Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

POLİSİYE MASASI

Diğer Yazılar

Cem Çeboğlu
Cem Çeboğlu
04.09.1971 tarihinde Üsküdar’da doğdu. Daha sonraları çok özleyeceği Ankara’da Amerikan Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1999 senesinde öğretmenlik hayatına başladı. Milenyumla birlikte hayvan hakları konusunda yabancı literatürden serbest çeviriler yaptı, çalışmalarını çevrimiçi bir sitede yayımladı. Halen İstanbul Kartal’da öğretmen olarak görevine devam etmektedir.

BİRTAKIM CİNAYETLER / YEŞİM YÖRÜK

POLİSİYE MASASI 1

Yeşim Yörük’ün son kitabı, kusurlarıyla bir arada yürüyen iyi bir polisiye çalışma.

İlk kez okuduğum Yeşim Yörük hikâyeleri beni bol bol güldürdü. Yazarın eserin ortasına serpiştirdiği mizahı ve son derecede güzel kotarılmış cinayet hikâyeleri açıkçası Yeşim Yörük’ün polisiye ve mizahtan güzel bir kıvam tutturduğunu düşündürdü. Oldukça keyifliydi.

Ancak kitabın üç hikâyesinde yaşanan sıkıntıları da burada dile getirmek gerek. Yazarın en güçlü yönü, hikâye edebilme özelliği.  Hikâye anlatabiliyor olmak, Türk polisiyesi söz konusu olduğunda hâlâ bir takdir sebebi. Bu anlamda bir problem yok. Ancak yazarın üç hikâyesi sorunlu olabilen bir anlatım tarzına sahip. Kitabın ilk öyküsünde Yahudi soykırımı, diğerinde 80 darbesi ve işkenceler, bir diğerinde eşinden ve babasından inanılmaz zulüm gören bir karakterle yazar klişe gelebilecek birçok şeyi bir arada anlatmayı deniyor. Asıl sorun olayların gerçek olup olmaması değil, aksine gerçek olsalar bile bu olayların ifade edilme biçimleri fazlasıyla aşina olduğumuz ve artık anlamları ve imgeleri yorulmuş, hikâyelerin eksiden başlamasına yol açan bir tarz içeriyor. Bu acıların, bu sorunların kitaptaki anlatımı yazarın hayal gücünü ortadan kaldırıyor, tam tersine bir hayal gücü kısırlığı, bir ifade edememe sorunu çıkarıyor ortaya. Ancak öykülerin final kısımlarında her defasında yazarın işi lehine çevirdiğini söyleyebiliriz. Bu üç hikâyenin kitabın genelindeki mizaha ve sempatik havaya ters düştüğünü de söyleyebiliriz. Kendimce bütün öykülerde mizah olsa genel bir değerlendirme yapıldığında kitabın daha yüksek bir çıtayı yakalayabileceğini düşündüm.

Ancak; Yeşim Yörük bence okunması gereken bir yazar. Cinayet dolu kitaplardaki mizahı övmek garip gelebilir ama ben zaten Türk polisiyesini Reha Avkıran’dan ödünç alarak söyleyecek olursam ‘İnsanlık hali’nden mustarip insanları anlatması sebebiyle seviyorum.  Geçenlerde çok ilgi çekici bir  yazıda ifade edildiği gibi seri katillerin kobi ülkesi yurdumuzda, işlenen cinayetlerin insan olma zaaflarından kaynaklandığı öyküler, romanlar okumayı seviyorum. Çünkü bu insanların suçlu olmaları benim suçsuzluğumu değil, zaaflarımla henüz cinayet işlemediğimi gösteriyor. Bizler bu zaaflarla bir arada insanız. İşte bu sebeple çok farklı mantalitelerde, uçuk ve vahşet dolu cinayetler anlatan kitapları okumamaya çalışıyorum. Yeşim Yörük de bu anlamda benim için insanlık hallerinden resimler gösteriyor ve bunu yaparken bir yandan da güldürüyor.

Kitapta en sevdiğim hikâye, inşallah roman olur diyeceğim ‘Bir Garip Cinayet Soruşturması’ oldu. Yeşim Yörük’ün takdir ettiğim bir diğer yönü de uzun öyküler yazabilmesi diyebilirim ayrıca. Ancak bunun sebebi büyük puntolar da olabilir.

Sonuç olarak; kitabı kesinlikle öneririm. Ben de yazarın önceki eserini okuyacağım. 


