Suzan, gördüğü rüyanın etkisiyle yataktan fırladı, nefes almakta zorlanıyordu. Sanki başka bir yerde uyanmış gibi sağına soluna baktı, gözleri Alper’i aradı ama o çoktan işe gitmişti bile. Yastığı ve çarşafı terden sırılsıklamdı, hemen kalkıp banyoya gitti, soğuk bir duş aldı, bornozuna sarınıp tekrar yatağına oturdu. Biraz sakinleşmişti ama yine de vücudunun her yeri titriyordu.
Ne zaman önemli bir haber alacak olsa hep aynı rüyayı görürdü.
Babası, her zamanki gibi sallanan sandalyesine oturmuş, piposu ağzında, kitabını okuyor ve karşısında Suzan. Birden okuduğu kitaptan başın kaldırıyor, yakın gözlüğünü burnun ucuna indiriyor ve piposunu ona doğru uzatıyor. “Bu adam seni mutlu etmeyecek ve sen çok acı çekeceksin, istediğin bu mu? Sonra bana gelip sakın ağlama!”
Babasının, kulaklarında çınlayan sesini duymamak için ellerini kulaklarına bastırdı ve var gücüyle haykırdı. “Sen haklısın, mutlu değilim işte! Neden sebebini de söylemiyorsun? Bak ağlamıyorum, yıllardır gözümden bir damla yaş gelmedi!”
Yavaş yavaş ellerini kulaklarından indirdi, artık babasının sesini duymuyordu.
Bugün Alper’in doğum günüydü. Allah’tan annesi ve kızları sürpriz parti hazırlıkları için ona iş bırakmamışlardı yoksa bu ruh hali ile ne yapardı? Hem sonra bugün izin günüydü, can dostu ve dert ortağı Damla ile buluşacaktı.
Hemen kalkıp hazırlanmaya başladı, kendini toplamalıydı Damla’nın onu solgun görmesini istemiyordu.
Komodinin üzerinde duran saatli radyosunun düğmesine bastı.
Aylin Urgal o ahenkli sesiyle söylüyordu. “Sakın ağlama ardından ardından, üzme boş yere kendini- Bin defa pişman olsan da olsan da, gidenler dönmüyor geriiii.”
Birden, aynanın karşısında dondu kaldı. “Müzik duygularımızın en açık dilidir” dedi aynadaki solgun yüzüne bakarak.*
Kavaklıdere Tunalı Hilmi Caddesindeki, Yedi Bölge Yedi Lezzet Restoranına vardığında arabasının kapısını açan valeye anahtarı verdi ve telaşla içeri girdi. Yarım saat gecikmişti, her zaman oturdukları masaya doğru ilerlerken aklından bin bir türlü bahane geçiyordu ama hiç birisini söyleyemezdi. En iyisi akışına bırakmak galiba diye geçirdi içinden.
Suzan’ın geldiğini gören Damla ayağa kalktı ve ona sıkıca sarıldı. “Geç kaldın canım, yemeği sen ısmarlayacaksın. Şaka bir yana, önemli bir şey yoktur umarım sen hiç geç kalmazdın.”
“Boş ver şimdi, biz günümüzü güzel geçirelim. Önemli bir şey yok inan bana, daha sonra anlatırım.”
“Olmaz! Beni meraktan çatlatmak mı istiyorsun sen? Şu suratının haline bak, hadi anlat neler oluyor.”
İki arkadaş, her hafta sağlıklı beslenme programını bozup soluğu bu restoranda alıyorlardı. Türkiye’nin her yöresinden yapılan o muhteşem yemekleri ve hamur işlerini doyasıya yiyorlardı. Damla garsona, hızlıca yemek siparişini verip, onun yanlarından bir an önce ayrılmasını sağladı. Meraklı gözlerle Suzan’a baktı. “Yine aynı rüyayı gördün, yanılıyor muyum?”
“Bu sefer beni ne gibi sürprizler bekliyor merak ediyorum. Biliyorsun, bugün Alper’in doğum günü ama babam onu hiç sevmezdi ki.”
“Şimdi hafızamızı bir tazeleyelim; baban ölmeden önce bu rüyayı gördün, doktora tezini vermeden önce, ikinci kızın Selda’ya hamile kaldığını öğrenmeden önce, Alper’in trafik kazasından önce ve onun genel müdür olduğu haberini almadan önce gördün. Babanın ölümü ve trafik kazası dışında bunlar kötü haberler değil, neden kendini yiyip bitiriyorsun hiç anlamıyorum. Tamam, baban Alper’i hiç sevmedi, onunla evlenmeni de istemedi ama bu sözleri de sana hiç söylemedi. ”
“Ben hiç mutlu değilim, asıl sorun bu sanırım.”
“Bu da ne demek oluyor şimdi? Alper harika bir insan, senin bir dediğini iki etmez keza kızlarının da öyle. Anneni de el üstünde tutuyor, biliyorsun Mübeccel Hanım teyzenin nazını senden fazla o çekiyor.”
Suzan, Damla konuşurken elini çenesine dayamış, dalgın daldın pencereden dışarısını seyrediyordu. Sonra sakin bir tavırla arkadaşına döndü. “O mükemmel! Sorun mükemmel olmasında zaten. Hiç sinirlenmiyor, bağırmıyor, benim bile kendime, hatta kızlara ve anneme tahammül edemediğim zamanlarda, o hep sakin. Tek tek her birimizi mutlu etmek için adeta çırpınıyor.”
“Bunca yıllık boşanma avukatıyım, senin gibi bir kadına rastlamadım. Bu ne lüks böyle Suzi!”
“Annem de seninle aynı görüşte, bazen kardeşim Orhan’ı bile incitiyor Alper için. Keşke gelini Aysu’da aynı şekilde davransa, zavallı kızcağız hiç sesini çıkarmıyor.”
“Alper’in, Orhan’ı kardeşi gibi gördüğünden olmasın sakın, yeğenin Berk’i bile senden daha çok seviyor” dedi Damla sitemle.
“Bak gördün mü, sen bile beni anlamıyorsun. Evliliğimizin ilk yıllarında her şey normaldi, onun bir erkek çocuk sahibi istemesi dışında. İlk göz ağrım Belma’ya hamile kaldığım haberini ona verdiğimde sevinçten deliye döndü ama kızımız olacağını öğrendiği zaman resmen yıkıldı. Belma doğduğu zaman bunu hiç belli etmese de ara sıra benim soyumu sürdürecek bir erkek çocuğum olacak buna inanıyorum cümleleri babamı ve beni deli ediyordu. Belma, üç yaşındayken babamı kaybettik biliyorsun. Ölmeden bir hafta önce bana, Alper’e hiç güvenmediğini, beni üzmesine asla izin vermememi söyledi. Bu son sözleri, hafızama iyice kazındı sanırım.”
“Bunları benimle hiç paylaşmadın, Alper’in böyle bir saplantısı olduğunu ilk defa duyuyorum senden. Hoş, kendisi de çevresine karşı böyle bir imaj yaratmadı. Selda’nın dünyaya gelmesi onu değiştirdi mi peki?”
“Değiştirdi, inanmayacaksın ama çok değiştirdi. İşte her şey o zaman başladı, bizim üzerimize daha fazla titrer oldu. Kızları, en güzel okullara yazdırdı, hiçbir sosyal aktiviteden geri bırakmadı, ne isterlerse yaptı. Her kızın gönlünde yatan şövalye ruhlu baba oldu çıktı anlayacağın.”
“Ne var bunda? Adam düzelmiş işte!”
