Pangea Club, Las Vegas’taki XS Club, Florida’daki LIV Club, İbiza’daki Amnesia, Dubai’deki Cavalli, Barselona’daki La Fira Club, New York’taki Avenue veya Moskova’daki Premier Lounge bu kulübün yanında çocuk parkı gibi kalacak. Akın akın gelen müşteriler için rezidanslardan birinin çatısına helikopter pisti inşa edilecek!”
Şadiye en güvendiği elemanları Jewel Cevriye, Haspa Hasibe ile Kontak Kadriye’yi dünyanın bilinen ve gizli tüm kulüplerine gönderdi. Genç kadınların yaptığı araştırmalar sonucu girilmesi zor hatta imkânsız olan bu kulüplerin çok revaçta olduğunu öğrendi. Kulüplere girmek isteyenlerin, çok pahalı üyelikler satın almaları veya kendilerine referans olabilecek başka üyeler bulmaları gerekiyordu. Ultra zenginler, paranın bile satın alamadığı referanslı kulüplere girebilmek için kırk takla atıyorlardı.
Şadiye aldığı bilgiler üzerine üç gün düşündü. Ve sonunda aklında bir planla Küffar El-Faraşi’ye gitti. Tüm mühendis, mimar ve işçilerini Şadiye’nin hizmetine sunan Faraşi, kulübün Savdi Akrepistan Kralı Yaman bir Abdülcanbaz El-Savud’un doğum gününe yetiştirilmesi emrini verdi.
***
Kulübün açılmasına iki ay kala, 21 Haziran 2021 günü İkram Papazoğlu şehirdeki eğlence mekanlarıyla ilgili bir açıklama yaptı. Canlı müzik bitiş saatini 00.00’a çekti. “Bundan sonra kimse kimseyi rahatsız edemeyecek!” dedi. Şadiye’nin kılı bile kıpırdamadı. “Benim kulübümde canlı müzik olmayacak, bu bir. Yerin altındaki bir kulüp kimi rahatsız edebilir ki, bu iki. Üstelik eğlenecek olan ultra zenginleri üzmek istemedikleri için Savdi Akrepler gerekli yerlere gerekli rüşvetleri vereceklerdir ve benim mekanıma kimse el süremeyecektir! Bu da üç!”
Şadiye haklıydı. Yasaklar sadece ya rüşvet verecek parası olmayanlar ya da rüşvet verecek kadar hayasız olanlar içindi.
***
Babylon Sultanat ismi verilen kulüp için açılış zamanı geldi çattı. 28 Temmuz 2021’de, yani kralın doğum gününde Sultanat’ın tam otuz komşu eyaletindeki ayrı ayrı 130 bölgede yangın çıktı. Bir atasözü vardı: Köy yanar deli taranırmış. Ormanlar yanmış, insanlar, evler ve köyler tehdit altındaymış, hayvanlar ölmüş, Savdi Akrepler’in umurunda olmadı. Sözde Müslümanlık taslayıp yeşil dolarları kendilerine kıble edilen Savdi Akrepler açılışı ertelemeyi reddettiler.
Şadiye için hava yine hoştu. Ne kadar erken açılır ve kulübü zenginlerle doldurursa o da kendine o yeşil dolarlardan bir kıble yapabilecekti. VIP minibüs filosu sahibeliğinden kulüp patroniçeliğine terfi etmiş kadının, yetmiş yedi katlı rezidanslardan birinin en üst katındaki bürosuna gittim. Piizişleri Bakanlığı tarafından kulüp açılışının ertelenmesinin istendiğini bildirdim. Bir kahkaha attı, sonra bana cevap verdi.