ELÇİN POYRAZLAR / GAZETECİNİN ÖLÜMÜ

POLİSİYE MASASI 2

Elçin Poyrazlar’ın ülkemiz polisiyesine kazandırdığı en önemli eser Ecel Çiçekleri, ilgi çekici yapısı, konusu ve finaliyle bir başyapıt sayılabilir, sayılmalı belki de. Zaman gösterecek. Yazarın Mantolu Kadın kitabı da ilgi çekiciydi. 2014 yılında yazdığı bu ajan öyküsü ise yabancı birisi yazmış olsa belki yavan gelebilecek bir hikâye; benzerlerini defalarca izlediğimiz kovalamacalar, siyasi komplolar, gizli hedefler, yakışıklı ajan ve onun gazeteci sevgilisi… Hepsi okurken hızı kesmeden okumamızı mümkün kılıyor evet, ama bir yandan da o aşinalık hissini de yok edemiyor. İlk kez Elçin Poyrazlar okuyacak birisi için çok iyi bir seçim kesinlikle. İşin güzeli, kitabın devamı da var, o da bu kitapla aynı ya da bir tık üstte bir çizgide yazılmış olsa gerek. Ancak Poyrazlar’ın en önemli özelliği anlatımının tek bir kusur, hız sorunu içermemesi. Bu alanı, kitap ya da filmleriyle çok iyi bilen birisi gibi geldi bana Poyrazlar. İşte yazar bilgisini bizlere uyarlarken de hiç sıkıntı çekmemiş. Ama her şey ABD dizisi kokuyor, bunu da söylemek gerek. Belki de bu ilk denemeler yazarın kendisi olmadan önce gösterdiği çabaların ürünleridir. Yine de heyecanlı bir macera okumak isteyenlere – sonradan gönül rahatlığıyla unutmak üzere elbette- önermek isterim. Ecel Çiçekleri’ni mutlaka okumalısınız. Gazetecinin Ölümü’nü ise, okuyabilirsiniz evet. Herkese iyi okumalar. 


ERKAN ÖZTÜRK / KONUR SOKAK CİNAYETİ 

POLİSİYE MASASI 3

İşte mis gibi bir Türk polisiyesi. Neden ama? Çünkü yazar bu kitapta neredeyse minimal diyebileceğimiz bir anlatım tarzı, psikolojik bir sadelik, neredeyse yazarın olaylara bakışının edebi şekilde ifade edilmesini dışlayacak denli nesnele yakın, belki yanlış olacak aslında ama, gazete dili gibi bir dille anlatıyor bu yedi öyküyü. Öykü dediğim de aslında vakaların anlatılması, ama diğer polisiye öykü kitaplarından farkı sanki bunların daha kısa, daha az edebi bir üslûpla yazılması diyebilirim. İşin güzel tarafı; heyecan ya da merak duygusu vermeyen bu öyküler yine de Başkomiser Kemal’in azar azar ve yavaş yavaş, ucundan kıyısından tanımaya başladığımız karakterine çok uygun düşen bir çeşit vaka günlüğü gibi. Böyle dememin sebebi de yazarın Başkomiser Kemal’in tam adını saklamasına benzer şekilde Kemal’in karakterini de gizlemesi ve vakalardaki detayların azlığına benzer şekilde karakterini de yavaş yavaş, özellikle son hikâyelerde küçük renklendirmelerle hissettirmesi, ima etmesi diyebilirim. Yorucu olmayan bu okumalarda cinayetlerin çözülmesi değil de Kemal’in psikolojisinin yavaştan ortaya çıkması -ya da sonraki hikâye derlemesine dek kendini hafifçe belli etmesi- daha çok ilgi çekiyor. Bütün vakalar sıradandı, olağandı ve gerçek hissiyle dopdoluydu. Bütün bu noktaları bir araya getirerek bakarsak, bence Konur Sokak Cinayeti dört dörtlük değil, ama dörtte üç yirmi beşlik mis gibi bir polisiye diyebilirim. 


ARMAĞAN TUNABOYLU / YILDIZ CİNAYETLERİ

POLİSİYE MASASI 4

Armağan Tunaboylu birçok polisiye yazarının gıpta edeceği, hatta kıskanacağı bir karakter yaratmış Yıldız Cinayetleri’nde. Kadın pazarlayıcısı Metin Çakır kitabın arka kapağında yazdığı gibi sevmeden edemeyeceğimiz bir karakter. 300 sayfa bile sürmeyen bir kitapta Metin Çakır pırıl pırıl parlıyor. Ancak yazarın en büyük başarısı aslında Metin Çakır’ı ve onun ait olduğu dünyayı anlatırken, sürdürdüğü o muzır ve eğlenceli anlatım tarzıyla başkarakterini kanlı canlı bir insana dönüştürmeyi başarırken bir yandan da aslında edebiyatın talep ettiği o atmosferi, aurayı yakalamış olması. Hikâye hem karakterini hem de dünyasının ve dilinin farklılığını bir arada aynı başarıyla çekip çeviriyor. Böylece en azından kendi okuduğum polisiye ya da suç edebiyatı örnekleri arasında benzerlerini çok görmediğim bir yere gelip yerleşmiş oluyor Yıldız Cinayetleri. Dünya polisiye edebiyatında bu tür hikâyeler kim bilir kaç kez anlatılmıştır. Türk polisiyesinde var mı bilmiyorum ama benim Yıldız Cinayetleri’nde gördüğüm tam anlamıyla tutmuş bir üslûp, bir karakter ve bir dünya oldu. Bu dünya hem çok eğlenceli, hem muzır, hem de şaşırtıcı. Kitabın sonundaki sözlük bile bu dil farklılığının, dünya farklılığının güzel bir kanıtı. Bu anlamda Armağan Tunaboylu bu dünyayı gerçekten kurabilmiş, kurgulayabilmiş, yaratabilmiş. Şimdi serinin diğer kitaplarını okumanın hayalini kurup heyecanlanmak gerek. Kim bilir ne heyecanlar var o kitaplarda! Hayal gücü, yazma kabiliyeti, anlatabilme mahareti! Türk polisiyesini Armağan Tunaboylu için bile sevmek gerek. Daha fazla Türk polisiyesi okudukça daha nitelikli, daha özgün, daha iyi yazarlar okumanın tadını anlatamam. Buna hakikaten seviniyorum. Yıldız Cinayetleri’ni önerir miyim peki? Önermem mi! MUTLAKA !!! 