“Bana karşı da tamamıyla değişti, sanki evlendiğim Alper gitti yerine ısmarlama bir Alper geldi. Bir gün annem hepimizi bir araya getirdi. Avukatıyla konuşup yeni bir vasiyetname hazırlatmış. Yeni vasiyete göre, mal varlığını bana ve kızlarıma bırakmış. Tabii kardeşim Orhan’ın, oğlu ve eşinin paylarını da eşitlemiş. İşin ilginç yanı, Alper bu vasiyetin hiçbir kısmında geçmiyor. Yani, bana bir şey olduğunda o hiçbir şekilde faydalanamıyor, benim payım doğrudan kızlarıma geçiyor. Bunu özellikle belirtmiş.”
“Çok ilginç! Aysu için böyle bir madde var mı?”
“Sıkı dur, Aysu için böyle bir madde yok! Orhan’a bir şey olduğunda, onun payı doğrudan Aysu’ya geçiyor. Oğulları Berk’in payı da kendisinde kalıyor.”
“Mübeccel teyzeme bak seeenn! Eeee, Alper nasıl karşıladı bu durumu?”
“Yerinden sakince kalktı, annemin elinden öptü ve ona en doğru kararı verdiğini söyledi.”
Damla, şaşkın gözlerle dinliyordu Suzan’ı. “Gerçekten hiç tepki vermedi mi? Ben olsam acayip bozulurdum. İnan bana Burhan’ın annesi böyle bir şey yapsa derhal onu boşarım, hem de tek celsede. Mübeccel teyze Alper’i çok sevmesine karşı bu yaptığı tutarlı bir davranış mı? Hani diyorsun ya Orhan’ı bile incitiyor bazen, ben anlam veremedim şimdi buna.”
“Annem, vasiyetini açıkladıktan sonra Alper’e söyledikleri de çok ilginçti. Kızım ve torunlarım benim için çok değerli, rahmetli eşim ve ben bunu çok önce planlamıştık. Bir oğlunuz olsaydı bile vasiyet bu şekilde olacaktı darılmaca yok. Alper, bu sözlerden sonra, yine hiç tepki vermedi aksine anneme teşekkür bile etti. O günden sonra bana da aksi yönde tek kelime etmedi, hatta davranışları abartılı bir anlayış çerçevesi içinde kaldı.”
“İyi ya işte! Daha ne istiyorsun, adamın tek suçu iyi olması mı?” dedi Damla sinirli bir şekilde.
“Bu normal bir davranış şekli değil Damla. Bir insanın kendini kızdıracak davranışlar karşısında hiç tepki vermemesi, o insanın mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Alper, ne zaman onu kızdıracak davranışlarda bulunsam, ki bunu çoğunlukla bilerek yapmışımdır tepkisini ölçmek için, adam yine sakin ve anlayışlı. Biraz araştırdım kendi çapımda normal değil, tedaviye bile ihtiyacı olabilir.”
“Kızım sen tarih profesörüsün, psikoloji değil! Kendi çapında araştırmayla olacak iş değil bu, konuş onunla. Neden sana karşı bu kadar iyi sor, en iyisi onunla sağlıklı iletişim kurman. Yanılıyor muyum?”
Suzan birden sinirlendi. “Sormadım mı zannediyorsun, cevabını da duymak ister misin? Beni çok seviyormuuşşş!!”
Damla, arkadaşını hiç böyle görmemişti, fazla üstüne gitmemeye karar verdi. Onu yatıştırmaya ve moral vermeye çalıştı. Dışarıdan bakmak ve ön yargıda bulunmak her zaman kolaydı, bunları bilmesine rağmen nasıl bu kadar acımasız olmuştu can dostuna karşı.
“Özür dilerim Suzi! Durumunun bu kadar ciddi olduğunu anlayamadım. Boşanma avukatı olmam bazen beni bu kadar duygusuz yapabiliyor. Oysa sen can dostumsun, seni bir dost olarak dinleyemedim. Ama söz, bu gece Alper’in sürpriz doğum günü partisini atlatalım etraflıca oturur bunların hepsini konuşuruz. Elimden ne geliyorsa yaparım senin için, yeter ki sen bu geceyi güzel geçir. Anlaştık mı?”
“Sana kırılmadım ki, özür dilemene gerek yok tabii anlaştık. Dediğin gibi bu geceyi keyifli geçirip atlatalım birlikte yine etraflıca konuşuruz.”
Eve geldiğinde kızları, Suzan’ı heyecanla karşıladılar. Yaptıkları bütün hazırlıkları tek tek anlattılar.
“Annecim, partiyi vereceğimiz mekan harika, ismi de ne biliyor musun? Duke&Dushes! Gerçi büyük annem Türkçe öğretmeni olarak hiç hoşlanmadı bu isimden ama yeri çok güzeeelll!” dedi Selda, Suzan’ın boynuna sarılarak.
Mübeccel Hanım, akşam giyeceği elbisesini prova yapıyordu, yatak odasından çıkıp yanlarına geldi.
“Biri Türkçe öğretmeni mi dedi? Hoş geldin güzel kızım, günün nasıl geçti bakalım? Damla ve Burhan gelecekler değil mi?”
“Bakma sen kızlara, şimdiki nesil bayılıyor böyle ilginç isimli yerlere. Hele bir de isme uygun ufak tefek figürlerle süslendi mi mekan, değme keyiflerine. Damla, geleceklerini söyledi annecim. Bu arada kıyafetin muhteşem! Benden güzel olacağın kesin.”
“Pasta işini ben hallettim kızım. Mekan sahibine sıkı sıkı tembih ettim, damadımın fıstık alerjisi var lütfen orman meyvelerinden oluşan hafif kremalı bir pasta olsun dedim. Masada, fıstık ve fıstıkla ilgili hiçbir şey bulunmamasını özellikle rica ettim. Orhan, Aysu ve Berk de bizi mekanda bekliyor olacaklar.”
Suzan annesine ve kızlarına sarıldı, ona hiç iş bırakmadıkları için teşekkür etti.
“Annecim yalnız küçük bir sorun var, sorun da denemez aslında. Şimdi bu mekan gözde bir mekan ya, biz de fazla kalabalık değiliz o yüzden salonun ayrılan diğer yarısında, başka bir aile kızlarının doğum gününü kutlayacak. Bir sakıncası yok değil mi?” dedi Belma.
“Ne sakıncası olsun kızım, sonuçta herkes doğum gününü kutluyor. Babanıza bir şey çaktırmadınız değil mi?”
“Babama, hepimiz Duke&Dushes’teyiz, sen üstünü değiştir oraya gel dedim. Önce itiraz etti ama sonra tamam çok gürültü olursa biz kalkarız ona göre dedi. Bizim için oradasınız zannediyor, merak etme anladığını sanmıyorum.”
Herkes, Alper’in gelmesini heyecanla bekliyordu. Çok geçmeden beklenen adam kapıda göründü. Onun gelmesi ile birlikte herkes elindeki konfetileri patlattı, aynı anda garsonlar maytaplarla çevrili pastasını getirdiler. Alper çok mutlu olmuştu. Pastayı, Suzan ve kızlarıyla birlikte kestikten sonra herkese ayrı ayrı teşekkür etti.
Doğum günü partisine katılan her iki tarafın davetlileri hayatlarından pek memnundular. Pastalar yeniyor, içkiler içiliyor, canlı müzik eşliğinde danslar ediliyordu.
