
YAPRAK ÖZ- ŞEYTAN DİSKO
Dört dörtlük bir gerilim kitabı Şeytan Disko. Yaprak Öz’ün önceden okuduğum Berlinli Apartmanı’nda da bazı yerler beni germişti, ama uykusuzluktan gece bir buçukta kitabı okumaya devam edince gerim gerim gerildim, bu saatlerde okumamak daha iyiymiş.
Yaprak Öz bu kitabı nasıl böyle başarılı bir şekilde yazmış olabilir? Tekrardan kaçarak, çok özgün bir konu olmasa bile konunun normalde gerektireceği bütün merak duygusunu, gerilim duygusunu, hatta korku duygusunu çok iyi kıvamda tutturmuş yazar. Ne aksayan, ne tekleyen, ne zorlama hiç bir şey yok kitapta. Her yeri tutmuş kitabın. Tadı oturmuş. Öyle yerler vardı ki bu ne diye korkmadan edemedim. Hayal gücü dört dörtlük bence yazarın.
Önerir miyim? Kesinlikle. Hatta, kaçırmayın, derim.

CENGİZ BAHADIR- VİRTÜÖZ
Cengiz Bahadır’ın ilk çalışması olan kitap, yazarın altından maharetle kalkabildiği ilginç bir öykü. Başkomiser Aras, Nilay, Bahri ilk defa yazan bir yazar için oldukça gerçek ve iyi karakterler. Öykü hem ilginç hem de inandırıcı. Anlatım sade, okunması rahat bir tarzı var, yormayan bir kitap Virtüöz. Ancak cinayetler arasındaki bağları okurun çözebilmesi imkânsız-kendi adıma konuşuyorum. Bu anlamda da Feneryolu Cinayetleri kadar uğraştırdı gerçekten, ancak hiç bir şekilde katili tahmin edemedim. Bu kadar karmaşık şekilde birbirine dolanmış bu cinayetleri Cengiz Bahadır nasıl böyle hayâl etti, oturup bir de yazdı, hem de iyi yazdı, şapka çıkarmak gerek. Anlatımında teklemenin hissedildiği çok az kısım var, tekne bölümü gibi. Bunun dışında her şey iyi bir tad veriyor.
Peki önerir miyim kitabı? KESİNLİKLE!

OĞUZHAN ASLAN- ÜÇ MUSA
Oğuzhan Aslan’dan okuduğum bu roman yerli polisiye için kitabın kapağında çeşitli polisiye yazarlarının ifade ettiği övgüleri hak eden bir çalışma olarak devam ederken kitabın ikinci yarısından itibaren yani cinayet olayı ile hakikaten akıllıca kurulmuş, ilgi çekici twistini kullandıktan sonra birden fazla olay, öykü ve sindirilmesi zaman ve yazma/ikna etme gücü isteyen yan olaylarla okuru başka bir yere taşımaya çalışıyor, ancak cinayet yaşanana ve kitabın yarısına dek güzel bir üslup, fazla çetrefilli olmayan bir olay örgüsü kuran yazar bizi kaleminin hızına alıştırmışken vites yükseltiyor ikinci yarıda. Eğer olay kaçıp kovalama vb olsaydı bu makul gelebilirdi. Bunun yerine yazar kitabın ikinci yarısına bir katil, yeni bir olay örgüsü ve bir mit yerleştiriyor. Yazarın kalemi hızlanmış olabilir ama hissiyat bu hıza yetişemiyor ve yaya kalıyoruz. Ne katile dair basmakalıp psikolojik açıklamalar, ne mit bu hissiyatı sağlayamıyor.
Kitabın devamı var. Yazar belki de ikinci kitapta çok iyi bir noktaya taşıyabilir öyküsünü. Bu, mümkün. Bekleyip görelim.

PEYAMİ SAFA- SELMA VE GÖLGESİ
Selma ve Gölgesi’nde yazar yine bir kadını anlatıyor ve bu kadın diğer kadınlara da benziyor ama bu sefer en azından iddia edildiğine göre erkekleri öldürüyor da! En azından kedileri öldürdüğünü, ölenleri seyretmeyi sevdiğini biliyoruz.
Selma ve Gölgesi, 1941 yılında basılmış. Burada yazarın kaleminin gücünü kesinlikle bir kez daha görüyoruz, örneğin Mahşer’e, Fatih Harbiye’ye göre bu kalem kesinlikle çok daha yetkin, ruh hallerini, olayları anlatışında bir kıvraklık, çekicilik ve yazara özgü bir renk var, ve bu bence çok güzel, yazara has bir renk. Çok beğenerek okudum. İşin ilginci ve güzeli, Selma ve Gölgesi’nde Peyami Safa kesinlikle ilgi çekici, ikna edici ve tuhaf ve kendine özgü bir atmosfer yaratıyor ve özellikle Selma karakteri seneler öncesinden kanlı canlı karşımıza çıkıyor, diriliyor sayfalarda. Bir yazar için ne güzel bir maharet bu! Kitabın çok ilgi çekici ve kolayca melodrama kaçabilecek konusu, konunun işlenişinde yazarın başarılı şekilde kısıtlı mekân ve kişide sabit tutturmayı başardığı ve ilginç bir şekilde tiyatro hissi de veren anlatım tarzı ve kendine özgü üslûbuyla asla basit ve sığ bir his vermiyor. Kitabın finali ise kesinlikle çok iyi!
Peyami Safa… Ne kadar güzel yazan bir yazar! Edebiyat güzeldir, edebiyat iyi gelir insana, bizi iyileştirir derken kastedilen şeylerden birisi de Peyami Safa’nın kaleminden edebiyat seven herkesin gönlüne, diline çalınan bu tad değil mi?
Selma’yı, gölgesini ve güzel karakterler yaratabilen Peyami Safa’yı edebiyat seven herkese MUTLAKA öneriyorum.

