Bazı yazarlar yalnızca kitaplarıyla değil, cesaretleriyle, hayata bakışlarıyla edebiyat tarihine kazınırlar. Pınar Kür işte o yazarlardan biriydi. Onu yalnızca bir romancı olarak anmak haksızlık olur; o aynı zamanda akademisyen, çevirmen, feminist bir yazar ve en önemlisi toplumun gizlemek istediği hakikatleri açığa çıkaran cesur bir sesti.
15 Temmuz 2025’te, 82 yaşında aramızdan ayrıldığında ardında sadece romanlar bırakmadı; insanlara, kuşaklar boyu okunacak, tartışılacak, ilham verecek bir miras bıraktı. Bu yazıda onun yaşamına, edebiyat yolculuğuna ve bence en önemli mirası olan polisiye türüne yaptığı katkılara yakından bakmak istiyorum.
***
1943’te Bursa’da doğduğunda edebiyat, belki de onun kaderine çoktan yazılmıştı. Annesi İsmet Kür, yazın dünyasının içinde yer alan bir eğitimci ve yazar, teyzesi Halide Nusret Zorlutuna da romancı ve şairdi. Evleri kitapların, yazıların, tartışmaların eksik olmadığı bir mekândı. Entelektüel birikimini besleyen çocukluk yılları, onun kalemine daha sonra yansıyacak olan merakın ve sorgulayıcı bakışın ilk adımları oldu
İngiltere’de ve Amerik Birleşik Devletleri’nde eğitim gördü. Robert Koleji bitirdikten sonra, Fransa’da Sorbonne’da doktorasını yaptı. Yurt dışında geçirdiği yıllar, onun hem eleştirel bir bakış açısı geliştirmesine yardım etti hem de dünya edebiyatına hâkimiyetini güçlendirerek dillerin ve kültürlerin zenginliğini içselleştirmesini sağladı. Bu nedenle, Pınar Kür’ün satırlarında hem yerel bir dokunun sıcaklığı hem de evrensel bir bakışın ferahlığı vardır. Eserlerinde bu kozmopolit duyarlılığı ve kültürel çeşitliliği ustaca harmanlamıştır.

1971-1973 yılları arasında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda dramaturg olarak çalıştı. İstanbul’a yerleştikten sonra İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’nda İngilizce okutmanlığı ve daha sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde medya ve iletişim sistemleri bölümünde öğretim üyeliği yaptı.
***
Pınar Kür’ün yazarlık kariyeri, 1970’lerin sonunda kaleme aldığı romanlarla başladı. İlk romanı “Yarın… Yarın…” (1976), 12 Mart’ın kaotik atmosferinde geçen ve dönemin toplumsal çalkantılarını, siyasal baskıları ve bireysel sıkışmışlıkları ele alan bir eserdi. Ardından “Küçük Oyuncu” (1977) ve “Asılacak Kadın” (1979), toplumun ikiyüzlü ahlak anlayışı üzerine odaklanan ve dönemin tabu sayılan konularına birer meydan okuma niteliği taşıyan romanlar olarak öne çıktılar.
Özellikle, “Asılacak Kadın”, yayımlandığı günlerde büyük tartışmalar yarattı. Cinsellik, kadın bedeni ve ataerkil baskılar gibi, o yıllarda konuşulması mümkün olmayan konuları ele alan roman, bütün taşların yerinden oynamasına sebep oldu, okurları çarptı, eleştirmenleri böldü. Müstehcenliği gerekçe gösterilerek mahkeme kararıyla toplatıldı. Bu kitapla yazar, dönemin en provokatif yazarlarından biri hâline geldi. “Asılacak Kadın”, feminist mücadelenin edebiyattaki sesi oldu.
***
Pınar Kür’ün en önemli edebi çalışma alanlarından biri de polisiye edebiyattı. 1989’da yayımlanan “Bir Cinayet Romanı”, ardından gelen “Sonuncu Sonbahar” ve “Cinayet Fakültesi” romanlarıyla Türk polisiyesinin çehresini değiştirdi.

1990 yılında yayımlanan “Bir Cinayet Romanı”, Türk edebiyatında postmodern polisiye türünün ilk örneklerinden biridir. Roman, klasik polisiye anlatının sınırlarını zorlayarak, okura sadece bir cinayeti çözme değil, aynı zamanda anlatının yapısını sorgulama fırsatı verir. Romanın ana karakteri olan matematik profesörü Emin Köklü, dedektif rolüyle, mantık ve sezgiyi birleştirerek gizemi çözmeye çalışır. Bu karakter, aynı zamanda edebiyatın kurallarını sorgulayan bir figürdür.