Alper, kızlarının isteğini yerine getirip bir süre onlarla dans ettikten sonra, pisti gençlere bıraktı. Çabuk kaynaşan ve sevdikleri şarkılar eşliğinde dans eden gençlerin, pistten ayrılmaya hiç niyetleri yoktu. Kiminin elinde şampanya kadehi, kiminin elinde pasta tabağı, kiminin elinde balonlar, kiminin elinde konfetiler, gönüllerince eğleniyorlardı.
Alper, masada Suzan’ın şerefine kadeh kaldırarak, “Yaşamak ümitli bir iştir sevgilim. Yaşamak, seni sevmek gibi ciddi bir iştir” dedi. ** Onunla birlikte herkes kadehini Suzan için kaldırdı.
Herkes neşeli ve mutluydu. Eğleniyor, gülüyor, tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Fakat bu hava birden kesiliverdi. Alper, pastasının daha ilk lokmasında fenalaşmıştı. Ellerini boğazına dayamış, nefes almakta zorlanıyor, çırpınıyordu. Masadakiler panik içinde ayağa kalkarken o, sandalyesinden sırt üstü düştü.
Orhan, “Ambulans çağırın!“ diye bağırdı.
Herkes, ne olduğunu anlamak için Alper’in başına üşüşmüştü.
Suzan, olduğu yere çakılıp kalmıştı. Hiç tepki vermeden donuk gözlerle Alper’in yerde çırpınışını izliyordu. Alper’in git gide yüzü kızarmakta ve dudakları şişmekteydi.
Burhan, ambulans gelene kadar Alper’in nefes almasını sağlayamaya çalışıyordu.
Ona yardım eden Belma, annesine seslendi. “Anne durup bakma öyle! Fıstık alerjisi var biliyorsun, hemen el çantasını aç, epinefrin enjektörlerini getir! Çabukkk!!”
Selda, annesinden önce koşup enjektörleri bulmaya çalıştı ama ne yazık ki babasının el çantasında epinefrin enjektörleri yoktu. Haykırarak ağlamaya başladı. “Yooookk! Yok işte! Aman Tanrım ne yapacağız şimdi?”
Mübeccel Hanım ona sarılarak “Ambulans gelir şimdi,” dedi. “Merak etme baban güçlü bir insan çarçabuk iyileşecek.”
Damla, şoka siren Suzan’ın başını göğsüne yaslamıştı.
Alper’in arkadaşları da dışarıda ambulansı bekliyorlardı.
Çok geçmeden ambulans geldi, sağlık görevlileri ilk müdahaleyi yaptıktan sonra Alper’i hemen ambulansa bindirip hastaneye doğru yola çıktılar.
Hastanede kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Mübeccel Hanım, torunlarına sarılmış, bir köşede sessizce gözyaşı dökerken, Burhan ve Orhan, koridorda volta atıyorlar, Damla ve Suzan’da hiç kıpırdamadan öylece koltukta oturuyorlardı. Alper’in arkadaşları da çok geçmeden yanlarına gelmişlerdi.
Doktor, bekleme salonuna girdiğinde, kızlar hemen yanına koştu.
“Babam iyi mi? Ne zaman çıkar hastaneden? Onu görebilir miyiz?”
Suzan, oturduğu koltukta büzülmüş adeta küçücük kalmıştı. Doktora, oturduğu yerden boş gözlerle bakıyordu. O hariç, herkes Doktorun etrafını sarmıştı. Haber, beklemedikleri kadar kötüydü.
“Maalesef Alper Bey’i kurtaramadık! Epinefrin iğnesi, ilk reaksiyon gösterdiği anda yapılmadığı için epey gecikilmiş. Sağlık görevlileri, enjekte etmiş ama pek bir faydası olmamış. Sonra yolda gelirken kalbi bir kez durmuş, hemen müdahale edip çalıştırmışlar. Buraya geldiğinde, tansiyonu çok düşüktü ve bilinci kapalıydı. Yaptığımız bütün müdahalelere rağmen onu kurtaramadık. Başınız sağ olsun! Çok üzgünüm.”
Kızlar, hıçkırıklarla ağlamaya başladılar. Mübeccel Hanım onları kucaklayıp teskin etmeye çalışırken, Suzan olduğu yerde yığılıp kalmıştı.
Kimse bu duruma anlam veremiyordu. Alper, doğum gününde acı bir şekilde hayata veda etmişti. Herkes, birbirine aynı soruyu soruyordu, nasıl olur da böyle bir şey başlarına gelirdi. Her şey titizlikle ayarlanmıştı, Alper’in pastasını nasıl olur da fıstık ve fıstık ürünleri ile yaparlardı.
Ortalık iyice gerilmişti, tam da bu esnada bekleme salonuna Duke&Dushes mekanın sahibi Okşan Hanım girdi. O da çok üzgündü, herkese baş sağlığı diledi.
Orhan sinirli, bir sesle, “Okşan Hanım, nasıl böyle bir hata yaparsınız?” diye kadına çıkıştı. “Annem size çok sıkı tembih etti, ayrıca siz bize güvence verdiniz! Bu basit bir olay değil ki üzgün olduğunuzu söylüyorsunuz! Bir insanın ölümüne sebep oldunuz, bundan daha önemli ne olabilir? Siz işletmenizin namı peşindesiniz! İnanın bana bunun için elimden ne geliyorsa yapacağım!”
Damla ve Burhan, Orhan’ın yanına gelip onu sakinleştirmeye çalıştılar.
Okşan, gözlerinde yaşlarla onu dinliyordu.
Burhan, hemen Okşan’ın kolundan hafifçe tutarak dışarı çıkardı. “Bakın Okşan Hanım, ben ağır ceza avukatıyım. Ayrıca, eşim ve ben ailenin yakın dostuyuz. Sizin bu hatanız ölümle sonuçlandı, işletmeniz kapatılabilir hatta siz ölüme sebebiyet vermekten ceza bile alabilirsiniz. Bu nasıl oldu? Siz ya da müdürünüz hiç mi kontrol etmediniz?” dedi Burhan yumuşak bir ses tonuyla.
Okşan, başını iki elinin arasına almış sımsıkı bastırarak, “Sorumlu müdürüm beni hemen olayla ilgili bilgilendirdi,” dedi. “Evim Gölbaşı’nda olduğu için zamanında yetişemedim ama polisler gelene kadar her şeyin olduğu gibi kalması ve hiçbir şeye dokunulmaması için kesin talimat verdim. Ne olduysa ben de bilmek istiyorum inanın. Elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım müsterih olun.“
Burhan’a bakan gözleri çaresizlik doluydu.
“Polis çağırdınız mı?”
“Bana haber verilir verilmez çağırdım. Neden sordunuz?”
“Okşan Hanım, siz çok akıllı bir işletmecisiniz. Elinizden geleni yapacağınıza eminim ama ne yazık ki bu Alper’i geri getirmeyecek.“
Okşan, Burhan’ın yanından adeta kaçarcasına koşup arabasına bindi. Kaybedecek vakti yoktu, bir an önce gidip polislerle konuşmalıydı.
Seden, günün verdiği yorgunlukla eve geldi. Kapıyı açar açmaz kedisi Columbo hemen arka patilerinin üzerinde kalkarak onu karşıladı. Seden, kediyi kucağına aldı, sevdi, mamasını açıp önüne koydu. Duştan çıktıktan sonra, pijamalarını giydi ve kahvesini yaptı. Columbo’yu kucağına alıp pencerenin yanındaki koltuğa oturdu.
“Ankara’nın ışıltılı görüntüsünü seyrederken bütün yorgunluğumu unutuyorum. Sen ne dersin?”