“Bütün bunlara danışıklı dövüş ya da topala karşı aksamak denir. Bakanlık elbette ortalık yangın yeriyken bir kulüp açılışını yasaklamak ister. Ama gel gör ki açılışı Savdi Kral’ın doğum gününe yetiştiremezsem diye el altından tepemde boza pişiriyorlar. Halka karşı ‘Biz sizin yanınızdayız’ mesajı verirler. ‘Pis zenginler de kulüplerinin açılışını ertelesinler yahu!’ derler. Halbuki o pis zenginler kendilerine seçim zamanı konvoy konvoy araba, mahalle mahalle bayrak ve sandık sandık seçmen sağlarlar. Şimdi ben sana ‘Tamam erteleyeceğiz’, diyeceğim. Yarın, kulübün yabancı sermayeyle yurtdışı bir kuruluş tarafından işletildiği ve Sultanat kanunlarının oraya işlemediği açıklamasını yapacaklar. Herkes mutlu olacak. Halk da bir kez daha vatan, millet, Sultanat ayaklarına kanacak.”
“Ne kadar rahat anlatıyorsun bunları Şadiye? Yerin kulağı vardır!”
“Yavrum sana öğretmediler mi, o yerin kulakları benim kulaklarım zaten!”
Bir kahkaha daha koyuveren Şadiye devam etti.
“Mesela olmaz ama şu Filistin devletine ait bir terör örgütü, hani şu çok mazlum olan Yahudi devletine yani İsrail’e saldırsa… Hani olmaz ama bahane olarak onlar da Gazze’yi bombalamaya başlasa… Neden buradan örnek verdim biliyor musun? Çünkü gücü eline alan mazlum, zalimlik yaparsa haklıyken haksız durumuna düşer. İşte böyle bir şey olsa, sözde Müslüman Savdi Akrepler şuradaki rahatlarından kıçlarını kaldırıp da gidip Filistin’deki Müslümanlara yardım etmezler, biliyorum! Çünkü damarlarını biliyorum! Mesela Katar ne kadar zengin bir ülke, değil mi? Böyle bir haksızlık olsa, Katar, ortalığı birbirine katar dersin değil mi? Yok yok! Nerdeeeeee? Öyle bir dünya yok. Bir-iki basit kınama yayınlarlar. Kalkıp müdahale bile etmezler. Çünkü bu adamlar Allah’a değil paraya taparlar.”
Şadiye’ye kâh hak verdim kâh hak vermedim. Deli kadının nereden aklına gelirdi bu örnekler? Yok Filistin İsrail’i vuracak da yok mazlum Yahudilerden oluşan İsrail devleti zalim olacak da! Ölme eşeğim ölme! Sene 2021 olmuş, dünyada böyle bir zalimlik olsa, hiç diğer devletler buna sessiz kalırlar mıydı? Tüm devlet başkanları o paha biçilmez devlet uçaklarına atlayıp İsrail’in başbakanı N’ettinYahu’ya hesap sormazlar mıydı? Şadiye’nin sözleri şakaydı. Dünya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir daha böyle bir zalimliğe elbette göz yummazdı.
***
Açılıştan önce, kulüpte ultra para harcayabilecek kadar ultra zengin herkese telefonuna indirdiği uygulama ekranından tıklamaları için iki seçenek sunuldu: biri altın, diğeri gümüş rengi iki bilezik. Seçimler yapıldıktan sonra mühürlü bir zarfla bir QR kodu ve değerli madenden mamul bilezik gönderildi. Bu kodu telefonlarına okutunca belli bir miktar Anglosakson sterlini üyelerin kredi kartlarından tahsil edildi. Bilezik gönderilen kişilerin kulübe katılmalarındaki tek şart kadın-erkek, erkek-erkek veya kadın-kadın şeklinde çift olarak gelmeleriydi. Bileziklerini takan zenginler, kulüpte verilecek ilk partiye davet edildiklerini el aleme duyurmak için İnstagram’da video üzerine video paylaştılar. Davetiye gönderilmeyenler, ne kadar para teklif etseler araya ne kadar aracı soksalar da Şadiye’ye ulaşamayınca sinirlerinden ter ter tepindiler.