Kür’ün “Sonuncu Sonbahar” (1992) ve “Cinayet Fakültesi” (2006) adlı eserleriyle devam eden postmodern polisiye üçlemesi, anlatı teknikleri ve karakter derinliği açısından çok önemli çalışmalardır. “Cinayet Fakültesi” adlı romanında, metinlerarası göndermeler ve üstkurmaca teknikleri kullanılarak, okurun gerçeklik algısıyla oynar. Üstkurmaca yoluyla kendi hikayesini de içinde barındıran eser, edebiyatın ve anlatının doğasına dair derinlemesine bir inceleme gibi de okunabilir.
Pınar Kür’ün polisiyeleri, biçimsel açıdan da yenilikçi bir özellik taşır. Eserlerinde, klasik polisiye kurgunun doğrusal ilerleyişini kırarak, çok sesli ve çok katmanlı bir anlatı kurmuştur. Okur, sadece bir cinayetin çözümüne dahil olmaz; aynı zamanda karakterlerin iç dünyalarına, toplumsal çelişkilere ve ahlaki ikilemlere de tanıklık eder.
Kadın karakterlerin konumu, Kür’ün polisiye eserlerinde de belirgindir. Kadınların maruz kaldığı şiddet, görünen veya görünmeyen baskılar, kimlik arayışları suçun arka planındaki toplumsal gerçeklikler olarak anlatıdaki yerlerini alırlar. Bu yaklaşım, Türkiye’de polisiye edebiyatın sadece erkek merkezli kahramanlarla sınırlı kalmasının önüne geçmiş ve türün feminist bir perspektifle de yazılıp okunabileceğini göstermiştir.
Ayrıca dilindeki ironi, ince mizah ve toplumsal gözlem gücü, onun polisiyelerini yalnızca sürükleyici değil, aynı zamanda düşündürücü kılan unsurlardır. Kür, polisiyeyle toplumsal eleştiriyi kaynaştırarak, okura hem entelektüel hem de estetik bir deneyim yaşatır.
Kür’ün edebi yolculuğunun tamamında olduğu gibi, polisiyelerinde de feminist bir duyarlılık hâkimdir. Bu durum, polisiye romanlarında da bütün ağırlığıyla hissedilir. Kadınların toplum içindeki konumunun sorgulanması, ataerkil düzenin görünmez baskılarının açığa çıkarılması onun eserlerinde sık sık karşılaşılan olgulardır. Bu anlamda, polisiye romanlarını yalnızca bir tür denemesi olarak değil, aynı zamanda kadının özgürleşme mücadelesinin edebiyattaki yansımaları olarak da kabul edebiliriz.
***
Cinsellik, iktidar ilişkileri, aile içi şiddet, siyasal baskılar gibi tabu konulara olan ilgisi, Kür’ün zaman zaman tutucuların ve iktidarların hedefi hâline gelmesine yol açmıştır. Ancak cesur tavrı, onu edebiyatımızda “gerçeği söylemekten çekinmeyen” bir kalem olarak ölümsüzleştirmiştir.
Akademik hayatıyla da birçok kuşağa dokunan Pınar Kür, çevirmen olarak Türkçeye birçok eser kazandırdı. Özellikle Dashiel Hammet ve Agatha Christie’den yaptığı çevirilerden söz etmeden geçmek olmaz. Bence bugüne kadar yapılmış en iyi Agatha Christie çevirisi olan “Roger Ackroyd Cinayeti”ni onun kaleminden okumanızı özellikle tavsiye ederim.
***
Pınar Kür, hayatının her döneminde cesur, sorgulayıcı, tutkulu oldu. Romanlarıyla, çevirileriyle, öğrencileriyle ve en çok da cesaretiyle, Türk edebiyatında unutulmayacak bir iz bıraktı.
Pınar Kür’ün ölümü, edebiyatımız için büyük bir kayıptır; ancak onun eserleri, düşünceleri ve cesur kalemi yaşamaya devam edecek. O, edebiyatı yalnızca bireysel bir uğraş değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluk olarak gören bir yazardı. Polisiye türüne kattığı derinlik, feminist duyarlılığı ve tabu konulara cesur yaklaşımı, onun mirasını ölümsüzleştirdi.