“Mırrrrr… miyaaavvv“
“Demek sen de aynı fikirdesin. Bu gece erken yatmak en iyisi, telefonumu sessi…” derken telefonu çaldı.
Arayan yardımcısı Koray’dı. Birkaç kere eli telefona gidip gelmesine rağmen yine de dayanamayıp açtı.
“Amirim, siz rahatsız etmeyin demiştiniz ama ben yine de haber vermek istedim,” dedi Koray biraz tedirgin.
“Sana da iyi geceler Koray! Dinliyorum, havadisler sende.”
“Amirim şimdi Çankaya’da Duke&Dushes diye gençlerin gittiği bir mekan var. Burada, birbirini tanımayan iki aile doğum günü partisi vermiş. Biri, doğum günü pastasını yer yemez fenalaşmış. Adamı hastaneye kaldırmışlar ama kurtaramamışlar. Mekan sahibi Okşan Taner’in dediğine göre, ölen şahsın fıstığa karşı alerjisi varmış, fenalaşınca el çantasında taşıdığı epinefrin iğnelerini aramışlar ama bulamamışlar. Ambulansı beklemişler, sonra da hastaneye kaldırmışlar. Okşan Taner, sorumlu müdürün haber vermesiyle, hiçbir şeyi kaldırtmamış ve bize haber vermiş. Unutmadan, Okşan Hanım pastayı, ölen şahsın durumu belirtildiği için fıstıksız yaptırtmış ayrıca masada fıstıkla ilgili hiçbir şey yokmuş. Kendisi öyle iddia ediyor.”
“Çok ilginç, araştıralım bakalım neler bulacağız? Ben yarım saate kadar adrese varmış olurum.”
“Biz yoldayız amirim. Anlaşıldı!”
Seden, hemen üstünü değiştirdi ve vakit kaybetmeden yola koyuldu.
Mekana vardığında onu, Koray ve Okşan karşıladı. Koray, not defterindeki bilgileri Seden’e aktardıktan sonra Okşan’ı tanıttı.
“Amirim mekanın sahibi Okşan Taner.”
“Merhaba, ben Ankara Emniyeti’nden Cinayet Masası Amiri Seden Bukan. Öncelikle geçmiş olsun. Olay esnasında siz burada değildiniz ama sorumlu müdürünüz buradaydı öyle mi?”
Koray, Seden’in cümlesi biter bitmez hemen atıldı. “Amirim, sorumlu müdür Ersin Pars ve diğer çalışanların ifadeleri alınıyor şu anda.”
Seden, Koray’ı başıyla tasdik ettikten sonra tekrar Okşan’a döndü.
“Akşamları genellikle burada olmam, evimde dinlenmek isterim. Bütün hazırlıkları ve personelimin son kontrollerini yapar görevi Ersin’e devrederim.”
“Ersin Bey olayı size saat kaçta haber verdi?”
“Saat 22. 45’te haber verdi. Çok iyi hatırlıyorum çünkü ilaç saatini hatırlatmak için annemi aramıştım. Her gece saat 23.00’te ilacını alması gerekiyor, unutmaması için onu on beş dakika önce ararım. Telefonu kapatır kapatmaz da Ersin aradı.”
“Size ne söyledi?”
“Alper Bey’in birden fenalaşıp oturduğu sandalyeden düştüğünü, yanlarına gittiğinde kızının annesine babamın fıstık alerjisi var biliyorsun çabuk el çantasından epinefrin enjektörlerini bul getir dediğini duymuş. Zavallı kadının şokta olduğunu öylece durup donuk gözlerle kocasını seyrettiğini de söyledi. Aile dostları ve büyük kızı nefes alması için uğraşıyorlarmış, sonra küçük kızları babasının el çantasını parçalarcasına açmış ama içinde enjektörleri bulamamış. Ersin ve çalışanlarımız da ellerinden geleni yapmışlar ama iğneleri olmayınca hiçbir işe yaramamış. Alper Bey’i ambulansa bindirdikten sonra hemen bana haber vermiş. Ben de hastaneyi aradım, vefat ettiğini öğrendim, sonra hastaneye gittim.”
“Size sipariş edilen pastaları kendi imalathanenizde mi yapıyorsunuz yoksa başka bir yere mi sipariş veriyorsunuz?”
“Bizim mutfağımız küçük, sadece atıştırmalık şeyler yapıyoruz, pastaları anlaştığımız bir pastane var, oraya sipariş üstüne yaptırıyoruz.”
Koray, tekrar araya girdi. “Amirim, pastanenin sahibini de arkadaşlar evinden almaya gitti.”
“Peki, ya diğer ailenin pastası? Belki onlar sipariş ettiler fıstıklı pasta. Sonra da, ikram edilirken bir karışıklık yaptı garsonlarınız. Olamaz mı?”
“Mümkün değil! Her iki pastanın siparişini ben verdim. Alper Bey’inki karışık orman meyveliydi, diğer aileninki ise, çikolata ve muzluydu. Her iki pastada da fıstık ve fıstık kreması yoktu inanın, hatta çerezler bile dikkatle ayarlandı. Aman Tanrım! Ne yapacağım şimdi ben? Bu kadar dikkatli olmama rağmen Alper Bey’in ölümüne sebep oldum!”
“Durun bakalım sakin olun biraz, henüz hiçbir şey belli değil. Kendinizi suçlamayın öyle hemen. Bir kere çok akıllıca hareket edip bize haber vermişsiniz. Bundan sonrası bizim işimiz, ekibimizin topladığı kanıtlar bakalım bizi nereye götürecek. Duke&Dushes, olay açıklığa kavuşuncaya kadar bir süre kapalı kalacak. Şimdilik bu kadar, gerekirse tekrar sizi emniyete davet ederiz. Teşekkür ederim, size iyi geceler.”
Saat sabahın üçünü gösteriyordu, bütün çalışanların ifadeleri alınmış, olay yeri inceleme işlerini tamamlamış emniyete doğru yola çıkmıştı.
Seden, Koray’a kendi arabasıyla geldiği için onları takip edeceğini söyledi.
Seden, kahvesini alıp masasının başına oturdu. Koray’ın notlarını gözden geçiriyordu. “Alper Sipahi, elli beş yaşında, bir bankanın genel müdürü. Seni kim öldürmüş olabilir? Hem de doğum gününde ve neden?” diye kendi kendine sorarken Koray yanında bitiverdi.
“Pes doğrusu amirim! Size vereceğim haberi daha dinlemeden nasıl anladınız olayın cinayet olduğunu?”
“Benimkisi sadece bir his, birden bire kelimeler döküldü ağzımdan. Henüz hiçbir şey belli değil, kriminal incelemenin sonuçları ve otopsi raporu da daha elime ulaşmadı. Müdürün ve pastane sahibinin sorgularını tamamladın mı? Neler var elinde?”
“Pastane sahibi Mete Akkaya, pasta siparişinin değiştirildiğini söylüyor, kızlarının doğum gününü kutlayan diğer aile değiştirmiş pasta siparişini.”
“Kim yapmış bu değişikliği peki?”
Mete Akkaya’nın ifadesine göre, kızın annesi telefon açmış ve demiş ki, ben fikrimi değiştirdim siz kremayı yer fıstığı yağı ile yapın tadının daha güzel olacağına eminim. Mete de, aynen dedikleri şekilde hazırlamış, gerçi ona göre çok ağır ve uyumsuzmuş ama yine de müşteri her zaman haklıdır deyip hazırlamış pastayı.”
“Bunu, Okşan Hanım’a ya da Ersin Bey’e bildirmiş mi?”