BİR CİNAYET ROMANI / PINAR KÜR

POLİSİYE MASASI 5

Polisiyenin edebiyat olup olmadığı sorusu çoktan cevaplanmış durumda. Nitelikli, özgün, iyi diyebileceğimiz özellikler taşıyan bütün kurgular bir şekilde edebiyatın, ama nitelikli edebiyatın çemberine dahil. Polisiye romanlar ülkemizde sayısı giderek artan bir şekilde yazılıyor artık. Nitelikli olup olmadığını anlamak için zamana ve edebiyata ihtiyacımız var.

Pınar Kür’ün gerçek bir polisiye olmayan bu kitabı 30 seneden fazla bir zaman öncesine ait. Kitap polisiye değil, yazarın söyleyişiyle ‘bir cinayet romanı’. Cinayet işlemekle ilgili bir roman. Kolay bir okuma olmadığını söylemem gerek.

Bir Cinayet Romanı öncelikle beni çok yordu. Bunun sebebi, postmodern yapısı değil. Anlatmaktan yorulmayan ama okurken enerjimizi tüketen karakterleri, kesinlikle. Anlatılması gerekmeyen nice şeyi -duyguları vesaire- anlatıp duran karakterlerle cinayete dek sabit bir çizgiyi sürdüren romanın, cinayetle birlikte büyük bir ivme kazanarak heyecan yarattığını söyleyebilirim. Final bölümünün muhteşem  olduğunu belirtmem gerek.

Bir Cinayet Romanı, öncelikle elimizde tuttuğumuz ve Pınar Kür’e ait olan bir roman olsa da  kitaptaki yazar karakterinin bir kaç kişiyle anlaşarak günlük tutmalarını istediği ve aralarından birinin maktul olacağı bir olayı anlatan bir roman aynı zamanda. Yani biz hem Pınar Kür’ün kitabını okuyoruz, hem de bir cinayet romanı yazmak isteyen kurgusal yazarın anlaştığı kişilerin yazdığı günlükleri okuyoruz. Bu kişilerden birisi bir matematik profesörü ve cinayet çözmek gibi bir hobisi var. Pınar Kür işte bu muamma çemberi içerisinde hem bir edebiyat kurgusunun malzemelerinin toparlanışını ve kurgunun oluşturulmasını hem de polisiye bir olay olarak cinayeti bir arada yürütüyor. Cinayet sonrasında yaşanan merak, kuşku, kimin kim olduğu, katilin kimliği vb. sorularla final kısmı diyebileceğimiz son 50 sayfada büyük bir yüzleşme ve sorgulamayla her şeyi açıklığa kavuşuyor. Sonuç; etkileyici bir edebiyat oyunu oynadığımızı anlıyoruz. Pınar Kür, Bir Cinayet Romanı’nın ardından iki devam kitabı daha yazmış: Sonuncu Sonbahar ve Cinayet Fakültesi. Onları da okuyacak olmak keyif veriyor düşündükçe.
Tipik bir polisiye beklentisi içerisinde olan okurlar açısından kitap sıkıcı sayılabilir; çünkü yazarın gerçek derdi polisiye bir olay anlatmak değil, polisiye bir olayı bir oyun haline getirip onu edebiyatla yoğurmak. Postmodern edebiyatın oyuncu, kolaj, çok parçalı yapısının da bu konu için biçilmiş kaftan olması sebebiyle ortaya çıkan sonuç oldukça iyi diyebiliriz. Polisiye okurken bizi çeken şeylerin birçoğunu burada daha belirsizce görmek mümkün, ancak cinayet sonrasında Pınar Kür hızı artırdığı, muammayı büyütüp karmaşıklaştırdığı ve oyunu daha cazibeli hale getirdiği için okumak daha büyük keyif veriyor. İşte bu sebeple kitabı mutlaka öneririm.

En Son Yazılar