***
Babylon Sultanat, 28 Temmuz gecesi tam 00.00’da üç gün sürecek bir parti için kapılarını açtı. Rezidanslardan birinin 77. katına inşa edilen piste inen helikopterler Babylon Sultanat’taki parti için gelmiş zenginleri taşıdılar. Şadiye, helikopterle gelenleri binanın dış yüzeyinin temizliğini yapan işçileri taşıyan üzeri açık, çelik kabine minimum güvenlik önlemleri alarak bindirtti. Sadece bellerinden bağlanan ultra zenginler bileziklerine takılan birer kanca ile, anca beraber kanca beraber denerek 77 katı 10 saniyede indiler. Yere çakılacaklarını sanarak kalpleri durma noktasına geldiğinde yer yarıldı ve yerin dibine girdiler.
“Hiçbir lunaparkta yaşayamayacağınız bu heyecanın bedeli yok!” diye anons edildi. Ayakkabısının topuğu kırılan, saçı başı dağılan kadınlar, korkudan altlarına işeyen erkekler, partinin, verdikleri her kuruşa değeceğini o anda anladılar. Kendileri sürekli başkalarını aşağıladıkları için, hayatları tehlikeye atılarak da olsa aşağılanmaktan pis bir haz duyup kulüpten içeri daldılar.
Kara yoluyla gelenler, Babylon Sultanat’a girmek üzere lüks araçlarını valelere teslim ettiler. Arabalarından inen çoğunluğu gümüş rengi ve bazısı altın rengi bilezik takmış ultra zenginler, birbirlerinin bileziklerini görünce afalladılar. Bu afallama, altın bilezik takanların ağızları keyiften dört köşe olunca sona erdi. Diğerleri neden o kadar paraya onlara da altın bilezik gönderilmedi diye çok bozuldular ama itiraz edemediler.
Otopark zaten yeraltında olduğu için kulübün girişi de gizliydi. Fakat paparazzilere haber uçurarak Paris’ten, Londra’dan, New York’tan, Roma’dan alınmış son moda giysileriyle görüntülenmek isteyen ultra zenginler sayesinde kulübün girişi açık edildi. Şadiye’nin bunun için bir planı vardı. Ultra zenginleri kafes şeklindeki zifiri karanlık birer madenci asansörüne 20’şer kişi olarak bindirdi. Yatay ilerleyen bu kafeslerle insanları yeraltından şehrin öteki ucuna taşıdı.
Ben dahil SSOK’tan on polise bilezik ve davetiye gönderilmişti. Aramızda altın bilezik gönderilen tek kişi Amirim Kozak Hayri’ydi. Bizim gümüş bileziklerimize bakarak “Amir farkı olsa gerek!” diye gevrek gevrek sırıttı. Hele içlerinden en az parlayan gümüş renkli bilezik benimkisi olduğundan dalga geçti. “Savdi inşaat bakanlığından inşaat demiri gelmiş sana Ozan!”
SSOK ekibimiz Şadiye’nin partide herhangi bir rezillik veya arbede çıkmasını engellemek amacıyla kiraladığı yüzlerce özel korumanın yanında devede kulaktı. Şadiye, Kozak Hayri’nin gönlünü etmek için bizi içeri almayı kabul etmişti. Biz markasız giysilerimizle markalı giyinmiş burnu büyüklerin arasına sızmaya çalışırken, nereden nasıl edindiyse bileğinde gümüş bir bilezikle kızım Lilith yanımda bitti.
“Hey Allahım! Nasıl buldun beni bu kalabalıkta?”
“O da benim sırrım olsun. Grand-ada’da yangın çıkan evde nasıl bulduysam öyle! Başını derde sokan annemi sürekli takip ederek! Hem ömrümde bir kez görebileceğim bu şamatayı kaçırmamı beklemiyordun herhalde!
Yatay ilerleyen kafeslerdeki yolculuk, kadınların çığlık çığlığa bağırmaları, erkeklerin ise yiğitliğe bok sürdürmemek için kadınlara sarılmalarıyla bitti. Yirmi dakikalık yeraltı yolculuğu sonrası hepimiz ellerimize ve yüzlerimize is karası sürülmüş olarak kulübün kapısına vardık. Bileziklerimizi özel ekranlara okutarak kapıdan içeri girdik.