“Müdür Ersin ifadesinde, bana böyle bir şey bildirilmedi diyor. Ben de hemen Okşan’a telefon açtım, o da böyle bir değişiklik yapıldığından haberi olmadığını söyledi. Öte yandan Mete de haber verme gereği duymamış, sadece Alper’in pastasını taşıyan tepsiye büyük harflerle bir not iliştirip yollamış.”
“Bu değişiklik bir insanın ölümüne yol açtı, altından daha neler çıkacak bakalım. Sen hemen bu aileye telefon aç davet et, bir de onları dinleyelim. Sipahi ailesine de öğleden sonra gideriz. Bu arada güvenlik kameralarının kayıtları ne durumda?”
“Teknik ekip hepsini inceliyor amirim. Kahvaltı için bir şeyler söyleyeyim mi ne dersiniz?”
“Çok iyi olur, sıcak, kara Ankara simidi ve yanında İzmir tulumu! Çaycımız Fikret de yeni demlemiştir şimdi çayları.”
Koray, bir koşu simitleri ve peynirleri alıp getirdi, arkasından Fikret demli çaylarla yanlarına geldi.
Kahvaltı faslından sonra, ellerindeki bilgileri bir kez daha gözden geçirirlerken kapı çaldı.
“Amirim, beklediğiniz aile geldi,” dedi görevli memur.
Seden, aileyi karşıladı, kendini tanıttı ve onlara da birer çay söyledi.
“Şimdi amir Seden Hanım, biz çok üzüldük bu adamcağızın ölmesine ama bizi niye buraya getirdiniz ki? Ben, bu kıza da hanıma da söyledim, buraları bize göre değil. Sanki ailemiz Dük ve Düşeş kaynıyor anasını satayım!” dedi Mahmut.
“Düşeş değil babaaa! Sana kaç kere söyleyeceğim Düşes Düşes! Bi kere o, mekanın ismi, bizim soyumuzla bir alakası yok!” dedi Yeliz babasına çıkışarak.
Seden, bir aile faciası yaşanmadan hemen araya girdi.
“Aile sorunlarınızı bir kenara bırakalım ve konumuza dönelim. Mahmut Soylu, Yeliz Soylu ve Funda Soylu, çok güzel, hepiniz buradasınız. Şimdi, sizi daha fazla merakta bırakmamak için hemen konuya gireceğim. Dün gece, Duke&Dushes adlı mekanda sizin de doğum günü partiniz vardı. Benim merak ettiğim konu, siz Funda Hanım, pasta siparişinizi neden değiştirdiniz? Bu değişikliği neden Okşan Hanım’a bildirme gereği duymadınız?”
“O yüzden ağır bir fıstık kokusu vardı pastamda, o yüzden herkes yarım bıraktı! Neden değiştirdin ki? Ben sadece muz ve çikolata istemiştim! İnanmıyorum anne yaaa!” dedi Yeliz ağlamaklı.
“Bakıyorum bana gelince dilin pabuç kadar! Okşan Hanım’a gelince, hiç sesin çıkmıyor ama.”
Koray, anne-kız arasındaki tartışma büyümeden araya girdi.
“Bir dahaki sefere senin istediğin gibi muz ve çikolatalı olur küçük hanım. Şimdi müsaade et de annen sorulara cevap versin.”
“Bana hiç bakmayın, ben pastayla ilgili bir değişiklik yapmadım,” dedi Funda şaşkın bir yüz ifadesiyle.
“Emin misiniz Funda Hanım? Bakın bu çok önemli, pastane sahibi sizin telefon açıp pastanın yer fıstığı kremasıyla yapılamasını istediğinizi söylüyor.”
“Deli miyim ben ayol? Kızımın çenesinden, daha böyle bir değişiklik yapmadığım halde kurtulamıyorum, değişikliği ben yapsam ne olurdu acaba? Kızım ve ben, Okşan Hanım’la ne konuştuysak o yapıldı. Başka değişiklik falan yapmadım ben. Pastacı da neresinden sallıyorsa artık, yok telefon açmışım, yok yer fıstığı kreması istemişim! Daha neler uydurdu kim bilir? Zaten pasta bana da ağır geldi, tansiyonum fırladı.”
“Bu bilgi, bizim için çok önemliydi. Hepinize teşekkür ederim, ben gerekirse sizi yine ararım,” dedi Seden, onları kapıya kadar uğurlarken.
Koray, aile gittikten sonra derin bir nefes aldı.“Aile değil sanki saatli bomba, herkes nerede ne zaman patlayacağını iyi biliyor. Ben, bu kadının telefon açmadığına kani oldum amirim. Tabii sizi bilemem.”
“Ben de emin oldum, hem de fazlasıyla. Peki, Funda telefon açmadıysa kim açtı? Neden böyle bir değişiklik yaptı? Amaç Alper’i öldürmekse, neden böyle bir yol izledi?”
“Belki de garsonların bir karışıklık yapması onun işine geldi diyeceğim ama garsonların ifadesi bu tahminimizi çürütüyor amirim. Okşan Hanım, servis yapan garsonlara katı kurallar koymuş, kimse başka bir masa ile ilgilenemiyormuş, her masanın siparişi ve garsonu planlı bir şekilde ayarlanıyormuş. Böyle durumlar olduğunda hemen kamera kayıtlarından tespit edip onları uyarıyormuş.”
“Aklıma takılan bir şey daha var, böyle ağır alerjisi olanlar her zaman yanlarında enjektörlerini taşırlar. O gece, Alper’in el çantasında epinefrin enjektörleri yokmuş. Nasıl olur da Alper bu enjektörlerini yanına almadan çıkar? Sipahi ailesini ziyaret etme vakti geldi. Bakalım onlar neler söyleyecek?”
Seden ve Koray, Sipahi ailesinin evine vardığında, onları Damla karşıladı. İçeri girdiklerinde evdeki yas havası, ikisini de biraz gerdi. Önce kendilerini tanıttılar ve baş sağlığı dilediler.
Herkes, olay gecesi, kimlerin davetli olduğunu ve neler yaşandığını anlattı.
Seden, mesleğindeki en büyük zorluğun, ailelerin üzüntülerini bir kez daha tazelemek olduğuna inanıyordu. Ama duygusal beyinle hareket etmenin kimseye bir faydası olmazdı, aksine olayın seyrini olumsuz yönde değiştirirdi.
“Suzan Hanım, dün akşam eşiniz epinefrin enjektörlerini yanına almamış, bunu biliyor muydunuz?”
“Hayır. Halbuki, iş ve el çantalarında daima bulundururdu. Dün akşam neden almadığına dair hiçbir fikrim yok.”
“Eşinizin doğum günü hazırlıklarını siz mi planladınız?”
“Hayır, bütün hazırlıkları annem ve kızlarım yaptı. Benim hiçbir katkım olmadı.”
“Siz, bütün bu hazırlıklar yapılırken neredeydiniz?”
“Dün benim izin günümdü. Sabah biraz geç kalktım, öğlen yemeğinde arkadaşım Damla ile Yedi Bölge Yedi Lezzet Lokantası’nda buluşacaktık, hazırlanıp oraya gittim.”
“Saat kaçta eve döndünüz?”
“Yemekten sonra epey sohbet ettik, sanırım saat dört buçuk gibi döndüm.”
Suzan’ın gerginliği Seden’in gözünden kaçmamıştı, fazla üzerine gitmedi.
“Mübeccel Hanım, damadınızın doğum günü için, Duke&Dushes adlı mekanı siz mi ayarladınız?”