TUNA KİREMİTÇİ- PERİNİN ÖLÜMÜ
Tuna Kiremitçi’nin Perihan Uygur polisiyesine ait üçüncü kitabı yeni çıktı, ama ben ikinci kitabı daha yeni okuyabildim.
Yazarın edebiyat konusundaki tecrübesinin ilk kitaptan daha da iyi bir şekilde bu kitapta kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bütün bu konuşan karakterler, arada ipuçları verip kaybolan iç dünyalar, ruhsal izler kitabı bitirdiğimizde olmuş, oturmuş bir his veriyor. Tuna Kiremitçi yeni bir polisiye yazarı olsa dahi edebiyat tecrübesi kitabın lezzetini kesinlikle artırıyor. İlk kitaptan hatırladığım sanki bir iki olumsuz durum vardı, ama bu kitapta her şey iyi geldi bana. Çok merak uyandırıcı, çok şaşırtıcı değil; ki zaten öyle olması gerekmiyor. Ne anlatırsa anlatsın kendini okutturabilmek, kaale aldırmak, okumaya devam etmemizi sağlayacak bir üslûp ve dünya kurabilmek esas beklentimiz ise yazar bu beklentiyi çok güzel karşılıyor. Bunun yanında bir polisiyede en dikkat çekecek şeylerden birisi olarak sahte hissi vermeyen diyaloglar yazabilmek, bir eserin niteliği hakkında tez elden karar verebilmek için bir kıstas aslında. Konuşamayan karakterleri olan bir yazar iyi yazıyor olamaz. Tuna Kiremitçi bunların hepsini çok güzel kotarmış.
Üçüncü kitabı hiç bekletmeden okumak lâzım.

SUAT DUMAN-RAKUN
Suat Duman’ın Rakun’u, kitabı bir kenara koymaya izin vermeyen bir hıza sahip. Benim okumaya ara vermem mümkün olmadı. Yazarın eğlencelik polisiye için ortaya koyduğu bu şahane heyecan aldığı ödülü de hak ediyor mutlaka. İlk eseri Cinayet Mevsimi’nin çok daha yavaş ilerleyen yapısıyla 1918 serisinin Rakun’un birkaç adım geriden gelen temposunu düşününce Rakun’un Suat Duman için maraton zirvesi olduğunu düşünebiliriz elbette.
Cinayet Mevsimi kitabı Suat Duman’ın ilk kitabıydı. Youtube’da izlediğim bir söyleşide ilk iki kitabının bir yazardan çok aslında bir hukukçu sorusunun muhatabı olduğunu da söylüyor yazar: adaletin yerine getirilmesi gerekiyor, bir suç var ortada, suçluların cezalandırılması gerek. Oysa, diyor Suat Duman, edebiyatın ana meselelerinden birisi merak duygusunun peşine gitmeye odaklanmış bir anlatma arzusu. Anlamaktan, neyin ne olduğu ve neyin ne sebeple meydana geldiğinin, suçun gerçek sebeplerinin ortaya çıkarıldığı röntgen filmleri gibi durum tespit çalışmalarının edebiyatın gerçek toprakları olmadığını söylüyor: anlatmaya duyulan iştah, işaret edip göstermek, ima etmek veya etmemek, ama olayı- olayları aktarmak ve ondan estetik bir güzellik, bir ahenkli hikâye çıkarabilmek… üçüncü kitabından itibaren bunu yapmaya başlayarak Rakun’da da zirveye çıkmış bulunuyor böylece.
Kesinlikle, çok keyif verici, çok eğlendirici bir hikâyeydi Rakun. Ancak kendi adıma çok sevindiğim şeylerden bir tanesinin Suat Duman’ın asla edebiyatın anlatma gücünü es geçmemesi olduğunu söyleyeyim. En son 1918 serisinin şimdilik son kitabında karşımıza çıkan bu etkileyici atmosferi Rakun’da bir çok yerde görüyoruz, kitabın tamamının aynı tadı içermemesi, arada yoğunlaşan atmosferin yer yer sadeliğe dönmesi, ama ne olursa olsun, edebiyatta ısrar edebilmesi Suat Duman’ın es geçilemeyecek bir yazarımız olduğunu düşündürüyor bana. Yazarların yatırım yapması gereken en önemli ögelerden biri dil, üslûp çünkü. Nitelik çıtası yukarı çıkamayan iyi hikâyelerin tadı asla iyi olmuyor. Polisiyemizin edebiyat çıtasını daha yukarıda tutmaya ihtiyacı var. Rakun bunu yapabilen eserlerden biri.
Hâlâ okumayan varsa, Rakun’u mutlaka öneririm.