İçeri girer girmez loş ışıklar ve hafif bir orkestra müziği eşliğinde içeceklerimizi yudumlamaya başladık. Çok klasik olan bu formatı gören herkeste, “Bunun neresi ilginç ki?” bakışı vardı. Bir saat kadar ilk katta takıldıktan sonra ikinci kata inebilmemiz için özel kapılar açıldı. Bazı gümüşi renkli bilezikli misafirler bileklerini özel ekranlara tuttular ama “Yetenek Sizsiniz” yarışmasındaki iğrenç reddediliş sesiyle karşılaştılar ve kapılardan geçemediler.
İkinci katta üç gün sürecek bir parti için bile şehvet dozu fazlaca artırılmış bir ortam vardı. Birbirinden harika vücutlu erkek ve kadınlar direk, göbek veya break-dance gibi envaiçeşit şekilde dans ederek partnerlere yanaştılar. Kadın veya erkek fark etmeksizin partnerlerden birini seçip dansa davet ettiler. Henüz içkide ses sınırını aşmamış diğer partnerler dikey sevişme niteliğindeki bu dansı partinin hoş bir başlangıç sürprizi olarak algıladılar. Seslerini çıkartmadılar. Gözlerini zevke, boş kalan parmaklarını içkilerine batırıp izlediler.
Yine bazı gümüş bileziklileri arkada bırakarak üçüncü kata inildi. Altın rengi hariç hepsi gümüş gibi görünen bileziklerin farklı madenlerden yapıldığını o anda fark ettim. Bu işin sonu nereye varacaktı ben de merak etmeye başladım. Üçüncü kata indiğimizde ufka kadar uzayan bir masaya yerleştirilmiş hiçbir eksiği olmayan muhteşem bir sofra bizi karşıladı. Aslında hiçbir şeyin tadından geri kalmamış bu insanlar sanki haftalardır aç kalmışlar gibi hayvani bir açgözlülükle yiyecekleri mideye indirmeye başladılar.
Dördüncü kata indiğimizde bizi dev bir kumarhane karşıladı. Bileziklerini krupiyelerin ellerindeki banka uygulamalarına okutarak kredi alabildiklerini öğrenince hırslarına yenik düştüler. Arabalarının anahtarlarını hatta evlerini kaybedenler oldu. Kumarhanedeki hostlar ve hostesler hepimize istiridyelerin içinde birer inci tanesi hediye ettiler ve bunu yutmamız gerektiğini söylediler. İşin içinde bir bit yeniği olduğunu anlayıp yutuyormuş gibi yaptım, inci tanesini cebime attım.
Eksi beşinci kata indiğimizde altın bilezikliler habire elenen gümüş bileziklilere gülerek ve aşağılayarak bakar olmuşlardı. Çünkü altın bileziklilerin tüm kapılardan geçebilmesine rağmen, gümüş bileziklilerin her kata inmeye izni olmadığı anlaşılmıştı. Beşinci kat tamamen bitkiler ve koca koca ağaçlarla kaplı bir orman şeklindeydi. Burada insanlar az önce yuttukları incilerin ne işe yaradığını acı tecrübelerle öğrendiler. Mideleri dışarı çıkıncaya kadar kustular. Az önce açgözlülükten yedikleri o güzelim yemekleri vücutlarından kusmuk olarak attılar. Hiçbir temizlik maddesi hatta su bile bulamayan insanlar, deliye döndüler. İkinci katta şehvete kapılıp partnerlerini aldatanlar ve partnerleri tarafından aldatılanlar kavgaya tutuşup tekme tokat birbirlerine giriştiler. Pislikleri içinde kayarak boğuştular, boğuştular. Neden sonra içinde bulundukları rezalet durumu fark edip, kusmuklarını ağaçların yapraklarına ve gövdelerine yarım yamalak silmeye çalıştılar.