“Mekanı, torunlarım istedi, ben de onları kıramadım. Okşan Hanım’ı arayıp randevu aldım, sonra torunlarımla birlikte gidip masa düzenlemesi ve süslemelerinin planını yaptık. Pastanın, orman meyvelerinden oluşan hafif kremalı olmasını özellikle tembih ettim, hatta masadaki çerezlerin bile fıstıksız olmasına dikkat etmelerini söyledim. Böyle bir hatayı nasıl yaparlar hiç anlamıyorum.”
Ailenin diğer üyeleri ve Damla da olay gecesiyle ilgili, bütün bildiklerini anlattılar. Ellerinde, ipucu sayılabilecek herhangi bir şey yoktu.
Koray, Seden’i emniyete bıraktıktan sonra Alper’in genel müdür olduğu bankaya doğru yola çıktı.
Seden, odasına geçmeden çaycı Fikret’e koyu bir kahve söyledi ve girer girmez de telefonu çaldı, arayan teknik ekipten devresi Nejat’tı.
“Merhaba devrem, nasılsın? Arayıp müjdeli haberi kendim vermek istedim,” dedi Nejat espriyle.
“İki gündür uykusuzum ve senin müjdeli haberini bekliyorum. Söyle bakalım neler bulamadın?”
“Katili bulamadım mesela. Kapıdaki güvenlik sıkı çalışmış, garsonlar görevli oldukları masalar haricinde başka masalarla ilgilenmiyorlar. Pastalar, sahiplerine ikram edilmiş. Mutfaktaki kamera görüntülerinden çok net anlaşılıyor. Kutlama görüntülerinde sadece dans dans dans! Alper Sipahi’nin masasında şüpheli bir durum yok, her şey normal görünüyor tabii fenalaştığı ana kadar. Telefon kayıtlarına gelince, Soylu ailesinden kimse pastaneyi aramamış. Yalnız pastacı Mete, siparişin değiştirildiği gün kullan at telefondan aranmış, izini süremedik haliyle. Sipahi ailesinin hiçbir ferdi, ayrıca aile dostları Damla ve Burhan dahil olmak üzere pastaneyi arayan olmamış. En son Alper’in arkadaşlarını kontrol ettik, maalesef ondan da bir şey çıkmadı.”
“Sen, kamera görüntülerini bana yolla, bir de ben bakmak istiyorum.”
“Allah Allah! Bize güvenmiyorsun yani! Söyle bakalım ne bulmayı umuyorsun?”
“Alper Sipahi öldürüldü Nejat! Hem de çok titiz bir plan yapılarak ve bana göre her şey gözümüzün önünde ama göremiyoruz.”
“Kadınlar ve onların gelişmiş altıncı hisleri! İyi tamam gönderiyorum, bu iyiliğimi de unutma.”
“Unutmam, dosyayı kapatınca sana bir yemek ısmarlarım. Teşekkür ederim, sana iyi mesailer. ” dedi Seden devresinin gönlünü alarak.
Telefonu kapattıktan sonra, görevli memur otopsi raporunu ve laboratuar sonuçlarını getirdi.
Suzan, o geceden beri hiç uyumamıştı . Kızlar, kendilerini unutmuş, annelerini teselli etme derdine düşmüşlerdi. Mübeccel Hanım, Suzan’ın haline baktıkça kahroluyordu. Orhan, Aysu ve Berk, evin bütün sorumluluğunu üstlenmişlerdi. Taziyeye gelenleri ağırlıyor, cenaze için gereken hazırlıkları yapıyorlardı.
Duruşması sona eren Damla, zaman kaybetmeden arkadaşının evine gitti. Zor da olsa, Suzan’ı dışarı çıkarmayı başardı. Arabasına bindirerek Kuğulu Park’a götürdü.
“Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır. Bırak, gitsin… Bırak, git…” dedi Suzan, kuğuları seyrederken. *** Sonra, yüzünü Damla’ya çevirdi. “Ben, ne bırakıp gidebildim ne de gitmesine izin verdim.” dedi.
Damla, ne söylerse söylesin arkadaşının acısını azaltamayacağını biliyordu.
Seden, gelen raporları okurken odasının kapısı çaldı, gelen Koray’dı.
“Amirim, Alper Sipahi’nin arkadaşlarıyla konuştum, kimse farklı bir şey söylemedi. Telefon ve kamera kayıtlarından da bir şey çıkmamış, gelirken aradım teknik ekibi. Raporlar da herhangi bir şey var mı?”
“Otopsi raporunda, Alper’in ağır seyreden fıstık alerjisinden öldüğü yazıyor. Reaksiyon başladığında anında epinefrin enjekte edilmediği için, boğazı hızla şişmiş, solunum yolları kapanmış, hızla tansiyonu düşmüş ve bilinci kapanmış. Onun dışında, başka herhangi bir bulguya rastlanmamış.
Toksikoloji raporunda ise, Alper’in midesinden sadece akşam yedikleri çıkmış, onlarda temizmiş. İşin ilginç yanı, pasta sadece ağzında kalmış yutmaya fırsat bulamadan reaksiyon başlamış. Alerjinin ağır vakalarda, fıstık ve fıstıkla yapılan ne varsa, değil ağza değmesi kokusu bile yetiyormuş.
Masalardan alınan pasta numunelerinde ise, Alper’in yediği pasta, Soylu ailesinin pastasıymış. Sipahi ailesinin ve dostlarının tabaklarındaki pasta, kendi yaptırdıklarıymış. Alper Sipahi’nin, tabağı ve çatalından parmak izleri de kendisine aitmiş.”
“Abrakadabra!” dedi Koray.
“Sihir, el çabukluğu ve göz yanılmasından ibarettir. Bütün sır, kamera kayıtlarında gizli ve biz de onu bulacağız.”
Seden, çok yorgun ve uykusuzdu. Koray’ı kamera kayıtlarını izlemekle görevlendirip evine gitti.
Koray, defalarca kayıtları izlemesine rağmen bir şey bulamadı. Akşam olmuştu, emniyetin yakınındaki çorbacıya gidip sıcak bir çorba içti. Canı çok sıkılmıştı, aynı mekanda birbirini tanımayan iki insanın doğum günü partisi nasıl olursa öyleydi işte. Ama Alper Sipahi öldürülmüştü, hem de Soylu ailesinin pastasıyla. Cinayet silahı bir pastaydı ve ustaca kullanılmıştı. Ama nasıl? Bütün bunlar kafasının içinde dönüp dururken telefonu çaldı, arayan Amiri Seden’di. Koray’a, odasına henüz girdiğini ve kayıtları izlemeye başlamadan önce sıcak bir çorba içmek istediğini söyledi.
Az sonra Koray, elinde büyük bir bardakla kapıda göründü. “Amirim sıcak sıcak için, et suyuyla yapılmış mercimek çorbası ben iki kase içtim.”
“Afiyet olsun. Kamera kayıtlarına bakarken ben de soğutmadan içeyim. Teşekkür ederim.”
Kamera görüntülerini, tekrar izlemeye başladılar. Her iki pastanın görüntüsünü, dondurarak iyice incelediler.
“ Pastanın her ikisi de beyaz şeker hamuruyla kaplı. Yeliz’in pastası iki katlı, beyaz gül figürleriyle süslü, tepesindeki prenses tacı hariç tamamen beyaz. Alper’in pastası da beyaz, sanki bir evrak görünümü verilmiş, üstünde bir şeyler yazılı gibi ve yanında dolma kalem figürü. Dikkat ettin mi, Yeliz’in pastasındaki tacın gümüş simleriyle aynı.”