Altıncı kata inebilenler suya değil ama yeniden alkollü içeceklere kavuştular. Ellerini ve yüzlerini bu alkollü içeceklerle yıkamak gafletinde bulundular. Fakat elleri ve gözleri yandı. El yordamıyla birbirlerine çarptılar. Gözlerinin yangınını birbirlerinin tükürükleriyle gidermeye çalıştılar. Birbirlerinin yüzlerini yalamaya başladılar. Gözlerini açabildiklerinde yer, duvarlar ve tavan ekran olmuş, her yer gökyüzü gibi masmaviye kesmişti. Artık partnerlik diye bir şey kalmamıştı. Çünkü hepsi çırılçıplaktı ve kimin eli kimin cebinde belli değildi. Bir el bana uzanarak beni gizli bir kapıdan geçirdi. Yatay olarak ilerleyen bir asansörle Şadiye’nin kulübü yönettiği yeraltı bürosuna girdik.
***
Eyalet-şehrim de insan haklarında, eğitimde, sağlıkta ve adalette Şadiye’nin kulübü gibi gittikçe daha derine batıyordu. Yerin yedi kat dibine geldiğimizde bundan daha aşağısı olmaz diye düşünmüştüm ama altın bilezikler sekizinci kata inemediklerinde kıyamet koptu.
Kendini dünyanın sahibi sanan o yeni yetmeler bileklerindeki altın, yedinci seviyeden ileri gitmelerine izin vermediğinde kendilerini yerden yere attılar. Yedinci kat, dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş bin bir çeşit toprakla kaplıydı. Kendilerini yerden yere attıkları zaman topraklar topaklandı. Üstleri başları kahverenginin elli tonuyla kaplanınca sanki dışkıya bulanmış gibi görünen altın bileziklerinin o andan itibaren bir işe yaramayacağını anladılar.
Şadiye müthiş eğlenerek bana dönüp durumu açıkladı:
“Rodyum bilezik 50.000 sterlin. İridyum bilezik 40.000 sterlin. Altın bilezik 30.00 sterlin. Palladium bilezik 20.000 sterlin. Platin bilezik 10.000 sterlin. Rutenyum bilezik 5000 sterlin. Osmiyum bilezik 4000 sterlin. Renyum bilezik 3000 sterlin. Gümüş bilezik 1000 sterlin. Altın hariç diğer tüm değerli madenler gümüş renginde. O yüzden altın bileziği olanlar ortamın en havalı insanları gibi geziyorlardı. Gördün mü? Yedinci kattan sekizinci kata inilirken küçük dağları ben yarattım havasında olan altın bilezikliler reddedildiğince nasıl da şiddete başvurdular! Ahahahhaha! Çünkü Şadiye’nin Hayallerinizde sınır yoktur’dan başka bir mottosu daha var. Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var!”
Haklıydı. O ana kadar her kata girebileceklerini garantilemiş olduklarını sanan altın bilezikliler çıldırdılar. Ellerindeki avuçlarındaki her şeyi binlerce dolarlık saatlerini ve takılarını sekizinci kata geçeceği garanti olan hangi madenden yapılmışsa altından daha değerli olan bileziklerle değiştirme çabası içine girdiler. Sekizinci kata inebilen sahtekârlar orada yakalandıkları gibi kapı dışarı edildiler. Artık anlaşıldığı üzere tüm gümüş rengi bilezikler aynı değerde değildi. İridyum ve rodyum bilezikliler, altın bileziklilere sırıtarak sekizinci kata indiler. İsteseler onları da satın alabilecek kerizler, dünyadaki en değerli madeni altın sandıkları için aptallıklarına doyamadan reddedildiler. Ne ironikti ki reddedilenlerin arasında saatler önce altın bileziğiyle övünmüş olan Amirim Kozak Hayri de vardı.
Çıkan arbedeyi ofisindeki kameralardan izlerken kahkahadan yerlere yatan Şadiye bana döndü.
“İnsanoğlunun parasıyla her şeyi satın alabileceğini sanması ne saçma değil mi? Bazı şeyler satılık değildir. Bilgi gibi. Görgü gibi. Vicdan gibi. Nezaket gibi. Sevgi gibi. Empati gibi. Neşe gibi. Aşk gibi. İşte bunlara paraları yetmeyince, dünyanın en pahalı makyaj malzemeleriyle kaplı yüzlerinin arkasındaki ucuz ve sökük astar ortaya çıkar hemen. Hangi marka takım elbise giyersen giy, ayakkabının bulandığı mahalle tozu kadardır değerin. O yüzden ben şehirde gezerken arabadan hiç inmem. Ayakkabım o pis mahallelerin tozuyla kaplanmasın diye! Çünkü o pis mahallelerde büyüdüm ben! Bütün gün dilenerek aç biilaç gezdikten sonra akşamına nasıl toz toprak olur üstün başın iyi bilirim. Ama bir daha oralara dönemem. Alçalabilmek için fazla yüksekteyim güzelim. Bu kadar yüksekten paraşütsüz düşersem ölürüm. Anladın mı beni? Hadi şimdi geri dön partiye.”
Eksi sekizinci katta artık sadece gümüş renkte bilezikler yani iridyum ve rodyumlar kalmıştı. Onları muhteşem bir su temasıyla, pırıl pırıl ırmaklar, yüksekten çağlayan şelaleler ve bu suların biriktiği masmavi göletlerde yüzen çırılçıplak erkek ve kadınlar bekliyordu. Bu sularda yıkanan herkes kusmuklarından arındı. Kırk kere debelenen de günahlarından arındığını sandı. Gırtlaklarından taşana kadar yemek yemekten, içleri dışlarına çıkana kadar kusmaktan, geberinceye kadar sarhoş olmaktan, neredeyse birbirini öldürünceye kadar kavga etmekten ve savaşır gibi bir şehvetle sevişmekten yorulmuş olan sekizinci kattakilerin sadece rodyum bileziklileri dokuzuncu kata inebildi. Sekizinci katta kalanlar arasında Lilith de vardı. İçimden bir ses, bundan sonrasına yalnız devam edişimin tesadüf olmadığını söylüyordu.
Eksi dokuzuncu kata indiğimizde, sekizinci katta ıslanmış olduğumuza dua ettik. Çünkü eksi dokuzuncu kat o kadar sıcaktı ki o anda cehennemin dibini boyladığımızı anladık. Kulaktan kulağa yayılan söylentiye göre bir cehennem ateşi yanacak ve bu cehennem ateşi yalnızca ve yalnızca ihanet edenleri yakacaktı. Herkes birbirini affetme çabasına girişti. Çünkü içlerinde ihanet etmemiş ve ihanete uğramamış tek bir kişi yoktu.
Petrol Perihan sahneye çıkmadan önce o yapışkan siyah gövdesiyle bana sürtünerek geçtiğinde kafamda şimşek çaktı. “Tabii ya! Sen! Şimdi kolunu bacağını koparıp sağa sola fırlatacaksın! Ve yangın çıkaracaksın! Yangınlı son sahne için müthiş ateşli bir diva!”
Petrol Perihan güldü. “Haklısın yangını ben çıkaracağım. Ama sana ihanet edenler yanmayacak! Sen yanacaksın!”
Duymak istediğim cevap buydu. Dönüp beni Şadiye’nin bürosuna götüren sonra da dokuzuncu kata indiren kadına ismini sordum. Bana isminin Beatrice olduğunu söyledi. “Tam da buraya yakışır bir ismin varmış. Dante de burada mı?” diye sordum. Cevap vermedi. Keşke sormaz olaydım. Cehennemin sahibi olmasa da bekçisi olan babam yani Kerberose Rose, bir elinde, beş bin elmas, üç yüz yakut ve beyaz altınla bezenmiş şişesiyle 6,2 milyon dolar değerindeki dünyanın en pahalı viskisi olan Isabella’s Islay; diğer elinde iki kristal bardakla beni bekliyordu. Beni 666 numaralı locaya davet ettiğinde orada oturan dünyanın kendini en beğenmiş kadını olan annem Nergissus’un yüzündeki sırıtıştan olan biteni anladım. Anlaşılan 17 Megabit Şadiye, bana Rodyum bileziği gönderirken “Bu kulüpte aradığın tüm cevapları bulacaksın” diyerek beni düşmanlarıma üç kuruşa satmıştı.