“Taç ve dolma kalem figürü, pastanın üstündeki yazılar, gümüş simle yapılmış. Böylece, pastanın değiştirildiğini kimse fark etmeyecekti. Ne plan ama!” dedi Koray.
Tekrar tekrar başa sarıp izlediler. Koray’ın, uykusuz gözleri ara sıra kapanıyordu.
Sabah olmuş, görüntülerden hiçbir sonuç çıkmamıştı.
Seden, kahvesini alıp bir kez daha oturdu monitörün başına, belki de bakış açısını değiştirmeliydi. Sonra birden..
“Yakaladım seni!” diye bağırdı büyük bir zafer edasıyla.
Koltukta uyuklayan Koray, gözlerini açıp ekrana baktı.
“Çok şükür! En sonunda buldunuz demek bizim sihirbazı”
Görüntülerin başına tekrar oturdular. Seden, önce pastanın değiştirildiği anı dondurdu, sonra yavaş yavaş geri alarak pastanın nasıl Alper’in önüne geldiğini gösterdi Koray’a.
“Şimdi, gördüğün gibi kutlamalar yapıldıktan sonra herkes dansa kalkıyor ve gençler pistin her köşesini doldurmuşlar. Pasta servisi, ikramlıklardan sonra yapılıyor bu da saate baktığımızda, 22.00’yi biraz geçe olduğunu gösteriyor. Yeliz ve arkadaşları, Alper’in kızları bu esnada ailelerini piste davet ediyorlar. Herkes pistteyken pasta servisi devam ediyor. Her iki aile de gördüğün gibi dans ediyor, masalarında kimse yok. Dans ederek çaktırmadan, Soylu ailesinin masasına doğru gideni gördün mü?”
“Gördüm amirim. Gençlerin, görmemişler gibi garsonların tepsisinden pastaları nasıl kaptıklarını da görüyorum, daha önce de gördüm tabii. Bu da, yeni bir akım her halde, pastayla dans etmek.”
“Bak senin de dikkatin gençlere kaydı.”
“Nasıl yani? Anlamadım.”
“Pastalar masalara servis yapılırken, tepsilere üşüşen gençlerin arasına dikkatlice bak, dans ederek Soylu ailesini masasına doğru kayan şahsa.”
“Vay vay vaaaayy! Amirim o da gençlerin arasına dalıyor ve bir pasta kapıyor ama aralarda kaybolup gidiyor. Evet, şimdi yakaladım, gene kayboldu… yakaladım Amirim! Şimdi yakaladım! Bak seeenn! Nasılda süzülüyor aralardan, tabağa da iyi sahip çıkıyor, helal olsun!”
“Bak, şu elinde pastayla oynayan gençlerle birlikte o da masasına doğru ilerliyor ve kendilerine servis yapan garsonla konuşuyor. Garsonla birlikte masaya eğiliyor, tam servisi yapılırken Alper’in önüne bırakıveriyor pastayı.”
“Görüntüyü iyice yakınlaştırınca seçiliyor amirim. Elinde de eldiven var, o yüzden parmak izi sonuçlarından bir şey çıkmadı demek.”
“Bravo Koray!”
“Ama çok iyi saklanmış değil mi amirim?”
“Biz bakış açımızı değiştirince her şey bir bir çıktı ortaya.”
“Aileye bunu söylemek hiç kolay olmayacak, bir kere daha yıkılacaklar,” dedi Koray.
“Maalesef öyle, ama görevimizi yapmak zorundayız. Hadi, bir an önce çıkalım.”
Seden ve Koray, Sipahi ailesinin evine vardıklarında onlara kapıyı Suzan açtı, hiç konuşmuyor kapıda öylece dikilmiş onlara bakıyordu. İçerden gelen sesle birden irkildi.
“Anneeee! Kim geldiii?”
“İçeri buyurun lütfen. Özür dilerim, sizi kapıda beklettim.”
“Sorun değil, zor günler geçiriyorsunuz. Günaydın, sizi sabah sabah rahatsız etmiyoruzdur umarım,” dedi Seden, yumuşak bir ses tonuyla.
İçeri girerlerken, evin sessizliği dikkatlerini çekmişti.
Suzan, onları salona aldı ve kahve yapmak için yanlarından ayrıldı. Çok geçmeden bütün aile fertleri salona toplandı, kısa bir selamlaşma faslından sonra herkes sessizliğe büründü. Suzan’ın kahveleri getirmesiyle birlikte, sessizliği Mübeccel Hanım bozdu.
“Gözlerinizde hem yorgunluğu hem de sonuca ulaşmanın pırıltısını görüyorum. Nasıl diye sorduğunuzu duyar gibiyim, mesleğine yıllarını vermiş ve başarılı talebeler yetiştirmiş bir öğretmenin gözünden kaçmaz. Onun için size zorluk çıkarmak gibi bir niyetim yok.”
“Siz nasıl isterseniz Mübeccel Hanım. Gösteri bitti, bu sizin sihriniz. Sırrınızı açıklayıp açıklamamak size kalmış,” dedi Seden.
“Neler oluyor anne!” dedi Suzan bağırarak.
Mübeccel Hanım hiç istifini bozmadan şaşkın gözlerle ona bakan ailesine döndü.
“Şimdiye kadar sizden hiçbir şey istemedim ama şimdi istiyorum. Lütfen benim söyleyeceklerim bitene kadar sözümü kesmeyin. Anlaştık mı?”
“Seden Hanım, bari siz söyleyin neler oluyor? Ne sihri, ne gösterisi?” dedi Orhan.
“Anneniz her şeyi açıklayacak, biz de onu dinlemek için buradayız. Lütfen onu dinleyin ve sözünü kesmeyin.”
Salon buz kesmişti adeta, bütün aile Mübeccel Hanımın ne söyleyeceğini beklemeye başladı.
“Rahmetli eşimin, Alper için hissettiklerini, torunlarım doğana kadar hiç anlayamadım. Onun, bir erkek çocuk sahibi olma isteğini, her erkeğin yüreğinde yatan bir duygu olarak normal karşıladım. Ta ki, ilk torunum Belma’nın doğumunda onu hastane bahçesinde gördüğüm ana kadar. Beni fark etmemişti ama ben onu gizlice izledim. Neden ona bir erkek evlat vermedi diye ağlayıp Tanrı’ya isyan ediyordu, şoka girmiştim. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi yanımıza geldi, sevinçli baba rolünü oynadı. Bunu eşimle paylaştığımda bana, benim ömrüm vefa eder mi bilmem ama sen kızımızın üstünden gözünü bir an bile ayırmayacaksın dedi. Eşim üç yıl sonra vefat etti ve arkadan Selda doğdu. Alper yine, hastanenin bir köşesine geçip kaderine ağlıyordu, bir erkek çocuğu olmadığı için. Bunu bize hiç belli etmedi tabii, sanki hastane köşelerinde ağlayan Alper o Alper değildi. Rolünü çok güzel oynuyordu, mükemmel bir eş ve baba, daha ne istenebilirdi ki. Kızımın çok mutsuz olduğunu biliyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Onunla ilgili içimde adını koyamadığım bir his vardı ve bu beni yiyip bitiriyordu. Bir gün, bütün ailemi topladım ve yeni hazırlattığım vasiyetnamemi açıkladım. Onun, tek bir kuruş bile alamayacağını özellikle söyledim ama bana mısın demedi, teşekkür etti. Bu arada kızımın, onun abartılı iyi olması karşısında boğulduğunu da görüyordum. Onu, mükemmel koca kisvesi altında eziyordu adeta, tabii bizi de. Sonra, birden bire iş gezileri artmaya başladı, yok İstanbul’da genel müdürler toplantısı, yok denetleme kurulu toplantıları, yok iş adamları ve sanayicilerle toplantılar yemekler, yeni şubelerin kokteylleri gibi… Kızım, bunların hiç farkında değildi tabii, çünkü o gidince kızım biraz nefes alıyordu, çok iyi biliyorum. Ben bu iş gezilerinin, hep İstanbul’da olmasından şüphelenmeye başladım. Biraz araştırma yaptım, eşi emekli emniyet müdürü bir arkadaşım vasıtasıyla en iyi özel dedektifi tuttum. Aylarca takip ettirdim, tabii bu arada ben de Alper’le aynı oyunu oynuyordum. Onu, ara sıra kızıma ve oğluma karşı savunmaya geçiyordum böylece şüphe çekmemeye çalışıyordum.