***
“Hipokrat yemini var, asker yemini var, polis yemini var, hemşirelik yemini var. Neden analık babalık yemini yok? Bir ana çocuğuna bunları yapar mı? Bir baba çocuğunu cehennemin dibine atar mı? Allah belanızı versin sizin!”
“Bela okuma Ozancığım. Ters teper. Ya da oku! Zaten cehennemin dibindesin! Ne ters tepebilir ki? Ahahahahah! Biliyor musun, kendin ettin kendin buldun. Sürekli burnunun dikine gitmeni emreden merakın yüzünden. Kimse sana o bileziği tak da burun kıvırdığın ultra zenginlerin dünyasına gir demedi!”
“Ulan ben neyim bir karar verin! Kahraman mıyım? Suçlu muyum? Yoksa bir ucube miyim? Kayzer Soze miyim? Siz Dr. Jekyll’sınız ben Mr. Hyde mıyım? Siz Dr. Frankeştayn’sınız ben onun yarattığı yaratık mıyım? Bonnie & Clyde‘ın Bonnie’si miyim? Thelma & Louise’in Louise’i miyim?”
“Sen bunların hiçbiri değilsin! Sen, bu eyalet-şehrin para harcayarak yaptığı en asi süper polissin! Vücudunu geliştirirken aklını kısıtlamayı unutmuşlar. Senin o yüzden istiyoruz. Bedenini inceleyeceğiz ve bundan sonra üreteceğimiz süper polis nesillerini burunlarını her işe sokmayacak şekilde yetiştireceğiz. Senin gibi amirlerine burun kıvıramayacaklar.”
Petrol Perihan birden ortalığı ateşe verdi ama bizim bulunduğumuz loca zifiri karanlığa büründü. Algıladığım kadarıyla loca, dokuzuncu kattan ayrılıp yatay asansörler gibi hareket etmeye başlamıştı. Burnumun ucunu göremezken buradan nasıl kaçmayı düşünüyordum acaba?
“Burnum bir işte pis kokular alıyorsa ben amir memur dinlemem!” diye kükredim.
“İşte hâlâ aynı hamaset dolu cümleler! Biraz burnun sürtülsün de aklın başına gelsin diye düşünüyor amirlerimiz!”
“Ah amirim Hayri Kozak! Burnumda tütüyor!”
“Bu kadar burun muhabbeti de ancak senin kadar inatçı olan Cyrano’nun tiradına yakışır! Açlık ve ölümle burun buruna gelince dizlerinin üzerine çökmek nasıl bir duydu göreceksin!”
Son sözü söyleyen annem Nergissus idi. En son hatırladığımsa karanlıkta kafama sert bir cisim indiğiydi.
***
Şadiye bana “Gücü eline alan mazlum, zalimlik yaparsa haklıyken haksız durumuna düşer” diye fetva vermişti. Ama eline güç geçince kendisi de zalim olmuştu. Ne yazık ki onu ayıplayacak, ona engel olacak ve haddini bildirecek bir merci yoktu. Herkes “Mersi canım, bana dokunmayan yılan bin yaşasın…” deyip kenara çekiliyordu. Ona haddini bildirecek olan kişi bendim ama yerin dokuz kat altında cehennemin ta dibinde baygın bir halde düşmanıma esir düşmüştüm. Bir daha asla bilezikli milezikli bir davete katılmamalıydım. Peki içine düştüğüm bu çukurdan nasıl kurtulacaktım?