“Özel dedektif, bir gün rapor vermek için beni aradı ve buluştuk. Bu, ondan aldığım ilk ve son rapordu. Bana, uzun bir takip sonucu elde ettiği ne varsa anlattı, çektiği fotoğrafları gösterdi. O gün ilk defa ölmek istedim, ama sonra kendimi çabuk toparladım. Özel dedektifin çekini verdim ve buluştuğumuz mekandan ayrıldım. Alper iblisi, genel müdür olmadan önce, çalıştığı şubeden bir kadınla dost hayatı yaşıyormuş. Kadının ismi, Kıymet Süzenmiş. Hiç evlenmemiş, otuzlu yaşlarda, fazla dikkat çekmeyen, yani işe gelmese de kimsenin arayıp sormayacağı tiplerdenmiş. Tek başına yaşıyormuş, ailesiyle arası iyi olmadığı için onlarla pek irtibatı yokmuş. Kıymet’in tayinini dikkat çekmesin diye Kızılay Şubesinden, Ümit Köydeki Şubeye çıkartmış. Daha sonra, Kıymet hamile kalınca onun yine tayinini İstanbul Kadıköy Şubesine çıkarmış ve böylece hiç dikkat çekmemişler. Bir oğulları olmuş, adı da Aslan, şimdi üç yaşında. Onlara, Kadıköy’den ev almış, çocuğa önce yabancı bakıcılar tutmuş, üç yaşına gelince de özel bir kolejin kreşine yazdırmış. En acısı da, mirasçıları olarak onları göstermiş, yani kızım ve torunlarım ondan beş kuruş bile alamıyorlar anlayacağınız. Özel dedektifin bu miras kısmını ve onlara harcadığı paraları öğrenmesi epey zamanı almış çünkü kendine kurnaz ve bir o kadar da zeki bir avukat tutmuş. Bütün işlerini ona takip ettiriyormuş. Bunları sindirmem biraz zamanımı aldı tabii, artık ne kadar sindirebildiysem… Şimdi bana, kızınız bütün bunlara katlanmak zorunda değildi, onun parası kızınıza ve torunlarınıza kalmasa da sizin mal varlığınız onlara yeter, kızınız karşılıklı anlaşarak ayrılabilirdi dediğinizi duyar gibiyim. İşin aslı, öyle değil işte.
“Bir plan hazırlamam hayli zamanımı aldı. Önce, tanınmış bir psikiyatri uzmanı olan arkadaşımla özel olarak konuştum. Ona, sadece Alper’in bu abartılı iyilik durumundan bahsettim. Aldığım cevap çok korkutucuydu. O, duygusal ve psikolojik şiddet uygulayan hasta bir pislikti. Tabii bu sıfatlar bana ait, arkadaşıma değil. Alper olmadığı için teşhis koyamayacağını, sadece anlattıklarıma göre bir değerlendirme yaptığını söyledi. Abartılı iyi ve anlayışlı olması, bunların tam tersini yapanlarla aynıymış. Değersiz hissettirme, küçümseme, aşağılama, kıskanma adı altında eşinin hayatını kontrol altına alma… gibi eşlerine psikolojik şiddet uygulayanlar ne ise bu iblis de aynısıymış. Kendisini görmem gerekiyor, tedavi edilebilir merak etme diye teselli etti beni arkadaşım. Bu mümkün değildi çünkü oyununu ustaca oynuyordu.
“Bir hafta sonu ailece piknik düzenledik. Ben, onu yalnız yakaladığım zaman bildiğim ne varsa yüzüne vurdum. Kızımın daha fazla zarar görmemesi için ondan ayrılmasını istedim. Verdiği cevap tüyler ürperticiydi. Bana, böyle bir konuşmayı hiç yapmadığımızı, eğer ısrarcı olup Suzan’a anlatmam halinde ne torunlarımı ne de evlatlarımı bir daha göremeyeceğimi söyledi. Kazara yangın çıkabilirmiş mesela, zehirlemeler olabilirmiş… daha neler saydı bir bilseniz. Bir de o kadar ince ve kibar bir dille anlatıyordu ki, o anda yanımda bir silah olsaydı eğer, gözümü kırpmadan onu öldürebilirdim.
“Doğum günü yaklaşıyordu, planımı devreye sokma zamanı gelmişti. Torunlarımın, bu mekanı seçmeleri çok işime geldi doğrusu. Kızımı, hazırlıklara bilhassa karıştırmadım, hoş karışacak hali de yoktu zaten. Torunlarımla birlikte gittiğimizde,kızlarına doğum günü partisi verecek olan diğer ailede oradaydı. Onlara belli etmeden, pastalarının siparişini dinledim ve bizim pastasının modelini ona uygun sipariş ettim. Duke&Dushes adlı mekandan ayrıldıktan sonra, kullan at telefon satın aldım. Pastaneyi, bu telefonla arayıp, diğer ailenin yaptırdığı pastanın kremasını, yer fıstığı kremasıyla yapmalarını istedim. Alper akıllı olabilirdi ama ben ondan daha akıllıydım. Ağır seyreden fıstık alerjisinin bu kadar işe yarayacağını hiç bilmiyordum doğrusu. Akşam giyeceğim elbisemi özel seçtim çünkü aksesuar olarak eldivenleri vardı. Kızımın evine geldiğimizde, elbisemi prova bahanesiyle yatak odalarına girdim. Eldivenlerimi takıp, Alper’in enjektörlerini el çantasından çıkardım. Sonrasını biliyorsunuz işte. Hiç pişman değilim! O iblisin, aileme zarar vereceğini çok iyi biliyordum, sadece fırsat kolluyordu.”
Mübeccel Hanım, neredeyse nefes bile almadan kendisini dinleyen ailesine baktı.
“Sizi çok sevdiğimi bilmenizi istiyorum. Bana ne minnet ne de kırgınlık borçlusunuz. Çünkü her ikisi de sizi köle yapar. Ben sizi, rahmetli babanızla birlikte özgür yetiştirdim, ruhunuzu kimseye satmayın. Yaşayın, sadece yaşayın! Hak ettiğiniz gibi.”
“Sana en iyi avukatları tutacağım anne! Biz de seni çok seviyoruz! Her ne yaptıysan bunun en iyisini bildiğin için yapmışsındır.” dedi Orhan annesine sarılarak.
Suzan, torunları ve Aysu da sıkıca sarıldılar ona.
Seden, Mübeccel Hanım’ın kollarına kelepçeleri takarken, “ Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir” dedi. ****
Mübeccel Hanım, son bir kez arkasını dönüp ailesine baktı. Suzan’ın sicim gibi gözlerinden inen yaşları sildi.
“Sakın ağlama!”
* Emil ZEİG
**Nazım Hikmet RAN
***Mayakovski
****Eflatun